Genellikle bir geceden daha uzun sürmeyen bir zamandan sonra haberleri gözden geçirmek için yapmakta olduğumuz işe ara veririz (hatta çoğunlukla daha sık ara veririz; bilhassa nispeten daha huzursuz olduğumuz zamanlarda belki en fazla on-on beş dakika dayanabiliriz). Son baktığımızdan bu yana, insanoğlunun dünyanın herhangi bir yerinde elde ettiği en önemli başarılar, başına gelen felaketler, işlediği suçlar, karşılaştığı salgın hastalıklar ve yaşadığı duygusal karmaşalar hakkında tüm mühim bilgilerden yeni bir doz daha edinebilme beklentisiyle hayatlarımızı askıya alırız (de Botton, 2015: 11).
Haberlere dair bir kullanım kılavuzu olarak hazırladığı kitabında Alain de Botton (2015) gündelik hayatımızda haberlerin kapladığı yeri bu şekilde tanımlamakta. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta ise hayatımızda bu kadar önemli bir yer kaplayan haberlerin arkasındaki üretim süreçleri. Her ne kadar haberlerle gün içerisinde sürekli haşır neşir olsak da önümüze konan enformasyon yığınını bir an evvel tüketme telaşı içinde haber üretim süreçleri üzerine pek düşünmeyiz. Yine de Gezi direnişi ve sonrasında AKP-Cemaat çatışmasıyla son dönemde bu konuda bir tür aydınlanmadan bahsetmek mümkün. Doğan Tılıç’ın Ayrıntı Dergi’nin bir evvelki Mayıs-Haziran sayısında “AKP Döneminde Medya: ‘Tape Tape’ Kullanılan Gazetecilik” (2015) başlıklı yazısında gösterdiği üzere bir yandan Gezi direnişi bir turnusol işlevi görerek medyanın habercilik pratiklerini göstermiş, diğer taraftan da son dönemde ortaya çıkan tapelerle AKP döneminde iktidar-medya ilişkileri “bütün çirkinliği ve acıklılığı” ile ortaya dökülmüştür (Tılıç, 2015: 85-87). Bu noktada Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin 5 Temmuz’da yayımladığı 2015’in Nisan-Haziran dönemi için hazırlanan medya raporu da “sansür ve baskı (gözaltı, saldırı, soruşturma, dava, akreditasyon engeli)”, “basın üzerinden iktidar kavgaları ve manipülasyonlar”, “işten çıkarmalar ve verilmeyen haklar” ile “uluslararası tespitler ve gelişmeler” başlıkları altında medyanın geldiği son durumu aktarmaktadır.[1] Benzer şekilde Bianet’in 13 Temmuz’da yayımladığı BİA Medya Gözlem Raporu: Nisan-Mayıs-Haziran 2015 de “gazeteci cinayetleri/yargılama”, “hapis gazeteciler”, “saldırı, tehdit ve engellemeler”, “soruşturmalar, açılan/süren davalar, kararlar”, “hakaret, kişilik hakları ve tazminat davaları”, “yasaklamalar, kapatmalar, toplatmalar”, “AİHM” ve “RTÜK’ten haberler” ana başlıkları altında medyadaki sorunları kayıt altına almaktadır.[2] Aslında medyanın oldukça problemli olan bu hali gündelik pratikte haber üretim süreçlerinin nasıl işlediğine bakmamızın ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir. Bu sebeple haber üretimini incelemek için görünenin ötesine geçip Marx’ın “üretimin gizli ini” (Marx, 1990 [1867]: 279) diye nitelediği üretim alanına, yani haber merkezlerine, son dönemde özellikle Ankara bürolarında yaşanan dönüşümler ve bu dönüşümlerin muhabirlerin emek süreçleri üzerindeki etkisi çerçevesinde bakacağız.
