Kürt Özgürlük Hareketi’nin Mekân Siyaseti

Hikaye uzun ama bir yerinden başlamak gerek. Siyaset mekânda kayıtlıdır, ayağını mekâna basar, mekân üzerinde hak talep eder; mekân siyasetin yurdudur. Her türlü siyaset kendisini belirli bir mekânsal ölçek üzerinden kurar, belirli bir mekân üzerinde hak talep eder, bir mekân oluşturur. Mekân siyaseti ile kast ettiğimiz, bütüncül ya da eklektik, kendi siyasal stratejisi dahilinde ayağını bastığı toprağı şekillendirmeye çalışan, insan kaynağını ve mücadele araçlarını bu topraktan devşiren ve nihayet mekâna kendi sesini, rengini, adını vermeye çalışan bir siyaset tarzıdır. Buradaki ayak basılan toprak, belirli bir somut ölçeğe denk düşmekle birlikte, karşı-hegemonik ya da alternatif hegemonik bir söylem üzerinden zihinsel mıntıkayı da içerir.

Bütün toplumsal hareketler belirli bir mekânsal ölçekte siyasetini sürdürür, yıkım ve inşa faaliyetini bu ölçekte gerçekleştirmeye niyet eder. Bu mekânsal ölçek, belirli bir ara sokak, bir mahalle, bir meydanı, bir şehir, bir bölge, bir ülke, bir kıta olabilir. Her şey bir iddiayla başlar; bir mekân üzerinde hak talep edilir, o mekânın dili, rengi, hali reddedilir, o mekâna yeni bir dil, yeni bir renk, yeni bir hal vermek üzere harekete geçilir. İşte bu inşa faaliyetinin düştüğü kayıt, bir hegemonya mücadelesinin başladığı andır. Hegemonya mücadelesi, belirli bir mekânı “kurtarmak”tan, “ele geçirmek”ten fazlasıdır; aynı zamanda bir bellek savaşıdır.

Toplumsal bellek, yalnız belirli günlerde mezarlık ziyaretleri, törenler ve bayramlarla sınırlı değildir; gündelik hayatın yeniden kurulmasında, toplumsal ağların her gün yeniden örgütlenmesinde ve dağılmasında da fazlasıyla etkilidir. Geçmişe ve şimdiye yönelik müdahaleler, söylemsel ve simgesel olarak mücadeleli ve çatışmalı bir zeminde sürer gider ve toplumsal bellek, hem toplumu hem de siyaseti şekillendirmek açısından kritik bir kavşakta seyreder durur. Üzerinde hegemonya mücadelesi verilen mekâna dayatılan bellek, kurucu mit ile bağlantılıdır. Bu mekânın belleğini tazelemek ya da ona yeni bir bellek kazandırmak için ise yeni bir mit, bir karşı-mit inşa edilmeye başlanır.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin mekân siyasetini anlamak adına bu hat üzerinden başlayalım derim.

Hegemonyanın halleri

Devlet, mevcut sermaye birikim rejiminin ve siyasal rejimin istikrarını temin etmek üzere “hegemonya” tesis etmek zorundadır.[1] Bu hegemonya, egemen sınıf bloğu/elitler dışında kalan sınıfların/toplumsal kesimlerin mevcut rejime zor ve rıza aracılığıyla eklemlenmelerini gerekli kılar. Ancak her devletin belirli bir “kuruluş yapısı” vardır. Bu yapı, hem kapitalist emek rejiminin çelişkileriyle ve hem de üzerine kurulduğu topraklardaki tahakküm altına alınan farklı kimliklerin özerkleşme eğilimlerinin yarattığı sürekli tahribatlarla malûldür.

Bu anlamda devlet, hegemonyanın devamını tesis edebilmek adına sürekli bir yeniden-örgütlenme faaliyeti yürütür. Ancak bu faaliyetin kapsamı, yapısal gerekçelerle sınırlıdır. Lebowitz’in “metaforlar tehlikeli olabilir, bizi bir süreliğine aydınlatabilirler ancak asla bir analizin yerini tutamazlar”[2] sözüne katılmakla birlikte ve “hegemonya” gibi karmaşık bir kavramı açıklamakta oldukça eksik kalacağını bilerek, derdimi anlatmak açısından kullanışlı olduğuna inandığım metaforik bir anlatıma başvurmamı mazur görün.

