Küresel Cihadın Yeni Adresi: “İslam Devleti”

3 Mart 1924’te Mustafa Kemal tarafından kaldırılan hilafet, 90 yıl sonra, 29 Haziran 2014’te yeniden ilan edildi[1]. Ramazan ayının ilk gününe denk gelen ve sosyal medyadan yayılan bu açıklama, Müslüman toplumlardaki geniş kesim de dahil olmak üzere dünya kamuoyu tarafından çok da ciddiye alınmadı ve ‘kıymeti kendinden menkul’ deklerasyonlar kategorisine yerleştirildi. Duyuru, o güne kadar Irak Şam İslam Devleti olarak bilinen ve adını bu açıklamayla birlikte ‘İslam Devleti’ne çeviren örgütün sözcüsü Ebu Muhammed El Adnani’nin imzasını taşıyordu. Kuran’dan alıntılarla süslü açıklama, hem hilafeti ‘müjdeliyor’ hem de ‘İslam Devleti’ni tanıtıyordu[2]. ‘İslam Devleti’ sınırları olarak, Suriye’nin Halep kentinden, Irak’taki Diyala’ya kadar olan geniş bir coğrafya tanımlanıyor, ‘Sünnilerin egemen olduğu’ bu bölgede, ‘dinsel sapkınlığın aşağılandığı, şeriat kanunlarının yürürlüğe sokulduğu, türbe ve haçların yıkıldığı, mahkumların kılıç zoruyla salıverildiği, halkın güveninin tesis edildiği, vali ve kadıların atandığı, gayrimüslimlere vergi (cizye) konduğu, mescitlerde dersler verildiği’ ifade ediliyor, tek eksiğin ‘her müslümanın hayali’ olarak tanımlanan halifelik olduğu vurgulanıyordu. Açıklamanın ilerleyen bölümlerinde bu ‘hayalin’ vücuda geldiği kişi tanıtılıyordu; ‘Halife İbrahim’, dünya kamuoyunda bilinen ismiyle Ebu Bekir El Bağdadi; yani Irak Şam İslam Devleti (ya da yeni adıyla ‘İslam Devleti’) örgütünün lideri. Açıklamada Bağdadi’nin gerçek adının İbrahim olduğu ve peygamber soyundan (Kureyş aşiretinden – bir halifelik ön koşulu) geldiği iddia ediliyordu. İki gün sonra yeni ‘halifenin’ ses kaydı da yayınlandı; ‘tüm müslümanlar cihat için İslam Devleti’ne göç etmeye’ çağrılıyorlardı. Dünyada o güne kadar farklı savaş coğrafyaları arasında mekik dokuyan ‘mobil cihatçılar’ ilk kez bir ‘devlet’ kurma aşamasına gelmişlerdi artık. Üstelik bu, sınırları her geçen gün genişletilmek üzere kurulan bir ‘devletti’. Batı’da bu yeni oluşumu tanımlamak için kullanılan yakıştırmalardan biri de ‘Cihadistan’ olacaktı.

‘İslam Devleti’nin kökeni

Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) kökleri genellikle, Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı işgal etttiği döneme dayandırılıyor ama konuyu biraz daha etraflı şekilde kavramak için aslında daha eskilere gitmek gerekiyor. Afganistan’da 1979 yılında başlayan Sovyet işgali ve o işgale karşı savaşmak için Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenen cihat savaşçıları, ‘İslam Devleti’ militanlarının ‘ataları’ sayılabilir. CIA, Afganistan’ı ‘Sovyetlerin Vietnamı’ haline getirmek için Suudi Arabistan’dan akan fonlar ve Paksitan’ın lojistik desteğiyle uluslararası cihat arenasına dönüştürmüştü. Ancak Suudi Arabistan ve körfez ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dörtbir yanından savaşçıların biraraya geldiği bu ‘cihat kampları’ zamanla arkasındaki güç odakları tarafından çok da rahat kontrol edilemeyen bir yapıya büründü[3]. 11 Eylül saldırılarının faili olarak gösterilen varlıklı bir Suudi ailesinin üyesi olan Usame Bin Ladin işte bu cihat coğrafyasının ürünü olarak, ABD’nin dostuyken düşmanı oluverdi. Üstelik sadece Bin Ladin değil, Irak’taki Amerikan işgaline karşı savaşacak olan Ürdünlü Ebu Musab El Zarkavi de Afganistan’da ‘cihat tedrisatından’ geçen isimler arasındaydı. Zerkavi, savaşını Afganistan’dan Irak’a taşıdığında bugün artık ‘İslam Devleti’ olarak anılan yapının da tohumlarını atacaktı.

Amerikan işgali sonrası Irak’ta adını duyurmaya başlayan Zerkavi, Afganistan’da tanıştığı El Kaide Lideri Usame Bin Ladin’e 2004 yılında bağlılık yemini etti ve silahlı gurubunun ismini Mezopotamya El Kaide’sine çevirdi[4]. Yaklaşık iki yıl sonra Amerikan işgaline karşı savaşan daha farklı Sünni grupları da bünyesine alan yapı, ‘Mücahit Şura Konseyi’ adıyla faaliyet göstermeye başladı. 2006’da yeni grupların da katılımıyla birkez daha isim değişikliğine gidildi ve ‘Irak İslam Devleti’ kuruldu. Örgütün 13 Ekim 2006’daki kuruluş bildirgesinde sadece yabancı güçlere değil, Şii ‘baskısına’ karşı da mücadele edileceği duyuruldu. Nüfusun çoğunun Şiilerden oluştuğu Irak’ta, Saddam iktidarının devrilmesi sonrası açığa çıka(rtıla)n keskin mezhepçi ayrım, o tarihte Şii ve Sünni örgütlerin, ülkedeki Amerikan işgaline olduğu kadar birbirine karşı da savaştıkları bir ortam doğurmuştu. Katı Şii karşıtı mezhepçi, tutum bu örgütün doktrininde de vücut buldu ve böylece sadece Irak’ta değil, bölgede de tarihi husumet ve nefretten beslenen yeni bir çatışma ekseninin temeli atıldı. Zerkavi katıldığı gizli bir toplantıda, bir Amerikan F-16’sının bombalarının hedefi olup ölünce yerine Ebu Ömer El Bağdadi geçti ancak o da, kısa süre sonra bir Amerikan operasyonuyla öldürüldü. 2010 yılında artık örgütün yeni lideri Ebu Bekir El Bağdadi’ydi. 1971 yılında Irak’ın Samarra kentinde doğan ve Bağdat’ta İslam çalışmaları dalında doktora derecesi olan Bağdadi, Amerikan işgali sırasında kısa bir süre cezaevine girmişti. El Kaide ile örgüt bağlantısının burada kurulduğu iddia ediliyor.