Bu kısa yazıda ayrıntılı olarak tartışamayacağımız için iki önemli noktaya kısaca değinerek bir hatırlatma yapmak yerinde olacaktır. Birincisi medyanın hem bir sembolik üretim alanı hem de ekonomik bir etkinlik alanı olmasından dolayı sahip olduğu “ikili (melez-hybrid)” yapısıdır (Kaya, 2009: 10). Bu melez-hybrid yapı haber üretim süreci için de belirleyicidir. İkinci nokta ise Tılıç’ın (2005: 82) da az önce değindiğimiz yazısında gösterdiği üzere, gazeteciliği incelerken medyanın ekonomi politiğine odaklanmamız gerektiğidir. Burada kritik nokta ise Türkiye’de medyanın sermaye ve iktidar baskısı altında üretim yapmakta olduğudur. Bu açıdan medyada sermaye ve iktidar ilişkilerinin geldiği son nokta için geçtiğimiz Mayıs ayında yayınlanan Türkiye’de Medya-İktidar İlişkileri: Sorunlar ve Öneriler (Sözeri, 2015) başlıklı rapora bakılabilir. Raporda da belirtildiği üzere Türkiye’de otosansürün en önemli nedenlerinden birisi “medya patronlarının başka alanlardaki yatırımları nedeniyle hükümete yakın olma, eleştirel yayıncılıktan hatta habercilikten vazgeçer tutumları”dır (Sözeri, 2015: 6). Sonuç olarak, haber üretim süreçlerini incelerken medyanın bu ikili yapısı ile sermaye ve iktidar baskısını sürekli aklımızda tutmamız gerekmektedir.
“Kahrolsun Bağzı Dönüşümler!”
Türkiye basın tarihine baktığımızda Ankara menşeli gazetelerin genelde pek de uzun ömürlü olmadığı bilinen bir gerçek. Bu açıdan finans kapitalin merkezi olan İstanbul, Türkiye’de medyanın da merkezi konumunda.[3] Fakat özellikle geçtiğimiz son bir yılda medya kuruluşlarının Ankara bürolarında yeniden yapılanma adı altında yaşanan “dönüşümler” Ankara gazeteciliğinin farklı bir boyuta taşınmaya başladığının bir habercisi. Medya holdinglerinin bağlı oldukları sermaye gruplarının bitmek tükenmek bilmeyen kar hırsı medyanın da gittikçe daha fazla ticarileşmesiyle artık sıradanlaşan tenkisat haberleriyle kendini gösteriyor. Bu bakımdan gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin sağladığı imkanları emek sömürüsünü arttırmak için sonuna kadar kullanan medya patronları işe önce yabancı büroları kapatarak başlamıştı. Hürriyet Avrupa’nın Frankfurt’taki merkezinin 1 Mart 2013 tarihi itibariyle kapatılması bu açıdan kritik bir eşikti. Yabancı büroların bir bir kapatılmasından sonra ise Ankara bürolarında yaşanan “dönüşümler” başladı. 2013 Aralık’ına geldiğimizde Radikal ve Hürriyet Daily News’in Ankara bürolarında gerçekleştirilen “dönüşümle” birçok gazeteci işsiz kalmış, bürolar temsilcilik düzeyine getirilmiştir. Yeniden yapılanma adı altında sunulan bu dönüşümle, Hürriyet Daily News’te 20, Radikal’de ise 15 gazeteci işsiz kalmış; bu gazetelerin emekçileri ise yayımladıkları bir manifestoyla işten çıkarmalara karşı “Kahrolsun bağzı dönüşümler!” diyerek tepkilerini dile getirmişti.[4] Bu dönüşümün sadece bununla kalmayacağı Radikal Gazetesi’nin 21 Haziran 2014’te basılı yayınını sonlandırıp dijital gazeteciliğe geçmesiyle anlaşıldı. Artık gazetenin sadece internet üzerinden hizmet vermesi sebebiyle birçok gazeteci işten çıkartılırken Radikal-2 de kapatılmıştı.[5] 2014’ün Nisan ayında ise Vatan Gazetesi’nin Ankara bürosu kapatılırken 7 gazeteci işsiz kalmış, 3 gazeteci ise grubun diğer gazetesi Milliyet’e transfer olmuştu. Vatan ve Milliyet gazetelerinin sahibi Erdoğan Demirören’in AKP-Cemaat çatışmasıyla sızan tapelerde İmralı zabıtları haberi sebebiyle dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı telefon ‘konuşmasında ağlaması Vatan Gazetesi’ndeki bu “dönüşümün”, “‘Ağlayan medya patronu’nun son vukuatı: Vatan gazetesinin Ankara bürosuna kilit” başlığıyla haberleştirilmesine sebep oldu.[6]
