Kutsal, Kahraman Ama Yok Sayılan Alevi Kadınlar

Alevilikte ocak sistemi vardır. Aleviliğin çekirdek örgütü olan ocaklar sisteminde, ocaklar arasında merkezilik yoktur. Hiçbir ocak, hiyerarşik olarak diğer ocakların en üstünde değildir. Çünkü her ocağın mürşid, pir ve rehberleri vardır ve bu mürşid, pir ve rehberler başka bir ocağın mürşid, pir ve rehberleri ile talip olurlar. Ocak sisteminin hiyerarşisine göre en üstte bulunan kişi mürşiddir, ardından pir ve rehber gelir. Halk tabakasına ise talip denir. Bir ocağın en üst makamında yer alan mürşid, başka bir ocağın en üst makamında yer alan mürşidin talibidir. Yani aynı kişi hem mürşid hem de taliptir. Bizlere Alevilik inancında merkeziliğin olmadığını söyleten döngü de budur.

Mürşid, pir ve rehbersiz Alevi olunamaz. Konumu, mevkii ne olursa olsun herkesin mutlaka bir mürşid, pir ve rehberi vardır. Ocak sistemi Alevi toplumunu halkalar halinde birbirine bağlayan toplumsal mekanizmadır. Bu mekanizma yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik değil, kesişen, yan yana, iç içe dairesel ve eşitlikçi bir yapıdır.

Ancak ocak sisteminin hiyerarşik olmaması cinsiyetçi olmadığı anlamına gelmez. Ya da Alevi toplumun demokratik olması, orada yaşayan kadınların ezilip, sömürülmediği anlamına gelmez.

Aleviliği erkekler anlatırsa…

Bu merakla “Sır içinde sır olanlar: Alevi kadınlar” adlı kitabıma başlamadan önce Alevilikle ilgili yazılmış kaynaklara kadınlar açısından baktım. Özellikle Alevi kadınlar hakkında yapılmış, Alevilikte kadınların durumunu incelemiş, bu konuda hususi olarak çalışma yapmış, Alevi kadınlarının Alevilikte ve onun dışında genel olarak ne gibi sıkıntılar yaşadıklarını anlatan, kadınlar tarafından yapılmış detaylı çalışmalar aradım. Ne yazık ki bulamadım. Üniversite araştırmalarından, kitaplara, makalelere, gazete yazılarına dek kaleme alınmış neredeyse tüm çalışmalarda (çok az sayıda çalışma hariç) Alevi kadınları genel araştırmanın içinde kısa bir bölüm şeklinde ele alınmıştı yahut hemen herkes tarafından kabul edilen ve genel geçer bilgilerden oluşan bıktırıcı tekrarlarla karşılaşıyordum.

Alevilik hakkında çok farklı fikirleri savunan onca kaynak varken Alevi kadınlar için ıssız bir dünyadan başka bir yer değildi Alevilik. Oysa Alevilerin en övündükleri yanları varlığına inandıkları kadın erkek eşitliğiydi. Oysa kadın erkeğin eşit olduğu yerde bilginin üretiminden hayatın paylaşımına, tarihin yapımından yazılmasına dek her şeyde eşitlik olmalıydı. Mevcut durum hiç de böyle görünmüyordu. Basbayağı erkeklerin dünyasıydı girdiğim dünya. Kadınlar ne bilim insanı/araştırmacı olarak vardı, ne de araştıranın merak ettiği özneler olarak. Bilim insanı/araştırmacı olan kadınlar da Alevilikte kadınlar hakkında yeterince meraklanmamışlardı, bu alanda yeterince yazıp çizmemişlerdi.

Erkek araştırmacılar için kadınlar ya birkaç paragrafa sıkıştırılmış “kahramanlık” nesneleriydi ya da “kutsallaştırılmış” ama böylece alandan süpürüp atılmış detaylardı.

Bu yöntem, cinsiyetçi bilgi dünyasının kadınlara karşı mücadelesinde sık sık başvurduğu överek yok sayma yöntemiydi. Alanı kendi lehine temizlemekti.

