Eğitim Hakkı ve Düşünce, Din veya İnanç Özgürlüğü

Doksanlı yılların başından beri Alevi toplumu tarafından açık bir şekilde dile getirilen bir dizi talep içinde belki de üzerinde en fazla tartışılan ve çalışılan mesele zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri oldu. Bunun önemli bir nedeni, kuşkusuz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konuda 2007 yılında Hasan ve Eylem Zengin – Türkiye ve 2014 yılında verdiği Mansur Yalçın ve Diğerleri – Türkiye kararlarıdır. Daha geniş bir perspektifle bakılacak olursa, eğitim alanı, inanç özgürlüğü hakkını etkileyen düzenlemeler nedeniyle inanç özgürlüğü açısından titizlikle gözden geçirilip iyileştirilmesi gereken bir alan olarak giderek daha fazla dikkat çekiyor. Bu meseleler daha çok Aleviler bağlamında tartışılsa ve değerlendirilse de, sadece Aleviler için değil, Ateist, Bahai ve Gayrimüslim bireyler için de sorun teşkil ediyor.

Bu yazıda amaç, eğitim alanında zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri, seçmeli din dersleri ve Temel Öğretimden Orta Öğretime Geçiş (TEOG) sistemiyle ilişkili olarak ne gibi düşünce, din veya inanç özgürlüğü meselelerinin ortaya çıktığını ele almak ve uluslararası insan hakları hukuku temelinde değerlendirmektir.

Uluslararası Hukuk Standartları

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 1 No.’lu Protokolü’nün 2. Maddesi eğitim hakkını korur:

Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.

Bunun anlamı devletlerin ebeveynlerin istediği dini bilgileri sağlama yükümlülüğünden çok onların dini veya felsefi inançlarına aykırı eğitim veya öğretimde bulunmaktan kaçınmasıdır. Burada söz konusu olan negatif bir yükümlülük, yani müdahale etmemesidir.

Bu hakkın sahibi ilk bakışta ebeveynmiş gibi görünse de, çocuğun da insan hakları olan bir birey olduğunu göz önünde bulundurmak şarttır.

Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, 14. Maddesi’yle çocukların düşünce, din veya inanç özgürlüğü hakkını korur:

Taraf Devletler, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterirler.

Taraf Devletler, anne babanın ve gerekiyorsa yasal vasilerin; çocuğun yeteneklerinin gelişmesiyle bağdaşır biçimde haklarının kullanılmasında çocuğa yol gösterme konusundaki hak ve ödevlerine saygı gösterirler.

Türkiye’de çocuğun din veya inanç özgürlüğü daha çok anne baba veya yasal vasilerin hakları çerçevesinde ele alınmaktadır. Oysa çocuk gelişen kapasitesiyle bağdaşır bir biçimde yetişkinliğe adım atmadan önce inanç özgürlüğü konusunda, kendi kararlarını alma hakkına sahiptir.

Türkiye ise bu konuda zorlanmaktadır. Oysa eğitim alanının Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğü alanındaki insan hakları yükümlülükleriyle uyumlu hale getirilmesi demokratikleşme için kilit konulardan biridir.

Ulusal Mevzuat

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 24. Maddesi’nin 4. Fıkrası’na göre:

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Açıkça görüleceği gibi Türkiye’de din eğitim ve öğretimi alanında devletin son derece geniş bir kontrolü bulunmaktadır. 1924 tarihli Eğitim Birliği Kanunu ve 2007 tarihli Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun ilgili hükümleri dikkate alındığında devletin din eğitim ve öğretimi konusunda tekel konumunda olduğu görülecektir. Devlet dışında kimse, din eğitim ve öğretimi verecek eğitim kurumları açamaz. Sonuç olarak, bireyler ve inanç toplulukları bir yandan kendi kurumlarını açamazken, diğer yandan devletin, eğitim sistemi içinde din eğitim ve öğretimiyle ilgili düzenlemelerine tabi olmak zorunda kalmaktadır. Burada tek istisna Lozan Antlaşması temel alınarak DKAB derslerinden muafiyet hakkı tanınan Musevi ve Hristiyan azınlıklardır.

