Darrow Schecter, Sussex Üniversitesi’nde eleştirel teori ve araçsal akıl, radikal teoriler ve sol tarih, politika ve felsefe üzerine dersler vermektedir. Aynı zamanda söz konusu alanlarda çok sayıda makalesi ve kitabı bulunmaktadır. Kitaplarından bazıları şunlardır: 21. Yüzyılda Eleştirel Teori (Bloomsbury, 2013), Weber’den Habermas’a Araçsal Aklın Eleştirisi (Continnuum, 2012), Hegemonyanın Ötesinde, Politik Meşruluğun Yeni Politikasına Doğru (Manchester University Press, 2010), Marx’tan Günümüze Solun Tarihi (Bloomsbury, 2007), Egemen Devletler veya Politik Topluluklar, Sivil Toplum ve Çağdaş Politikalar (Manchester University Press, 2000), Radikal Teoriler (Manchester University Press, 1994), Gramsci ve Endüstriyel Demokrasi Teorisi (Avebury, 1991). Schecter 2013’den beri Bloomsbury yayınevinin “eleştirel teori” dizisinin editörlüğünü yapmaktadır.
The History of the Left from Marx to Present, mülakata katkı sunan Kemal Özdil ve Soner Toprak tarafından dilimize kazandırıldı. Utku Özmakas ve Kansu Yıldırım söz konusu eserin editörlüğünü yaptı. Sanırız kısa bir süre sonra okuyucuları ile buluşmak üzere kitapçı raflarında yerini alacak. Bu söyleşi kitabın çevirmenleri, editörleri ve Önder Kulak’ın hazırladığı sorular ile Umut Şahverdi ve Bora Erdağı’nın çevirisi ve koordinatörlüğünde Ayrıntı Dergi’nin 8. sayısındaki “özgürlükçü sosyalizm” tartışmalarına katkı amacıyla için yapıldı.
Bora Erdağı: “Wall Street’i İşgal Et”, “Tahrir Meydanı” ve “Gezi Direnişi” hareketlerini gelecek toplumsal değişimler için model oluşturabileceğini düşünüyor musunuz?
Darrow Schecter: Evet, kesinlikle! Bu türden protestoların en büyük değeri âdemi-merkeziyetçi (de-centralisation) olmalarına rağmen, ana hedefler konusunda çok iyi örgütlenmeleri ve net olmalarıdır. Bu da o direnişleri militanlaştırmakla birlikte; esnek, hareketli ve otoriteler tarafından kontrol edilebilmesini güçleştirmektedir.
Bora Erdağı:Bu hareketlerin politik niteliği hakkında hem protestolar sürerken hem de ardından en çok tartışılan politik temalardan ikisi, hareketlerin niteliği ile ilgili olarak “sınıf politikası” ve “kimlik politikası” kavramlarıydı. Sizin bu iki politik ayrışma konusunda düşünceleriniz nedir?
Darrow Schecter:Bu konu “Marksizm” ile “Yeni Toplumsal Hareketler” arasındaki ilişki açısından çok çetin sorulara yol açıyor. Solun Tarihi kitabım gündelik hayatın eleştirisiyle ekonomi politiğin eleştirisinin olası yeniden sıraya sokulması (re-alignment) bağlamındaki soruları tartışır. Kitabımın yeterli bir cevap verebildiğinden emin değilim! Bunların ikisi de daha genel bir güç eleştirisinin içinde birbirini tamamlayan parçalardır, fakat ikisinin nasıl bir arada var olabildikleri ve birbirlerini besleyebildikleri halen açıklıktan oldukça uzaktır. Ekonomi politiğin eleştirisi, tarihsel olarak korporatist sosyal demokrasiden radikalleşmiş âdemi-merkeziyetçi anarşizme değin çok çeşitli politik direnişlerin ortaya çıkmasını sağlar. Mesela bugün için 1968’in dersleri çok net değildir. Ancak 1968 olayları ve ardından süregelen gelişmeler şunu iddia eder: Merkezileşmiş politik parti aracılığıyla ekonomi politiğin eleştirisi tartışıldığında, sorgulamayı yapan parti ya reformist yeniden dağıtım politikalarına müdahil olmaktadır ya da gündelik hayatın eleştirisinin yıkıcı sonuçlarıyla ve devletle birleşmektedir. Sovyet deneyimi göstermektedir ki ekonomi politiğin eleştirisi güncel hayatın eleştirisiyle birlikte ele alınmazsa, ekonomi politiğin eleştirisi kifayetsiz bir radikallik taşır. Dolayısıyla soru en çok umut verici olanın “hangi ekonomi politiğin ve gündelik hayatın eleştirisi” olduğudur.