Suriye Savaşı ve IŞİD

Bağdadi liderliğindeki Irak Şam İslam Devleti’nin dünya çapında tanınan bir örgüt haline gelmesi, Suriye’deki savaşla oldu. Cihatçı örgütler, 2011 yılının ortalarından itibaren Suriye savaşına sızmaya başladılar. Esad rejimine karşı savaşan bu örgütlerin en tanınlarından biri, El Nusra Cephesi oldu. El Nusra’nın kuruluşunda rol oynayan isimlerin başında, Irak İslam Devleti örgütü lideri Bağdadi geliyordu. Bağdadi’nin, El Nusra Cephesi’nin kurulması için Suriye’de ‘görevlendirdiği’ isimlerden biri de sonradan bu örgütün başına geçecek olan Ebu Muhammed El Colani’ydi[5]. Nusra Cephesi, Ocak 2012’de kuruluşunu ilan etti ancak kısa sure sonra Bağdadi ile El Nusra lideri Ebu Muhammed El Colani arasında bir ‘iktidar çekişmesi’ ortaya çıktı. Colani, El Nusra’nın, Bağdadi’nin emrinde olmadığını duyurdu. Bunun üzerine Bağdadi, Nusra Cephesi’ni lağvettiğini açıkladı ve kendi yönettiği Irak İslam Devleti örgütünün adını Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirdi. Yeni isme eklenen ‘Şam’ ifadesiyle kastedilen, örgütün (devletin) sınırlarının artık sadece Irak’ı değil, Suriye’yi de kapsadığıydı. Bu bölünmeden sonra El Nusra Cephesi’ndeki çoğu yabancı cihat savaşçısının Irak Şam İslam Devleti’ne geçtiği biliniyor. El Nusra Cephesi Bağdadi’nin ‘lağvetmesiyle’ birlikte ortadan kalkmadı ama daha çok Suriyelilerden oluşan daha ‘yerel’ bir yapıya büründü. Dünyanın dörtbir yanından Suriye’ye akan savaşçıların yeni adresi ise artık ağırlıklı olarak IŞİD olacaktı. IŞİD lideri Bağdadi ve Nusra lideri Colani arasındaki iktidar çekişmesinin nedenleri arasında en başta gösterilen iki lider arasındaki vizyon farklılığı. Bağdadi (örgütün adından da anlaşılabileceği gibi) bir İslam emirliği (devleti) kurmayı hedefliyor. Örgütün (IŞİD’in) operasyon alanının Suriye’ye dönük olarak genişletmesiyle hedeflenen, Suriye’de Esad rejimine karşı verilen savaşa destek olmaktan çok, bu savaşta ortaya çıkan boşluğu değerlendirerek ‘devletin’ sınırlarını genişletmek[6]. El Nusra Cephesi ise Suriye’de Esad rejimini devirerek yerine bir şeriat yönetimi kurmak için savaştığını duyurdu.

El Kaide – IŞİD gerilimi

Suriye’deki ‘cihat cephesinde’ yaşanan bu bölünme kimin El Kaide’nin ‘gerçek’ temsilcisi olduğu tartışmalarına yol açtı. IŞİD, adı henüz Irak İslam Devleti’yken (ve sadece Irak cephesinde savaşırken) lideri Zerkavi’nin El Kaide’ye bağlılık yemini etmesiyle birlikte bu örgütün adeta bir ‘şubesi’ olarak tanınıyordu. Ancak IŞİD ve El Nusra Cephesi arasındaki anlaşmazlık bir noktadan sonra ‘şemsiye kuruluş’ El Kaide’nin de devreye girmesine yol açtı. Haziran 2013’te El Kaide lideri Eymen El Zevahiri’nin bir mektubu basına yansıdı. Bu kez Zevahiri, IŞİD’I lağvediyordu. Zaten Colani de El Nusra’nın Zevahiri liderliğindeki El Kaide’ye bağlılığını duyurmuştu. Zevahiri’nin cihatçılara adres olarak El Nusra cephesini göstermesi uluslararası analiz pazarında ‘IŞİD’in sonu’ yorumlarının popülaritesini kısa sureliğine de olsa artırdı belki, ancak bu yorumlar doğru çıkmadı. Tam tersine, Suriye savaşı IŞİD’in ‘yıldızının parladığı’ bir süreci başlatırken, El Kaide yönetimini gölgede bıraktı. IŞİD-El Nusra ikiliği küresel cihat tarihindeki en büyük bölünmelerden biri olurken, Bağdadi’nin, El Kaide lideri Zevahiri’nin ‘IŞİD’in lağvedilmesi’ emrine itaatsizliği de son dönemlerdeki en dikkat çekici başkaldırılardan biriydi. IŞİD sözcüsü Adnani’nin Nisan 2014’te yaptığı bir açıklama örgütün mevcut El Kaide yönetiminden koptuğunun net bir ifadesiydi. Açıklamada, ‘Bugün El Kaide artık Cihat’ın tabanı olmaktan çıkmıştır’ deniyor, örgüt Müslüman Kardeşler’in peşine takılıp ‘yumuşamakla’ suçlanıyordu[7]. El Kaide ile, Zerkavi ile başlayıp, Bağdadi döneminde de devam eden Irak örgütlenmesi arasındaki gerilim böylece bir kopuş ile sonuçlandı. El Kaide lideri Usame Bin Ladin öldürüldükten sonra yerine geçen yardımcısı Eymen El Zevahiri, Irak yapılanmasını başvurdukları şiddetin dozajı ve taktikleri nedeniyle uzun süredir eleştiriyordu. Oysa bu şiddet dozajı ve bir İslam emirliği kurma hedefi, yabancı cihat savaşçıları arasında IŞİD’in popülaritesini artırıken, El Kaide’nin popülarite kaybı yaşamasına yolaçacaktı.