Hegemonyanın tesis edilmeye çalışıldığı alanı (toplumsal alanı) çukurları ve tepeleri olan bir yüzey olarak düşünelim. Hegemonyanın nüfuz etme biçimini ise suyun yüzeye yayılması benzetmesiyle açıklayalım. Su, yüzeydeki belirli yerlere (çukurlara) daha derin nüfuz edecek, belirli yerlere ise (tepelere) etrafını çevirmekle birlikte nüfuz etmekte zorlanacaktır (ancak nüfuz edemese de tepeleri kuşattığını da akılda tutalım). Kuşkusuz suyun bu tepeleri de kapsaması için kanallar, setler vs. inşa edilecektir, ancak zeminin yapısı itibariyle, bu araçlar sürekli tahkim edilmedikleri takdirde aşınacak ve giderek yıkılacaktır.

Bu benzetme dâhilinde tarif ettiğimiz çukurlar, resmi ideolojiyle en fazla dokusal uyumu sağlayan toplumsal kesimleri, tepecikler ise resmi ideolojinin kapsayamadığı/kapsamakta sorun yaşadığı toplumsal kesimleri ifade etmektedir. Bu anlamda çukurlardaki kesimler, devletin hegemonik söylemi dışında bir ideolojik belirlenime sahip değillerdir. Tepeciklerdeki kesimler ise öznel ve özerk bir ideolojik söylem geliştirebilecek yapısal alanlara sahiptirler. Bu tepeciklere biz “yapısal hegemonya boşlukları” ya da “öznellik yarıkları” diyelim.

“Öznellik yarığı”, devletin hegemonik söyleminin dışında bir “karşı hegemonik” ya da “alter-hegemonik” söylemin üretilmesine elverişli hegemonik boşluk alanlarıdır. Devletin hegemonik söyleminin tam olarak nüfuz edemediği bu alanlarda, uygun “kurucu öznellikler” faaliyet yürütebilirler. Öznellik yarığı, kurucu öznelliklerin bir karşı-hegemonya üretmek adına sürekli kat ettiği ve içinde faaliyet gösterdiği yapısal alanlardır. Bu öznellik yarattığı, iyi formüle edilirse (yani devletin hegemonya boşluğunun kodları iyi çözümlenirse) -ki oldukça konjonktüreldir- buna uygun kurucu öznellik biçimleri de formüle edilebilecektir.

Kürt Özgürlük Hareketi ve ulusal kurtuluş hareketlerinin üç nesli

Ulusal kurtuluş hareketlerini kabaca üçlü bir kategorizasyona tabi tutalım: Birinci Nesil UKH, İkinci Nesil UKH, Üçüncü Nesil UKH. Bu kategorizasyondaki “nesil” kavramı yanıltıcı olabilir. Bu hareket biçimleri birbirlerini her zaman kronolojik olarak izlemek durumunda değildir; konjonktürel olarak bunlardan herhangi birinin zemini mümkün olabilir ya da aynı zemin üzerinde birden fazla hareket faaliyet yürütebilir.

Birinci Nesil UKH’nde temel karakteristik, anti-sömürgeci/anti-emperyalist bir mücadele olmasıdır. Burada belirli bir toprak parçasını dışarıdan müdahaleyle işgal etmiş ya da etme tehdidiyle saldıran sömürgeci/emperyalist güçlere karşı bir halk savaşı/isyanı örgütlenmektedir. Temel mesele, dış güçleri kovmak, yabancı vesayetine son vermek ve yerli/milli bir irade kurarak “ulusal bağımsızlığı” elde etmektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Üçüncü Dünya anti-sömürgeci kurtuluş savaşlarının hepsi bu başlık altında toplanabilir.