Daha yakın bir zamana, 2014’ün Ekim ayının sonuna geldiğimizde ise Kanal D ve CNN Türk’ün Ankara haber merkezlerinin birleştirilmesiyle Kanal D’de 2 muhabir, 2 kameraman, 1 montaj elemanı ve sekreter işsiz kalırken CNN Türk’te ise 2 muhabir, 2 kameraman ve 1 montaj elemanının işine son verildi. Bununla birlikte Kanal D Ankara temsilciliği görevini yürüten yılların gazetecisi Erhan Karadağ’ın da işine son verildi.[7] Doğan Medya Grubu’na bağlı Kanal D ve CNN Türk’ün Ankara bürolarının birleştirilmesi üzerine Türkiye Gazeteciler Sendikası yaptığı açıklamada “İki kişilik işi tek kişiye yaptırmanın adı yeniden yapılandırma değil, olsa olsa katmerli sömürü olur” diyerek “yapılandırma” yalanına tepkisini göstermiş[8], Çağdaş Gazeteciler Derneği de yaptığı açıklamayla işten çıkarmaları protesto etmişti[9]. Fakat Ankara bürolarının kapatılması veya birleştirilmesinin son dönemde ön plana çıkması, gazete ve televizyonların İstanbul merkezlerinde her yıl sonunda artık sıradanlaşan tenkisat haberlerinin son bulduğu anlamına gelmiyor. Aksine yeniden yapılanma, dönüşüm, ekonomik sıkıntılar, tasarruf vb. çeşitli bahanelerle işten çıkarmalar tüm hızıyla sürmekte. Zaten uzun stajyerlik veya ücretsiz çalışma sürelerinin sonunda genellikle 4857 Sayılı İş Kanunu’na göre istihdam edilerek gazetecilere mesleklerinden ötürü kimi ayrıcalıklar tanıyan, genelde 212 olarak bilinen 5953 sayılı Basın İş Kanunu’ndan mahrum bırakılan basın emekçileri için esnek ve güvencesiz çalışma koşulları sektörde norm haline gelmiş durumda. Peki haber merkezlerinde yaşanan bu “dönüşümler” muhabirlerin emek süreçleri açısından ne anlama gelmekte?
Muhabirlerin Emek Süreçleri
Türkiye’de haber üretim sürecinde muhabirlerin emek süreçleri üzerine geniş bir saha araştırmasına dayanan tez çalışmamızda eleştirel ekonomi politik bir perspektiften haberciliğin değersizleştirildiğini ve muhabirlerin emeğinin bir vasıfsızlaşma eğilimi içerisinde olduğunu göstermiştik (Yeşilyurt, 2014). Kuramsal ve yöntemsel olarak Marx’ın emek süreci analizi (1990 [1867]) ve Braverman’in Emek ve Tekelci Sermaye: 20. Yüzyılda Çalışmanın Değersizleştirilmesi (2008 [1974]) adlı çalışmasında büro işçileri üzerinden yaptığı emek süreci tartışmasından yararlandığımız araştırmada iktidar baskısı altında ve ticari kaygılar etrafında şekillenen bir haber üretim sürecinde gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerinin emek sömürüsünü arttırmak için nasıl kullanıldığını ortaya koymuştuk. Bu açıdan bakıldığında yukarıda özetlediğimiz haber merkezlerinde son dönemde yaşanan dönüşümleri de aynı sürecin devamı olarak görebiliriz. Öncelikle kendi ajanslarını kurarak oluşturdukları havuz sistemiyle teknolojinin sağladığı imkanları daha fazla emek sömürüsü için kullanan medya patronları, şimdi de Ankara bürolarını kapatmaya veya Ankara’daki haber merkezlerini tek bir çatı altında toplamaya başlamıştır.