‘İslam Devleti’nin ideolojisi

Üzerinde ‘peygamber mührü’ bulunan siyah bayrağın altında toplanan ‘İslam Devleti’ (IŞİD) militanları ve sempatizanlarının etrafında buluştuğu ortak düşünce Selefi cihat anlayışı olarak özetlenebilir. Cihat olgusunun kavramsallaştırılmasında da önemli rol oynayan İbn Teymiyye’nin görüşlerinin damga vurduğu Selefilik, ‘önceleyen – öncül’ anlamına geliyor. Bu akım, İslam’da ilk döneme ait aktarımlara ve bunlar çerçevesinde oluşturulan pratiklere katı bir bağlılık içeriyor ve aklın öncelenmesini reddediyor. Selefilerin düşünsel önderleri arasında İbni Teymiyye’nin yanısıra, 18. Yüzyılda Suudi Arabistan’da doğan Vahabiliğin kurucusu, Muhammed İbn Abdülvahab da geliyor. Ona göre de inananlar için esas olan, Kuran ve hadislere katı bir bağlılık ve meşru olmayan yeniliklerin reddi[8]. Örgüt ele geçirdiği yerlerde rehber olarak Abdülvahab’ın ‘Kitab-ül Tevhid’ini dağıtıyor. ‘İslam Devleti ideolojisinde’ baskın bir diğer kavram da selefi kampın dahi aşırı ucu olarak nitelenen tekfirci yaklaşım; yani selefiliğe aykırı tutumların sapkınlık olarak yorumlanması. Bu nedenle İslam’daki farklı mezheplere düşman gözüyle bakılıyor ve bu listenin başında da Şiiler, Nusayriler ve Aleviler geliyor. Nusayriler, Suriye’de IŞİD militanlarının başlıca hedefiydi. Örgüt, Irak’ta da Şii hakimiyetindeki yönetimi, tarihsel bir referansla ‘Safevi devleti’ olarak nitelendiriyor[9]. Irak’ta da hedef listesinin başında Şiiler geliyor. Musul ele geçirildikten sonra bölgeye gittiğimde, kenti terk eden çok sayıda Şii Türkmen ile konuşma şansı buldum, IŞİD tarafından göçe zorlandıklarını gitmeyenlerin ölümle tehdit edildiğini aktardılar.

Esir alınan Şii kökenli asker ya da polisler ise siviller kadar ‘şanslı’ olamayabiliyor. Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da toplu infaz görüntüleri bir süredir internette dolaşıyor (Irak Savunma Bakanlığı, Musul’dan sonra ele geçirilen Tikrit kentinde esir alınan 170 askerin öldürüldüğünü doğruladı. İnternette Iraklı askerlerin infaz edildiğini gösteren onlarca video mevcut) ‘İslam Devleti’ (IŞİD) ele geçirdiği yerlerdeki hristiyanları ise –eğer kaç(a)madılarsa- vergiye bağlıyor ve onlardan ‘cizye’ topluyor. Örgüt esirleri infaz için ateşli silahla vurmanın yanısıra, kılıçla kafa kesmeye de sıklıkla başvuruyor. Son dönemde giderek artan bir başka infaz yöntemi ise ‘çarmıha germe’[10]. İnfazlarının görüntülerini sosyal medya üzerinden paylaşıma sokan örgüt artık dünyanın dörtbir yanındaki radikal İslamcılar için de bir ‘cihat mıknatısına’ dönüşmüş durumda. ‘İslam Devleti’ saflarında savaşan kaç kişinin olduğu tam olarak bilinmiyor ancak Irak ve Suriye’deki militanların sayısının on binden fazla olduğu düşünülüyor. Bu sayının içinde yabancılar çoğunluğu oluşturmasa bile önemli yer tutuyorlar. Dünyanın dörtbir yanından; Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkelerinden, Kafkasya’dan (özellikle Çeçenistan’dan[11]), Batı’dan gelen ve sayısı binleri bulan savaşçılar var. Çok sayıda Türk de bu örgütün safında savaşmak için sınırı geçiyor. ‘İslam Devleti’ ve diğer cihat örgütleri safında kaç savaşçı olduğu tam olarak bilinmiyor ve emniyet-istihbarat kaynakları tarafından açıklanmıyor. Açıkçası boyutu her geçen gün büyüyen ‘ulusal güvenlik sopasıyla’ güdülen ana akım medya organları da bu konuda çok istekli değil. Ancak arada çıkan bazı haberler ‘Türk cihatçılarla’ ilgili resmin parçalarını görmemizi sağlıyor. Bu konuda çok da taze sayılamayacak bir veri Bugün Gazetesi’nde yer almıştı. Gazetenin İçişleri Bakanlığı’nın raporuna dayandırdığı bir haberde, 2013 yılı itibariyle Suriye’de El Kaide bağlantılı örgütler safında 500 Türk’ün savaştığı iddia ediliyordu[12]. Son dönemde Milliyet Gazetesi’nde yer alan bir haber durumun ciddiyetiyle ilgili önemli bir iddiayı ortaya koyuyordu. Suriye’de IŞİD saflarında savaşırken yaralanan 14 yaşındaki bir ‘çocuğun’ yaşadığı Ankara’daki Hacıbayram Mahallesi’ne giden muhabir, muhtardan 30 kişinin savaşmak için Suriye’ye gittiğini öğrenmişti[13]. Haber yapmak için gittiği Suriye’de yaklaşık 40 gün IŞİD militanları tarafından alıkonulan Bünyamin Aygün de dönünce yaptığımız mülakatta, örgütün içinde çok sayıda Türk’ün olduğunu aktarmıştı[14]. İnternette kısa bir tarama yapılarak, İslam Devleti (IŞİD) saflarında savaşan Türklerin sosyal medya platformlarındaki paylaşımlarına rastlanabiliyor.