İkinci Nesil UKH’nde ise temel karakteristik, yabancı güçlerle işbirliği yaptığı iddia edilen “yerli/milli” ama o toprakların temel değerlerine ihanet içinde olduğu öne sürülen bir “yönetici elit”e karşı halk savaşının/isyanının örgütlenmesidir. Bu mücadelede temel referans, büyük ölçüde “kurucu mit” e yapılır; kurucu miti sahiplenen “yönetici elit”e karşı, kurucu mit yeniden üretilerek ve yıkıcı/kurucu unsurları ön plana çıkarılarak, bir “karşı-hegemonya” oluşturmak amaçlanır. Kurucu mit yeniden üretilirken, kuruluş dönemine, yani kurumsallaşma öncesi döneme atıfta bulunularak, resmi ideoloji, akışkan hale getirmek yoluyla yeniden sahiplenilir. Türkiye’de Deniz Gezmişlerin mücadelesi böyledir, Sovyetler’de Troçki “sürekli devrim” ile böyle bir müdahale yapmak istemiştir ve ’68, yarı-çevre ülkelerin büyük kısmında böyle yaşanmıştır.

Üçüncü Nesil UKH’nde durum ilk ikisinden oldukça farklıdır. Mevcut bir ulus-devletin kurucu miti neredeyse tamamen reddedilir, yerine başka bir kurucu mit, bu anlamda bir “karşı-mit” geçirilir. Hegemonya meselesinde ise bir karşı-hegemonya değil, bir “alter-hegemonya” söz konusudur. Burada Birinci Nesil UKH ile benzer olan nokta, mücadelenin bir tür “anti-(iç) sömürgecilik” olmasıdır. Ama bu sefer mevcut iktidar şebekesi ve kodifikasyonlarından bağımsızlaşmaya çalışmak söz konusudur. Kürt Özgürlük Hareketi’ni buraya koyuyoruz.

Alter-hegemonya ve alter-modernite mevzusu

“Alter-hegemonya” ile neyi kast ediyoruz? Alter-hegemonya kavramı, Negri ve Hardt’ın “alter-modernite”siyle de bağlantılı düşünülebilir. Negri ve Hardt’ın “alter-modernite”yi şöyle açıklar: “Alter-modernite terimiyle, anti-modernite geleneğinden doğduğu için, modernite ve onu tanımlayan iktidar ilişkisinden bir kopuşu kastediyoruz; ancak aynı zamanda karşıtlık ve direnişin ötesine geçtiği için anti-moderniteden de ayrılır; anti-moderniteden alter-moderniteye geçiş, zıtlıkla değil, kopuş ve dönüşümle tanımlanır.”[3] Karşı-hegemonya ile alter-hegemonyanın farkı tam olarak nedir? Karşı-hegemonya, devletin hegemonik söylemini ürettiği zeminin tamamına müdahale etme amacı taşır, örneğin “bu memleket bizim” sloganı karşı-hegemonik bir slogandır. Yönetici elitin üzerinde hak iddia ettiği her şey üzerinde hak iddia etmektir ve kavramlar üzerine bir anlam savaşına girilir. Bütün halkın düşünsel zeminini kesen kavramlara yeni içeriklerle sahip çıkmak ve bu kavramları yeni bir kurucu politik projeye seferber etmek amacıyla kullanmaktır. Alter-hegemonyada ise egemenliğin üzerinde tesis edildiği halkın bir kısmının değerler sistemi yeniden üretilir, amaç, devletin hegemonik söyleminden “kurtulmaktır”, kendini özerkleştirmek, giderek bağımsızlaştırmaktır. Kürt Özgürlük Hareketi örneği bu açıdan çok karakteristiktir. “Siyasal öznelliğin antagonist üretimi” ile “alter-hegemonya” iç içe gelişen olgulardır.

