Dilin Mülksüzleştirilmesi ve Bir Direniş Aracı Olarak Şiirsel Dil

Dil her şeyden önce bir kapatmadır. Genel çerçevede uzama ve zamana, özelde ise gerçekleştiği andaki bağlama insanı bağlar. Çünkü dil sürekli şeyler hakkında konuşur ve hakkında konuştuğu şeylere uygunluğu bakımından kendine bir değer atfeder. Bir şey varolduğu anda yani dil tarafından kapatılmadan önce geniş çağrışım dünyasının bir parçasıdır. Ancak söz konusu şeye dil tarafından bir isim ve buna uygun bir tanım verildiği anda artık o, dil tarafından kapatılmış olur.

Geniş çağrışım dünyasından isimlendirme ve tanımlamanın dar alanına geçen varlığın konumu söz konusu varlığın değillerine göre belirlenir. Yani bir varlığın dil tarafından kapatılması demek o şeyin değilinin yadsınması demektir. Mesela dört ayaklı ve üzerine çeşitli nesnelerin konulabildiği objeye masa dersek, masanın değili masa olmayanlardan oluşur. Bu durumda merkez kümenin üyesi masa, ötekiler kümesinin üyeleri de masa olmayanlardır. Tüm kavramların birbirlerine karşı ötekileştirilmesine ve ötekinin yabancılaştırılmasına dayanan bu işlem paranteze alma olarak adlandırılabilir.

Paranteze Alma, Dilin Mülkiyeti, Sözmerkezcilik ve Yapıbozum

Edmund Husserl’in fenomenoloji alanına kazandırdığı kavramlardan biri olan paranteze alma işlemi, dilin kodlama, adlandırma ve tanımlama gibi kapatma süreçlerinde kullandığı bir yöntemdir. Bir şeyin özüne ulaşmak paranteze alma işleminin amacıdır. Bu amaç doğrultusunda şeyler hakkındaki bütün verilmiş bilgiler parantez içine alınarak öze ulaşılır. Yani öze ulaşmanın temel şartı özden ayrı ve gayrı olanların yok sayılmasıdır. Paranteze alma işleminin ve merkez sayılan anlamın veya kavramın haricindeki her şeyi ötekileştirmenin temelinde dilin hakikati kendine mal etme arzusu vardır. Husserl’ci fenomenolojiye benzer olarak dil paranteze alma işlemiyle kendisindeki öze-hakikate ulaşmayı amaçlar. Dilin mülkiyeti de bu anlayıştan gelir. Dil kendisini her şartta ve her zaman var olan, değişmeyen bir özün-hakikatin taşıyıcısı olarak sunar. Jacques Derrida dilin mülk edinme sürecini logocentrism (sözmerkezcilik) olarak adlandırarak eleştirir ve deconstruction (yapıbozum) yöntemiyle bu süreci yıkmaya yani dili mülksüzleştirmeye çalışır.

Derrida Platon’dan bu yana var olan Batı felsefesinin metafizik anlayışını sorgular. Derrida’ya göre insanlar her zaman bir merkez arzularlar çünkü merkez güvende hissettirir ve varlığı güvence altına alır. Batı düşüncesi merkez için birçok terim icat etmiştir: Varlık, öz, hakikat, biçim, Tanrı… Bu kavramlar yüzyıllar boyunca birbirleri yerine kullanılmıştır fakat bir kavram vardır ki o her zaman merkezdeki yerini korur: Söz. Batı felsefesi İncil’den beri sözü üstün tutmuştur: “Önce söz vardı.[1]” Derrida merkeze yönelik bu arzuya ve bu merkezin söze dayanmasına sözmerkezcilik der. Sözmerkezci görüş metafizikseldir çünkü aşkın bir gösteren ve aşkın bir gösterilenin varlığına inanır. Ayrıca sözün hakikatle ilişkisi olduğunu iddia eder. Söz hakikate yakın olduğu için kutsal veya yücedir. Derrida’ya göre sözmerkezciliğe dayanan metafiziksel görüş gösterenler arasında hiyerarşi kurar. Bu yüzden Derrida Batı felsefesinde Aristo’dan beri var olan düalist anlayışı da reddeder. Bu düalist ve sözmerkezci görüş bazı kavramları merkeze alır ve diğer anlamlar bu merkez etrafında döner. Örneğin; aile, bağımsızlık, demokrasi merkezdeki kavramlardır. Diğer anlamların bu merkezden doğduğu düşünülür. Bu düalist anlayış hiyerarşiye yol açar. Hiyerarşiyi oluşturan iki kutup birbirinin zıddı değildir. Bu zıt kutuplar karşılıklı olarak karışmıştır. Örneğin; iyi kavramı olmadan kötü kavramı olamaz veya tam tersi. Yapıbozumun amacı ikili karşıtlığın (binary opposition) yapıdan çıkartılması veya imha edilmesi değildir. Yapıbozum ikili karşıtlığın işleyiş şeklini ve etkilerini ortaya çıkarır.