Türkiye’nin sadece ‘İslam Devleti’ için değil, özellikle Suriye’de savaşan diğer cihatçı örgütler için önemli lojistik rotalardan biri olduğuna da özellikle uluslararası araştırma kuruluşlarının raporlarında ve saygın medya kuruluşlarının haberlerinde yer veriliyor. Bu konuda, muhabir olarak ‘alana’ indiğim sırada benim de çeşitli gözlemlerim oldu. Yeri geldi, İstanbul’dan Hatay’a seyahat ettiğim (bazılarının cihat ekspresi adını taktığı) tarifeli THY uçağı ile yaptığım yolculukta bu yabancı cihatçılara rastladım, yeri geldi sınırdan telsiz ve röleler kaçıran ‘muhalif savaşçılara’ tanıklık ettim[15]. Türkiye’nin rolü özellikle de Suriye’deki savaşta hep tartışma konusu oldu. Bu yazının konusu olmadığı için uzun uzun buna değinmiyorum ancak yakın dönemden bir örnek bu bölümü bağlarken yerinde olacaktır. Irak’ta Musul IŞİD’in eline geçtikten sonra haber yapmak için Erbil’i Musul’a bağlayan yolda Musul’dan kaçan Şii Türkmenlerle röportaj yaparken hiç beklemediğimiz bir tepkiyle karşılaştık. Mikrofonumuzu uzattığımız otuzlu yaşlardaki bir erkek öfkeyle yüzünü çevirdi. ‘Bizi neden reddettiğini’ sorduğumda ise onları Musul’dan kovan IŞİD militanlarını kastederek: ‘Bunları başımıza hep siz sardınız, Türkiye’nin yüzünden oldu bunlar’ dedi ve yanımızdan uzaklaştı.

Irak Şam İslam Devleti’nden, ‘İslam Devleti’ne

IŞİD’in Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u, bir ‘yıldırım harekatıyla’ 11 Haziran’da ele geçirmesi birçokları için süpriz oldu. Bu işgal, Türkiye’nin gündemine de 32 TIR şoförü ve Musul Başkonsolosluğu’ndaki, aralarında Başkonsolos’un da bulunduğu 49 kişi kaçırılınca birinci sıradan girdi. O an, pek çok kişi adını Suriye savaşında duyuran bu örgütün aslında Irak’ta uzun süredir gündemde olan bir gerçek olduğunu yeni fark etti. Örgüt, Amerikan destekli Sahva (Uyanış) örgütlerinin[16] Anbar Vilayeti’nde boy göstermesi nedeniyle bir süre güç kaybetse de yeniden dirilmişti. ABD Irak’tan çekildikten sonra El Kaide’ye karşı kuruluşuna ön ayak olduğu ‘Uyanış grupları’ da etkilerini yitirdi. IŞİD 2014’ün ilk günlerinde Felluce ve Ramadi’yi ele geçirdi.

Örgütün temelini korumasında Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin yönetimdeki Şii kayırmacılığının dozajını artırması da önemli rol oynadı. Irak’ta Sünniler altlarındaki zeminin kaydığı düşüncesiyle her geçen gün daha da radikalleştiler. Zaten kısa süre içinde, Musul’un ardından Tikrit ve Telafer gibi kentler de düşerken, IŞİD’in Irak’taki ilerleyişinde yalnız olmadığı, başka bazı silahlı Sünni gruplarla bir koalisyon halinde olduğu anlaşıldı. IŞİD’le birlikte hareket eden bu gruplar içinde belki de en çok dikkat çekeni ise Saddam Hüseyin’in sağ kolu olarak bilinen ve Amerikan işgali sırasında sağ kalmayı başaran ender isimlerden ‘İzzet İbrahim El Düri’nin Nakşibendi Düzen Ordusu’ydu. Irak’taki mezhep gerilimi, selefi cihatçı IŞİD ile, Arap ulusçuluğu damarından beslenen Baas ideolojisine yakın bu grubu yanyana getirebilmişti, en azından bir süreliğine[17].

