2015’in ilk sayısıyla karşınıza çıkıyoruz. Yeni yıla, “yeni Türkiye”nin her yerinden, duymak isteyenin de istemeyenin de en yüksek tonda duyduğu boğuk ve çirkin bir sesin çınlamalarıyla girdik. İktidarın medya kanallarında, “düşünür ve stratejistlerin” hilafeti ve saltanatı çağıran zavallı suratlarını görerek, gülemeyerek, ağlayamayarak, insana dair olanın boğulduğu sesler arasında 2015’i karşıladık. AKP’nin “çevresinin çevresi”nin bile plebisiter diktatörlükten bahsetmeye başladığı, AKP iktidarının “muhalefet her nereden gelirse gelsin ezilecektir” mantığıyla hareket ettiği, hırsızlığın, öldürmenin, cezasızlığın en üst düzeyde meşrulaştırıldığı bir “yeni Türkiye”de yeni yılı selamlıyoruz. Çözüm süreci olarak adlandırdıkları süreçte dahi Kürtlerden anadil haklarını esirgeyenlerin, halkları yüzyıllar boyunca sömüren bir hanedanı simgelediği için Osmanlıca’yı gündeme getirdikleri bir dönemde okurlarımızın yeni yılını selamlıyoruz, Arapça anlamıyla “güvende olun!” Latince’siyle “güçlü ve sağlıklı olun!” diyoruz. Yeni yılda bunlara ihtiyacımız olacak.
Burjuva hukuku, devletle yurttaş arasına gerilmiş bir file olarak görülebilir, bir yandan devlet şiddetini gizler, onu görünmez kılar; diğer yandan onun dilini mutenalaştırır. Burjuva hukukunun çektiği file, 2000’lerin başından beri pek çok kere delindi, Soma’da, Ankara’da, İstanbul’da, Roboski’de, Reyhanlı’da, Ermenek’te, Lice’de, Cizre’de insan bedenlerini içine çekecek kadar yırtılan filenin altında bugün koca bir “saray” görünüyor. Örtü kalktı, şimdi kaba gücünü ve şiddetini, haşmetli sarayında biriktiren bir beden olarak karşımızda çırılçıplak duran bir devlet-parti-kişi ile karşı karşıyayız. Düşmanını gerektiğinde çoluğu ve çocuğunu katarak, inlerine girerek temizleyen, dostluk ve düşmanlıklarını kişisel servetini ve gücünü artırmak için kuran bu devlet-parti-kişi, Machiavelli’nin Prens’indeki “Yabancı Silah Gücüyle ya da Şansın Yardımıyla Ele Geçirilen Prensliğin Hükümdarı”na verilen öğütleri uygular gibi hareket etmektedir: “Düşmanlarını etkisiz kılmak, dostlar edinmek, kendi gücüyle ya da hileyle zafer kazanmak, halka kendini sevdirmek ve halkı korkutmak, askerlerden itaat ve saygı görmek, kendisine zarar verebilecekleri ya da vermesi gerekenleri ortadan kaldırmak, eski düzeni ve kurumları yeni yöntemlerle yenilemek, sadık olmayan bir orduyu dağıtıp yenisini kurmak…” Artık burjuva hukuk yerini, bu öğütlerde cisimleşen kişiselleşmiş iktidarın saf gerçekliğine bıraktı. Bugün her hukuki sorun, hangi mahkemede hangi güç odağının yerleşmiş olduğuna bakılarak tartışılıyor. Cemaat ve AKP hukuk alanında değil, kirli bir savaş meydanında kozlarını paylaşıyor. Bu nedenle güvende olmaya ve güçlü kalmaya daha çok ihtiyacımız var ve yine bu nedenle geleceğin eşit ve özgür topluluğunu, sosyalizmi ve komünizmi bugünden düşünmeye, tartışmaya gerek var. Yarın için umduklarımızı bugünden örgütlemeye ve güçlenmeye…
Ayrıntı Dergi’nin Ocak-Şubat sayısı, “Özgürlükçü Sosyalizm” dosyası ile çıkıyor. Özgürlükçü sosyalizmin asıl politik muarızının reel sosyalizm deneyimi değil, kapitalizm ve liberalizm olduğu ve özgürlükçü sosyalizmin kavramlarını liberallere bırakmamak iddiasıyla… Türkiye’de burjuva demokrasisinin kurumları bile diktatörlük koşullarında bir bir yerinden edilirken, bir yandan direnişin bir yandan da eşitlik ve özgürlüğü bir arada düşünmenin yollarının arandığı dosya, Mutlu Arslan, Duygu Türk, Dinçer Demirkent, Kurtul Gülenç, Şerif Onur Bahçecik, Özlem Duva, Hande Atay, Ethemcan Turhan, Eylem Yıldızer, Etienne Balibar ve Mark Neocleous’un yazılarından oluşuyor. Birikim çevresinin sosyalizm anlayışının eleştirisi, radikal demokrasi sorunu, anarkofeminizm, ekososyalizm, kamusal alan gibi konuların derinlemesine tartışıldığı dosyada ÖDP’nin Özgürlükçü Sosyalizm Programı’nın mimarlarından Hayri Kozanoğlu’yla yapılan bir söyleşi de yer alıyor. Üzerine çokça tartışılmış olan Balibar’ın “Egaliberte Önermesi” başlıklı yazısı, Türkçe’de ilk defa Abdurrahman Aydın’ın çevirisiyle yayımlanacak. Neocleous’un özgürlükçü sosyalizm bağlamında yazdığı liberal kamusal alan kavramına reddiyesi ise Deniz Özçetin ve Burak Özçetin tarafından çevrildi.