Dil, üslup, yöntem, perspektif olarak tamamen erkekleri öne çıkaran, onları yüceleştiren bir yerden yazılmıştı hemen hemen her şey. Ne yazık ki, gerçekten “kahraman ve kutsal” olan kadınlar yoktu. Kadınlar, erkeklerin cinsiyetçi bir dille yazdıkları sıradan metinlerde bildik “güzellemelerden” ibaretti.

Kadınları kadınlar değil erkekler yazınca bu kaçınılmazdı.

Her alanda olduğu gibi Alevilik hakkında yazılanların çok büyük kısmı erkekler tarafından kaleme alınmış, Alevilik erkeklerin gözünden anlatılmış, Alevilik tarihi ne yazık ki erkeklerin tarihi olmuştu. Kadınlar ya o erkeklerin yanında duran ikincil kahramanlar -ki bunların sayıları elin parmaklarını geçmez- ya da yoklar. Yoklar, çünkü tarihe bakış yöntemi erkeklik bilgisini üreten eril bir metodolojiye sahip. Bu araştırma metodu geçmişi topyekün görebilecek, bizlere gösterebilecek bir kapsayıcılığa sahip değil. Aksine önünde duran bilgiyi bile görebilmekten uzak.

Bilginin en büyük güç olduğu dünyamızda Alevi kurumlarının Alevi kadınlar hakkında araştırmaları var mı ya da hiç olmazsa bundan sonrasına dair bu alana ilişkin planları var mı sorusu oldukça önemli. Bir toplumsal grubun, geçmişi, bugünü yoksa yarını da olamaz. Çünkü bir şey hakkında bilgiye sahip olmak, o şeyin farkına varmaktır. Ve bilmek sadece bilgi sahibi olmak demek değildir, eyleme geçmektir. Mevcut olanın eksikliklerini, yanlışlarını görüp, onu değiştirmeye çalışmaktır.

Alevilik bugüne dek baskın olarak erkekler tarafından anlatıldı, topluma öyle algılatıldı, cinsiyetçi değilmiş gibi anlatılırken bile cinsiyetçileştirildi. Kadınlar yok sayıldı. İnanç olarak, bilgi ve birikim olarak Alevilik tek cinsleştirildi ve erkeklik bilgisi olarak sunuldu. Dışarıdan gelen asimilasyona, yok edilmeye karşı direnen Alevilik, içeride erkeklerin baskısına ve hükmüne teslim oldu. Bu baskı ve hüküm hem Alevi inancı pratikleriyle hem de Alevilik bilgisine erkeklerce el konulup değiştirilmesi, “özünden uzaklaştırması” ile yapıldı. Alevilik tarihindeki kadınların Aleviliğe yaptığı katkılar, Aleviliğin bugünlere taşınmasındaki rolleri ve önemi, Alevilikteki yerleri, Alevi erkeklerce daraltılarak, unutulmaya ve yok sayılmaya çalışıldı. Üzeri sessizce örtüldü.

Elbette Aleviliğin cinsiyetçilikten muaf olduğunu söyleyemeyiz. Bu topraklardaki kadim inançlardan olan Alevilik uzun ömrünün çeşitli dönemlerinde farklı inançlardan ve dinlerden, ideolojilerden, toplumsal yapılanmalardan etkilenerek şekillendi. Bu etkilenmeler arasında erkek egemenliği de vardı. Bunu bilmek ve eleştirmenin yanı sıra şu tespiti de yapmak durumundayız: Bugün Alevilik adeta Alevi erkeklerce gasp edilmiş durumda. Alevilik kadınlardan ve onların deneyimlerinden soyutlanmış, bu inanç içinde yer alan kadınlar gizlenip, yok sayılmış. Böylece Aleviliğin önemli bir damarı olan kadın erkek ayrımcılığından uzak, yan yana, can olma durumu fikren ve fiilen büyük darbe almıştır.

II.

Alevilik başlığı çok geniş ve farklı toplulukları kapsamakta. Aynı zamanda farklı milletleri de. Arap, Türk, Kürt Aleviler var. Yine Alevilik diye genel bir başlık olsa da, kendi içinde birbirinden farklı ve çeşitli Alevilikler var. Bunu Alevi lügatiyle söylemek gerekirse “Yol bir, sürek bin bir”. Arap Alevileri, Çepni Alevileri, Tahtacı Alevileri, Bektaşiler ve Kürt Alevileri bu süreklerden sadece birkaçı.