Yapıbozum yönteminin dilin mülksüzleştirilmesindeki kullanımına tekrar döneceğiz fakat önce özcü-hakikatçi dil anlayışının totalitarizm ile ilişkisine değinmek yararlı olacaktır.

Dilin Mülkiyetinin Bir Biçimi Olarak Totalitarizm

Dil tarafından kapatılmanın ötekinin yabancılaştırılmasına dayandığından, dilin şartlara ve zamana göre değişmeyen bir özün-hakikatin mülkiyetine sahip olduğunu iddia eden dil anlayışından bahsetmiştik. Bu bakımdan dil iktidarın, erkin, normların ve biraz daha ileri gidersek totalitarizmin tarafındadır. Dilin sorgulanamaz doğruluğun ve hakikatin temsilcisi olduğuna dair görüşle totaliter rejimlerdeki her şeyin doğrusunu bilen, sıradan insanların bilmediği bir hakikate sahip olan, bu yüzden de sorgulanamayan kült lider anlayışı arasında belirgin benzerlikler vardır.

Dilde herhangi bir hakikat veya öz var değildir. Dikkat edilirse dilde böyle bir öz veya hakikat yoktur demiyorum çünkü dilde herhangi bir hakikat veya öz yoktur demek, dilin içinde her zaman  kurgulanmış biçimde mevcut olan öz ve hakikat tasavvurunun yadsınması demektir. Oysa dilin içinde her zaman kurgulanmış bir öz veya hakikat mevcuttur fakat var değildir. Çünkü varolmanın özgüllüğünden, bağımsızlığından ve kendi kendini yaratma gücünden mahrumdur. Bu durumu daha iyi anlamak için Benito Mussolini’nin şu sözünden hareket edebiliriz: “İtalyayı kurduk, şimdi sıra yeni İtalyanları yaratmakta.[2]” Bu sözden hareketle İtalyanlar yoktur diyemeyiz çünkü söz konusu yıllarda da şimdi de İtalyanlar mevcutturlar fakat var değildirler. Çeşitli ideolojik araçlarla -mitler, tarihsel anlatılar, politik söylevler, coğrafya metinleri, hatta haritalar-  kurgulanmış, tasarlanmış ve yaratılmışlardır. Söz konusu durum sadece İtalyanlar için değil tüm milletler için geçerlidir. Hakikatin veya özün kurgulanmış olduğunu ortaya koyduğumuza göre; kurgulanmış hakikatin temsilcisi olan bir kült liderin mevcudiyetine dayanan totalitarizmin dil ile ilişkisine bakabiliriz.

Dil iktidarın ve erk isteğinin bir aracıdır. Evet, dil bir hiyerarşi kurar fakat bu klasik anlamda en yukarıdakinin diğerleri üzerinde tahakküm kurması şeklinde ortaya çıkmaz. Bu hiyerarşinin temelinde her üyenin kendi konumunu olumlaması yatar. Bu olumlamanın en yüksek aşaması ise dilin yaratımıdır. Bu yaratımın totaliter sistemde nasıl gerçekleştiğine örnek olması açısından dönemlerinin en büyük üç totaliter sistemini; Stalin Rusya’sı, Hitler Almanya’sı ve Mussolini İtalya’sını inceleyebiliriz.