Aleviler

Eğitim toplumların yeni kuşaklara birikimlerini aktarmak ve kimliklerinin oluşumunda kuşkusuz kilit öneme sahip. Aleviler özelinde değerlendirilecek olursa, Aleviler hem kendi topluluklarını hem de inanç önder ve öğretmenlerini yetiştirmek için kendi kurumlarını açamazken, bir yandan da devletin eğitim sistemi içindeki zorunlu DKAB dersleri nedeniyle devlet kurumları tarafından üretilen ilahiyat bilgisini öğrenmek durumunda kalmıştır. Sonuç olarak, bir yandan kendi kimliğini geliştirebilecek kurumlardan yoksun bırakılan bir toplum, aynı zamanda, seçme şansına sahip olmadığı din eğitim ve öğretiminden geçmek zorunda bırakılmıştır. Evde öğretilen dini bilgiler ve değerlerle okulda öğretilenlerle arasında çelişki yaşanabilecek bir durum ortaya çıkmıştır.

Haziran 2009 ve Ocak 2010 tarihlerinde iktidar partisinin, Adalet ve Kalkınma Partisi, inisiyatifiyle Alevi Çalıştayları düzenlenmiştir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Alevilerin sorunlarına odaklanan bu çalışma sorunların tespiti için önemli bir adım olsa da, 2014 yılında henüz, son derece girift sorunlar dizisinin çözümü için somut adımlar atılma noktasına gelinememiştir. Şenol Kaluç’a göre bunda devletin ve AK Parti’nin bu tür derin sorunları çözme konusunda yeterli birikiminin olmaması, siyasetin sık sık olağanüstü gelişmelerden etkilenmesiyle sürecin sürekli sekteye uğraması ve AK Parti’nin kurmaylarının meselenin önemini yeterince kavramaması ve son olarak Alevi kamuoyunda sesi çok fazla çıkan kesimlerin sivil toplum örgütü gibi davranmak yerine siyasi bir erk gibi davranmaları etkili oldu.[1]

Din Kültürü Ahlak Bilgisi Dersleri

İnsan hakları hukuku ışığında DKAB derslerine ilişkin iki temel mesele ortaya çıkıyor; derslerin içeriği ve muafiyet mekanizması.

Derslerin İçeriği

AİHM’nin Hasan ve Eylem Zengin – Türkiye (Başvuru No.1448/04, 2007) kararı üzerine 2011‐2012 öğretim yılında kullanılmaya başlanan DKAB öğretim programında değişiklikler yapılmıştır. İslam içinde çoğulculuğun benimsenmesi açısından önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da değişiklik yeterli olmamıştır. Alevilikle ilgili bilgilere yer verilmiş olsa da, bunlar yetersizdir. Ayrıca, “ders halen çocuğun düşünce, din ve inanç özgürlüğü ile ebeveynlerin çocuklarını kendi dinsel ve felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme haklarının gereklerini yerine getirememektedir”.[2]

Mart 2014’te Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilen İnsan Hakları Eylem Planı’nda, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü önündeki engellerin ortadan kaldırılması amacıyla DKAB derslerinde AİHM standartlarına uyum amaçlı yapılan değişikliğin etki analizinin yapılması yer almaktadır. Mansur Yalçın ve Diğerleri- Türkiye’ye kararıyla mevcut müfredatın yeterli olmadığı tespiti ışığında, etki değerlendirmesi yerine reform adımlarının atılması daha doğru olacaktır.

İnsan hakları hukukuna göre devlet eğitim alanında yükleneceği görevleri yerine getirirken anne ve babanın, bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterme konusunda yasal yükümlülük altındadır.[3]

AİHM’in Mansur Yalçın ve Diğerleri – Türkiye kararında da tespit ettiği gibi, DKAB dersleri mevcut biçimiyle insan hakları yükümlülükleriyle bağdaşmaz. Mahkeme, Türkiye’deki eğitim sisteminin anne babaların çocuklarını kendi inançları veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme hakkına saygı gösterme konusunda yeterli donanıma sahip olmadığını tespit ederek reform ihtiyacına dikkat çekmiştir. Nitekim, AİHM’e göre, Alevi ailenin bir parçası olan öğrenci ailesinden ve okulda öğrendikleri inanç ve değerler arasında bir çatışmaya maruz bırakılmaktadır. Sonuç olarak eğitim alanında bir reforma ihtiyaç vardır.

Alevi Çalıştayları’nın nihai sonuç belgesine göre Aleviler zorunlu olarak okutulan DKAB derslerinden hoşnut değildir, bunun yerine DKAB dersi Alevilerin de beklentilerini karşılayacak biçimde “mezhepler üstü” bir şekilde verilmelidir. Öte yandan, Alevi talepleri doğrultusunda mezhepler üstü bir şekilde düzenlenmiş olarak verilmesi insan hakları standartlarının gereklerini karşılamayacaktır. Nitekim Bahailer, Ateistler ve dersi almak istemeyen diğer bireyler için söz konusu düzenleme yeterli olmayacaktır.