Alevilik kavramı, genel bir üst başlığı ifade eder. Bu başlık altında yer alan çeşitli Alevilikler birbirleriyle hem çok benzer hem de önemli farklılıklara sahip. Bu durum Aleviliği zayıflatan değil, aksine onu güçlendiren, zenginleştiren, kendine özgü kılan önemli ve vazgeçilmez bir özellik. Biri diğerinin üstü ya da altı değildir. Biri, hepsini kapsamaz ya da dışlamaz. Alevilik bir yoldur. O yolda birden fazla gidiş yöntemi vardır. Bu, ayrılığı değil, birliğin içinde çokluğu ve kendisi olmayı ifade eden, demokratik ve özerk bir tanımlamadır.

Alevilik, Alevi toplumlarında ilk olarak kadınlardan öğrenilir. Küçücük çocuklara ilk önce anneleri ya da kadın akrabaları öğretir Aleviliği. Kadın akrabalardan öğrenilenin üzerine Alevi ritüelleri içine dahil olan çocuklar/gençler ancak bundan sonra dedelerden, pirlerden, rehberlerden Aleviliği öğrenmeye devam ediyor. Böylece Alevi toplumunun yeni üyelerinin ilk bilgisi, pratiği kadınlar aracılığıyla edinilmiş olur.

Alevilikte anaerkil izler

“Sır içinde sır olanlar: Alevi kadınlar” adlı kitap için görüştüğüm kadınların anlattıkları da bu fikri güçlendirici yöndeydi. Görüştüğüm kadınların, neneleri, anneleri hakkında benzer tanıklıkları olmuştu. Deneyimlerimizi paylaştıkça bu fikrim iyice pekişti. Alevilik gibi kendisini gizlilikle var edebilen inancın kadınları bu inancın çok önemli bir unsurunu oluşturuyordu. Alevilik içinde önemli bir kimliktiler. Bu, bireysel değil, kolektif ve kültürel bir kimlikti. Bu kimlik sayesinde Alevilik yüz yıllarca (belki de bin yıllarca) nesillerden nesillere akabilmişti. Kadınlar, Alevilik inancının yatağıydı ve Aleviler o yataktan akan bir nehirdi. Alevi kadınlar Aleviliğin doğal aktarıcıları, yeni kuşakların öğreticileriydi.

Ne yazık ki bu devasa bilginin üzeri Alevi erkeklerince suskunlukla örtülmüştür. Kadınların bu hayati rollerinin Alevi toplumu tarafından görmezlikten gelinişi, rolün önemsizliğinden olamaz. Değersizleştirme, o rolü taşıyanların kadınlar olmasından kaynaklanıyor. Değersiz olan aktarılan şey değil, onu aktaranlar. Alevi toplumunun suskunluğu, kadınların kendilerine dair olabilirdi, yaptıklarına değil. Erkekler, kadınların Aleviliği aktarmasından memnunlar, görünmesinler yeter.

Aleviliğin yeni kuşaklara kadınlar tarafından aktarılmasının başka bir önemi, topluma doğal kaynağından aktarıldığı için değişmeden, yabancılaşmadan, asimilasyona uğramadan, çeşitliliğini, yöresel özelliklerini kaybetmeden doğrudan, olduğu gibi ulaştırılabilmesinde yatmakta.

III.

Alevilik inancında kadın erkek “eşitliği” kabul edilir. Bu en azından teorik olarak böyledir. Alevi toplumunda fikri açıdan genel kabul bu yöndedir. Bu nedenle Alevi toplumunda kadın erkek eşitsizliğini savunmak meşru değildir, kolay da değildir. Aynı zamanda kadın erkek “eşitliği” kabulü de eşitsizliğin üzerini örtmeye neden olmakta, erkekler açısından eşitsizliği sürdürmekte elverişli bir araç olarak kullanılmaktadır.