IŞİD’in Musul işgaline Sünni kesimin bir bölümünden toplumsal destek bulduğuna dair işaretleri biz de orada gözlemleyebilmiştik. İşgal sırasında kenti terk edenlerin bazıları geri dönüyorlardı. Halk arasında ‘neredeyse her hafta bombaların patladığı Musul artık çok daha güvenli’ gibi söylentiler kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Bu görüştekilerin çoğu, işgale giden yolda bombaları patlatanın kentte istikrarsızlık yaratmaya çalışan IŞİD değil, ‘olağanüstü hali’ meşrulaştırmaya çalışan Maliki yönetimi olduğuna kendini inandırmıştı. Geri dönüşlerin bir sebebi de kentteki ekonomik ve sosyal hayatın yeniden tesis edildiğine ilişkin gözlemlerdi. IŞİD ele geçirdiği yerlerde bir ‘çete’ gibi değil, bir ‘devlet’ gibi davranıyor. Eski kurumların yerine kendi kurumlarını koyuyordu. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD’in) 29 Haziran 2014’te adını ‘İslam Devleti’ olarak değiştirmesinin en önemli nedeni ise örgütün resmi sınırları tanımaması ve genişleme kararlılığı . Kısa vadede (Irak’ta başkent Bağdat’ın düşürülmesinden sonra) yeni hedeflerini, Ürdün ve Lübnan olarak açıkladılar. Tahayyül sınırları ise once tüm Müslüman ülkeleri, sonra da dünyayı kapsayan bir halifelik. Bu nedenle, az once de değinildiği gibi ‘İslam Devleti’mensuplarını salt üzerine ağır silahlar yerleştirilmiş Toyota pikaplarla yağmadan yağmaya koşan bir grup olarak görmek yanlış olur. Yapıyı anlamak için gelir kaynaklarına ve nasıl kurumsallaştığına bakmak da gerekiyor.

Cepheden, tüketici koruma ofislerine ‘İslam Devleti’

‘İslam Devleti’ kasısındaki 2 milyar dolarla[18] şu anda dünyanın en zengin cihat örgütü olarak kabul ediliyor. Başlarda, bölgedeki Şii etkisinin yayılmasına karşı kaynaklarını seferber eden Suud yönetimi ve zengin körfez şeyhlerinin akıttığı fonlarla serpilen yapı, Suriye’de Esad rejimine karşı verilen savaşta da ‘Esad’ın devrilmesi’ için uluslararası vekaletçilerinden kaynak temin etmekte zorlanmadı. 2012 sonlarına kadar Suriye cephesinde muhalif örgütler arasında bu ölçüde bir çatlak yoktu ve Esad’a karşı savaşan herkes ‘muhalif’ olarak pamuklara sarılıp kollanıyordu. Zamanla bu muhalif koalisyon çöktü ve IŞİD bunun Esad rejimine karşı bir savaş değil, kendi emirliğini kurma savaşı olduğunu deklare edip namluyu diğer muhalif güçlere çevirdi. İşta tam da bu sırada Batı dünyasında Suriye’deki radikal İslamcı örgüte tehdidine ilişkin bir algı oluştu ama artık vakit çok geçti. IŞİD, ‘Körfez’den gelen düzenli bağış mekanizmasını kurmuş, fidye karşılığı adam kaçırma gibi eylemlerle kasasını doldurmuştu. Ancak bir savaşı finanse etmek ve ele geçirdiği yerlerdeki kurumları maaş ve yardım dağıtarak işler kılmak için daha çok paraya ihtiyaç vardı. Bunun için de stratejik bir ‘genişleme’ politikası izlendi. Suriye’nin kuzeyindeki petrol sahaları artık ‘İslam Devleti’nin elinde. Sadece Suriye’de değil, dünyanın sayılı petrol üreticileri arasında yer alan Irak’ta da bu bölgeler için önemli mücadele veriliyor. Bu yazı kaleme alındığında günde 300 bin varil petrol üreten Irak’ın ikinci büyük ekonomisi Beyci refinerisi için savaş sürüyordu. ‘İslam Devleti’ nin ele geçirdiği yerlerde topladığı vergiler de gelirine katkı sağlıyor. Musul ele geçirildiğinde Merkez Bankası kasasında yaklaşık 425 Milyon Dolar olduğu tahmin ediliyor. Bunun yanı sıra külçe külçe altınlar da artık ‘İslam Devleti’nin ekonomisine katkı sağlıyor. Bir de tabii ‘savaş ganimetleri’ var; özellkle de silah ve mühimmat. Örgüt ,Musul’u ele geçirdikten sonra kaçan Irak askerlerinin çoğu Amerikan yapımı olan araçlarına el koydu, silah depolarını boşalttı. Suriye’de de diğer muhalif örgütlerin silah ve cephanelerine el konuyor. Bu yüzden ‘müttefiklere’ ve/veya ‘ılımlı muhaliflere yardım’ aslında bir aldatmaca; silahlar bir kez çatışma bölgesine gönderilince, onların gerçek sahibinin kim olacağı asla kestirilemiyor.

‘İslam Devleti’ ele geçirdiği bölglelerdeki türbeleri ‘Allah’a şirk koşulduğu’ gerekçesiyle yıkıyor, kiliselerdeki haçları tahrip ediyor. Suriye’nin kuzeyindeki Rakka kentin denetimini elinde bulunduran, El Nusra Cephesi örgütünü 2013’ün son aylarında kovan örgüt, bir bildiri yayımlayarak kentteki şeriat kurlallarının ana hatlarını duyurmuştu, benzer bir bildiri, Musul ele geçirildikten sonra da yayımlandı. Buna göre; hırsızlık yapanların elleri kesilecekti. Erkeklere namaz kılma, kadınlara çarşaf giyme zorunluluğu getirilmiş, alkol, uyuşturucu ve sigara kullanımı ile silah bulundurmak yasaklanmıştı. Ancak ‘İslam Devleti’nin ele geçirdiği yerlerde tutunabilmek için sadece sopadan değil havuçtan da faydalandığını görmek gerekiyor. Örneğin Musul’da Bağdat yönetimi için çalışanlar arasından ‘tövbe edenler’ affedildi. Örgütün daha uzun süredir elinde tuttuğu Rakka’da ise ‘sosyal hizmet’ çalışmalarına hız verildi. Burada bir pazar yeri inşa edildi, kentin farklı noktaları arasında ulaşım hizmetleri konuldu, çevre düzenlemeleri yapıldı, posta hizmetleri, elektrik dağıtım bürosu gibi hizmetlerin işleyişi sürdürüldü[19]. Hatta Rakka’da ‘sosyal hizmetler’ çalışmaları kapsamında, pazardaki ürünleri denetleyen, gerektiğinde tüketicilerin şikayetlerini iletebilecekleri bir tüketici ofisi bile kuruldu. Örgüt bu gibi faaliyetlerini, ‘El Hayat Basın Merkezi’ tarafından internette yayımlanan ‘İslam Devleti Raporu’ adlı dergide duyuruyor[20].