Burada bir de kimlik politikası ile ne denilmek istendiğinin ve kimlik politikalarının toplumsal hareketlerle eş tutulmasının ne anlama geldiğinin açıklanması sorunu vardır. Judith Butler ve Wendy Brown gibi feminist teorisyenler gündelik hayatın eleştirisine çok önemli katkılarda bulundular ve bunu, ilk başta belli bir “kimliğin” savunucuları olarak değil, sosyal teorisyenler ve felsefeciler olarak yaptılar. Marx da Yahudi Sorunu Üzerine’sinde (1843) bir kimliği veya dini savunmanın; ancak, insanın özgürleşmesiyle ilgili olduğu müddetçe sorunsallaştırılabileceği fikrini ortaya koydu.
Bora Erdağı:Bir önceki soruyu biraz farklılaştırarak sormak istiyorum. Solun Tarihi kitabınız “sevgi”nin gücüne vurgu yaparak sonlanıyor. Antonio Negri ve Michael Hardt Ortak Zenginlik kitaplarında buna başka bir kavram daha ekliyorlar: “Fakirlik”. Ancak müştereken var olan belirli öznelliklerin gücüne odaklanmayı deneyen fakirlik ve sevgi gibi nosyonlar solun zeminini kurduğu veya ana mihenk taşı olan Marksist değer teorisinden kopma riskini taşıyor. Bu nosyonları değer teorisi ile nasıl ilişkilendirebiliriz? Ya da bu ilişkinin en nihayetinde kurulması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Darrow Schecter: Solun Tarihi’nin sonucu bağlamında, Henri Lefebvre’nin çalışmasında sevgiye yapmış olduğu referans aslında hazır ve nazır olan metalaşmaya karşı bir itirazdır ve daha geniş düşünürsek değer teorileri ile de bağdaşır. Öte yandan şu açık olarak görünmektedir. Marx’ın değer hakkında yazdıklarını Simmel ve başka düşünürlerin fikirleri ışığında yeniden tartışmaya ihtiyaç vardır, yani emek değer teorisi hakkında yapılan analizlerin epistemolojik ortodoks bir statüye yüceltilmesine ihtiyaç yoktur. Weber’den Habermas’a Araçsal Aklın Eleştirisi (2010) ve 21. Yüzyılda Eleştirel Teori (2013) adlı önceki çalışmalarımda Georg Simmel’i politik veya metafiziksel (temel) özden ayrı, merkezsizleştirilen (de-centred) toplumsal formun gerçekliğini verimli bir şekilde kuramsallaştırabilen bir sosyolog olarak analiz ettim. Burada Simmel’in analizinin değer açısından önemi şudur: Değer en genel anlamda emek pazarında, ücretli emek sözleşmesinde, iş-gücüne teknik bilgi veren okullarda ve üniversitelerde, dolayısıyla bir bütün olarak toplumdaki her tür toplumsal formda kurumsallaşmış bir ifadeyi içerir. Aslında modern toplumlarda değer üretiminin değişiminin çok farklı örnekleri vardır. Söz konusu değişimler üniversiteler, ana akım medya, seçimler, cezaevleri, hastaneler, kütüphaneler, müzeler, görgü kuralları, spor v.b. alanlarda olduğu gibi sürekli olarak gelişen kurumlarda çok yönlü toplumsal form somutlanır. Bu Wechselwirkungen (müşterek etkileşimler) yoluyla rasyonelliğin olduğu kadar ihtiyacın, arzunun, dayanışmanın, saldırganlığın v.b. gibi bedensel itkilerin de değer, değişim ve merkezsizleşmiş iletişim alanlarında görünür biçimleri vardır. Bununla anlatılmak istenen, modern toplumsal yaşamın karmaşıklığı ve tesadüfiliği toplumsal formun bir tür ya da başka bir tür antropolojik bir insan özü varmış gibi tek boyutlu yeniden ayrılmasını/bölümlenmesini engeller. Marx, Simmel, Benjamin, Lefebvre, Foucault ve başkaları bu karmaşık olguyu anlamak için çok önemlidir. Solun Tarihi’nden şimdiye değin sürekli vurguladığım bir nokta, geç modern toplumsal gerçeklikle merkezileşmemiş, özgürlükçü sol siyasetin olası yeniden tanımlanması arasında belirgin yakınlığın olduğudur.
