Covid-19 Pandemisinde Yaşananlar Üzerinden Foucault’yu, “Yeni Normali” ve İktidar Kavramını Düşünmek

Her ne kadar iktidar alanında çalışılan eserler içerisinde tekrarla söylenmiş olsa da, Bertrand Russell’ın “enerji fizik açısından ne anlama geliyor ise, iktidar da sosyal bilimler için o anlama gelir” cümlesi, iktidar konusunun zorluk ve kapsamını açıklamak bakımından günceldir. İnsanlık, COVID-19 salgınının ulusal ve küresel çaptaki etkilerinin yoğun biçimde hissedildiği bir sürecin içerisinden geçmektedir. Bu süreç hâlihazırda büyük belirsizliklerle birlikte devam etmekte ise de bir buçuk senelik zaman zarfında yaşanan “olağan-dışı” hal, siyasi ve sosyal gelişmelerin gelecekteki seyrini düşünmeyi gerektirmektedir. Nitekim salgın hastalık ile birlikte başlayan bu “olağan-dışı” süreç, belirsizlik eşliğinde devam eden gelişmeler içerisinde “yeni normal” olarak adlandırılan pratiklere ehliyet vermiş durumdadır. Bugünün “yeni normali” olarak adlandırılan ve kendisine temel olarak “sosyal mesafe” kuralını esas alan/bu zemin üzerinden gelişen pratikler, gelecek için düşünüldüğünde yeni normalden ziyade “normalin kendisi” olmak ihtimalini barındırmaktadır. Dolayısıyla bu pratiklerin andaki ve gelecekteki seyri üzerine düşünmek ihtiyacı, kaçınılmaz olarak “iktidar” kavramı ve uygulamaları üzerine düşünmeyi gerekli kılmaktadır.

“Olağan-dışı” ve oldukça dinamik bu süreç, iktidar kavramı üzerinden mevcut ve geleceğe dönük etkileri değerlendirmek için de dinamik bir araç gerektirmektedir. Bu süreç en nihayetinde erişkin ya da salgın döneminin içerisine doğmuş insanlar için geniş bir deneyimler kümesine tekabül etmiş olup; Michel Foucault’nun iktidar kavramına yaklaşımının genel çerçevesi bu bakımdan elverişli olabilecektir.

Nitekim statik değil dinamik bir iktidar anlayışı, toplumun her alanında, her öznesinde ve her anında dinamik iktidar ilişkileri işleyişinin inşasını/dönüşümünü gözlemlemek imkânına haizdir. Bu anlamda Foucault’nun iktidar kavramı, COVID-19 sürecinde iktidar kavramının suretlerini, birey kimliğinin inşasını-dönüşümünü ve belki de “hiç eskimeyecek olan” yeni normalin geleceğe dönük politik, ekonomik, sosyal ve manevi boyutlarını ele almak için elverişli bir başlangıç noktasıdır. Bu yaklaşım diğer iktidar kavramlarını tamamı ile dışarda bırakmak amacı gütmeyip; en nihayetinde açıklayıcı bir başlangıç ve gelişme noktası teşkil etmesi bakımından Foucault’nun iktidar kavramını işlevselleştirmeye çabalamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında kaleme alınan makalemizde ilk olarak Foucault’nun iktidar kavramına yaklaşımı, COVID-19 süreci ile ilgili olarak ileri süreceğimiz tezleri/değerlendirmeleri anlaşılır kılabilmesi maksadıyla temel ayırım noktaları üzerinden ele alınacaktır. Özellikle COVID-19 sürecinin getirdiği “yeni normal” anlayışının neye tekabül ettiğini aktarabilmek için öznel deneyim, birey, kimlik inşası, panoptik model gibi konuların üzerinde durulacaktır. Akabinde ise içerisinden geçtiğimiz salgın sürecindeki teorik ve pratik bir kısım meseleyi aktarabilmek için bu açıklamaları temel alacağız.

Yeni normalde bireyin rolü, salgın tedbirleri-denetim ilişkisi, öz-denetim, iktidar ilişkilerinin salgın ile birlikte girdiği suretler, “sosyal mesafe” temelinde gelişen pratiklerin özgürlükler ile girdiği çelişki, “pandemi nesli” olarak adlandırılabilecek bir kimliğin inşası ihtimali ve gelecek üzerindeki olası etkileri gibi güncel meseleler bu temelde izah edilecektir. Bu tartışmalar yürütülürken, COVID-19 sürecinde Giorgio Agamben ve Slavoj Zizek tarafından kaleme alınan ve farklı perspektifler içeren bir kısım makaleler de değerlendirilecek olup; bu vesile ile dinamik bir anlayış aktarılmaya çabalanacaktır.

ÖZNE VE İKTİDAR: FOUCAULT’NUN YAKLAŞIMINA YÖNELİK GENEL BİR ÇERÇEVE

Bireyselleştirme-Bütünselleştirme ve Devlet

Foucault tarafından ortaya konulan yaklaşım tarzı, iktidar kavramına yönelik klasik yaklaşımlardan büyük farklılıklar ihtiva etmektedir. Nitekim Foucault, iktidar ile rasyonelleşme kavramları arasındaki bağı araştırma yöntemi olarak bambaşka bir yol önermektedir. Bu yöntem, toplumun rasyonelleşmesi durumunu bütün olarak ele almaktan ziyade delilik, hastalık, suç gibi temel deneyimler üzerinden analiz etmek çabasına girişmektedir. Nihai olarak da burada yöneldiği husus, “bireyselleştirici iktidar” kavramı ışığında “öz kimlik” sorunu şeklinde tarif edilmektedir. Bu bakımdan iktidar tekniklerinin gelişim seyrinin, giderek bireylere yönelmek suretiyle kalıcı bir yönetme amaçladığı öne sürülmektedir(Foucault, 2019: 27).

Ancak durumu yalnızca bireyselleştirici etki ile ele almak yeterli olmayacaktır. Nitekim Foucault’ya göre devlet aklına yaslanmış bulunan siyasi rasyonalitenin etkileri bireyselleştirme yanında bütünselleştirme olarak da vuku bulmaktadır(Foucault, 2019: 56; Keskin, 2017: 715). Özgürleşmenin ise bu iki ilkeden birisinden ziyade, köklerini bu noktada bulan siyasi rasyonalite fikrinin kendisini hedeflemekle mümkün olacağını ifade etmektedir (Foucault, 2019: 56). Bu bakımdan siyasi iktidar biçimlerinin hepsini kapsayan değil, iktidar ilişkilerinden birisine tekabül eden devlet, hem bireyselleştirici, hem de bütünleştirici bir iktidar biçimi şeklinde değerlendirilmelidir(Foucault, 2019: 64). Bu niteliği itibari ile modern devlet, bireylerin üstünde yer alan ve onlardan vareste gelişmekte olan bir şey olarak ele alınmaktan ziyade, iktidar ilişkilerinin tesisi ile birlikte bireyin dâhil edilebildiği gelişkin bir yapı olarak tarif edilmelidir(Foucault, 2019: 66).