Ancak bu hizmetler elbette sadece ‘İslam Devleti’ne biat edenler için yürürlükte. Örgüt Suriye’nin Rakka kentini ele geçirdikten sonra Türkiye’ye kaçan ve Esad rejimine karşı etkili muhalif yayıncılığıyla tanınan Rami Cerrah ile konuşmuştuk. Muhaliflerin tamamen ele geçirdiği ilk büyük Suriye kenti olan Rakka’nın örgüt tarafından birkez daha nasıl işgal edildiğini anlatmıştı. ‘İnsanlar günlerce bombalanmışlardı, her gün ölüm tehlikesi yaşıyorlardı. Birisi geldi ve ‘güvenliğinizi ben sağlarım’ dedi. İşte bu IŞİD’di. İnsanlar bunu söyleyenin sakalı uzun mu kısa mı diye bakmamışlardı’ demişti. Ancak ‘yeni gelenler’ rejim karşıtı yayın yaptıkları radyo istasyonunu bastılar, bazı arkadaşlarını tutukladılar ve Rami kaçarak canını zor kurtardı. ‘Şu andan sonra her aktivistin tek görevi, sivil toplumun tamamen radikal İslamcılar tarafından ele geçirilmesini önlemek’ demişti[21]. Rami’yle bu mülakatı yaptığımız günden sonra geçen yaklaşık 6 ayda ise örgüt tam tersine güç kazandı; kontrol ettiği bölgeleri genişletti; Irak’ın kentlerini de ele geçirdi ve hilafet ilan etti. ‘İslam Devleti’ kendi cihatçı kuşağını yetiştirmek için de hummalı bir faaliyet içinde. Ele geçirdiği bölgelerde dini eğitim faaliyetlerine girişiyor, kendi inanç sistemini açıklamak için propaganda araçlarıyla, köy köy, kasaba kasaba çalışma yürütüyor, kendi imamlarını eğitiyor, özellikle gençlere ve çocuklara yönelik Kuran eğitim kursları düzenliyor. Bu noktada Afganistan’daki Taliban’dan farkı sadece erkek çocukları değil, kızları da dini eğitime tabi tutması, elbette kızlar erkeklerden ayrı sınıflarda eğitim görüyor[22].

‘İslam Devleti’ ve Türkiye

Önceki bölümlerde cihat savaşçılarının çatışma bölgesine ulaşımda Türkiye’nin nasıl bir transit rota haline geldiğine kısaca değindim. 911 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırının Esad’ı çökertme amacıyla verilen savaşta kontrolsüz bırakılmasının payı bunda büyük. Türkiye’nin güney illeri, yabancı savaşçılar için sadece bir geçiş rotası değil; aynı zamanda yer yer bir ‘cephe gerisi’ görevi görüyor; yaralanan savaşçıların tedavileri buradaki hastanelerde yapılıyor, sınırı geçip savaşmak için bölgeye gelen cihatçılar ‘kontaklarıyla’ buralarda buluşuyor. Bu yaşananlar karşısında Türkiye’nin de dokunulmazlığı yok elbette. Hatay Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013’te düzenlenen ve 53 kişinin hayatını kaybettiği bombalı saldırıyı Irak Şam İslam Devleti’nin üstlendiği, bunu Türkiye’nin Suriye sınırında ele geçirdiği sınır kapılarını kapatmasına bir misilleme olarak yaptığı iddia edilmişti. Gerçi resmi makamlar, olayın faillerinin Suriye rejimiyle işbirliği içindeki ‘Acilciler’ grubu ile ilişkili olduğunu açıklasalar da bu açıklamanın her kesimi tatmin ettiğini söylemek güç. Türkiye’nin çözüm süreciyle birlikte artık güneydoğuda ‘şehit vermediği’ günlerde ise Anadolu’nun ortasından şehit haberleri geldi 20 Mart 2014’te IŞİD militanları Niğde Ulukışla’da yol kontrolü yapan güvenlik güçlerine ateş açtılar; bir jandarma astsubayı, bir polis ve bir kamyon şoförü hayatlarını kaybetti. Güvenlik güçlerine ateş açtıktan sonra kaçan ve Pozantı’da yakalanan üç saldırgandan ikisi Arnavutluk biri de Kosova uyrukluydu. Suriye’ye Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) saflarında savaşmaya giden militanlar, beraberlerinde uzun namlulu silahlar ve el bombalarıyla yakalanmışlardı. Örgütün Irak’ın Musul kentini ele geçirdikten sonra once 32 Türk kamyoncuyu rehin alması, ardından kentteki Türk Başkonsolosluğu’nu basarak Başkonsolos, özel harekatçılar, personel ve ailerini kaçırması da Türkiye’nin ve Türk vatandaşlarının ‘dokunulmaz’ olmadığının bir başka kanıtı. ‘İslam Devleti’nin bu aşmada Türkiye’yi bir savaş coğrafyası olarak gözüne kestirdiğini söylemek güç ama Ankara’yı pazarlığa çekmek için emniyetçiler arasında popüler olan deyişle çok kişinin canına malolacak bir ‘sansasyonel eylem’ yapmayacağının da garantisi yok.