Aleviliğin “eşitlikçi” olduğu algısına neden olan bir başka nokta, Aleviliğin erkeklere gökten ayetlerin “indiği” zamanların çok öncesinde, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin kadınlar lehine belirlendiği dönemlerin etkisini taşıyor olması olabilir. Ama ne yazık ki Alevilik inancı, sahip olduğu bu özelliklerin tamamını erkek egemen sisteme (patriarka) karşı koruyamamış, savunamamış. Ancak patriarka karşısında da tamamen yenilmemiş, birçok özelliklerini çok uzun yıllar var edebilmiş. Belki de bize Aleviliğin eşitlikçi olduğunu düşündüren yanları bunlardır.

Kadim bir inanç olarak Aleviliğin ilkel toplumlardan bu yana süre gelen üretim ilişkileri ve buradan belirlenen toplumsal yapının katı hiyerarşik olmaktan ziyade daha çok katılımcı, demokratik olması kadınlar açısından olumlu özellikler taşımakta. Bu ekonomik yapının yanı sıra ikinci bir sistem olarak aynı zamanda varlığını sürdüren patriarkal sistem Alevi kadınlarının önündeki en önemli sorunlardan biri. Alevi toplumunun demokratik yapısı, erkek egemen sistemi (patriarka) zayıflatan, onu hedefine alan bir sistem değil. Yer yer çıkarları gereği patriarka ile ortaklaşan, yine çıkarları gereği yer yer patriarka ile çatışan bir yapı.

Dar ve küçük, ilkel bir toplumsal ağa sahip olan Alevi toplumlarının en etkili toplumsal mekanizmaları akrabalık ilişkileridir. Akrabalık ilişkileri ise kirvelik, ocak sistemi gibi Aleviliğin temel yapılarını oluşturuyor. Aynı soy üzerinden babadan oğla geçen bir tabakalaşmadır bu. Yine soya dayanmayan musahiplik her ne kadar soya dayalı akrabalık ilişkilerini reddetse de kendisi de neticede yeni bir akrabalık ağını oluşturur. Musahiplik pratiklerinde ise kadın erkek arasındaki iş bölümü değişmediği gibi ağırlaşarak devam eder.

İnançsal açıdan Alevi ocaklarının tabakalaşmış bir sistem olmasından bahsetmemize rağmen, aynı tabakalaşmanın sosyal yapıya yansıdığından söz edemeyiz. Alevi inanç sisteminde ve sosyal yapısında kadınlara hemen her yerde rastlarsınız. Alevilikte kadınların alınmadığı, yok sayıldığı bir alan yoktur (Arap Aleviliği hariç. Arap Alevliğinde kadınlar kimi ritüellere dâhil edilmezler). Buna Alevilik inancında büyük değer atfedilen Kırklar Meclisi de dâhil. Hz. Muhammed’in ancak tüm sıfatlarından soyunup sıradan bir insan olarak girebildiği Kırklar Meclisi’ni oluşturan 40 kişiden 17’si kadındır. Bu, kadınların her yerde ve kadın erkek ayrımı gözetmeden yan yana olması açısından çok önemli bir tarihsel referanstır.

Alevilik inancı açısından kadın ve erkek “eşit” dedirten bir başka önemli unsur can olmaktır. Alevi toplumunda cemler yapılırken kadın erkek ayrımı gözetilmez, ibadet birlikte yapılır. Cem sırasında her iki cinsiyet yok sayılır, kadın erkek herkes orada can olur. Cemde beden yoktur, herkes bir’dir. Beden yerini ruha bırakır. İnsan ten değil, nefestir. Birlik vardır. Sadece sınıf olarak değil, cins olarak da orada değildir, herkes cinsiyet üstüdür. Alevilik söylenceleri arasında önemli yere sahip olan Kırklar Meclisi de bunu anlatır. Orada da cinsel, sınıfsal ayrım yoktur. Orada birlik, bir tek üzüm tanesiyle simgelenen eşit paylaşım vardır. Birinin elini kesince herkesin kanı damlar. Hiyerarşi de yoktur. O meclise dâhil olmayan kişi olarak Hz. Muhammed peygamberliğini kapının dışında bırakıp ancak sıradan bir insan olarak ziyaret edebilir Kırklar Meclisi’ni.