Üçüncü Nesil UKH’lerin anti-moderniteden alter-moderniteye geçişini kavramsallaştırırken, yine Hardt ve Negri’nin Fanon üzerinden dolandığı yolu takip etme yanlısıyız. Buna göre, “Fanon’un ‘sömürgeleştirilmiş entelektüel’in evrim aşamaları tezi, modernite ve anti-moderniteden alter-moderniteye nasıl ilerleneceği konusunda temel bir rehber sağlar”[4]. Bu çizgide entelektüel, sırasıyla önce modern, sonra anti-modern ve nihayet alter-modern uğraklarda kendisini yeniden kurabilir. Fanon, “geleneğe sıkıca tutunmaya veya aşınmış gelenekleri canlandırmaya çalışmak, sadece tarihe değil, halka da karşı gelmektir. Bir halk, sömürgeciliğin acımasızlığına karşı silahlı veya hatta politik mücadeleyi desteklediği zaman, gelenek anlam değiştirir” demektedir[5]. Burada “karşı-mit” ve “alter-modernite” kavramsallaştırmalarımızın ortak zeminini bulabiliyoruz. Üçüncü Nesil UKH’ler entelijansiya kanalıyla bu uğrakları kat ederken, temsilin ikili hareketi ve karşılıklı belirlenim, Kürt halk kitlelerinin de gündelik siyasal faaliyetleri alternatif bir dille karma yönündeki tarihsel hareketiyle bir araya geldiğinde, nihayet günden güne kurulan karşı-mit ve alter-modernist mücadele birbirini besler.

Halklaşma, karşı-mit, ulus inşasının ikili hareketi

Şimdi “halklaşma” meselesinin aşil topuğu olan “popülist liderlik” konusuna girmem gerekiyor. Burada şimdilik şunu söyleyebiliriz: “Halklaşma” için tikel siyasal potansiyel ve kapasiteleri belirli bir etik-politik hatta eklemleyecek ve bu eklemlenmeyi sürekli yeniden üreterek perçinleyecek bir “şeye” ihtiyaç vardır. Bu şey, popülist liderlik oluyor. Bu liderlik, eklemlenmenin meydana gelmesi için içkinlik düzeyinde süreci yönlendirmeye ve tüm tikellikler için bir “kimlik” noktası olarak hizmet etmeye muktedir olan yönlendirici bir alter-hegemonik güç’tür. Bu alter-hegemonya, bu tikellikleri bir birlik haline getirebilir ve böylece kalabalığı politik eyleme ve karar almaya muktedir bir “halk” haline dönüştürebilir. İşte yazının ana uğraklarından biri buradadır. Şimdi burada çizmeye başladığımız çemberi yine aynı cümleyle bitecek biçimde kapatmayı deneyelim.

Halklaşmanın anlamı ikilidir: (1) Popülist liderliğin halk’ı kurması (2) Kitleselleşme.

Popülist liderliğin halkı kurmasından kasıt, Laclau’nun temsil sürecinde işleyen ikili hareket analiziyle büyük ölçüde örtüşüyor. Laclau’ya göre bu ikili hareket halk’ın doğuşunda kayıtlıdır. Popülist liderlik ise, halkın inşasında, bir özdeşleşme noktası olarak işleyecektir[6].

Burada “karşı-mit” kavramını ise Sorel’den devşirerek ve bozarak kullanıyoruz. Burada bir parantez: Sorel, mitleri, “büyük etki uyandırabilecek, zaman içindeki belirsiz bir gelecekle ilgili olan yapılar”[7] olarak tarif eder; “özellikle de bir halkın, bir partinin ya da bir sınıfın en güçlü eğilimlerini taşıyan mitler, yani her tür koşulda içgüdülerin ısrarcılığıyla düşüncede ortaya çıkan ve üzerlerinde iradenin iyileştirilmesinin temellendiği gelecekteki eylemlere gerçekçi bir görüntü veren yönelimler söz konusu olduğunda gerçekleşir” sözlerini sarf eder[8]. Kullandığımız mit kavramı ise, kuşkusuz Sorel’in referansını içermekle birlikte, daha çok ulus-devlet inşasında kendine meşru bir tarihsel zemin kurma ve bu meşruiyetle toprak (mekân) üzerinde hak iddia etme anlamına gelecek biçimde daraltılmış gibi görünmektedir. Kısmen de böyledir. Yazının konusu açısından, alter-hegemonik bir mücadele yürüten Kürt hareketinin kurmakta olduğu karşı-mit, kurucu mitten bir kopuş tarif etmenin yanı sıra kendini tecrit edilmiş bir alanda kuran değil, sürekli kurucu miti tahrip eden, bozan, baypas eden ve kurucu mit ile bir bellek kavgasına girişen bir mittir[9].