Bu durumda, DKAB ya zorunlu olmaktan çıkarılmalı ya da Okullarda Din Öğretimine İlişkin TOLEDO İlkeleriyle uyumlu hale getirilmelidir. TOLEDO İlkeleri’ne göre dinler hakkında öğretim, hassas, dengeli, kapsayıcı, doktrinsel olmayan ve yansız olmanın yanı sıra inanç özgürlüğüyle ilgili insan hakları ilkelerini temel alan niteliklere sahip olmalıdır.[4]

Muafiyet Mekanizması

Türkiye’de sadece Musevi ve Hristiyan öğrenciler, zorunlu DKAB derslerinden muaftır. DKAB dersinden muaf olmak için dinin açıklanması zorunludur.[5]

Aleviler, Bahailer, Ateistler ve devlet eliyle sağlanan İslami eğitimi inançlarıyla uyumlu bulmayan Sünni Müslümanların çocukları bu dersi almak zorunda kalmaktadır.

AİHM, muafiyet hakkını kullanan öğrencilerin inançlarını açıklamak zorunda kalmasını uygun görmez. Ayrıca, derslerden muaf olan öğrencilere alternatif derslerin sunulmaması nedeniyle, öğrencinin okul hayatı boyunca karnesinde “din/ahlak” alanının boş bırakılması, din veya inancını açıklamama hakkını zedeleyecek şekilde haksız bir damgalanmaya maruz kalmasına” neden olduğu gerekçesiyle Madde 9’la birlikte Madde 14’ün ihlal edilmesine yol açabilir.[6]

DKAB dersleri gerçek anlamda dinler hakkında objektif ve nesnel bir derse dönüşene kadar muafiyet isteğe bağlı olmalı ve bunun için muafiyet talebi yeterli olmalıdır. Din veya inancın açıklanması muafiyet mekanizmasının bir parçası olmamalıdır.  

Seçmeli Din Dersleri

2012-2013 eğitim ve öğretim yılında seçmeli dersler havuzuna eklenen Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dinî Bilgiler (İslâm) ve Kuran-ı Kerim dersleri, çocukların din veya inanç özgürlüğüyle ilgili bazı önemli meseleler ortaya çıkarmaktadır.

Eğitim Reformu Girişimi 2012 yılında, örgün eğitimde seçmeli din eğitimiyle ilgili olarak “din eğitimi dersini seçmek istemeyen öğrenciler, aile, öğretmen, akran baskısı ile karşılaşabilir, inançlarını ya da inançsızlıklarını açıklamak ya da gizlemek zorunda kalabilirler” sakıncasına dikkat çekmiştir.[7]

Nitekim seçmeli din dersleri uygulamasıyla ilgili olarak derslerin gerçekten seçmeli olmasına gölge düşüren gelişmeler yaşanmıştır.

2013-2014 öğretim yılında, gerek sayıca azınlıkta bulunan inanç gruplarının temsilcileri gerekse İnanç Özgürlüğü Girişimi’nin doğrudan iletişim kurduğu birkaç aile seçmeli din dersleriyle ilgili olarak seçimin tam anlamıyla isteğe bağlı olmasına engel olan bazı uygulamaların bulunduğundan söz etmişlerdir. Bazı okullarda din derslerinin veliler ve öğrenciler yerine ya doğrudan okul yönetimi tarafından seçildiği veya diğer seçmeli dersler için öğretmen bulunmadığı için öğrencilerin seçmeli din derslerini almak zorunda kaldıkları rapor edilmiştir. Öğrencileri din derslerine katılmak zorunda bırakan bu uygulama resmen şikayet konusu olamamaktadır. Bunun nedeni, velilerin bu öğrencilerin okul idaresi, öğretmenler ve/veya arkadaşları tarafından damgalanacakları korkusudur. Veli veya öğrencilerin kimliklerini açıklamadan şikayet etmelerine olanak verecek bir yol bulunmamaktadır.

Alevi çalıştaylarında Aleviliğin seçmeli bir ders olarak eğitim öğretim sistemi içerisinde yer alması beklenmiş olsa da, Milli Eğitim Bakanlığı henüz Aleviliği seçmeli bir ders olarak müfredata koymamıştır.

