Yaklaşık 400 milyon insan 2014 Mayıs ayının sonunda, yeni bir Avrupa Parlamentosunu belirlemek için sandığa gitti. Seçimlerde sağcı partilerin kısmen önemli kazanımlar elde ettiği görüldü. Son yıllarda yaşanan kriz bağlamında bu sonucun, ekonomik ve sosyal krizlerin milliyetçi ve gerici güçlerin işine yaradığı argümanını onaylar gibi görünmekte. Fakat Avrupa’da ve özellikle Almanya’daki seçim sonuçlarına yakından bakış daha nüanslı bir resim ortaya koymaktadır.
Krizin şimdiye kadar en derin izlerini bıraktığı Güney Avrupa ülkelerinde, sağcılar bundan çok az yararlanabildiler. Yunanistan hariç – burada neo-faşist Altın Şafak yüzde 9,3 oy aldı – “kriz ülkelerindeki” sağ partiler beş yıl önceki seçimlere göre oylarını arttıramadılar. Portekiz ve İspanya’da sağcı partilerin marjinal kaldığı açık açıkça görüldü ve aynı zamanda parlamentoya hiçbir temsilci gönderemediler.
İtalya’da Lega Nord (Kuzey Ligi ya da Kuzey Birliği), önceki Avrupa seçimlerine oranla dört puan kaybetti. Ayrıca Berlusconi öncülüğündeki Muhafazakâr Sağ önemli kayıplar yaşadı, bu kesimin partisi Forza Italia sadece yüzde 16,8 oy oranına ulaştı. Oysa 2009 seçimlerinde öncül partisi “Özgürlük Halkı” yüzde 35 oy oranına ulaşmıştı. Ne var ki bu kayıp konservatif kesimlerdeki bölünmeler ve Beppe Grillo önderliğindeki, politik olarak nereye oturtulacağı belli olmayan “5 Yıldız Hareketi”nin başarısıyla ilişkilendirilmelidir.
Bu ülkelerde bir sansasyona neden olansa özellikle sol güçler oldu. İspanya’da, Birleşik Sol oy oranını net bir şekilde arttırarak, yeni Avrupa Parlamentosunda iki yerine altı milletvekili ile temsil edilecek. Buna ek olarak, kökeni Indignados (Öfkeliler) hareketine dayanan Podemos partisi kuruluşundan sadece birkaç ay sonra yüzde sekize ulaşarak Avrupa Parlamentosu’na beş milletvekili gönderdi.
İtalya’da, sol Tsipras ittifakı yüzde dört ile en azından orta düzeyde bir başarı kutlayabilir. Ancak her şeyden önce Yunanistan’da sol seçildi. SYRIZA Avrupa Solunun da üst adayı Alexis Tsiprais ile oyların 26.6 ‘sini aldı – yüzde 20’den fazla oy oranı artışı. KKE (Yunanistan Komünist Partisi) de yüzde altıya ulaştı ve Strazburg’a iki milletvekili gönderdi.
Sağcı partilerden en etkileyici zaferi Fransa’da Front National (FN) elde etti. Marine Le Pen önderliğindeki parti oylarını neredeyse yüzde 20 arttırarak Fransa’daki en güçlü parti oldu. Seçim analizlerinde bu başarının açıklanmasında dört neden öne sürülmektedir. Birincisi, FN Cumhurbaşkanı François Hollande’nin mevcut politikasına çok güçlü bir muhalefetten yararlanmıştır. İkincisi, muhafazakâr parti UMP (Halk Hareketi Birliği), içine düştüğü derin siyasi sorunlarla boğuştuğundan birçok seçmen için hakim politikaya alternatif olamamaktadır.
Üçüncü olarak, parti başkanı Le Pen’in, partiye daha modern ve her şeyden önce daha ılımlı bir imaj vermeyi başardığı tezi. Son olarak da, kapitalizmin sorunsallaştırılmasının sağcı bir varyasyonunun şimdiye kadar geleneksel, sola yakın seçmen kesimlerine daha fazla hitap ettiğidir. Henüz belirsiz olan bir noktaysa, FN’nin Fransa’da birkaç yıldır görülen ve Avrupa seçimlerinden tam bir yıl önce eşcinsel çiftlerin evliliğine karşı on binlerce insanı sokağa döken gerici hareketten ne ölçüde yararlandığıdır.
Sağcı partilerin seçim sonuçları göz önüne alındığında, bunların özellikle krizin etkisinin nispeten az hissedildiği ülkelerde oylarını arttırdığı göze çarpar. Danimarka’da Danimarka Halk Partisi oy oranını yüzde 11,8 arttırarak yüzde 26,6 ile en güçlü parti oldu; Finlandiya’da Gerçek Finliler yüzde 3 artışla seçimden çıktı; İsveç Demokratları oy yüzdelerini üçe katlayarak, yüzde 10’a ulaştılar; Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 7 artış yakaladı; Birleşik Krallık’da AB’ye kuşkuyla bakan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) yüzde 26,8’lik oranla en güçlü parti oldu. Almanya’da ise Almanya için Alternatif (AfD) Partisi yüzde 7 oy oranına ulaştı.