Üçüncü Nesil UKH, mevcut devletin kurucu mitinden köklü bir kopuşu tarif etmeleriyle İkinci Nesil UKH’nden ayrılıyorlar, kendi tarihlerini yazıyorlar, mevcut tarihi dönüştürüp ele geçirmeye çalışmıyorlar. Bu anlamda “karşı-mit”, halklaşmanın da kritik unsurlarından biri haline geliyor. Kurucu mit ile bu türden bir uzlaşmazlık hali, aynı zamanda “siyasal öznelliğin antagonist üretimi”ne de kapıyı açıyor. Mevcut hegemonyanın kapsayamadığı ya da kapsamakta güçlük çektiği siyasal alanlarda serpilen bu tür bir kurucu öznellik deneyiminin hayata geçirilmesi de ancak “halklaşma” uğrağının ardından mümkün olabiliyor. Şöyle anlatayım: Siyasal alan her zaman devletin hegemonik söyleminin zayıf olduğu alan parçaları ve “boşlukta” alan parçaları içeriyor. Bu “boşluklar” hegemonyanın zayıf noktalarını oluşturuyor. Örneğin Türkiye’de Alevilerin söz konusu olduğu alanlarda devletin hegemonik söyleminin kronik bir kapsama sorunu olduğu söylenebilir. Ya da Kürt hareketi örneğinde, Kürtlerin talepleri düşünüldüğünde hegemonyanın boşluk alanlarının arttığını görüyoruz.

Hegemonyanın zayıf ya da “yok hükmünde” olduğu bu tip alanlara “öznellik yarığı” adını vermiştik. “Öznellik yarıkları”, içinde etik-politik bir kurucu öznelliğin filizlenebileceği potansiyel hareket alanlarıdır. Buralarda tikellikler sürekli kendi özgürlük alanlarını korumak/genişletmek adına gündelik ve siyasal-olmayan faaliyetler yürütürler. İşte popülist liderlik, bu tikellikleri halklaştırma yönünde harekete geçtiğinde, bu öznellik yarığı dahilinde akmaya başlamış olur. Şimdilik “popülist liderlik” meselesi kenarda dursun.

Ulus inşasının ikili hareketi. Ulus inşası sadece siyasal ve toplumsal bir seferberlik değildir. Daha da önemli biçimde, belirli bir sermaye ve emek bileşimi de yaratır ve yeniden üretir. Sermaye ve emek bileşiminin karakteri, “ulus inşası” faaliyetini sürdüren siyasal-tarihsel öznenin hegemonik söylemi ve kurucu mit tarafından şekillendirilecektir.

Ulus-inşası faaliyetinin “ikili hareketi”nden kasıt, bu faaliyet süresince, hegemonik söylemin kapsayamadığı alanların tarihselleşmesi ve yapısallaşmasıdır. Ulus-devlet kapitalizmi bir yandan kendisini yeniden üretirken, diğer yandan kendi kuruluş projesine dâhil etmediği/edemediği alanlar nedeniyle sürekli sakatlanır. Ancak belirtelim ki ulus-devlet kapitalizmi, bu alanların varlığını öncelikle emek bileşiminin sürekli bir biçimi olarak katılaştırmak ve bu yolla emek bileşimini hiyerarşik ve dışlayıcı kılmak da ister. Ancak emek piyasasıyla kurdukları ilişki, bu şekilde sorunlu hale getirilecek olan toplumsal kesimlerin, hegemonik söylemin kapsayıcılığının dışına çıkmaya başlamalarına ya da buna teşne hale gelmelerine engel olamaz.

Aynı şey, ulus-devletin kendi egemenliği altına aldığı topraklarda yaşayan ve kurucu projeden dışlanan dinsel ve ulusal azınlıklar için de geçerlidir. Dolayısıyla ulus-inşasının ikili hareketi, hegemonya boşluklarının ya da öznellik yarıklarının oluşmasının da temel motivasyonlarından birini oluşturur.