‘İslam Devleti’ baki mi?

‘Önce Sykes-Picot haritalarıyla, sonra sömürge yönetimleriyle sonra suni çizilmiş haritalar üzerinde ortaya çıkan ve her biri diğerini suçlayan ulusçuluk ideolojilerine dayalı nevzuhur devlet anlayışlarıyla gelecek inşa edilemez. Sykes-Picot’un bize çizdiği o kalıbı kıracağız’. Bu ifadeler 15 Mart 2013’te Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ait[23]. Davutoğlu, İngiliz diplomat Mark Sykes ile Fransız meslektaşı François Georges-Picot’nun 1916’da yaptıkları gizli anlaşmada çizilen ve geçerliği büyük ölçüde devam eden sınırlara referans vererek Türkiye’nin Ortadoğu’daki restorasyon sürecinin lokomotifi olduğunu müjdeliyordu. İronik olan, ‘İslam Devleti’nin de Suriye ile Irak arasındaki El Kaim sınır kapısını ele geçiriken bunu ‘Sykes Picot’un’ sonu olarak müjdelemesiydi. İnternete yüklenen propaganda videosunda Şilili olduğu iddia edilen Ebu Sefiye kod adlı bir cihatçı, iki ülke arasında kaldırılan bariyerleri göstererek ‘Bu yıktığımız ilk sınır olmayacak’ diyordu[24]. Davutoğlu’nun Ortadoğu’daki entegrasyon hayali sekteye uğrarken Sykes-Picot sınırları, ‘İslam Devleti’ örgütü tarafından kaldırılıyordu. Bunda, birçok farklı etkenin yanısıra, Türkiye’nin Esad rejimini ‘ne pahasına olursa olsun devirme’ kararlılığı da önemli rol oynadı. Türkiye’nin güney komşuları arasında, dünyanın dörtbir yanındaki cihatçılar için mıknatıs görevi gören ‘İslam Devleti’ de var artık.

Irak ve Suriye’de Arap ulusçuluğundan beslenen Baas rejimleri çökerken etnik ve mezhep temelli yeni bir bölüşüm savaşı çoktan başladı. Irak’ın Kuzey bölgesinde uzun süredir merkezi Irak hükümetiyle sorunlar yaşayan Kürtler bağımsızlığa giderken, Suriye’nin kuzeyinde özerklik ilan eden Kürtler de ‘İslam Devleti’ne karşı varolma mücadelesi vermekte. Irak’ta Sünnilere karşı Şiiler de radikalleşerek silahlanıyor. Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılırken ‘İslam Devleti’ mezhep temelli bir ayrış(tır)manın başlıca enstrümanı haline gelmiş durumda. Üstelik birçok ülke böylesi bir bölünme senaryosunu –borsacı deyişiyle- satın almış gözüküyor. Ankara’dan yapılan açıklamalar, Irak’ın bölünme ihtimalinin artık bir kırmızı çizgi olmadığını gösterir nitelikte. Bu süreçte en dikkat çekici açıklamalardan biri ise İsrail’den geldi. Arap İsyanları ve komşusu Suriye’deki savaş konusunda yıllarca sessizliğini bozmayan İsrail, Irak’ta en azından Kürtlerin bağımsızlığına sıcak baktığını açık bir dille ifade etti[25].

‘İslam Devleti’nin sloganı ‘baki kal ve genişle’. Bu yapının bölgede ne kadar süre tutunacağı meçhul. Kontrol ettiği alan genişledikçe, çatısı altında topladığı grup ve aşiretlerin sayısı arttıkça bir süre sonra çeşitli iç çatışmaların yaşanması, çözülmenin meydana gelmesi kaçınılmaz gözüküyor. Ancak yakın tarihten özellikle Afganistan’daki deneyimden çıkarılacak bir başka ders daha var; radikal unsurlar bir bölgede kök saldıktan sonra onları söküp atmak hiç de kolay değil. Yine Afganistan’a bakınca bir başka soru daha akla geliyor; radikal unsurların lojistik olanaklar için başvurduğu ülkeler de bir süre sonra terörün yeni adresi haline gelebiliyor. Bu durumda Türkiye’nin de ‘Pakistanlaşmasının’ önüne nasıl geçileceğini tartışmak gerekiyor.

 

DİPNOTLAR 

[1] Türk Dil Kurumu, halife kavramını, ‘Hz. Muhammed’in vekili olarak Müslümanların imamlığını ve din koruyuculuğunu yapmakla görevli kimse’ olarak açıklıyor.

[2] The Islamic State declaration of Khilafah, http://justpaste.it/g178, (Erişim tarihi:29.06.2014).

[3] Kepel, Gilles (2006) Jihad: The Trail of Political Islam, I.B. Tauris Publishers, London. Sf. 138.

[4] Bu örgüt, Irak El Kaidesi olarak da anılır.

[5] Zelin, Aaron: ‘The War Between ISIS and Al-Qaeda for Supremacy of the Global Jihadist Movement’, WINEP Research Notes, Number 20- June, 2014.

[6] IŞİD bu amacı yüzünden Muhalif kampın diğer bileşenlerinden yoğun tepki çekti. Gerçekten de IŞİD militanları Suriye ordusuyla savaştıklarından çok, Esad’a muhalif gruplarla ve özerkliğini ilan eden Kürtlerle çatışıyorlar. Bu durum muhaliflerin IŞİD’in aslında Esad tarafından desteklenen bir yapı olduğu yönünde iddialarda bulunmasına kadar vardı. Örneğin Suriye Hava Kuvvetleri’nin muhalif hedefleri vururken IŞİD hedeflerini vurmaktan kaçındığı iddia edildi. Ancak Suriye rejimi ile IŞİD arasında böyle bir bağı kanıtlayan somut bir bulguya henüz rastlanmadı.