İktidar ve Bağlantılı Kavramlar Arasındaki İlişkilenmelere Genel Bir Bakış

İktidar ilişkilerinin mahiyeti söz konusu olduğunda, Foucault tarafından iktidarın bu ilişkileri, spesifik mahiyette ilişkiler olarak tanımlanmaktadır. İktidarın bu noktadaki karakteristik tutumunun ise, bazı insanların başka insanların davranışlarını az çok bütünüyle ancak tümden olmayacak şekilde belirleyebilme yetisi olduğu söylenmektedir. Bu vesile ile potansiyel bir reddetme ya da başkaldırma imkânının varlığı söz konusu olmaksızın, iktidar ilişkisinden söz etmenin olası olmadığı ifade edilmelidir (Foucault, 2019:55; Işık, 2012: 113). Bu iddia, Foucault’nun altını çizdiği üzere iktidarın yalnızca özgür öznelere ve özgür oldukları müddetçe uygulanabileceği hususunun temelini ihtiva etmektedir(Foucault, 2019: 74-75). İktidar ilişkilerinin spesifik mahiyetinin ne olduğu sorusundan hareketle Foucault, iktidar işleyişinin bazılarının başkaları üzerindeki eylem kipi olarak ele alınması gerektiğini ifade etmektedir (Demir Güneş, 2013: 61).

Foucault, iktidarı incelemenin nedeni olarak özne sorununu ileri sürerken, amacının insanların özneye dönüştürülme kiplerinin tarihini oluşturmak olduğunu ifade etmektedir(Foucault, 2019: 57). İnsanın özneye dönüşümünü ise üç temel nesneleştirme türü ile ilişkilendirmektedir. Bunlardan ilki kendilerine bilim mahiyeti kazandırmaya çalışan araştırma kipleri, ikincisi öznenin pratiklerde nesneleştirilmesi ve sonuncusu ise insanın bizzat kendisini özne olarak tanımlaması sürecidir(Foucault, 2019: 57-58). Bu bakımdan önemle altının çizilmesi gereken husus Foucault tarafından ileri sürülen ana temanın iktidar temasından ziyade özneleşme süreçlerine tekabül ettiğidir(Foucault, 2019: 58; Şengül, 2018: 50).

Foucault tarafından iktidarın rasyonelleşme ile ilişkisinin bir bütün olarak ele alınmak yerine, temel deneyimlere gönderme yapmak suretiyle ele alındığını belirtmiştik. Bunu örneklemek açısından Foucault tarafından, iktidar ilişkilerinin, stratejilerin uzlaşmacılığı aracılığıyla analiz edilerek ele alınması gerektiği belirtilmiştir. Yasal olanı anlamak adına yasadışı alanını kavramak gibi; iktidar ilişkilerine karşı da direnme eğilimlerini ele almak, bu yaklaşım tarzını örneklemektedir(Foucault, 2019: 61). İktidar biçimlerinin bireyi tasnif etmek konusundaki önemi, iktidar ilişkilerinin anlaşılması açısından kritik bir yerde durmaktadır.

Kendisini bu temeller üzerinden kuran iktidarın önemli unsuru, bireyi kategorize etmek suretiyle kimliğine bağlayıp; ona hem kendisinin hem de başkaları tarafından kendisinde tanınmasının zorunlu kılındığı bir hakikat yasası getirmesidir. Yani bireyleri özneleştiren bir süreç olarak iktidar ilişkileri, “sujet”[1] kelimesinin her iki anlamıyla da kendisine tabi kılan bir iktidar biçimini işaret etmektedir(Foucault, 2019: 62-63; Keskin, 2017: 715). Nihayetinde Foucault için özneleştirme süreçleri neticesinde geçerlik kazanmış öznellik biçimlerinin karşısında; yeni öznellik biçimlerine geçerlilik kazandırmak iddiasının koyulması gerekmektedir (Foucault, 2019: 68; Keskin, 2017: 704).

İktidar, nihayetinde bir yönetim sorunu olarak tarif edilmektedir. Davranışları yönlendirmek bağlamıyla birlikte değerlendirilmesi gereken iktidar, yalnızca devlet ya da siyasi yapıların yönlendirilmesini değil; birey ya da grup davranışlarına yönelik yön vermeyi de göstermektedir. Bu bakımdan iktidara özgü ilişki biçimi, salt şiddet alanında ya da gönüllü bağ/sözleşme gibi alanlarda aranmamalıdır(Foucault, 2019: 74). Bu eğilimler daha çok uygun düştüğü takdirde iktidarın araçları olarak değerlendirilebilirler.

İktidar ve eylem kipi ilişkisinin ele alınması iki önemli unsur üzerinden eklemlenecek şekilde değerlendirilmektedir. İlk olarak üzerinde iktidar uygulanan bir eylem öznesi olarak tanımalı; ikinci olarak ise iktidar ilişkisine karşı tepkiler, sonuçlar ve karşılıklar alanın açılabilmesinin olanağı var olmalıdır. İktidar mümkün eylemler üzerinde işlemekte olan bir eylem kümesi olup; nihai olarak eylemde bulunan/bulunabilecek olan ölçüde eyleyen özneler üzerinde eyleme geçme şeklidir. Toplumsal yaşam, başkalarının eylemleri üzerinde eylemde bulunmanın imkân dâhilinde olduğu bir yaşam biçimine tekabül ettiğinden iktidar ilişkilerinin görülmediği bir toplum, ancak soyutlamada söz konusu olabilecektir(Foucault, 2019: 73; Işık, 2012: 106). İktidarın olduğu yerde direnme eğilimlerine ilişkin bir şekliyle imkân var olması gerekliliği ile birlikte değerlendirilmesi gereken bu tarif, iktidar-özgürlük kavramları arasındaki ilişkiyi açıklamak konusunda da önemli bir noktadır.

İktidarın uygulanması başkalarının eylemleri üzerinde eylemde bulunma kipi olarak tarif edildiğinde ve bu husus insanların başka insanlar tarafından yönetilmesi ile birlikte ele alındığında ortaya özgürlük unsurunun dâhil edildiği görülür. Nitekim iktidar yalnızca özgür olan özneler üzerinde özgür oldukları müddetçe uygulanabilmektedir. İktidar ile özgürlük ilişkisi direkt bir karşı karşıya gelme halinden ziyade, karmaşık bir ilişkiler ağına tekabül etmektedir(Demir Güneş, 2013: 61-62; Foucault, 2019: 74-75). Özgürlük, iktidarın işleyebilmesi adına bir koşula denk düşse de; özgürlük en nihayetinde iktidarın uygulanmasına sadece karşı çıkabilecektir. Çünkü netice itibari ile iktidar, özgürlüğü tümden belirlemek eğilimini haizdir(Foucault, 2019: 74-75). Ancak iktidar ilişkilerinden vareste bir toplum olamayacağının ileri sürülmesi, kurulu iktidar ilişkilerinin zorunlu biçimde var olacağını ve yıkılmayacağını söylemek anlamına gelmemektedir(Foucault, 2019: 77). Ancak not etmek gerekir ki iktidar ilişkilerinin toplumsal ağlar bütününde kök salması; toplumun en küçük unsuruna dek hâkimiyet tesis etmiş asli ve temel bir iktidar ilkesini anlatmamaktadır(Foucault, 2019: 78). Haliyle devlet bu açıklamalar eşliğinde ele alındığında, bütün iktidar ilişkilerinde devlete gönderme yapılmasının sebebi bütün iktidar ilişkilerinin devletten var olması sebebiyle değil; iktidar ilişkilerinin git gide devletleşmesi sebebiyledir(Foucault, 2019: 79).