Alter-hegemonyanın oluşmasına uygun “öznellik yarıkları ya da hegemonya boşlukları” yapısal olmakla birlikte, böylece aynı zamanda “tarihsel”dir de. Bu tarihsellik, kurucu öznelliğin kendi karşı-mitsel referanslarını dayandırabileceği bir alternatif tarih okumasını mümkün kılmaktadır. Alternatif tarih okuması/yazımı, mevcut kurucu hegemonik söylemin temel dayanaklarından olan “resmi tarih”i işlevsizleştirmek yoluyla devletin meşruiyet söylemine en büyük darbeyi indirir.

Tarihsel mirasın kurucu öznellik tarafından bir karşı-mit oluşturacak biçimde üretilmesi, ata toprakları üzerinde gerçekleştirilen hak iddiasını da antagonistik kılacaktır. Böylece kurucu öznelliğin antagonist üretimi, sadece iktidarı yerinden etmeyi değil, egemenlik paradigmasını sorgulamayı ve mevcut devletten özerkleşmeyi/bağımsızlaşmayı da gündemine alacaktır.

“Öznellik yarıkları ya da hegemonya boşlukları” dahilinde, kurucu öznelliğin antagonist üretimi tam olarak verili değildir. Bu yarıklar, bu alanlarda yaşayan toplumsal faillerin gündelik faaliyetlerinin mevcut hegemonik söylemden kısmen muaf olmalarını sağlar ve böylece kısmen özerk bir toplumsal-siyasal ağın kurulmasına katkıda bulunur. Bu ağ her gün yeniden kurulacak ve giderek tarihselleşecektir. Ancak kurucu öznelliğin antagonist üretimi” dediğimiz şey, kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bunun için, bu kısmen özerk gündelik faaliyetlerin işleyişinin oluşturduğu kısmen özerk toplumsal-siyasal ağın “popülist bir liderliğin” müdahalesiyle süreklileştirilmesi ve kurumsallaştırılması gerekir.

Popülist liderlik (Gizli özne: PKK)

Artık popülist liderlik meselesine geçebiliriz. Popülist liderlik, hem bu ağ içinde faaliyet gösterir hem bu ağı genişletir ve hem de bu ağı kurumsallaştırır. Bu ağın bir alter-hegemonik söylemi doğurabilmesi için ise popülist liderliğin iki şey yapması gerekecektir: (1) Mağduriyetleri siyasallaştırmak, (2) Gündelik hayatı örgütlemek.

Popülist liderliğin işlevi şudur: Bu ağ içinde faaliyet gösteren tikelliklerin aralarındaki siyasal ilişkileri yapılandırmak ve tanımlamak üzere bir “eklemlenme süreci” yaratmak. Popülist liderlik, bu eklemlenmeyi sağlayabilmek adına, tüm tikellikler için bir kimlik noktası olarak hizmet görmeye muktedir olan yönlendirici bir alter-hegemonik güç olarak ortaya çıkmalıdır. Popülist liderliğin bu müdahalesi, tikellikler çoğulluğunu bir birlik olarak sunacak ve böylece ağ içinde faaliyet gösteren tikellikler çoğulluğunu, bir birlik olması sayesinde siyasal eyleme ve karar almaya muktedir bir “halk”a dönüştürecektir. Çemberi kapattık.

Popülist liderlik, bu “halklaşma” faaliyetini, mevcut tikel öznelliklerin çoğulluğunu ve çeşitliliğini, merkezi sayılabilecek bir alter-hegemonik söylem aracılığıyla birliğe çeviren “temsil mekanizmaları” aracılığıyla yürütür. Bu anlamda alter-hegemonya, ancak, Laclau’nun kavramlarıyla, demokratik taleplerin çoğulluğundan halka ait bir kimlik inşa etmek yoluyla hayata geçirilebilecektir. Nihayet burada halklaşma, popülist liderliğin bir politik kuruluş sürecinin taşıyıcısı olması, kurucu öznelliğin antagonist üretimini belirli bir alter-hegemonik proje ekseninde süreklileştirmesi ve kurumsallaştırmasıyla imkanlı hale gelmektedir.