Burada teknolojik gelişmelerin haber üretim sürecindeki rolünü incelerken gazeteciler arasında da oldukça yaygın olan teknolojik determinizm (Örnebring, 2010: 57-8) tuzağına düşmemek için oldukça dikkatli olmalıyız. Görünüşte teknoloji değişimin asıl öznesi gibi görülse de önemli olan değişimin arkasındaki yapısal sebeplerdir. Bu sebeple teknolojik gelişmenin kendi başına dönüştürücü bir güç olmaktan ziyade sermayenin gerçekleşme sürecine göre belirlenen ve üretimin toplumsal ilişkilerine göre değerlendirilmesi gereken bir husus olduğunun altı çizilmelidir (Çakmur, 1998: 128). Dolayısıyla muhabirlerin emek süreçlerini incelerken de teknolojik gelişmeleri değişen gazetecilik prensipleri ve medya ortamının içinde bulunduğu sermaye ve iktidar ilişkilerini hesaba katarak tartışmalıyız.
Medyanın holdingleşmesi sonucu editöryal bağımsızlık sorunu başat bir problem haline gelmiştir. Haber değerleri muhabirlerin çalıştıkları medya grubunun ekonomik faaliyetleri ve iktidarla olan ilişkileri üzerinden tanımlanmaya başlamıştır. Tez için gazetecilerle yaptığımız mülakatlarda da işverenin ekonomik ilişkilerine zarar verecek haberleri yapmanın mümkün olmadığının yazılı olmayan bir kural olduğunun altı defalarca çizilmiştir. Habercilik bir kamu hizmetinden ziyade medya gruplarının başka sektörlerdeki faaliyetleri yanında -ve bazen tam da bunun için- yürüttükleri bir business halini almıştır. Bu sürecin muhabirler açısından sonuçları ise oldukça vahim olmuş, yönetici kadrolar ile reklam servisi gibi bölümlerin haber üretimindeki rolü artarken muhabirler haber üretim sürecindeki denetim ve bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir (Yeşilyurt, 2014). Bu yazı kaleme alınırken yaşanan -belki de artık sıradanlaşmış- bir olay muhabirlerin haber üzerindeki zaten oldukça kısıtlı olan denetimlerini tamamen kaybettiklerini göstermektedir. Bu olaya kısaca değinmek gerekirse, 11 Temmuz 2015 günü yayımlanan Star Gazetesi “Uygurlar Üzerinden YENİ GEZİ TUZAĞI” haberini manşetten Saadet Oruç imzasıyla vermiştir. Spotta ise “Ağaç bahanesiyle sokağa dökülen Geziciler dev projelerin durdurulmasını istemişti. Doğu Türkistan iddialarıyla vatandaşları tahrik eden provokatörlerin hedefinde ise Çin ile milyon dolarlık yatırımlar, Avrupa ve ABD’nin istemediği füze anlaşması, dev teknoloji transferleri…” metni yer almaktaydı. Ertesi gün gazeteci Saadet Oruç kişisel twitter hesabından yaptığı açıklamada aslında “Cumhurbaşkanı’nın Çin gezisini sabote edebilecek gelişmeler” vurgulu bir haber yazdığını, imzasıyla manşetten yayımlanan haberdeki Doğu Türkistan-Gezi bağlantısının kendisine ait olmadığını belirtti. Bu örnek gösteriyor ki bırakın muhabirlerin haber üretiminde denetim hakkını, artık muhabirler kendi yazdıkları haberleri bile tanıyamaz hale gelmiş durumdalar.