Bu sonuçlar açıkça güçlenen bir refah şovenizmine işaret etmektedir ki bu da bireylerin kendilerini ekonomik bir mekan olarak ulusla özdeşleştirmelerini sağlayarak, bu lokasyona bir tehlike olarak algılanan ötekinin yada ötekilerin de itibarsızlaştırılmasına yol açar. Bu refah şovenisti ve standortnationalistisch ideolojilere – yaygın kanaatin aksine – sosyal çöküş tarafından tehdit edilenler veya zaten bu çöküşe uğramış olanlar meyyali değildir. Bilakis tersi geçerlidir. Birkaç yıl önce Wilhelm Heitmeyer çevresindeki Bielefeldli sosyologlar “Alman Halleri” adlı uzun-süreli-araştırmalarının dokuzuncu kitabında sosyal iklimin buzlandığı teşhisinde bulundular ve milli ekonomi için yararsız olarak etiketlenenlere karşı aşağılayıcı yargıların özellikle yüksek gelir grubu mensuplarında yaygın olduğu tespitini yaptılar.
Toplumun merkezindeki ırkçılık
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde AfD seçim sonuçlarına yönelik mevcut anketler, orta sınıfların artan refah şovenisti dünya görüşlerine işaret etmektedir. Infratest Dimap’in seçim günü yaptığı bir araştırmaya göre AfD seçmenlerinin yüzde 78’i Almanya’nın diğer AB devletleri için ödeme yapmaması yönündeki ifadeyi destekliyor. Ülke genelinde ise bu ifade ortalama olarak yüzde 41 oranında desteklenmektedir. Forsa Enstitüsü’nün Haziran başında yaptığı bir değerlendirmeye göre AfD’yi destekleyenlerin yüzde 53’ü orta sınıflardan meydana geliyor, yüzde 55’i abitur’u var (lise mezunu) veya üniversite mezunu ve yüzde 44’ünün aylık ortalama net hanehalkı geliri 3000 Avro veya üzerindedir. AfD “Angestellt” statüsündeki çalışanlarda oldukça popülerken, isçiler arasında değildir.
Egemen medyanın seçim analizlerinde, sağcı partilerin başarılarının toplumun merkezindeki artan bu şovanist ve standortnationalistischen düşüncelerle bağlantılı olduğuna dair herhangi bir şey okumak mümkün değil. Aksine, bazı yorumlarda diğer ülkelerdeki sağcı partilerin zaferlerinin Almanya’daki seçim sonuçları ile bir karşıtlık şeması içerisinde değerlendirildiği göze çarpmaktadır. Hakim tutum, başka ülkelerde yaşanan bu “siyasal deprem”in partilerin aksını oynatırken, Almanya’da parti yapılanmasında herhangi bir etki yaratmadığı yönündedir.
Bu tür değerlendirmeler şaşıradursun, Almanya’da genel seçimlerde Birlik’ten daha sağcı bir partinin yüzde beşin üzerinde bir oy oranına ulaştığı ikinci bir örnektir. 1989 yılında Cumhuriyetçiler, yüzde 7,1’lik oy oranları ile benzer bir başarı gösterdiler. AfD’nin başarısına dair ana akım medyada bazı eleştirel haberlerin dışında, AfD’ye belirgin bir alışma süreci yaşanıyor. Benzer bir durumu parlamenter kurumlarda da görmek mümkün. İktidardaki partilerin AfD’ye farklı bakışları olsa da, Birlik partilerinden artan sayıda politikacı, AfD’nin demonize edilmesine karşı pozisyon almakta ve hatta bu yeni parti ile olası bir koalisyon fikrine sıcak bakmaktadır.
Birlik partilerinden bazı kesimlerin AfD ile işbirliğine hazır olması aynı zamanda FDP’nin seçimlerden oldukça kötü bir sonuçla çıkmasına da dayanmaktadır. Sözde sevgili koalisyon partneri Avrupa seçimlerinde sadece yüzde 3,4’lik bir orana ulaşarak, gerileme trendini devam ettirmiştir. Böylece Liberal parti özelikle Yeşiller ve AfD tarafından ciddi şekilde yerinden edilme tehdidi altındadır. Yeşiller, liberal sol cevreler ve iyi kazananlar nezdinde FDP’ye bir alternatif olarak yükseliyor. Zira Yeşillerin en büyük desteği, daha önce FDP’nin temel seçmen grubunu oluşturan – 2009 genel seçimlerinde her dört serbest meslek sahibinden biri FDP’yi seçiyordu – serbest meslek sahipleri arasında (yüzde 15) bulduğu biliyor.