İktidar, Kapatılma, Disiplin ve Gözetim

Bireyleri özne şekline dönüştüren iktidarın takip ettiği tarihsel sürecin açıklanması esnasında Foucault tarafından cezaevi, akıl hastanesi vb. kurumlar aracılığıyla tanımlanmış toplumsal norm ve düzenlerin tanımının yapılması hususu üzerinde durulmaktadır. Normalin tarifi için olması gereken, normal olmayanın ortaya konularak kabul görmesidir(Durutürk, 2018: 960; Philp, 2018: 95-97). 17. ve 18.yüzyıllar ile birlikte disipline eden ve düzenleyici mahiyette kurumlar arasında sayılan hapishaneler yahut akıl hastaneleri, anormal öznelerin “kapatılmaya” tabi tutulduğu yerler oldu. Ancak bu kapatılma, anormal olarak tarif edilen insanları normal olanlardan ayırmakta ise de; anormal olarak tarif edilenlerin tamamı ile soyutlandığı bir hali ifade etmemektedir. Nitekim anormal olanların tamamen soyutlanmadığı bir hal, “normal” olanların “normal olmaya” ve kalmaya devam etmesi için devamlı bir hatırlatma aracı olarak oradadır(Durutürk, 2018: 962).

Yani belirli bir kimliğin toplumsal düzlemde negatif şekilde sınıflandırılması, bu kimliğe yönelik negatif eğilimlere(izolasyon, ıslah vb.) uygulama olanağı sağlayabilir ve bu şekilde uygulamalar için gerekli kurumlara meşruiyet sağlayabilir. Bu durum aynı zamanda, tarif edilen olumsuz kimliklere ait olmamak adına gönüllü bir sınırlamanın var olmasına da işaret etmektedir(Keskin, 2017: 705). Buradan hareketle değinilmesi gereken temel husus ise disiplinci ve düzenleyici iktidar kavramlarıdır. Örneklemek gerekirse disiplinci iktidar mekanizmalarından olan hapishaneler gibi kurumlar “suçlu” addedilenleri sınırlandırarak kontrol etmekte iken, düzenleyici mekanizmalara tekabül eden toplumsal normlar, potansiyel suçlunun “suç” işlemeden önce var olan iktidarı içselleştirerek kabulünü sağlayan bir etki yaratmaktadır(Durutürk, 2018: 963).

Özne halini alma süreci ile birlikte değerlendirildiğinde ise toplumsal normlar paralelinde şekillenen bireyler üzerindeki iktidar nüfusunun niteliksel olarak yoğunlaştığı ancak nicel olarak daha az hissedilir olduğu bir yapıya tekabül ettiği ifade edilebilir. Yani içselleştirilen normlar birey tarafından, artık bireyin bizzat özgür iradesi ile aldığı kararlar gibi değerlendirilmeye başlanır(Durutürk, 2018: 964). Ancak disiplinci ve düzenleyici iktidar mekanizmalarına karşı zaman içerisinde gelişen direnç yolları ile zayıflama eğilimine girmesi, özneyi her yanından sarmış bir iktidar teknolojisi olarak “biyoiktidarı” ortaya koymuş oldu(Durutürk, 2018: 965).

Yani biyo-iktidar, öncelikle insan türünün biyolojik yaşamını yönetmek maksadıyla var olmuş ve iki yönlü bir uygulamaya denk düşmüştür. Bir yandan üretim süreçleri ile uyumlu bireysel insan bedeninden uysal bir emek gücü kazanmak için kullanılan disiplin mekanizmalarına; bir yandan da genel olarak bu emek gücünü sağlıklı şekilde koruyarak arttırmak için nüfusun biyo-politikasını sağlayan iktidar tekniklerine denk düşmektedir. Bu bakımdan biyo-iktidarın oluşturduğu toplum, insanları normlara uymaya zorlayan ve onları normalleştiren bir “normalizasyon toplumu” yaratmaktadır(Keskin, 2017: 714).

Foucault, bu aktarılanlar ışığında biyo-iktidarın birey tarafından özümsenme hususuna ilişkin detaylı açıklamalarını Panoptikon ismi verilen model üzerinden tarif etmektedir(Durutürk, 2018: 965). Jeremy Bentham tarafından geliştirilmiş bir model olarak hapishane binası kurgusuna tekabül eden panoptik modelde, bir dairenin merkezinde yer alan gözetleme kulesinin etrafını daire biçiminde saran tutuklu hücreleri vardır. Hücrelere arkadan gelen ışığın etkisi ile merkez kuledeki gardiyanlar tarafından görülebilirken, tutuklular kulede yer alanları görememektedir. Bu şekilde gözetleme var olsun ya da olmasın hücrede yer alanlar, her an gözetlendikleri düşüncesi içerisinde olmaktadırlar. Bu husus ise merkezi noktadan bir gözetleme söz konusu olmasa dahi gözetlenme ihtimali vesilesi ile tutukluların davranışlarını sürekli bir öz denetime tabi tutmalarını sağlayacaktır(Foucault, 1992; Şengül, 2018: 50-51).

Nitekim günümüzdeki anlamı ile iktidarın işbu eğilimi, “bakışın” ağırlığını hissetmekte olan herkesi, bakışı içselleştirecek noktaya götürecektir. Bu şekliyle herkes, kendini gözetleme ve kontrol etme haline bürünecek olup, kendi üzerinde ve kendine karşı bu gözetleme halini sürdürecektir. Yani gözetleme olgusundan bağımsız olarak kontrol edilme durumu içsel bir biçim alacaktır(Baştürk, 2016: 67; Durutürk, 2018: 966). Bu bakımdan önemle altınının çizilmesi gereken husus, Foucault’daki panoptikon modelinin katı bir mekânsallık içerisinde sabitlenmiş özneler üzerinde iktidar ilişkilerinin süregelişinden ziyade; öznelerin sürekli görünür olması halini kışkırtarak “bakışı” devamlı hissedecek şekilde bir modele tekabül ettiğidir(Baştürk, 2016: 68).

İKTİDAR KAVRAMI ÜZERİNDEN COVİD-19 DÖNEMİNİ DÜŞÜNMEK: YENİ NORMAL NEDİR?

Çin’in Wuhan eyaletinde başlayan COVİD-19, an itibari ile dünya çapında bir salgın hastalık formatına erişmiş olup, “pandemi” statüsü ile sınıflandırılmış durumdadır. COVİD-19 salgının toplum sağlığı üzerinde yarattığı etkiler yanında, salgın hastalık ile karşı karşıya gelen insanlığın geliştirdiği yöntem ve aldığı tedbirler de oldukça krizli ve tartışmalı bir şekilde ilerlemiş/ilerlemeye devam etmektedir. Nitekim salgın hastalığın varlığının dahi tartışma ortamı yapıldığı düşünüldüğünde[2][3], salgının seyrinin önüne geçmek için alındığı ifade edilen tedbirlerin-geliştirilen pratiklerin; özgürlükler ile arasındaki gerilimli ilişki değerlendirmeye muhtaçtır.

Foucault’nun iktidar ilişkilerine yaklaşımı açıklanırken, esas meselesinin özneye dönüştürülme kiplerinin tarihine yönelmek olduğu ifade edilmişti. Bu bakımdan kimlik yahut bireysellik derken kastedilenin insanın kendisine atfedilen veya kendisine atfettiği deneyimler/var olma biçimleri olduğu anlaşılmaktadır. İnsan bir deneyim biçimini ve ona denk düşen kimliği kendi deneyim ve kimliği olarak görerek, kendisini bu kimliğin öznesi konumuna yerleştirecektir. Yani bu öznel deneyimin inşası; bir kimliğin inşası ve kabulüne denk düşecektir(Keskin, 2017: 704). Bu bakımdan değineceğimiz ilk husus COVID-19 pandemisinin getirdiği “yeni normalin” tekabül ettiği deneyimlerin; deneyimin öznesi haline gelen insanlar için nasıl bir kimliğe denk düşeceğidir.