Kimi zaman havuz sistemi, kimi zaman yeniden yapılandırma olarak adlandırılan haber merkezlerinin birleştirilmesine dayanan bu yeni medya düzeninde aynı anda birçok işi yapabilen, mobil ve “çok-vasıflı” (multi-skilled) muhabirlere ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıntı Dergi’nin bu sayısı için yaptığımız röportajda Yurt Gazetesi’nden atılan Taylan Kesanbilici’nin de örneklendirdiği üzere aynı anda birçok alana bakabilen “joker” muhabirlerin bir alanda uzmanlaşmasının önüne geçilmektedir. Fakat pratikte muhabirlerin üzerindeki iş yükleri ve baskı gittikçe artmaktadır. Sonuçta, yeni rejim çok-vasıflılıktan ziyade gazetecilerin vasıfsızlaşmasına yol açmaktadır (Phillips, 2011: 94). Soru soran, araştıran, saf bilginin arkasındaki hakikatin peşine düşen bir muhabir modelindense, aynı anda birçok alana bakarak iktidar ve piyasa baskısı altında seri bir şekilde birbirine benzer içerikler üreten, bunu yaparken de “etliye sütlüye dokunmayan” bir muhabir modeli tercih edilmektedir. Tez için gazetecilerle yaptığımız mülakatlarda da Türkiye’de “muhabirliğin bittiği”, “haber üretimi endüstriyelleştikçe muhabirlerin de paryalaştığı” ve dolayısıyla muhabirliğin köşe yazarı veya yönetici olma yolunda bir ara basamak olarak görüldüğü sıklıkla dile getirilmişti (Yeşilyurt, 2014).
Bu çerçevede, 2008 yılında BBC’nin televizyon, radyo ve online haber platformlarını multimedya bir haber merkezinde birleştirmesi sadece çağın gerektirdiği bir modernleşme hamlesi değil, aynı zamanda çok acımasız bir şekilde işten çıkarmalara sebep olan bütçe kesintisi programının da bir parçasıydı (Lee-Wright ve Phillips, 2011: 73). Türkiye’de de son dönemde haber merkezlerinde yaşanan “dönüşümler” benzer saikler etrafında örgütlenmekte. Bu hususta, 3 Mayıs 2015 Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde GÖP’ün yaptığı açıklamada değinilen “muhabirsiz, foto muhabirsiz bir gazetecilik” (Tılıç, 2015: 90) tam da bu dönüşümlerin sonucuna işaret etmektedir.
Sonuç
Son dönemde haber merkezlerinde yeniden yapılanma adı altında yaşanan “dönüşümler” bir taraftan gazeteciliğin gittikçe ajanslara bağımlı hale gelmesi sebebiyle içeriklerin standartlaşması ve tek tipleşmesi yüzünden halkın haber alma özgürlüğünü elinden alırken, diğer taraftan ise dışarıda haber peşinde koşan bir haberciliğin değersizleşmesine işaret etmekte. Davies’in İngiltere’de gazeteciliğin geldiği durumu ifade etmek üzere journalism kelimesinden ziyade churnalism sözcüğünü tercih etmesinin sebebi tam da buydu (Davies, 2008: 59). İngilizce’de “churn” fiili “karıştırmak, çırpmak” manasına gelmekte. Davies’in kastettiği de artık ofiste oturduğu yerden kalkmadan haber ajanslarından ve PR şirketlerinden gelen materyalleri kesip biçerek haberleştiren bir gazetecilik anlayışının İngiliz medyasına egemen hale geldiğiydi. Türkiye’de işin içine iktidar baskısının vardığı akıl almaz boyutları da katarsak, bugün “doğruyu söyleme mesleği” olarak gazeteciliğe (Tılıç, 2015: 82) belki de hiç olmadığı kadar ihtiyacımız olduğunu görebiliriz. Geçtiğimiz seçim döneminde yapılan yayıncılık faaliyetleri de bugün dürüst, bağımsız, hakikatin peşinde koşan bir habercilik anlayışının Türkiye’nin çok büyük bir açığı olduğunu bir kere daha göstermiş oldu.
Öte yandan, H. M. Enzensberger’in (1970) söylediği üzere medya endüstrisinin burjuva-kapitalist karanlık tarafındansa “yeni” medyanın sosyalist bir medya kuramı için açtığı imkanlara da odaklanmalıyız. Ancak bu şekilde her kullanıcının kolektif üretime yaratıcı bir şekilde katılımına imkan veren özgürleştirici bir medya kullanımını olanaklı kılabiliriz. Tam da bu sebeple son dönemde sosyal medya üzerinden veya başka kanallardan online olarak örgütlenen alternatif habercilik platformlarında başka bir dünyanın izlerini görebiliriz.