AfD aksi halde FDP’ye eğilimli özellikle Avrupa kuşkulu, sağ liberal ve ulusal muhafazakâr kesimler için ilgi odağı. Sağ ve sol liberal kesimler arasında sıkışan FDP’nin uzun erimde içine düştüğü uçurumdan çıkması zor olacaktır. FDP’nin muhtemel öneminin azalmasıyla Birliğin potansiyel koalisyon partneri olasılığı ortadan kalkıyor ki bu sadece gerçek bir koalisyonun değil, aynı zamanda olası bir partnerle yürüyecek koalisyon müzakerelerinde, müzakere konumunu güçlendirmek için önemlidir. Bu yöndeki düşünceler, Sachsen eyaletinde CDU teşkilatında, AfD’nin koalisyon partneri olarak kategorik olarak dışlanmamasında etkili olmuştur. Sachsen’da 31 Ağustos 2014’de eyalet seçimleri olacak ve – CDU’nun mevcut koalisyon partneri – FDP’nin aktüel yüzde 4 olarak ölçülen oylarına karşı, AfD’nin tahmini eyalet parlamentosuna seçilmeye yetecek oy oranına ulaştığı tahmin edilmektedir.
Parti liderliğinin ulusal muhafazakârlık ve neoliberal pozisyonlar arasında gidip gelen politikasını devam ettirmesi koşuluyla, AfD’nin medya ve parlamenter düzeylerde normalleşmesinin devam edeceği beklenebilir. Sosyolog Andreas Kemper’e göre neoliberal kanadın ideolojik sebeplerden ötürü ulusal muhafazakâr kesime yönelmesi çok şaşırtıcı olmayacaktır.
Eğer olaylar gerçekten böyle gelişirse, önümüzdeki aylarda ulusal muhafazakar sesler özellikle aile politikasında giderek daha fazla duyulacaktır. Bu alanda yeterince dayanak noktası olduğu görülmektedir. Yılın başından bu yana AfD üyeleri, köktendinci Hıristiyanlar, aşırı sağ, neo-Naziler ve muhafazakarlar, cinsel çeşitlilik hakkında bilgilendirmenin de içerildiği Baden-Württemberg eyaletinin 2015 Eğitim Planı’na karşı siyasal seferberlik başlatmışlardır.
Sınıf yapısının açıkça tematize edilmesi
AfD normalleşmesi ile birlikte sosyal iklimin sağa doğru bir eğilim tehditi yaşayacağı iddia edilebilir. Zira AB içerisinde işgücü göçü ile ilgili güncel tartışmada AfD sağcı politik tutumlar için destekleyici bir güç olmuştur. Bayern eyaletinde sağcı spektrumda hegemonyasını kaybetme tehlikesiyle karşılaşan CSU geçen yılın sonunda “yalan söyleyen sınır dışı edilir” sloganı ile “Sosyal turizm”e karşı bir kampanya başlattı.
CSU başkanı Horst Seehofer Mart 2014’deki yerel seçimler ve Avrupa seçimlerinde bu strateji sebebiyle oy kaybına uğrayarak eleştirilerin odak noktası oldu, fakat bu politikadan vazgeçmeye dair herhangi bir işaret yok. Aksine CDU da sonunda bu stratejiye yaklaştı. Öyle ki Angela Merkel Avrupa Parlamentosu seçimlerinden birkaç gün önce Passauer Neuen Presse’ye verdiği demeçte, Avrupa Birliği’nin sosyal birlik olmadığını ve Almanya’da sadece iş aramak için ikamet eden “AB-dolandırıcılarına” sosyal yardımın (Hartz IV) söz konusu olmayacağının altını çizdi. Kısa bir süre öncesinde, federal hükümetin “sosyal yardım suiistimallerine” karşı yeni bir yasa tasarısı kamuoyunda tartışılmaya başlandı.
Bu arada başka bir gelişmenin varlığından da söz etmek gerekir: Sağcıların seçim başarılarına oldukça şaşıran birçok seçim analizinde, Avrupa, sağcı partilerin tüm bariyer kurma ve kapanma politikalarına karşı, tam da kozmopolit ve liberal bir proje olarak düşünülmektedir. Bir tarafta AB’ye karşı olan sağcılar, diğer tarafta AB’ye destek olanlar var.
Burada radikalizm teorilerinin mantığını takip ederek, AB’nin mevcut yapılarının soldan eleştirisi kestirmeden milliyetçi ve gerici olarak suçlanmaktadır. Fakat Güney Avrupa’daki sol güçlerin başarısı sol perspektiften AB eleştirilerinin kesinlikle mümkün olduğunu ve dahası bunun daha da arttırılması gereğine işaret etmektedir. Kuşkusuz bu da, refah şovenizmine karşı politikalar geliştirebilmek için, krizden kazananlar olarak bilinen ülkelerde Avrupa içerisinde hakim olan sınıf yapısının açıkça tartışmaya açılmasını şart koşuyor.
Çeviri: Çağrı Kahveci
Sebatian Friedrich, Duisburg Dil ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsünün (DISS) üyesidir.