Salgın hastalığın başlangıcı ile birlikte başta devletler olmak üzere ulusal ve Dünya Sağlık Örgütü(WHO) başta olmak üzere uluslararası kurumlar tarafından, salgının seyrinin yavaşlatılması açısından bir kısım tedbirlere uyulması gerektiği ifade edilmiştir. Bu tedbirlerin alındığı yerler ve alan makamlar tarafından uygulanış biçimleri değişiklikler göstermiş olsa da, genel mahiyet itibari ile ortaklaştığı bir kısım noktalar görülmektedir. İlk olarak hastalık yayılımının önüne geçmek maksadıyla insanlar ile temas olanağının olduğu yerlerde maske takılması gerekliliği ifade edilmiştir. Bunun yanında “sosyal mesafe” adı verilen tedbire uymak suretiyle insanlar ile fiziksel ve aşağıda ifade edileceği üzere belki de manevi bir mesafeyi ifade eden önlemlere uymak gerektiği belirtilmiştir.[4] Bulaşma hızının yüksek olacağından bahisle kalabalık ortamlarda bulunulmaması gerekliliğinin telkiniyle birlikte gerekmedikçe(takdir hakkı tanınmadığı koşullarda sokağa çıkma yasakları ile) evlerden çıkılmaması ve seyahat edilmemesi gerekliliği pratik bir hal almıştır. Yapılması gereken her türlü iş ve işlemin teknolojik imkânlar ile yapılabildiği ölçüde online yapılması tercih edilmeye başlanmıştır. Bulaşma hızının yükselişi ve insan temasının sınırlanması suretiyle bunun önüne geçmek şeklinde temel yapı taşları ifade edilmiş olan tedbirlerle başlayan deneyim süreci; bu temel argüman üzerine inşa edilen tamamlayıcı tedbirlerle[5] adeta olağan karşılanan bir noktaya ulaşmış durumdadır. COVID-19 pandemisi ile birlikte yaşamaya başladığımız dönemin ikinci senesine yaklaşmak üzere olduğumuz bu günlerde, pandemi öncesi ve sonrası yaşamdaki farklılıkların yarattığı yeni yaşam(belki de yeni normal) kesinlikle değerlendirmeye muhtaçtır.

İnsanlar Pandemi Neticesinde Yeni Bir Deneyimin Öznesi Haline Gelmektedir: Bireysel Bağlamda Sağlıklı; Toplumsal Bağlamda Sorumlu Yurttaş Olmak Kaygısı

İnsanlar, pandemi vesilesi ile alınan önlemler akabinde yeni bir deneyimin öznesi haline gelerek, yepyeni bir normal içerisindeki kimliğe bağlanmaya başlamış durumdadır. Bedensel bütünlük, sağlık ve ölüm korkusu[6] ile birlikte maske, mesafe ve kişisel hijyen önlemlerini temel alan tedbirler kümesi üzerinde gelişen bir insan profili neye tekabül etmektedir?

Bugün pandemi önlemleri ile birlikte gelişen yeni deneyimin öznesinin temel belirleyici nosyonu, “izole olmak” temasına dayanmaktadır. Bireyler, kişisel sağlık ve bütünlük kaygısı ile birlikte izolasyona salık veren tedbirlerin/deneyimlerin öznesi konumuna yerleşmektedir. Öznel deneyim, Foucault’nun tabiri ile belli davranış biçimlerinden hareketle ve onların etrafında kurulmaktadır. Bugünün temel öznel deneyiminin inşasının ise salgın hastalığı önlemek maksatlı tedbirlerin; bireysel bağlamda sağlıklı ve toplumsal bağlamda sorumlu yurttaşlar olma kaygısına dönüşümü içerisinde gelişmekte olduğu düşünülebilir.

Bu bakımdan günümüzde merkezi iktidar formları tarafından alınan önlemlerin iki yönü olduğu görülmektedir. İlk yönü alınan tedbirlere uymanın sorumlu/sağlıklı yurttaşlar olmak ile eş değer bir algıya yol açması için vücut bütünlüğünün/sağlığın tehdit altında olduğu iddiası (doğruluğu ya da yanlışlığı tartışmanın konusu olmamak ile birlikte) sıklıkla vurgulanmaktadır. Bu bakımdan alınan tedbirlerin meşruiyetinin varlığı; daha kötüsünün olabileceği iddiası(ölüm) ile sıklıkla desteklenmektedir. Bu vurgunun ikinci yönü ise bir kısım özgürlüklerin kısıtlanması noktasında toplumsal sağlık/sorumlu yurttaş olma kaygısına işaret edilse de; bu yaklaşım ile birlikte uyulması gereken tedbirler vurgusu ile sorumluluğun merkezi iktidarlardan ziyade bireylerde olduğu vurgusunun da sürdürülmesidir.

Öznel Deneyimin İnşa Ettiği Yeni İnsan, Öz-Denetim Mekanizmalarını Üreten ve Sürekli Olarak Ürettiği İktidarı Taşıyan Bir Dönüşüm İçerisindedir

Belki de öznel deneyimin inşa ettiği yeni insan, yaşamı ve sağlık kaygısı sebebiyle kişisel hareket alanını/sosyal temas ve varlığını sınırlayabilecek öz-denetim uygulamalarını üreten; toplum yaşamı içerisindeki pozisyonu itibari ile de başkalarında tanınması gerekli kimlik formlarının karşılıklı etkileşimi içerisinde bu kimliğe toplumsal form kazandıran iktidar taşıyıcılarıdır. Bu ne anlama gelmektedir?

Foucault’nun iktidara yaklaşımında, iktidarın merkezi olandan ziyade toplumsal ağa sirayet etmiş yapıya tekabül ettiği ifade edilmiştir. Bu bakımdan iktidar her yerden yeniden üreyen bir varlığa denk düşmektedir. Bireyler yalnızca iktidarın negatif uygulamalarına maruz bırakılan varlıklar olmanın yanında, iktidarın Foucault’daki mahiyeti gereği iktidarın taşıyıcıları/üreticileri olarak da var olurlar. Bir öznel deneyimin inşa ettiği kimliğe bağlanırlarken, başkalarının tanıyacağı ya da başkalarında tanınacak kimliklerin inşası için de iktidar olgusunu yaratır/taşırlar.

Bugün alınan önlemlere hem bireysel kaygı hem de toplumsal kaygı vesilesi ile uyulması gerektiği konusunda bireyler üzerinden iktidar işleyişinin iki yönünü görmek mümkündür. Bugün bireyler, sağlık ve yaşam kaygısı ile fiziksel/manevi öz-denetimini sağlayan; öz-denetimin başkalarınca da sağlanmasını temin eden bir denetim algısının taşıyıcısı olmak yolunda, yeni bir deneyimin öznesi haline dönüşmektedirler. Özgürlük ve yaşam kaygısı arasındaki gerilimli ilişkiyi özgürlük aleyhine yaşamak kaygısından yana kullanan bireyler, kendilerini izole kılmak için gerekeni yapmaya çabaladıkları gibi; kendilerine bu imkânın tanınması yolunda engel teşkil eden bireyleri de kendilerinden “izole kalmaya” itmektedirler.

Bir banka ATM’si önünde sıra beklerken, toplu taşıma aracı ile seyahat ederken ya da bir alışveriş sonrasında kasada ödeme yapmayı beklerken izole kalmak isteyen birey, kendi öz-denetimi yanı sıra kendisine karşı da izole kalınmasını temin etmek zorundadır. Bu bakımdan kendisine yaklaşıldığı noktada “sosyal mesafenin korunması gerekliliğini” hatırlatan her birey, kendisinde tanınması gereken yeni kimliği; tanıması gereken bireye “öz-denetim” hatırlatması yapmak suretiyle taşımaktadır. İktidarın bireyler üzerinden işleyişine anlamlı bir örnek teşkil eden bu durum, “yeni normal” ve belki de yarının hiç eskimeyen normali olacaktır.