TEOG

2013-2014 eğitim ve öğretim yılında uygulanmaya başlanan TEOG sistemi, öğrencilerin tercihlerine bakılmaksızın din eğitiminin zorunlu olduğu imam hatip liselerine (İHL) yerleştirilmelerine olanak sağladığı için din veya inanç özgürlüğü açısından titizlikle değerlendirilmesi gereken yeni bir konudur. Bu sistem yoluyla gayrimüslim ve Alevi öğrenciler İHL’ne yerleştirilmiştir.[8] Bu uygulama da Alevi toplumunun önemli bir kesimi tarafında asimilasyon girişimi olarak değerlendirilmektedir.

İHL programı zorunlu din öğretimi içermektedir. Öğrenciler istekleri dışında bu okullara yerleştirildikleri takdirde bu okullara kayıt yaptırmak istemediklerini açık bir şekilde beyan etmek zorundadırlar. Başka bir okula kayıt yaptırma olanağına sahip olmadıkları takdirde (özel okul veya çok programlı lise) İHL’ne devam etmek zorunda kalırlar. Bu konuda İHL’ne sadece bu okulları tercih eden öğrencilerin yerleştirilmesi bir çözüm olabilir. Ne var ki, Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda çalışma yapılacağına ve değişim olacağına dair herhangi bir işaret vermemiştir.

Sonuç

Sonuç olarak, bu yazıda kısaca sıralandığı gibi eğitim alanı inanç özgürlüğü ve eğitim hakkının kesiştiği önemli bir alandır. Bu alanda gerek Aleviler gerekse inanan veya inanmayan başka bireyler ve topluluklar için sorunlu düzenlemeler bulunmaktadır. Sorunların giderilmesi için siyasi kararlılık son derece önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. İktidar partisi yıllar içinde değişken mesajlar verse de, gerekli adımları atmayarak aslında nihai mesajı vermektedir. Eğitim alanında, din eğitim ve öğretim özelinde, çocukların ve ebeveynlerin inanç özgürlüğü haklarına saygı göstermek için gerekli önlemleri almamaktadır. Ek olarak, din eğitimi alanındaki kontrolü elinden bırakmak istememektedir. Çözüm formülleri tartışılırken Alevilerin ihtiyaçlarının ve taleplerinin göz önünde bulundurulması önemlidir. Fakat yeterli değildir. Bunun yanı sıra tüm değişikliklerin uluslararası insan hakları hukuku ile uyumlu olacağından emin olunmalıdır. Ancak bu şekilde eğitim alanında herkes için inanç özgürlüğü güvence altına alınabilir.

 

Mine Yıldırım AAbo Akademi İnsan Hakları Enstitüsü’nde “Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Din veya İnanç Özgürlüğü Hakkının Kolektif Boyutu ve Türkiye’ Üzerine bir Vak’a Çalışması” başlıklı doktora tezini teslim etmiştir. Aynı zamanda Norveç Helsinki Komitesi’nin İnanç Özgürlüğü Girişimi (Türkiye) projesinin yöneticisidir. İnanç Özgürlüğü Girişimi Türkiye’de herkes için inanç özgürlüğünün geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yürütmektedir.

DİPNOTLAR

[1] Liberal Düşünce Topluluğu, Türkiye’nin Demokratikleşmesi ve Alevi Talepleri – Tespit ve Öneri Raporu, 25 Ocak 2014.

[2] Eğitim Reformu Girişimi, Eğitim İzleme Raporu 2011, Sabancı Üniversitesi Yayınları, s. 114.

[3] AİHS, 1 No.’lu Protokol, Madde 2.

[4] Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Dairesi’nin bir araya getirdiği uzmanlardan oluşan Danışma Konseyi’nin hazırladığı Devlet Okullarında Dinler ve İnançlar Hakkında Eğitime ilişkin Toledo Kılavuz İlkeleri 2007

[5] İHK, CCPR/CO/83/GRC (İnsan Hakları Komitesi Yunanistan Sonuç Gözlemleri), 25.04.2005.

[6] AİHM, Grezelak Polonya, Başvuru No. 7710/02, 15.06.2010.

[7] Eğitim Reformu Girişimi, Eğitim İzleme Raporu 2011, Sabancı Üniversitesi , s. 111.

[8] Agos, “Ermeni Öğrenciler İman Hatip’e Otomatik Olarak Yerleştirildi”, 25.08.2014.