[7] Zelin, Aaron: ‘The War Between ISIS and Al-Qaeda for Supremacy of the Global Jihadist Movement’, WINEP Research Notes, Number 20- June, 2014, sf. 6.

[8] Hourani, Albert (1997), Arap Halkları Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul. Sf. 308.

[9] Bugünkü İran, Azerbaycan, Afganistan ve Irak toprakları üzerinde 16-18 yy arasında hakimiyet kuran Şii devleti.

[10] Son olarak Suriye’de Halep kırsalındaki Deyr Hafir kasabasında 8 muhalif savaşçı, Batı işbirlikçisi oldukları gerekçesiyle çarmıha gerildi (bkz. Reuters: ISIL crucifies eight rival fighters says monitoring group, http://www.reuters.com/article/2014/06/29/us-syria-crisis-rivals-idUSKBN0F40HX20140629 (Erişim tarihi: 01.07.2014).

[11] Özellikle Suriye’deki Kafkasya kökenli cihatçılar için daha fazla bilgi için önerebileceğim kaynak, Joanna Paraszczuk tarafından kaleme alınan, ‘The Clear Banner: ‘The Clash Over Real Jihad in Syria: ISIS vs. The Caucasus Emirate’ adlı makale. Şu adresten ulaşılabilir: http://jihadology.net/2014/06/04/the-clear-banner-the-clash-over-real-jihad-in-syria-isis-vs-the-caucasus-emirate/

[12] Bugün: “Suriye’de 500 Türk savaşçı”, 26.11.2013, http://gundem.bugun.com.tr/500-turk-savasci-haberi/874617 (Erişim tarihi: 26.11.2013).

[13] Milliyet: ‘Çocuk militan çıkan mahalle çaresiz’, 26.06.2014, http://www.milliyet.com.tr/cocuk-militan-cikan-mahalle-gundem-1903286/ (Erişim tarihi: 26.06.2014).

[14] Ntvmsnbc: “Şu an ölmemeliyim”, 07.01.2014, http://www.ntvmsnbc.com/id/25490388/ (Erişim tarihi: 08.01.2014).

[15] Bu anektodların detayları Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Arap İsyanları Güncesi’ adlı kitapta yer aldığı için burada uzun uzun aktarmıyorum. İlgilisi için bu kitapta, Türkiye’nin Suriye Savaşı’ndaki konumuyla ilgili birçok görüş, haber ve rapordan alıntılar da yer alıyor.

[16] ‘Uyanış’ örgütleri, Irak’ta Amerikan işgaline karşı mücadele eden Sünni aşirtelerinin 2006 sonrasında parayla ‘ikna edilip’, El Kaide’ye karşı savaştırıldığı bir yapı. Sistemin iyi işlediği zamanlarda 100 binden fazla kişinin bu şekilde aylık yaklaşık 300 Dolar maaşa bağlandığı belirtiliyordu. Amerikalılar Irak’tan çekildikten sonra Maliki yönetimi bu gruplarla çalışma konusunda çok da istekli davranmadı, maaş ödemeleri aksadı. ‘İslam Devleti’nin Irak’ta hızla mevzi kazanmasının bu süreçle ilişkili olduğu yönünde çok sayıda yorum var.

[17] Irak’taki diğer Sünni örgütler: Irak Aşiret Devrimcileri Askeri Konseyi, Ensar El-İslam, Irak İslam Ordusu ve 1920 Devrim Tugayları.

[18] The Guardian: ‘How an arrest in Iraq revealed Isis’s $2bn jihadist network’, 15.06.2014, http://www.theguardian.com/world/2014/jun/15/iraq-isis-arrest-jihadists-wealth-power (Erişim tarihi: 20.06.2014).

[19] Zelin, Aaron: ‘The Islamic State of Iraq and Syria has a consumer protection office’, The Atlantic, 13.06.2014, http://www.theatlantic.com/international/archive/2014/06/the-isis-guide-to-building-an-islamic-state/372769/ (Erişim tarihi: 15.06.2014)

[20] ‘Islamic State Report’ Sayı 1, https://archive.org/details/ALHAYAT_3 (Erişim tarihi: 30.06.2014).

[21] Ertuna, Can. ‘Arap İsyanları Güncesi’, 2014, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. (sf. 194-195).

[22] Al-Tamimi, Aymenn Jawad, ‘The Dawn of the Islamic State of Iraq and ash-sham’, Middle East Forum, http://www.meforum.org/3732/islamic-state-iraq-ash-sham, erişim tarihi: 25.06.2014.

[23] Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ‘ “Büyük Restorasyon: Kadim’den Küreselleşmeye Yeni Siyaset Anlayışımız” başlıklı konuşması. http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-ahmet-davutoglu_nun-diyarbakir-dicle-universitesinde-verdigi-_buyuk-restorasyon_-kadim_den-kuresellesmeye-yeni.tr.mfa (Erişim tarihi: 06.07.2014)

[24]İlgilisi için video şu adreste: http://www.youtube.com/watch?v=kZb4BEExH_c (Erişim tarihi: 06.07.2014)

[25] Radikal: ‘Netenyahu, bağımsız Kürt devleti sözlerine açıklık getirdi, 30.06.2014, http://www.radikal.com.tr/dunya/netanyahu_kurt_devleti_sozlerini_duzeltti-1199520 (Erişim tarihi: 01.07.2014)