Erişkinler ve COVID-19 Sürecinin İçinde Var Olmaya Başlamış “Pandemi Nesli”, Yeni Normal ile Merkezi İktidar Yapılarının Rolü

Buradan hareketle COVID-19 önlemlerinin getirdiği “yeni normal” halinin her zaman dilimi ve her kuşak için aynı etkileri doğurup doğurmayacağı da ayrı bir tartışma konusu yapılmalıdır. İktidarın, Foucault’nun yaklaşımına göre özneleştirme kiplerinin tarihine tekabül ettiği ve deneyimlerin özneleştirme sürecine bağlandığı ifade edilmişti. COVID-19 pandemisi, iki senelik bir zaman dilimine yaklaşan süreç içerisinde yaşamımızda yer almaktadır. Bundan öncesi için hayatımızda kişisel sağlık ve güvenliğimiz için izole önlemler almamızı gerektirir bir pandemi ile karşı karşıya değildik. Bugün için karşılaştığımız pandemi karşısında alınan önlemler ortalama bir insan ömrü içerisinde yaşayan biz insanlar için oldukça yabancı olduğumuz durumlara denk düşmektedir.

Bugün merkezi iktidarlar ve kurumlar tarafından maske, sosyal mesafe ve kişisel hijyen gibi tedbirlere uyum sağlanması açısından alınan önlemlere uyulması zorunlu kılınmakta; anılan tedbirlere uyum sağlanmadığı halükarda da çeşitli idari/cezai yaptırımlar geliştirilmektedir. Pandemi öncesinde doğmuş ve dünyayı/gelişmeleri algılayabilecek erişkinliğe ulaşmış insanlar için her ne kadar yeni bir deneyim kümesi vesilesi ile kimlik inşa edildiği ifade edilmişse de, bu tedbirlere uyum sağlanması süreci için merkezi iktidarların müdahalelerine ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü bu deneyimin inşa edilmesi bir “süreç” ve zaman gerektirmekte olup, uygulanması için merkezi iktidarın direktifleri icrai şekilde yerine getirmesi gerekmektedir. Yani yeni deneyim ve pratiklerin, salgın tedbirleri noktasında inşa edilişinde bireylerin birbirleri üzerinden işleyen iktidarının rolü yukarıda açıklanmış ise de, merkezi iktidarların bu inşa bakımından mühim rolü devam etmektedir. Çünkü verili kimlikler bu dönem içerisinde inşa edilmemiş; bu döneme kadar inşa edilmiş kimliklerin dönüşümü, pandemi dönemi ile birlikte başka bir deneyimler kümesine denk düşmeye başlamıştır. Süreç ile birey arasındaki uyumlaştırmanın sağlanması için merkezi iktidarların müdahil olması kaçınılmaz olmuştur. Yaşam, sağlık ve vücut bütünlüğü üzerinden gelişmiş korku refleksi ise uyumlaştırmanın sağlanması konusunda “kullanım tarzı itibari ile” katalizör görevi görmektedir.

Ancak salgın dönemi içerisinde doğmuş ya da salgından kısa bir zaman dilimi öncesinde doğmuş ise de kendisini salgın döneminde keşfetmeye başlamış bir nesil için, inşa edilecek kimlik/deneyimler kümesinin sonucu farklılık ihtiva edecektir. Nitekim COVİD-19’un içerisine doğmuş ve var olmuş bir insanın normali “yeni normal” olarak adlandırılabilecek midir?[7]

Kısaca pandemi nesli olarak adlandıracağım bu kuşak için verili “normal” oldukça farklı bir anlama geldiği için, sonuçları da farklı olacaktır. Anılan nesil, fiziksel bütünlükleri ve yaşamlarının devamı için insanların birbirileri ile izole olmak suretiyle “sosyal mesafesini” koruduğu, gerekmedikçe temasın mümkün olmadığı/birbirinden uzak durmanın telkin edildiği, zorunlu olmadıkça bir araya gelmek ve gerekmedikçe yüz yüze işlemlerin halledilmemesi gerekliliğine dair verili bir deneyim kümesinin içerisine doğmuştur.[8] Bu bakımdan günümüz erişkinleri ile pandemi nesli arasında önemli bir fark mevcuttur. Pandemi nesli olarak anılan insanlar böyle bir sürecin içerisine doğmuş oldukları için, pandemi dönemi tedbirlerinin uygulanageldiği pratiklerin “normal” kabul edildiği bir sürecin öznesi olarak kimlik inşasına girişmişlerdir. Kimliklerini ihtiva eden deneyimler kümesi, ayrımı yapılan yetişkin nesilden tamamı ile farklı pratiklere denk düşmektedir. Bu bakımdan pandemi neslinin gelişip büyüyeceği bir yaşam, kaçınılmaz şekilde doğamız gereği söz konusu olacak ise, bu neslin kurucu mahiyette inşa edeceği toplumsal yaşam da bugünün yeni normalinin “yeni” sıfatını ortadan kaldıran mahiyette olma ihtimali taşımaktadır.

Bugün alınan tedbirlerin gelecek zaman diliminde toplumsal yaşamın normali haline gelmiş formatında, iktidar mekanizmalarının işleyişi de bugünden daha farklı olacaktır. Pandemi tedbirleri ve “normalinin” oluşturduğu deneyimler kümesi içerisinde kimliklere bağlanan pandemi nesli, merkezi iktidarın özel bir müdahalesine gerek duyulmaksızın bugün “yeni normal” olarak adlandırılan olguların “normalini” sergileyerek yaşamlarını sürdürme eğiliminde olacaklardır. Nitekim hâlihazırda verili olanın inşa ettiği kimliklerin “izolasyon”, “öz-denetim” ve sosyal mesafeyi esas alan birey türlerine denk düştüğü açıktır. Bu şekilde inşa edilme ihtimali söz konusu olan gelecek toplumsal yaşam içerisinde mevcut normlar bunlar olacak ise, inşa edilmiş normalizasyon toplumunun uymaya mecbur bıraktığı normlar buradan gelişecektir.[9]

Merkezi iktidar müdahalelerine daha az gerek görülecek bir normalin inşa edilmesi ise oldukça anlaşılırdır. Verili deneyimde kimliği inşa etmiş bireylerin normalini ihtiva ettiği toplumsal yaşam, iktidarın her yerde ve bireyler nezdinde herkeste kendisini var ettiği bir hal teşkil etme ihtimali taşımaktadır. Bu bakımdan normal ve sakıncalı olarak adlandırılacak ikilik, kendisini bireysel ve toplumsal sağlık için normlara uyanlar; karşısında ise bunlara uymadığı için arzu edilmez “hastalık yayıcı” kimlikler olarak gösterecektir. Bu şekilde gelişmiş bir normalde iktidar, merkezi iktidarın anlamlı boyutta müdahalelerine maruz kalmaksızın bireyler üzerinden işleyebilecektir. Keza bu normale uyum göstermeyenin “anormal” olarak tarif edildiği bir düzende Foucault’nun üzerinde durduğu suçlu, delilik gibi yeni bir arzu edilmeyen kimlik olarak “pandemi öncesi insan”[10] kimliği söz konusu olabilecektir. Arzu edilmeyen kimlikten uzaklaşmak adına öz-disiplin ve denetimini sağlayarak kendisini negatif bağlamda sınırlandıran bireyler üzerinden işleyen iktidar ilişkileri ve toplum biçimi, kulağa ne kadar ütopik gelirse gelsin, imkânsız gözükmemektedir. Kendisi üzerinden bu şekilde işlediği gibi, bu normlara uymayanın merkezi iktidarın büyük müdahalelerine gerek kalmaksızın, bireyler üzerinden işleyen iktidar ile sınırlanacak/tecrit edilecek olması, salgının yaşamlarımızdaki seyri bu şekilde devam ettiği takdirde normalin ta kendisi olabilecektir. Yeni normalin inşası neticesinde pandemi öncesi insan pratikleri ne kadar azalır ve daralırsa, merkezi iktidarın müdahaleleri de o denli az ancak şiddetli bir rol oynayabilecektir.