Alevilik hukuku, cinsiyetçi ve temel insan haklarını göz ardı eden bir anlayışa sahip değildir. İslam hukukunda bir tek kadının şahitliği geçersizdir. İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına eştir. Hıristiyanlıkta kadının toplantılarda konuşması yasaktır. Konuşan, dini kurallara uymayan, itaatsiz görülen kadınlar orta çağ boyunca cadı suçlamasıyla diri diri yakılmıştır. Bu cinsiyetçi yaklaşıma hukuki düzlemde Alevilikte rastlamayız. Alevilikte suç da, ceza da cemlerde toplum içinde, toplumun tanıklığında ve cinsiyet ayrımı yapılmadan oradakilerin fikri alınarak, açıklık ve şeffaflık içerisinde verilir. Kadınlar cemlerde kendi eşlerinden dahi şikâyetçi olabilmekte, şikâyetçi olunan erkek hakkında görüşlerini dile getirebilmekte. Ceme getirilmeyen bir mesele de yine tarafların ve tanıkların birlikte olduğu başka bir ortamda çözülür. Tanıklıkta da kadın erkek ayrımı yok. Bu, cinsiyetçi olmayan, şeffaf, demokratik bir işleyiş ve adil bir yargılamadır.

Alevi hukuku açısından çok önemli bir başka nokta, ölüm cezasının olmamasıdır. Alevilikte en büyük ceza düşkün ilan edilmektir. Düşkün olmanın cezası toplumdan dışlanmaktır. Yalnız bırakılma ve tecrit edilmektir. Yaşamak tüm canlılar için temel haktır. Hiçbir suçun cezası ölüm olamaz. Alevilik, bir hayvandan, bir ağaca ve insana dek ayrım yapmadan hepsini aynı hakka sahip, birbirine eşit canlılar olarak kabul eder, bütün canlıların yaşam hakkını savunur. Bu haliyle bile aydınlanmacı, modernist toplumun çok ilerisinde bir felsefeye sahiptir.

Yaşam pratiği içinde patriarka kendi çarkını işletiyor olsa da hukuki düzlemde Alevilik kadına yönelik şiddete, recm ya da ölüm cezasına yer vermez. Aleviliğe ait hiçbir anlatıda, metinde az ya da çok, hafif ya da ağır şekilde “kadını dövün” tarzı talimata rastlanmaz.

“Namus, ahlak” gibi erkek egemen yargılarda bile ne kadına, ne de erkeğe ölüm cezası verilmez. Düşkün ilan edilmek yeterlidir. Bu fikrin arkasında çok önemli bir dünya görüşü var. Bugün Aleviler, Aleviliği insan hakları beyannamesi, çevre, ekoloji gibi mücadelelerle aynı görüp, onlarla özdeşleştirmekteler. Bu fikirlerin Aleviliği kapsadığını düşünerek birbirine eşitlemektedirler. Bu fikirler kıymetli olmakla beraber Alevilik felsefesine göre daha geri bir zeminde bulunmaktalar. Alevilik bu mücadelelerle eşleştirilemez çünkü Alevilik felsefesi bunları aşmıştır.

Özellikle kapitalist moderniteye en az bulaşmış Kürt Aleviliğinde insan doğa ikiliği de yoktur. İnsan, doğanın üstünde, ona hükmeden, onun dışında bir varlık değildir. Doğanın içinde herhangi bir canlıdır. Yerkürenin üzerinde onu başka canlılardan üstün kılan özellikleri yoktur. O da diğer canlılar gibi döngünün, doğanın parçasıdır. Onu da var eden bu döngüdür. Alevilik yapısal olarak insan doğa ikilemi üzerinden değil, bütünlüğü üzerinden kendisini kurgular. Bütün ritüellerinde insan doğadan ayrı bir varlık olarak değil, onun parçası olarak algılanır. Bu anlamıyla da Alevilik ekolojik mücadelenin bir parçası olarak tanımlanmaktan çok, ona kaynaklık edecek kadim bir yaşam felsefesi olarak ele alınmalıdır.

Alevilikte her şey bir döngüdür. İnsan da diğer canlılar gibi bu döngüde yer alan herhangi bir canlı olarak yer alır. Esas olan, yaşamı var eden insan ya da o döngü içinde yer alan başka bir canlı değil, döngünün kendisidir. Bu haliyle insan, ayrıksı olarak güçlü olan değil, bütünün bir parçası olarak tabi olandır.