Bora Erdağı:Solun Tarihi’nde Marksizmin sözde krizi ve onun çağdaş sorunlar karşısında başarısızlığıyla birçok düşünürü ve hareketi birbiriyle ilişkilendiriyorsunuz. Marksizm veya devrimci sol için eklektik olmadan birbiriyle bütün olarak çelişen ve yarışan düşünce akımlarının bir araya getirilmesi mümkün müdür? Kitabınızın merkezinde bulunan insanın özgürleşmesi nosyonu solun ortak siyasal projesinin anahtarı olabilir mi?
Darrow Schecter: Tam olarak gündelik hayatın eleştirisiyle ekonomi politiğin eleştirisini bağdaştırma görevine bağlı olan bir soruna temas ettiniz: siyasi keşfin ve kişisel kendini gerçekleşmenin/otonominin çoğulcu ve açık sürecini ima eden insanın özgürleşmesi dogmatik olmadan, esnek ve hiyerarşik olmadan nasıl kurumsallaşır? Bu tarihsel dönemeçte, bugün birçok insan dogma yerine eklektizmi seçecektir, eklektizm ve dogma aynı sahte paranın iki yüzü olduğu açık olsa da. Ne eklektik ne otoriter yaklaşımlar insanın özgürleşmesine büyük ölçüde yol açmaktadır, ne de sosyal demokrasinin temsil ettiği türden makul bir “orta yol pragmatizmi” yol açar. Belki Marx’ın Ideologiekritik (ideoloji eleştirisi) nosyonuna geri dönmeye, basit ancak zor şu soruyu sormaya ihtiyacımız var: tam olarak neyden özgürleşmek? Bu soruyu cevaplamak için ne Marx’tan vazgeçmemiz gerek ne de on dokuzuncu yüzyıl boyunca insanın özgürleşmesi hakkında yazan Marx’ın yazılarındakiyle aynı şekilde varsayabiliriz.
Bora Erdağı: İddialarınızın biri, biyopolitika paradigmasının sol için çeşitli sorunlar yarattığı yönünde. Söz konusu sorunlar göz önüne alınırsa, son zamanlarda Hardt ve Negri’nin yanı sıra örneğin Kaushik Sunder Rajan, ekonomi politiğin eleştirisi ile biyopolitika düşüncesini bağdaştırmaya çalışıyor. Bu çabalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Darrow Schecter: Solun Tarihi’nin son bölümü Foucault, Deleuze& Guattari, Hardt& Negri gibilerin biyopolitika düşünceleriyle sentezlenebilen Marx ve ekonomi politiğin eleştirisini bir derecede geliştirmeye çalışıyor. Bunu gücün genel bir eleştirisi olarak başta ifade edilen çerçeve içerisinde çok önemli bir görev olarak görüyorum. Söz konusu görev eklektizm riski içerir, ancak yine de göze alınmalıdır. Biyopolitika sol için bir sorun değildir, ancak 21. yüzyılın solu biyopolitik, feminist, kararlı bir şekilde anti-ırkçı vs. olması gerekecektir; bununla birlikte “politik olarak doğru” olmayı veya politik ekonominin eleştirisini terk etmemesi de. Bu süreç bir sloganla veya hatta manifestoyla yakalanamaz. Bildiğimiz şey insan özgürleşmesinin merkezi komuta planlamasıyla veya “normal” öznelliğin tek boyutlu nosyonlarıyla ilerlemeyeceğidir. Bu süreç bir taraftan cehalete ve mite saldırmakla ve öte yandan sosyo-ekonomik sömürünün, politik eşitsizliğin ve bağımlılığın sürdürüldüğü başka formların açığa çıkartarak ilerleyecektir. Daha önceki bir soruya cevabımı bu bağlamda tekrarlamak gerekirse: Toplumsal formlar nesneler gibi parçalanamıyor, gasp edilemiyor veya kaldırılamıyorsa, bu onların pasif olarak kabul edilmelerini gerektirmez. Gramsci’nin mevzi savaşı Arendt’in eylem nosyonu ile birlikte alınırsa, var olan toplumsal formların nasıl yeniden boyutlandırılabileceği örneklenebilir ve yeni formların nasıl yaratılabileceği önerilebilir.