Popülist liderlik, mağduriyetleri siyasallaştırarak ve gündelik hayatı örgütleyerek, tikelliklerin biraz önce bahsettiğimiz, hâlihazırdaki özgürlük alanlarını koruyucu/genişletici gündelik ve siyasal-olmayan faaliyetlerini, alternatif bir hegemonik söylemle teyellenmiş kurucu bir etik-politik programın parçası haline getirebilmek üzere bir zemin kurmaktadır. Bu durumun hegemonya boşluklarında/öznellik yarıklarında gerçekleşiyor olması, onu devletle, diyalektik değil antagonistik bir ilişkiye sokar. Bundan sonrası bir hegemonya mücadelesi olarak cereyan edecektir. Devlet, alter-hegemonyanın oluşmaya başladığı alanları kapsamaya çalışan yeni hegemonik söylemler geliştirecek, bizim örneğimizde, Kürt hareketi ise her seferinde yeni hegemonya boşlukları/öznellik yarıkları tespit ederek, alter-hegemonyayı derinleştirmeye çalışacaktır[10]. Burada duralım.

Politik ekoloji bir yaklaşıma doğru

Uzun yoldan dolanıp geldik ama geldik. Kürt Özgürlük Hareketi uzun yıllardan bu yana radikal ve dinamik bir mekân siyaseti yürütüyor ve bunu toprak temelli bir alternatif hegemonik söylemi, gündelik hayatı siyasallaştırarak örgütleyen ve örgütleyerek siyasallaştıran bir mekân oluşturan siyasetle bir arada yapıyor. Bu mekân siyaseti, devletin hegemonik söyleminin ve silahlı varlığının (ya da devletin ideolojik aygıtlarının ve zor aygıtlarının) üzerinde hak talep edilen mekândan kovulmasını hedefleyen bir öz-savunma pratiğiyle sürdürülüyor. Son zamanlarda ana akımda da sıkça tartışılan “hendek/barikat” meselesi de bu mekân siyasetinin yaratıcı araçlarından biridir.

Hareketin mekân siyasetinin icra edilme tarzının temel direklerinden biri, yazının başında bahsini geçirdiğimiz “mekân oluşturma”dır. Zeynep Gambetti’nin dediği gibi, mekân oluşturma yalnızca harekete “ev sahipliği yapacak” fiziksel konumla veya bir yere sembolik anlam yüklemekle ilgili değildir; ayrıca (belki daha da önemlisi) hareketin, harekete geçme kapasitesini oluşturan kaynak üretimiyle ilgilidir.[11] Bahsetmiştik; mekân oluşturma, mekânın tahrip edilmiş belleğini bir karşı-mit dahilinde şekillendirerek, mekânı bir direniş dili üzerinden yeniden hikayelendirerek ve ona yeni adlar vererek işler. Bu anlamda “Kürdistan” adında ve bölgedeki yerlerin isimlerinin Kürtçelerinin kullanılması konusunda ısrarcı olmak, üzerinde hak iddia edilen mekânın tarihinin yeniden yazmak ve bir yandan bu mekânda bir inşa faaliyeti yürütürken diğer yandan devleti bu mekâna sokmamak adına direnmek, hem ulus-devletlerin verili sınırlarını yok sayan yeni bir mekân tarifi (ve ölçek) hem de mekân(lar)ı yeniden adlandırma üzerinden verilen bir hegemonya savaşına işaret ediyor.

Kürt Özgürlük Hareketinin siyaseten sunduğu yeniliklerden biri, bir ulusal kurtuluş hareketi olarak, merkezsiz / çok-merkezli radikal bir toplumsal hareketliliği, neredeyse 30 yıl boyunca sürdürebilmesi. Hareketin kendisini mevcut hegemonik söylem ve nüfuz alanının tamamen dışında kurması ve –egemen devletten başka bir dile sahip olmalarının ve mevcut topraklardaki tarihselliklerinin avantajıyla– gündelik hayatı örgütlemekte ve bir karşı-mit inşa etmekte başarılı olması ve bunu yaparken son derece karmaşık ve dirençli bir mekân oluşturma hattını sürdürmesi önemli.