Alevilik, kapitalist hırsın sömürdüğü doğanın iflas ettiği anda insanın hayatı tehlikeye düştüğü için doğayı önemsemez. Kendisini doğayı düşürdüğü kötü durumdan kurtaran bir havari olarak yeniden anlamlandırmaz. O, kadim bir inanç olarak, henüz doğanın insan tarafından sömürülüp katledilmediği, hatta “insanlığın” daha icat edilmediği devirlerdeki toplumsal aklın taşıyıcısıdır. İnsanın tıpkı bir taş, bir ağaç, bir su kaynağı gibi herhangi bir şey olarak döngünün içinde yer aldığı ve döngünün diğer unsurlarına inanıp onları kutsayarak serüvenini sürdürdüğü dönemlerin hafızasıyla yolunu sürdürmüştür.

Alevilik inancı diğer dinlerde olduğu gibi kadın bedeni üzerinde kontrol kurmak, kadının yaşam alanını daraltmak, onu sosyal hayattan uzaklaştırmak yöntemine başvurmaz. O, kadın ve erkeklere nefsine hâkim olmayı önerir. Nefsini terbiye etmeyi öğütler. Cemlerde dem alma, nefsine sahip olmanın göstergesidir. İtikadın sağlamlığını ifade eder. Yine cemlerde kadın erkek yana yana, birlikte olmak da bunun bir göstergesidir. Yolun, itikadın içinde erkek kadın yoktur, orada herkes aynı, bir tek candır.

Alevilikteki cemler, özünde halk meclisleridir. O mecliste sadece dini ibadet yapılmaz. Sosyal ve hukuki sorunlar da konuşulur. Yine, cemlerde kadınlar toplumun önünde kocasından ya da erkek akrabasından her konuda şikâyetçi olabilir, onun cezalandırılmasını isteyebilir. Bu teorik değil, sıkça yaşanmış bir gerçektir. Kadınların toplum önünde, kocalarından, erkek akrabalarından şikâyetçi olabilmesi önemlidir. Bu, ev içinde olanın kamusal alana taşınmasıdır. Yani “özel olanın politikleşmesi.” Eşlerin arasında yaşanan, orada kalır cinsiyetçi ilkesinin reddidir. Böyle pratikler kadınları güçlendirirken, diğer yandan kadınların erkeklere karşı biat etmelerini de kısmen engellemektedir. Çünkü dedelik adı verilen üst makamın kararlarına toplum uymak zorundadır.

“Aleviliğin özü”

“Sır içinde sır olanlar: Alevi kadınlar” adlı kitabın önemli başlıklarından biri olan ve görüştüğüm kadınların “Aleviliğin özü” diye kavramlaştırdıkları yaşam felsefesini doğru analiz edebilmek için Aleviliğe İslam içerisinden bakma sınırlılığının aşılması zorunlu. Aleviliğin İslam öncesi kaynaklarını görmeyen bir bakış açısı “Aleviliğin özü”nü kavramaktan uzak kalacak. Bu özü tam olarak kavrayabilmek için Alevilik içerisindeki yol ve süreklerin tarihsel, toplumsal, coğrafik temelleri dikkate alınmak durumundadır.

Alevilikte kadınların durumunu, doğa insan bütünlüğü yaklaşımını, hiyerarşik olmayan toplumsal yapısını anlamak için bugün dahi canlı olan kutsal nesnelerin, sembollerin, duaların, ziyaret ve ritüellerin, deyişlerin, mitoloji ve masalların ele alınıp incelenmesi gerekiyor. Bu da başlı başına araştırmaya muhtaç farklı bir alan olarak önümüzde duruyor. Darık, teberik, toprak, güneş, ay, semah dönme, ışık, evrenin döngüsü, can olmak, ten değil nefes olmak, hiyerarşik değil yan yana olmak… Her biri ayrı bir araştırma konusu. Ancak bu araştırmaların sağlıklı sonuçlar vermesi cinsiyetçi yöntemlerden uzak, kadınların perspektifiyle yapılmalarına bağlı.