Yeni Normalin Yeni Düşünce Yapısı: Özgürlükler Aleyhine Girişilen Politik Müdahalelere Gösterilen Rıza

Salgın dönemine dönük tedbirlerin, toplumsal ve bireysel yaşamda temel özgürlüklere tekabül eden alanlar ile çatışma içerisine girdiği bilinmektedir. Özgürlüklerin aleyhine gelişen bu durumun ise yeni deneyimler kümesi karşısında yarattığı vaziyet, geçici bir süreç için gösterilen rızadan fazlasına işaret etmektedir. Pandemi sürecinde farklı merkezi iktidarlar ve farklı uygulamalar ile alınan bir kısım “özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirlerin” güncel politik tartışmalar karşısında pandemi ile alakası olup olmadığı sorgulanabilir mahiyettedir. Ancak salgın döneminin seyri ile birlikte insanların özgürlükler ile yaşam kaygısı arasında tercihte bulunduğu bu süreçte sorgulamanın mahiyeti de değişmiştir. Artık insanlar özgürlük kısıtlayıcı pandemi tedbirlerinin, pandemi ile alakasız politik gerekçeleri olabileceği ihtimalini sorgulamak yerine; genellikle alınan önlemin pandemi ile muhakkak var sayılabilecek bir ilgisi olacağı ihtimalinden hareket etmektedir. Yani alınan tedbirlerin öncelikle özgürlükler bağlamında bir geri adım değil; pandemi vesilesi ile muhakkak bir sebebi olabileceği ihtimali üzerinden sorgulamaya girişmektedir.[11] Örnek vermek gerekir ise pandemi tedbirleri kapsamında alkol yasağı kararının alınmasının öncelikli nedeni Türkiye için seküler yaşam tarzına dair bir müdahale olarak değerlendirilebilecek iken; bu tartışmadan önce alkol yasağının esas sebebinin sarhoş olmanın sosyal mesafeyi azaltabileceği ihtimali üzerinden bir değerlendirmeye tabi tutulmasıdır. Bu bakımdan hayatta kalmak kaygısı üzerinden inşa edilmiş korku temalı rıza ve kimlik, özgürlüklere yönelik müdahaleleri değerlendirirken esas politik meseleleri sorgulamadan önce, müdahalelerin pandemi ile muhakkak bir açıklanabilir ilişkisi olduğu ön kabulünden hareket etmektedir. Bu pratik, özgürlüklere yönelik müdahalelerin gerekçelerini siyasi mahiyetini dışlayarak açıklama çabası içerisine girdiği için alınan tedbirlere ön kabul olarak bir meşruiyet atfı sağlamakta; bu bakımdan tedbirlerin politik yönünün yaşam kaygısı karşısında tartışılabilir olma ihtimalini büyük oranda ortadan kaldırmaktadır.

Bir başka örnek olarak ise yeni bir deneyimin kurucu unsuru olan “sosyal mesafe” ile örgütlenme hürriyeti ilişkisi ele alınabilir. Nitekim COVİD-19’a karşı geliştirilmiş aşı çalışmaları henüz mevcut değilken, kalabalık ortamlarda bulaşma hızının arttığından bahisle örgütlenme ve ifade hürriyeti ile bağlantılı olan toplantı/gösteri yürüyüşü hakkı çoğu merkezi iktidar tarafından adeta askıya alınmıştır. Ancak açık havada bulaşma ihtimalinin oldukça düşük olduğu yahut aşı ile birlikte bu tarz etkinliklerin yapılmasındaki riskin düştüğü tespit edilse dahi, bu engelleme uygulamasının devamlılık gösterdiği örnekler olduğu bilinmektedir. Bu bakımdan yaşamak kaygısı karşısında bir kısım özgürlüklerden feragat edilmesi amacıyla inşa edilen rıza, bu sebepler ortadan kalksa dahi uygulama itibari ile belirli şekillerde devam etmektedir. Tedbirleri almaya yetkili kurum ve mekanizmaların bu özgürlükleri kullanabildiği ancak karşıt politik eğilimdekilerin kullanamadığı bir pratik hal gelişmektedir. Çünkü özgürlükler aleyhine pratiklere ehliyet veren bu eğilimler üzerinden inşa edilen deneyimler kümesi, merkezi iktidar özneleri tarafından aleyhte politik eğilimleri engellemek maksadı ile bir “silaha” dönüştürülebilmiş vaziyettedir. Rıza inşasının ve meşruiyet atfının bu denli gönüllü inşa edilebildiği mekanizmaların geçici bir süre hayatımızda kalarak ondan sonra normalleşeceği var sayımını destekleyen iyimser bir kanıtlar toplamının varlığını gösterir herhangi bir emare ise söz konusu değildir.[12] Nitekim gelecek için ise politik tahakküm biçimlerinin klasik baskı mekanizmalarından ziyade bu tedbirler üzerinden inşa edilmesi; yukarıda açıklanan yeni kimlik biçimlerinin inşası karşısında “normalleşme” tehlikesi taşımaktadır.[13]

Yeni Normal, Dijitalleşme, Emek, Gözetim ve Denetim Üzerine

Salgın hastalık tedbirleri kapsamında gelişen izole ve kalabalıktan uzak insan profili, toplumsal yaşam içerisinde online ve dijital teknolojilerin temel bir önem kazanmasına vesile olmuş durumdadır. Bugün için evden/uzaktan çalışma ya da uzaktan eğitim gibi yüz yüze yapılan faaliyetlerin dijital zemine taşınması, zannedildiği gibi bir kolaylığa mı işaret etmektedir?[14]

İlk olarak düşünülmesi gereken husus, dijital teknolojilerin kullanımı ile sürdürülen faaliyetlerin etkin bir denetim anlamında kolaylığa işaret ettiğidir. Uzaktan çalışma ele alınırsa, dijital teknolojiler üzerinden çalışma sürdüren bireylerin her an ulaşılabilir kalması ve çevrim içi anlık temasın süreklilik kazanması vesilesi ile etkin bir şekilde denetlenebilmesi mümkün olmuştur. Dijital teknolojilerin kullanımı neticesinde emek süreci özel yaşamın sürdüğü evlerin tam ortasına taşınmış; emek süreci ile sosyal yaşam arasındaki ayrım girift bir hal almıştır. [15]Sözde ev ortamında denetlenmeksizin dilediği gibi çalışmak imkânı verilen özneler, yemek yerken ya da temel ihtiyaçlarını giderirken dahil, bulundukları yerden bağımsız olarak online olarak her an ulaşılabilir kılındıkları için üretilen emek süreci etkin bir denetime tabi kılınabilmiştir.[16] Çizgileri belirlenmiş bir mesai anlayışından ziyade, sermaye sahipleri adına dijital denetimin “haklı sebepler” vesilesi ile sürekli sürdürüldüğü “de facto” yeni çalışma normali, emek üretim sürecini adeta yaşamın olağan akışı içerisine yedirmektedir. Biyo-iktidar ve beden arasında geliştirilen ilişkinin emek üzerinden tarif edildiği açıklamalar ile birlikte düşünüldüğünde, durum daha da açıklayıcı olmaktadır.