Bütün bunlar bir arada düşünüldüğünde, Kürt Özgürlük Hareketi’nin mekân siyasetinin Gramsci’den ilhamla “politik ekoloji” üzerinden okunması mümkün görünüyor. Hareketin mekân siyasetine dair çizmeye çalıştığımız çerçeve, sınıfın merkezi analiz araçlarından biri olduğunu teslim etmekle birlikte, ideolojinin, örgütlenmenin, siyasal stratejinin, yanı sıra kültürün, gündelik hayatın ve mekân üzerinde hak iddiasının da önemli olduğunu ileri sürüyor. Yazı bitti, mücadele devam ediyor.


DİPNOTLAR

[1] Hegemonya tartışmasında ve yazının büyük kısmında yararlandığım kaynaklar: Hoare, Quintin ve Goeffrey Noel Smith (ed.) Antonio Gramsci: Selections From Prison Notebooks, International Publishers Co., 1971; Jones, Steve, Antonio Gramsci (Routledge Critical Thinkers), Routledge, 2006; Forgacs, David, Gramsci Kitabı: Seçme Yazılar 1916-1935, çev. İbrahim Yıldız, Dipnot, 2010; Ransome, Paul, Antonio Gramsci: Yeni Bir Giriş, çev. Ali İhsan Başgül, Dipnot, 2010; Laclau E. ve C. Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji: Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru, çev. Ahmet Kardam, İletişim, 2008; Yarar, Betül ve Alev Özkazanç (der.) Bob Jessop: Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet, İletişim, 2005.

[2] Lebowitz, Michael (2013) The Contradictions of Real Socialism: Conductor and Conducted, Monthly Review Press, s. 27.

[3] Bkz. Hardt, Michael ve Antonio Negri, Ortak Zenginlik, Çev. Eflâ-Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 114-115.

[4] Hardt, Michael ve Antonio Negri, Ortak Zenginlik, Çev. Eflâ-Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 114.

[5] Fanon’dan aktaran Hardt, Michael ve Antonio Negri, Ortak Zenginlik, Çev. Eflâ-Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 115.

[6] Laclau, E. Popülist Akıl Üzerine, çev. Nur Betül Çelik, Epos Yayınları, 2007, s. 183.

[7] Bkz. Sorel, Georges, Şiddet Üzerine Düşünceler, çev. Anahid Hazaryan, Epos Yayınları, 2002, 2.Basım, s. 129.

[8] A.g.e., s. 129.

[9] Sorel, mitleri, şimdiki zaman üzerinde etki oluşturacak araçlar olarak değerlendirmek gerektiğini ve bunların somut olarak tarihin akışında uygulanmasıyla ilgili her türlü tartışmanın anlamsız olduğunu özellikle belirtir; Bkz. Sorel, Georges, Şiddet Üzerine Düşünceler, çev. Anahid Hazaryan, Epos Yayınları, 2002, 2.Basım, s. 130.

[10] Popülist liderlik meselesinin tarihsel arka planı “halkı kurma/halklaşma” üzerinden “Filozof Kral-Makyavel’in Prens’i-Aydın Despot-Gramsci’nin Modern Prens’i-Popülist Lider” dizgesinden de alternatif biçimde takip edilebilir. Bu hattın ilk üç başlığı “siyasal birliği” kurarken, son ikisi ise “siyasal karşı-birliği” kurmaktadır. Modern Prens bir karşı-hegemonya projesiyken, Popülist Lider ise karşı-hegemonya ile birlikte (Kürt hareketi örneğinde de görüldüğü üzere) bir alter-hegemonya projesine de hizmet edebilir. İlk üç başlık ise hegemonya projelerine karşılık geliyor.

[11] Gambetti, Zeynep, “Politics of place/space: The spatial dynamics of the Kurdish and Zapatista movements”, New Perspectives on Turkey, No. 41, Güz 2009, s. 44.