Bunlar önemli ipuçları ama bizim ipuçlarından fazlasına ihtiyacımız var. Erkek egemenliğine karşı mücadele edilecekse bilgi, donanım en önemli güç olarak önümüzde durmakta. Bunun için kadınların bu konulara el atması, araştırması, erkeklerin ürettiği sözlerin uygulayıcısı olmak yerine kendi tarihlerinin peşine takılarak kendi sözlerinin üreticisi olup sözlerini hayata geçirmeleri gerekiyor.

Alevilik inancında kadınlardan bahseden hikâyeler, ziyaretler her gün biraz daha erilleşerek kaybolmaya yüz tutuyor. Kadın isimlerini taşıyan ziyaretlerin isimleri erkekleştirilerek Alevilik inancı kadınlardan her geçen gün daha uzaklaştırılıyor.

Başından itibaren söz, yetki ve karar mekanizmalarında ya sadece, ya da ezici bir çoğunlukla erkeklerin olduğu Alevi kurumlarının bu haliyle kadınları ve Alevi toplumunu temsil etmesi düşünülemez. Çünkü Alevi toplumunun yarısı kadın. Siyasi bir yapı bu durumu gözetip, gerekli önlemleri alarak kadınların yönetim mekanizmalarında yer almasını başarmak, kadınlar lehine politikalar üretmek zorundadır.

Alevi kurumlarının kadınları yok saydığı, Alevilik inancı içinde kadınların varlığının unutturularak inkâr edilmeye çalışıldığı erkek egemen sistemde Alevi kadınlarının sessizliği daha ne kadar sürecek?

“Aleviler var ama Alevilik yok” meşhur cümlesini bir başka açıdan ele almak gerekirse “Alevi erkekler var ama Alevi kadınlar yok” diyebiliriz. Oysa Aleviliği taşıyıp bugüne dek getirenler kadınlar. Alevilik öğretisinin üreticileri ve yürütücülerini yok ederseniz Aleviliği yok edersiniz.

Elbette artık neredeyse ocak, dede, rehber, talip ilişkisi, eski cemler kalmadı. Kentleşme, Alevilik üzerinde onarılması güç tahribatlar yarattı. Ama bunlar Aleviliğe dışarıdan uygulanan müdahalelerle oldu.

Hikâyenin bir de içeride yaratılan tahribat kısmı var ki, o da Alevi erkeklerin, Alevi kadınlara yönelik cinsiyetçi baskısını anlatır. Ve bu baskı diğerinden daha az yıkıcı değil.

Alevi kadınların hem Alevi toplumu içinde hem de genel politika içerisinde siyasal bir özne olarak ihmal edilen yerini alması elzem. Cinsiyetlerinden dolayı ve Alevi oldukları için dışlanan, hor görülen, susturulan ve baskılanan kadınların başta kendileri için olmak üzere hemcinsleriyle birlikte özgürlük mücadelesinde hak ettikleri yeri almalarının zamanı.

Bitirirken şunu özellikle belirtmek istiyorum. Bir iddia olarak Aleviliğin ataerkil toplumlardan önceki anaerkil toplumdan bu yana onların önemli izlerini bugünlere taşıdığını düşünüyorum. Alevi erkeklerin, Alevi kadınları yok saymaları mücadelesinin bu kadar eski bir tarihten beslendiğini düşünüyorum. Aleviliğe anaerkil toplumdan kalan son izlerin o nedenle bugün takip edilmesi elzem. Kutsal mekânların kadın ve erkek adlarını taşıması, can olmak, analık makamı, cemlerin kadın erkek ortak yapılmasının günümüze kalan son anaerkil izler olabileceği şüphesini taşıyorum.

Ataerkinin tüm zulmüne rağmen hayatta kalmayı başaran bu ve henüz bilemediğimiz başka anaerkil izlerin bizlerden kendilerini takip ederek geçmişe dair önemli bilgileri gün ışığına çıkartmamızı beklediklerini biliyorum. Ya biz bu izlerle yepyeni bir kapıdan içeri girip bize unutturulmaya ve aynı zamanda yok edilmeye çalışılan tarihimizle buluşacağız, kadınlar açısından bambaşka bir Alevilikle karşılaşacağız ya da o tarih son izlerini de yitirerek bizleri geçmişsiz bırakacak.

Not: Bu yazı “Sır içinde sır olanlar: Alevi kadınlar” adlı kitabımın sunuş kısmından faydalanarak kaleme alınmıştır.