Gözetim ilişkileri ve dijital teknolojilerinin vesile olduğu bir diğer durum ise, merkezi iktidar yapıları tarafından gönüllü olarak takip edilmeye dönük pratiklere bireylerce ehliyet verilmesine ilişkindir. Sağlık ve yaşamak kaygısı yalnızca hareket özgürlüğünün sınırlanmasının kabulü ile kalmamış; bunlar yanında “tehlikeden” uzak durmak adına bulunduğumuz hal ve durumun merkezi yapılar tarafından bilinir kılınmasına yönelik rıza inşa edilmiştir. Örnek vermek gerekirse Hayat Eve Sığar(HES) benzeri uygulamalar ile kendi konum ve o anki sağlık durumumuzun bilinebilir olmasını rızayla sağlamış olduğumuz gibi; sağlığımıza yönelebilecek “hastalık yayıcı tehditlerden” de uzak kalmak amacı ile merkezi bir yapının denetimini kabul etmiş olmaktayız.[17] Bu şekilde getirilen gözetim ve denetim ilişkisi sadece bireyi gözetim altında tutmaya yaramayıp; aynı zamanda “yeni normalin” getirdiği izole insan ve mesafeli toplum fikrini de sürekli bir biçimde örgütlemektedir. “Sosyal varlıklar” olarak sosyal mesafeyi kabul ettiğimiz gibi, mesafenin korunması yoluyla tehlikelerden kaçınmak kaygısıyla özel olandan feragat ederek merkezi yapıların denetimine de teslim olmayı kabul etmiş durumdayız. Sağlık ve yaşam kaygısının, bireysel ve toplumsal sağlık kaygısıyla birleştiği noktada yeni bir kamusal/özel ayrımının inşa edildiği; bu ayırım içerisinde özel olanın alanının daralmaya başladığı görülmektedir.

Aile ve Filyasyon: Klasik İktidar Yapılarının Dönüşümü Üzerine

Hastalık verisinin ve “taşıyıcılarının” bireysel/toplumsal sağlık kaygısı sebebiyle denetimi ile takibinin kazandığı önem, toplum içerisinde iktidar ilişkilerinin açığa çıktığı klasik yapılarda da önemli bir dönüşüme yol açmaktadır. Örneğin aile kavramının, klasik iktidar ilişkileri bağlamında bireyin yaşam ve özgürlüğü üzerindeki etkileri çeşitli biçimlerde ifade edilmiş; söylenegelmiş durumdadır. Durum yalnızca birey üzerinde ailenin iktidarı şeklinde değerlendirilmekte iken, pandemi sonrası dönemde bu tarzda bir değişiklik gözlemlenmektedir. Bugün için pandemi döneminde çalışmak ve “evde kalamamak” durumunda olan insanlar, yaşamlarını hastalığa yakalanmak pahasına sürdürmek durumundadır. Dolayısıyla bu şekilde yaşayan insanlar aileleri ile birlikte bir yaşam sürdüğü takdirde, yalnızca kendi yaşamları ve sağlıklarından değil; hastalık bulaşması akabinde evlerine taşıma ihtimali olduğundan ailenin diğer mensuplarından da sorumlu hale gelmektedirler. Bu bakımdan aile gibi klasik iktidar ilişkilerinin işlediği yapılarda artık iktidar ilişkilenmesinin yalnızca tek yönlü(ailenin birey üzerinde) olmadığı; bireyin de aileye karşı bu şekilde sorumlu olduğu iki yönlü bir iktidar ilişkilenmesine evirildiği görülmektedir. Bu bakımdan her bir bireyin takibi önem kazanmakla birlikte, birey üzerinden ailenin tümelleştiği ve etkin denetim/takibin kolaylaştığı bir hal inşa edilmektedir. Pandemi vesilesi ile yaşanan sağlıklı kalmak kaygısı yalnızca birey boyutu ile kalmamakta; bireyin sorumlulukları olduğundan bahisle alması gereken önlemleri sürekli hatırlatarak birey kimliğini sorumluluklar karşısında adeta silikleştirmektedir.

SONUÇ

Netice itibariyle toplumsal yaşam, normal ve bireyin dönüşümünün geçici bir süreye tekabül eden uygulamalara denk düşmediği açıktır. Yeni inşa edilen “normalin” hâlihazırda verili haliyle mi kalacağı; yoksa bu zemin üzerine inşa edilecek daha da radikal bir “yeni normal” halini mi alacağı başta aşılama, politika, örgütlenme ve zaman karşısında henüz tam anlamı ile belirli değildir. Örnek vermek gerekirse “sosyal mesafe” adı verilen tedbirin hâlihazırda yol açtığı neticelerin bugünkü hal ile mi sınırlı kalacağı; yoksa daha da radikal bir izolasyona ehliyet verecek kurumlara yol açacağı görünüşe göre henüz muğlak durumdadır. İktidar kavramları nezdinde bireyin ve toplumun dönüşümünün radikal sonuçlara yol açma ihtimali görmezden gelinemeyecek boyutta ilerlemektedir. Ancak yukarıda değinilmiş bulunan bir kısım görüşler ile ortaklaştığımız temel nokta “yeni normal gelişiminin” yalnızca hukuki sınırlar içerisinde iktidarların otoriter eğilimler-demokrasi gerilimi ile açıklanamayacak derinlikte olduğuna yöneliktir. Nitekim ortada daha kapsamlı ve geniş bir değerlendirme ile gözleme muhtaç bir süreç işlediği aşikârdır. Bu sürecin küresel iktisadi sistem ve kapitalizmin işleyişinden bağımsız ele alınamayacak olduğu da açık olup; insan ve ekolojinin bu bağlamdaki ilişkisinin de geniş bir değerlendirmeye muhtaç olduğu açıktır.


DİPNOTLAR

[1] Özne yerine sujet(Fr.) kelimesinin direkt olarak kullanılma sebebi, Türkçe’deki özne kelimesinin karşılamadığı ikinci anlam olan tabi kılma ilişkisine göndermede bulunmak amacıyla tekrar yapmamak maksadıyladır.

[2] Giorgio Agamben tarafından Öğrencilere Ağıt başlıklı yazıda, COVID-19 süreci için “sözde pandemi” ifadesini kullandığı görülmektedir. Bkz: https://uni-versus.org/2020/05/23/agamben-koronavirus-ogrencilere-agit/ Agamben’in “Bir Salgının İcadı” başlıklı bir yazısında pandemi sürecine ilişkin “normal bir grip tehdidi” şeklinde betimlemede bulunduğu görülmektedir.

[3] Giorgio Agamben tarafından pandemi sürecine ilişkin “Bir Salgının İcadı” başlıklı yazıya yönelik eleştiri için bkz: https://iletisim.com.tr/dergiler/toplum-ve-bilim/3/sayi-152-2020/10047/salginin-icadi-olur-mu-agamben-ve-buyuk-korlugu/11887

[4] Giorgio Agamben tarafından kaleme alınan Bir Soru başlıklı makalede insanlık ile barbarlığı ayıran eşikte bir kısım özgürlüklerden feragat edilmesini mümkün kılan nokta olarak bedenli ve manevi yaşam deneyimimizi; biyolojik var olmak ve duygulanımsal-kültürel yaşam şeklinde birbirinden ayırmış olmamız olduğu ileri sürülmektedir. Bkz. https://terrabayt.com/dusunce/agamben-bir-soru/

[5] Örnek vermek gerekir ise sosyal mesafe kuralı temel bir tedbir argümanı olup; kitlesel toplantı/gösteri yürüyüşlerinin yasaklanması yahut konser/maç vb. etkinliklere müsaade edilmeyişi bu durumun uygulanmasını sağlayan tamamlayıcı tedbirler mahiyetinde olmaktadır. Genel olarak alınan tedbirlerin temas ettiği noktanın “izole olmak” fikri ile bağlantılı olduğu görülmektedir.