Filolog Victor Klemperer “LTI Nasyonal Sosyalizmin Dili” adlı eserinde III.Reich dönemindeki dilin yeniden yaratımı sürecini gözler önüne serer. “LTI” der Klemperer “tamamıyla, tek tek her kişiyi bireysel varlığından mahrum etmeye, onun kişiliğini uyuşturmaya, onun belirli bir istikamete doğru güdülen ve kışkırtılan sürünün düşünceden ve iradeden soyunmuş parçası yapmaya, yuvarlanmakta olan bir taş kütlesindeki bir zerre haline getirmeye yönelmiştir. LTI kitle fanatizminin dilidir.[3]” III.Reich’in ihtiyaçlarına göre bu fanatizm diline ya yeni kelimeler eklenmiş ya da önceden var olan kelimeler yaygınlaştırılmıştır. Örneğin; uçak tehdidine karşı pencerelerin perdeyle kapatılmasını tarif etmek için karanlığı perdelemek, bombardıman anında kaçarken insanların ayaklarının altında takılabilecekleri şeylerin olmamasını tanımlamak için pılı pırtıyı kaldırmak gibi fiiller ortaya çıkmış; III.Reich’in diğerleri ile olan mesafesini ve kopuşunu göstermek için Almanca’daki ent- öneki yaygınlık kazanmış, ironik tırnak işareti muhaliflerin sözlerini veya ünvanlarını alaya almak, bunların hakikatini sorgulatmak -tabii ki buradaki sorgulatmanın amacı hakikatin reddi değil gerçek hakikatin nazi ideolojisi olduğunu onaylatmaktır- amacıyla sıkça kullanılmaya başlanmıştır.[4]

Mussolini İtalya’sındaki dilin yeniden yaratımı propaganda afişlerinden kısaltmalara kadar her yerde görülebilir. “Halk” adlı propaganda afişinde Mussolini’nin fotoğrafı üzerine yazılan “Si” (Evet) ifadesi yalnızca basit bir onaylamadan, herhangi bir soruya verilen basit bir cevaptan ibaret değildir[5]. Söz konusu afişteki “evet” ifadesi İtalyanların kendi konumlarını olumlamalarını temsil eder. Faşist ideolojiyi, Il Duce olarak gördükleri Mussolini’yi değil bunlardan daha çok kendi konumlarını onaylarlar. Faşist İtalya’da dilin totalitarizm ile olan ilişkisine bir diğer örnek Fabribriche Italiane Automobili Torino tarafından üretilen otomobilin kısaltmasıdır: Fiat.[6] Fiat İtalyanca “ol” anlamına gelir ve yaradılış mitinin bir ifadesidir ki bu kısaltma dilin faşist İtalya’daki metafiziksel ve özcü-hakikatçi görünümüne bir örnektir.

Son olarak devlet başkanlığı döneminde Stalin’i tanımlamak için kullanılan sıfatlar dil ile totalitarizm arasındaki ilişkinin örneklerini oluşturur. Stalin bazı posterlerde milletin babasıdır, bazılarında öğretmeni… Bazı posterlerde milletin yaratıcısı bir mimardır, bazılarında millete yol gösteren bir kaptan…[7] Tüm bu sıfatlar Stalin’in diğer sıradan insanlardan ayrılmasını ifade eder. Stalin’in olumsuz nitelikleri, insani özellikleri ve diğer sıradan insanlar parantez içine alınır. Böylece Stalin sıradan insanların bilemeyeceği, anlayamayacağı hakikatlerin sahibine dönüşür. Bu anlamda milleti bir mimar gibi inşa eder, inşa ettiği millete doğru olanı bir öğretmen gibi öğretir ve eğer milleti yolunu kaybederse bir kaptan gibi onlara doğru yolu gösterir. Aynı zamanda Stalin’in baba olması dilin mülk edinme sürecinin logocentric olduğu kadar phallocentric (fallusmerkezci) olmasından kaynaklanır. Erillik merkezdedir ve eril olanın dışındaki her şey ötekidir. Bu ötekiler her zamanki gibi parantez içine alınarak yadsınır. Stalin etken-erkek-baba bir kahraman olarak edilgen durumdaki Rusya Ana’yı kurtarır ve Rusya Ana’dan doğan çocuklarını yani Rus milletini korur, eğitir, yeri geldiğinde cezalandırır.

Buraya kadar dilin sözmerkezci ve fallusmerkezci bir mülk edinme süreciyle hakikatin mülkiyetini ele geçirdiğini, dilin bu tutumunun totaliter ideolojiler ve sistemlerle benzerlik gösterdiğini, totaliter sistemlerin de bu benzerlikten yararlanarak dili yeniden yarattığını ve yeni söylemler oluşturduğunu ortaya koyduk. Peki bu kısır döngüden kurtulmanın, buna direnmenin, söz konusu hiyerarşiyi kırmanın bir yolu ve yöntemi var mıdır?