Bora Erdağı: Sol kendisini reforme etme veya marjinalize olma açmazına karşı başarılı kılamıyorsa, yeni toplumsal hareketlerin tepkileri nasıl olacaktır sizce? Anti- kapitalist yönelimlerinden ayrılabileceklerini düşünüyor musunuz?
Darrow Schecter:Toplumsal hareketler popülist ve tepkisel olabilirler. Bu, kesinlikle bir risktir. İtalya’da 5-yıldız hareketi hem politik olarak radikal hem de tepkisel eğilimlere sahip görünen birçok örnekten biridir ve bu, istisnai bir durum değildir. Hepimiz Syriza’nın ve Podemos’un evrimini yakından izliyoruz, her ne kadar ikisi de sosyal hareket değil de Parti olsa da aynı sorunları görüyoruz. Syriza’nın son başarısı bize politik yaratıcılığın yeni bir çağına girmiş olabildiğimizi gösteriyor olabilir.
Bora Erdağı: Solun Tarihi kitabınız ekonomi politiğin eleştirisiyle gündelik hayatın eleştirisini birlikte düşündüğünüzü ifade ediyorsunuz. “Konsey”, “hareket” ve “parti” gibi tarihsel politik formlar bu siyasal yaklaşım ile rekabet/ karşıtlık içerisinde mi, sizce? Kısacası bugünkü politik örgütlenmeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Darrow Schecter:Özgürlükçü sol formların en dayanıklısı konsey ve onun hiç bir şekilde örgütsel potansiyelini tüketmediğini düşünüyorum. Solun Tarihi’nin ana amaçlarından biri ekonomi politiğin eleştirisi ile gündelik hayatın eleştirisi bağdaştırmak olduğu konusunda kesinlikle haklısınız. 21. Yüzyılda Eleştirel Teori’de toplumsal sistemler arası iletişimin koordinasyonu açısından konseyin niçin hâlen büyük bir rol alabileceğini belirtiyorum. Sistemler yukarıya göndermede bulunan dürtülerin farklılığını kodlar, bu yüzden kurumlarda her gün süregelen anlaşılır sosyal iletişiminin formu varsayarlar. Fakat sistemler tek tek hareketlerini kendiliğinden güvenebilir bir şekilde koordine edemezler. Bu güvenlik eksikliği Yunanistan’da oldukça açık bir şekilde kendini gösterdi. Yunanistan’da ekonomi, siyaset ve hukuk sisteminin yol gösterici kodları senkronize olmaktan tamamen yoksundu ve bununla birlikte kaotik durum yozlaşmış bir oligarşi tarafından sömürüldü. Syriza Yunan halkına ne politik mesaj empoze ediyor ne de organik bir bütünlük olarak basitçe birleşen Yunan halkı Syriza’ya güç veriyor. Sistem içi iletişim uzun vadeli istikrarı ve 1974 sonrası Yunanistan’ındaki (çok kötü bir şekilde) kaçırılan liberal demokrasinin kalıcı bir alternatif sunabilmesi için yurttaş konseyleri, komşuluk birlikleri, diğer esnek örnekler, hiyerarşik olmayan iletişime bağlı olan yollarla yeniden yapılandırılıyor.
Güncel Yunanistan’ın durumundan çıkardığımız derslerden birisi, partiler halkın büyük bir katkısı olmaksızın siyasal sistemi başarılı olarak yönetemiyor. Dolayısıyla Syriza, ülkedeki gelenekselleşmiş patronaj ve popülist iletişim kanallarının zorunlu olarak tehdit edecek şekilde, hem yurttaşlarla hem de siyasal sistemle arasındaki iletişimin kalitesini sonuna kadar aralamak, genişletmek ve çoğaltmak gerektiğini fark etti. Syriza siyasal sisteme torpil, rüşvet, tehdit ve örtbas etme ile yozlaşan politika olmaksızın dürüstlük ve cesaret değerlerini kattı. Podemos İspanya’da benzer bir dinamik yaratabilirse ve bu durumlar oradan yayılmaya devam ederse, çok yakın tarihte büyük ve önemli değişimlerin tanıkları olabiliriz.
Bora Erdağı: Mülakat için teşekkür ederiz.
Darrow Schecter:Bu olanağı sağladığı için ben Ayrıntı Sosyalist Siyaset ve Kültür Dergi’sine ve mülakatı gerçekleştiren Türkiyeli dostlarıma teşekkür ederim.