DİPNOTLAR
[1] Raporun tam metni için; http://www.cgd.org.tr/_belgeler/medya_raporu_05_07_2015.docx (Erişim tarihi: 10.07.2015).
[2] Raporun tam metni için; https://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/165920-nisan-mayis-haziran-2015-tam-metin (Erişim tarihi: 14.07.2015).
[3] İstanbul’un medyanın merkezi olmasının ekonomi politik bir tartışması için Mustafa Sönmez’in Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı (2010) isimli çalışmasına bakılabilir.
[4] http://www.sendika.org/2014/01/isten-cikarilan-radikal-ve-hurriyet-daily-news-emekcilerinden-manifesto/ (Erişim tarihi: 12.07.2015).
[5] http://www.bianet.org/bianet/medya/156673-dijitalde-radikal-2-ye-yer-bulamamislar (Erişim tarihi: 12.07.2015).
[6] http://www.diken.com.tr/aglayan-basin-patronunun-son-vukuati-vatan-gazetesinin-ankara-burosuna-kilit-vuruldu/ (Erişim tarihi: 12.07.2015).
[7] http://www.internethaber.com/kanal-dde-neler-oluyor-kimler-isten-cikartildi-733154h.htm (Erişim tarihi: 12.07.2015).
[8] http://www.tgs.org.tr/basinda-toplu-isten-cikarmalar-suruyor/ (Erişim tarihi: 09.07.2015).
[9] http://www.cgd.org.tr/index.php?Did=326 (Erişim tarihi: 09.07.2015).
KAYNAKÇA
Braverman, H. (2008), Emek ve Tekelci Sermaye: Yirminci Yüzyılda Çalışmanın Değersizleştirilmesi, çev. Ç. Çidamlı, İstanbul: Kalkedon (Özgün eser 1974 tarihlidir).
Çakmur, B. (1998), “Kültürel Üretimin Ekonomi Politiği: Kültürün Metalaşmasında Genel Eğilimler”, Kültür ve İletişim (Kİ), 1998, 1(2) Yaz, 111-148.
Davies, N. (2008), Flat Earth News, London: Vintage.
de Botton, A. (2015), Haberler: Bir Kullanma Kılavuzu, çev. Z. Baransel, İstanbul: Sel Yayıncılık (Özgün eser 2014 tarihlidir).
Enzensberger, H. M. (1970), “Constituents of a Theory of the Media”, New Left Review, no. 64, sf. 13-36.
Kaya, A. R. (2009), İktidar Yumağı: Medya-Sermaye-Devlet, Ankara: İmge Kitabevi.
Lee-Wright, P. ve Phillips, A. (2011), Doing it all in the multi-skilled universe, P. Lee-Wright, A. Phillips, ve T. Witschge, Changing Journalism içinde (sf. 63-80), New York: Routledge.
Marx, K. (1990), Capital, vol. I, London: Penguin Classics (Özgün eser 1867 tarihlidir).
Örnebring, H. (2010), “Technology and journalism-as-labour: Historical perspectives”, Journalism, 11(1): 57-74.
Phillips, A. (2011), Faster and shallower: homogenisation, cannibalisation and the death of reporting, P. Lee-Wright, A. Phillips, ve T. Witschge, Changing Journalism içinde (sf. 81-98), New York: Routledge.
Sönmez, M. (2010), Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı, İstanbul: Yordam Kitap.
Sözeri, C. (2015), Türkiye’de Medya-İktidar İlişkileri: Sorunlar ve Öneriler, http://www.istanbulinstitute.org/content/userfiles/files/Türkiye_de_Medya-İktidar_İlişkileri-BASKI.pdf (Erişim tarihi: 13.07.2015).
Tılıç, L. D. (2015), “AKP Döneminde Medya: ‘Tape Tape’ Kullanılan Gazetecilik”, Ayrıntı Dergi, no. 10, sf. 82-90.
Yeşilyurt, A. (2014), “The Role of Reporters in Corporate Media: An Inquiry into the Labour Process of News Reporters in Turkey”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.