Bir Direniş Yöntemi Olarak Yapıbozum ve Yapıbozumun Bir Aracı Olarak Şiirsel Dil

Dilin sözmerkezci ve fallusmerkezci yapısındaki karşıtlıkların ortaya çıkarılmasında, dilin mülksüzleştirilmesinde yani dilin bir hakikate veya öze sahip olduğuna dair illüzyonun ortadan kaldırılmasında, klasik dilbilimin dayandığı tüm ilkelerin ters yüz edilmesinde ve anlamın genişletilmesinde, çoğullaştırılmasında kullanılan yöntem yapıbozumsa bu yapıbozumun en etkili aracı şiirsel dil olmalıdır. Yapıbozum dilin yarattığı hiyerarşileri bozarken şiirsel dilden yararlanmalıdır. Dilin formal, kamusal, ideolojik, göndergesel ve sembolik niteliğine karşıt olarak şiirsel dil informal, bireysel, sanatsal ve semiyotiktir. Bu bakımdan dil Gramsci’ci manada devlet olarak şekillenen politik toplumun bir aracıyken, şiirsel dil sivil toplumun gönüllü bir bileşenidir. Yani dil yapının (structure)[8] bir uzantısıyken, şiirsel dil failliğin (agency) ortaya çıkışıdır.

Roman Jakobson’a göre “Şiirsel dil sıradan konuşmaya karşı örgütlü bir şiddettir.[9]” Karl Marx, Hegel’in baş aşağı duran diyalektik felsefesini ayaklarının üzerine nasıl oturttuysa biz de bu baş aşağı duran tanımı şu şekilde ayakları üzerine oturtabiliriz: Şiirsel dil sıradan konuşmanın örgütlü şiddetine karşı kendiliğinden (örgütsüz) bir direniştir. Çünkü sıradan konuşma yani gündelik dil örgütlü bir şiddet hali olan iktidarın ve düzenleme, sınırlandırma, yönlendirme gibi işlevleri bulunan yapının bir ekiyken, şiirsel dil radikal bir demokrasinin uygulama alanıdır.

Bunu çok basit bir örnek üzerinden inceleyelim: Erkek kavramı yapının düzenleme, sınırlandırma ve yönlendirme işlevlerinden hareketle tasarlanmıştır. Düzenlenme aşamasında erkek kavramının biyolojik-fizyolojik özellikleri belirlenerek tanımı yapılır. Sınırlandırma aşamasında erkek kavramına uygun olan-olmayan nitelikler ve eylemler ortaya konulduktan sonra bunlar söz konusu kavrama eklemlenir. Böylece erkeğin sosyal rolü belirlenirken eril olan dişil olandan ayrılır. Yönlendirme aşamasında erkek kavramının cinsel yönelimi saptanır. Diğer taraftan şiirsel dil bağlamında erkek kavramı “e,r,k” fonemlerinden oluşan bir yapıdan başka bir şey değildir. Herhangi bir anlamı ve niteliği yoktur. Düzenlenmemiş, sınırlandırılmamış ve yönlendirilmemiştir. Hangi anlamları, hangi nitelikleri kazanacağı metnin bağlamıyla, metnin diğer ögeleriyle kurduğu ilişkiyle ilgilidir. Şiirsel dilde erkek sosyal rolüne uygun davranmak zorunda değildir, eril söylemin temsilcisi olmayabilir, cinselliği herhangi bir kimliğe veya tüm kimliklere yönelebileceği gibi hiçbir şeye yönelmeyebilir de.

Şiirsel dilin, yapıbozumla yani dilin mülksüzleştirilmesi ile olan ilişkisini fark ederek, şiirsel dili direnişin bir aracı olarak tespit eden ve bu konuda önemli çalışmalara imza atan Julia Kristeva sembolik dil ile semiyotik dili birbirinden ayırır. Bu ayrımı yaparken Lacan’ın görüşlerinden hareket eden Kristeva’ya göre sembolik dil baba ile, diğer bir deyişle yasa ile ilişkilidir. Sembolik dili öğrenmek yasaya tabii olmak demektir. Sembolik dil farklılıkları bastırır, dişil olanı görmezden gelir, ötekileştirir, homojen ve bütünlüklü bir yapıda olduğunu iddia eder. Semiyotik dil ise anne ve çocuk arasındaki ilişkiden doğar. Bu ilişkide çocuk henüz babanın (yasanın) diliyle tanışmamış, yasaklarla sınırlandırılmamıştır. Ötekinin, geniş çağrışımlara dayanan bir anlam dünyasının içindedir. Bu yüzden semiyotik dil faillikle bağlantıdır. Zamanla semiyotik dil sembolik dil tarafından bastırılır fakat yok edilemez. Semiyotik dil şiirsel dilde, sanatsal olanda ortaya çıkar. Sembolik dilin homojen yapısını yıkar, bu dil tarafından yaratılan anlamları ters yüz eder. Sembolik dilin dayandığı ikili karşıtlıkları ortaya çıkarır ve bunlar arasındaki hiyerarşiyi ortadan kaldırarak heterojen metinler yaratır. Kristeva bunu başaran şairler-yazarlar arasında Mallerme, Bataille, Joyce gibi isimleri sayar.[10] Türkiye edebiyatında ise buna en güzel örnek Ece Ayhan’dır.