[6] Giorgio Agamben tarafından kaleme alınan Din Olarak Tıp başlıklı makalede pandemi dönemi ile sağlık ve hastalıkla mücadele hususunun, geçmişten farklı olarak kalıcı bir kült olmak eğilimine girerek yaşamın her alanında ve her anına sirayet ettiği ifade edilmektedir. Bkz: https://terrabayt.com/dusunce/din-olarak-tip/

[7] Örnek vermek gerekir ise bugün pandemi döneminde okul çağına gelmiş çocukların neredeyse büyük bir kısmı okul ve arkadaş ortamı olarak bildiğimiz ortamlar vesilesi ile neredeyse hiç tanışmamış vaziyettedir. Tanışıklıkları yüz yüze değil; dijital ortamdan algılayabildikleri kadarı ile karşısında var olduğu söylenen bireyler ile olmuştur. Kişi ve nesne olgusu adeta girift bir varlığa dönüşür gözükmektedir. Giorgio Agamben tarafından kaleme alınan Biyogüvenlik ve Siyaset başlıklı makalede üniversite eğitiminin online sürdürülmesi hususuna değinilirken artık kişinin kendisini maske ile kapalı yüzüne bakarak tanıyamayacağı ancak dijital aygıtlar ile tanıyacağı iddiası ileri sürülmektedir.

[8] Kaçımız, bugünden baktığımızda yüzümüzde maskeler ile oyun oynadığımız bir çocukluk ya da fotoğraf albümünü hayal ettiği zaman makul bulabilir? Deneyimler kümesi manevi bellek dâhil olmak üzere oldukça derin bir farklılık üzerinden gelişmektedir.

[9] Giorgio Agamben tarafından kaleme alınan Bir Soru başlıklı makalede de işbu yazıda yapıldığı gibi kurucu durumu inşa edecek bir nesil ayrımı üzerinden tarif yapılmasa da; sosyal mesafenin toplumun yeni kurucu ilkesi olacağı şeklinde tespit mevcuttur. Bkz: https://terrabayt.com/dusunce/agamben-bir-soru/

[10] Örneğin delilik kimliğinin toplumsal düzlemde sınıflandırılması ve tecrit/ıslah/yok etmek için geliştirilen pratiklere(akıl hastaneleri) ehliyet verildiği süreçlerin gelişimi düşünüldüğünde; pandemi nesli tarafından gelişecek normalde bu kimliğin tecridi ve yok edilebilmesi için geliştirilecek uygulamalar/kurumlar neden söz konusu olmasın?

[11] Giorgio Agamben tarafından kaleme alınan Biyogüvenlik ve Siyaset başlıklı makalede şu ifadeler yer almaktadır: “Hâlihazırda ideolojilerin ve siyasal inançların kademeli gerileme halinde, yurttaşların daha önce kabul etme konusunda gönülsüz oldukları özgürlüklerine yönelik kısıtlamaları kabul etmelerini güvenlik gerekçeleri sağladı; biyogüvenlik, tüm siyasi faaliyetin ve tüm sosyal ilişkilerin mutlak şekilde kesilmesini, yurttaş katılımının azami biçimi olarak sunabilme yetisine sahip olduğunu göstermiştir

[12] Giorgio Agamben tarafından kaleme alınan Biyogüvenlik ve Siyaset makalesinde aynı temele haiz şu tespit önem arz etmektedir: “Sosyal mesafelenme denilen şeyin, bizi bekleyen politika modeli haline geleceği ve bu mesafelenmenin, insan fizikselliğinin olduğu, böyle olunca da bulaşma şüphesi(tabii ki politik bulaşma) haline geldiği her yerde, bunun yerine(üyeleri, yapmaları beklenen görevle açık bir çıkar çatışması içinde olan sözde görev gücü temsilcilerinin açıkladığı gibi) dijital teknolojik aygıtları koymaktan faydalanacakları açık – hükümet yetkililerinin kendileri de bize durmaksızın hatırlatıyorlar-.”

[13] Yani izole birey kimliği üzerinden gelişen “normal”, özgürlüklerden feragati getirdiği gibi, özgürlük tanımı ve tanımlanan özgürlük alanları için mücadele etmek ihtimalini de ıslah edici bir görev üstlenmektedir. Yeni dayanışma ve mücadele biçimleri fiziksel mesafelerin arasında adeta silinmektedir.

[14] Giorgio Agamben tarafından Öğrencilere Ağıt başlığı ile kaleme alınan yazıda, pandeminin, dijital teknolojilerin yaygınlaşması amacıyla bir bahane olarak kullanıldığı ifade edilmektedir.

[15] Kapitalizmin alıntıda verilen örnek başta olmak üzere yarattığı krizin çok boyutlu halinin, bambaşka –alternatif- bir toplum düşünün örgütlenmesi için imkân sunduğuna yönelik düşünceler mevcuttur. Agamben’in aksine Slavoj Zizek tarafından sürecin getirdiği tedbirler ve ahvalin, küresel bir dayanışma için ortak mücadele aygıtlarını güçlendireceği yönünde tespitler yapılmıştır. Bu yönde tespitler için Bkz: Slavoj Zizek – Koronavirüsü, Kapitalizme “Kill Bill-vari” Bir Darbedir, Komünizmin Yeniden İcat Edilmesine Yol Açabilir (https://terrabayt.com/covid19/zizek-koronavirusu-kapitalizme-kill-bill-vari-bir-darbedir-komunizmin-yeniden-icat-edilmesine-yol-acabilir/ )

[16] Örnek için bkz: https://www.evrensel.net/haber/432707/link-bilgisayarda-somurunun-katmerlisi-tuvalete-giderken-bile-telefon-acik-olacak

[17]Anlık konum verisi ve bluetooth teknolojisi sayesinde hastalık verisine sahip kişiler/bölgeler ile temasın engellenmeye çalışıldığı bir uygulama tekniği söz konusudur.

KAYNAKÇA

Baştürk, E. (2016). Panoptikon’dan Post Panoptikon’a Gözetimin Soykütüğü. (Yayımlanmamış doktora tezi) Ankara Üniversitesi, Ankara.

Demir Güneş, C. (2013). Michel Foucault’da Söylem ve İktidar. Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, (21), 55–69.

Durutürk, B. (2018). Michel Foucault’nun İktidar ve Özne Kavramlarına Bakış: Gözetim Toplumu. Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi, 53(3), 959–972.

Foucault, Michel. (2019). Özne ve İktidar: Seçme Yazılar 2. (6.Baskı.). I. Ergüden ve O. Akınhay (Çev.). Ayrıntı Yayınları.

Foucault, Michel. (1992). Hapishanenin Doğuşu. M. A. Kılıçbay (Çev.). İmge.

Işık, S. (2012). Foucault’da İktidar, Özgürlük ve Direniş. Ekev Akademi Dergisi, 16(51), 103–114.

Keskin, F. (2017). Michel Foucault. A. Tuncel ve K. Gülenç (Ed.), Siyaset Felsefesi Tarihi: Platon’dan Zizek’e içinde (3.Baskı., ss. 703–720). Doğu Batı.

Philp, M. (2018). Michel Foucault. Q. Skinner (Ed.), Çağdaş Temel Kuramlar içinde (3. Baskı.). İletişim Yayınları.

Şengül, T. (2018). İktidar. G. Atılgan ve E. A. Aytekin (Ed.), Siyaset Bilimi: Kavramlar İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler içinde . Yordam Kitap.