Gündem bölümünün ilk yazısını Fransa’da islamcı militanların mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yaptığı saldırı bağlamında islami radikalizmin yükselişi üzerine Dinçer Demirkent kaleme aldı. Konuyla bağlantılı bir diğer yası ise, Fransa’da laikliğin en temel getirilerinin tartışılmaya açıldığı bir dönemde demokrat ya da antikapitalist Müslümanlar ile sosyalistlerin ilişkilerine eleştirel bir yaklaşım sunan Bülent Özçelik’e ait. Bu bölümün son yazısında ise Zafer Yılmaz, Türkiye’de akademinin geldiği kritik eşiği, hak ihlalleri bakımından tartışıyor.
Politika-Dünya bölümünde, Selman Saç, Tunus’u yazdı. Saç, Arap ayaklanmalarının, diktatörlüğü ve neoliberal köleliğe karşı başladığı Tunus’ta yaşanan gelişmelerin bölge açısından sonuçlarına dair ufuk açıcı bir analiz sunuyor. Toygar Baykan, Mısır’da Mübarek’in aklanmasını ve Müslüman Kardeşler’in ülke içindeki konumu bağlamında Ortadoğu’da “komploculuk”u yazdı. Bölümün son yazısı, Falguni Sheth’ye ait. Toygar Baykan’ın çevirdiği yazı, mahkeme kararının ABD’de beyaz üstünlüğünü konsolide ettiğini savunuyor.
Politika-Teori bölümüne Demet Ş. Dinler’in incelemesiyle başlıyoruz. Dinler, Jacques Rancière’nin Metis’ten yayımlanan Cahil Hoca kitabı bağlamında özgürleşme ve örgütlenmeye dair yeni bir perspektif sunuyor. İkinci yazı, Çağrı Kahveci’nin Prekar Bilinç Enstitüsü’nden yaptığı bir çeviri. Daha çok Avrupa prekaryasına hitap etse de Türkiye’den de düşünmek durumunda olduğumuz “sıkıntı” kavramını merkezine alan yazı ilginç tespitler sunuyor.
Dosya Takip bölümünde Selfet Duran’ı okuyacaksınız. Duran’ın yazısı bir önceki dosyamızı güçlendirecek nitelikte Alevilerin siyasal hareketliliğini sınıfsal ve kültürel temelleriyle tartışıyor. Eleştiri-Sinema bölümünde Selçuk Candansayar’ın katkıları devam ediyor. Candansayar, bu sayıda Anne Fontaine’in Türkiye’de “Yasak Aşk” adıyla gösterime girmiş ve çok seyirci bulamamış olan “Adore” filmini, hem filmin sunduğu hikaye hem de izleyici (izlemeyenleri de katarak) bakımından eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutuyor. Melike Uzun ise Peyami Safa’nın Yalnızız romanını merkeze alarak muhafazakâr kadın düşmanlığını ve bunun altında yatanları ele alıyor. Bu sayımızın son yazısı ise geçtiğimiz aylarda Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “Erikler Çiçek Açınca” kitabıyla Türkiye Solu’nun önemli bir deneyimine ışık tutan Tuncer Sümer ile gazeteci Serap Çakır’ın yaptığı röportaj.
Önümüzdeki sayımızda 100. Yılında Ermeni Soykırımı dosyasıyla çıkacağız. Yeni sayıda buluşmak üzere.