Sonuç

Dilin kesin olarak mülksüzleştirilmesi belki de paranteze alma işleminin yapıbozuma uğratılmasıyla mümkündür. Dilin öteki olanı paranteze alma işlemi tersine çevirilerek dilin kendisi parantez içine alınabilirse –Kahrolsun bağzı şeyler gibi geniş çağrışımlı ve dilin yapısını bozan bir cümle örneğin- Mao Zedong’un arzuladığı fakat gerçekleştiremediği kültür devrimi, karşı-hegemonya alanındaki şiirsel dilin içine kök salan sivil, örgütsüz ve kendiliğinden bir direnişle bu kez başarıya ulaşabilir.

DİPNOTLAR

[1] Yuhanna İncil’i.

[2] Gül Büyükbay, “Gramsci ve Hegemonyanın Kültürel Aygıtları,” İzinsiz Gösteri, Ocak 2008, izinsizgosteri.net/asalsayi163/gul.buyukbay_163.html (18 Ağustos 2019)

[3] Victor Klemperer, LTI Nasyonal Sosyalizmin Dili, çev. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013), s. 34.

[4] a.g.e. s.9.

[5] Mustafa Karaca, “İtalyan Propagandasında Kült Lider Olgusu: “Il Duce” Benito Mussolini,” Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi 6 (2018): 1211.

[6] Victor Klemperer, LTI Nasyonal Sosyalizmin Dili, çev. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim Yayınları, 2013), s. 108.

[7] Anita Pisch, The Personality Cult of Stalin in Soviet Posters, 1929-1953 (The Australian National University Press, 2016), ch. 3.

[8] Sosyoloji disiplinindeki “structure” terimini karşılayan “yapı” kelimesi karışıklığı önlemek adına italik olarak yazılacaktır.

[9]Ahmet İçli, “Necati’nin Bir Şiirinin Ontolojik Analiz Yöntemiyle İncelenmesi,” e-Journal of New World Sciences Academy 4 (2009): 102.

[10] Halil Turhanlı, “Kristeva ve şiirsel dil,” BirGün Gazetesi, 20 Mart 2012, birgun.net/haber/kristeva-ve-siirsel-dil-11377 (18 Ağustos 2019).

 

KAYNAKÇA

Booker, M.Keith. A Practical Introduction to Literary Theory and Criticism. New York: Longman, 1996.

Büyükbay, Gül. “Gramsci ve Hegemonyanın Kültürel Aygıtları.” İzinsiz Gösteri. Ocak 2008, izinsizgosteri.net/asalsayi163/gul.buyukbay_163.html (18 Ağustos 2019)

İçli, Ahmet. “Necati’nin Bir Şiirinin Ontolojik Analiz Yöntemiyle İncelenmesi.” E-Journal of New World Science Academy 4 (2009): 100-112.

Karaca, Mustafa., “İtalyan Propagandasında Kült Lider Olgusu: “Il Duce” Benito Mussolini.” Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi 6 (2018): 1203-1220.

Klemperer, Victor. LTI Nasyonal Sosyalizmin Dili. Çeviri Tanıl Bora. İstanbul: İletişim Yayınları, 2013.

Pisch, Anita. The Personality Cult of Stalin in Soviet Posters, 1929-1953. The Australian National University Press, 2006.

Selden, Raman, Peter Widdowson, Peter Brooker. A Reader’s Guide to Contemporary Literary Theory, Edinburg: Pearson Education Limited, 2005.

Turhanlı, Halil. “Kristeva ve şiirsel dil.” BirGün Gazetesi. 20 Mart 2012, birgun.net/haber/kristeva-ve-siirsel-dil-11377 (18 Ağustos 2019).

Tyson, Lois. Critical Theory Today: a user friendly guide. New York: Garland, 1999.