Laikliği Yeniden Kurmak: Beş Engel

Danimarkalı yönetmen Lars von Trier’in Beş Engel (2003) adlı belgesel filmini hatırlayanlar vardır. Filmde Trier, hayranlık duyduğu usta yönetmen Jørgen Leth’i zor bir imtihana tabi tutuyordu. Leth, 1967 tarihli Kusursuz İnsan adlı kısa filmini baştan çekecekti; ancak bunu yaparken Trier’in koyduğu beş temel sınırlamaya bağlı kalmak zorundaydı. Örneğin Leth’in set kullanması yasaktı, yalnızca belli ülkelerde çekim yapabilirdi, ya da filmi animasyona dönüştürmesi gerekiyordu.

Bugün Türkiye’de gösterimden kaldırılmak üzere olan laiklik filmini yeniden çekebilmek için bizlerin de bir takım “engeller” çerçevesinde hareket etmemiz gerekiyor. Yani laikliği tekrar inşa edebilmemiz için her şeyden önce bizi bu noktaya getiren yakın geçmişten dersler çıkarmalı. Kendisini en geniş anlamıyla solda tanımlayan herkes için geçerli bu.

Zira bugün Türkiye’de laikliğin cenaze salâsı okunmak üzereyse suç AKP’nin değil. Özellikle son on yıldır laikliğin tarihine, anlamına, ve işleyişine saldırılırken ses çıkarmayan, görmezden gelen, üstüne üstlük bir taş da kendi atan sol ve liberal çevrelerde kabahat.

Laikliği yerlere çaldı diye İslamcıları, hele ki Erdoğan’ı suçlamak, ceylanı parçaladığı için bir kaplanı sanık sandalyesine oturtmak gibi. Çünkü esas cürüm, genetik kodu ve tüm var oluş sebebi laiklikle hesaplaşmak üzerine kurulmuş olan (ve bunu pek de gizlemeyen) siyasal İslam’a başka anlamlar yüklemekti.

Peki laikliği yeniden kazanabilmek için işe nereden başlamalı? Bu sorunun kolay bir cevabı yok, ancak filmi baştan çekerken aşağıdaki “beş engeli” akılda tutmak faydalı olabilir.

1. Engel: Laikliğe sıfatlar eklemek

2002’den beri göze çarpan en güçlü eğilim, AKP’nin söylemsel düzeyde laikliğe karşıdan cephe almayışıdır. Her fırsatta laiklikle sorunu olmadığını dile getiren AKP yönetimi, bunun yerine laikliğin içeriğini yavaş yavaş yeniden tanımlama yoluna gitti. Örneğin 2006’da Arınç şöyle diyordu: “Anayasamızın değiştirilemez maddesi olan laiklik … ilelebet var olacaktır. Ancak günün şartlarına, toplum yapımıza uygun olarak yorum farklılıklarını da gidermek gerekir”[1]. Söz konusu “yorum farkı”, laikliğe sıfatlar ekleyip sınıflandırma yoluyla hayata geçti.

Buna göre, Birinci Cumhuriyet katı/dayatmacı/otoriter (ya da laikçi) bir anlayışa sahipken, Yeni Türkiye artık özgürlükçü/pasif/demokratik bir laikliğe yöneliyordu. Ama laiklik payidar kalacaktı. Bu ayrımın coğrafi karşılığı ise şu şekildeydi: Kıta Avrupası yerine Anglo-Sakson modeli. Daha 2005 yılında Erdoğan, Fransa tipi “yasakçı” laiklik yerine Anglo-Sakson tipi “özgürlükçü” laikliğe gönül verdiklerini açıklamıştı[2].

Tam 11 sene sonra TBMM Başkanı laikliği anayasadan çıkarmayı savunduğunda Erdoğan’ın yine aynı coğrafi ayrıma dayanarak laikliğe “sahip çıkması” bu konudaki tutarlılığı göstermesi açısından önemlidir[3]. Aynı hafta Davutoğlu da koroya katılarak “otoriter bir laikçilik değil özgürlükçü bir laiklik anlayışına yer vereceğiz” demişti[4].

Pratikte ise, laikliğe sıfatlar eklemek kavramın içinin boşaltılmasının başlıca aracı olageldi, çünkü kullanılan sıfatlar Türkiye’de laikliğinin temelden yasakçı ve arızalı olduğu ön kabulünden yola çıkıyordu[5]. Öyleyse daha fazla laik olabilmek için dinin siyasete ve topluma nüfuz etmesinin önündeki tüm engelleri kaldırmak lazımdı. Bu kavramsal çerçeve sayesinde AKP, topyekûn dinselleştirme girişimlerini bizzat özgürlükçülük adı altında yapabildi. Örneğin 2013 yılında Anayasa Mahkemesi, eğitimi baştan aşağıya imam-hatipleştirmeye soyunan 4+4+4 yasasına yeşil ışık yakarken “katı” değil “özgürlükçü” laikliğe bağlı kalındığı iddia edebiliyordu[6].

Hikayedeki kıssadan hisse şudur: Bugün kendini solda tanımlayan kimseler için “özgürlükçü” laikliği savunmak, ancak son on dört yıldan bihaber olmakla mümkün olabilir. Zira bu süreçte ülkeyi hızla İslamcı faşizmin karanlık sularına sürükleyen hiçbir adım yoktur ki özgürlükçü laiklik başlığı altında atılmış olmasın.

2. Engel: Laiklik yerine sekülerizm istemek

Laikliğe sıfatlar eklemek, daha önce lügatimizde pek de yaygın olmayan bir diğer ayrımın peyda olmasına sebep oldu: Laiklik ve sekülerizm. AKP ve onun aydın çevresi laikliği giderek “elitlerin zulmü” ile özdeşleştirdikçe, kulağa daha hoş ve masum gelen sekülerizm kavramı bazı çevrelerde itibar görmeye başladı.

Örneğin 2013 yılında laiklikle ilgili çok ses getiren konuşmasında, CHP milletvekili Şafak Pavey’in laiklik sözcüğünü hiç kullanmaması, bunun yerine “kusursuz bir sekülerizm” istemesi, laiklik sözcüğü üzerinde yaratılan olumsuz çağrışımın ne kadar etkili olduğunu göstermesi açısından önemlidir[7]. Demek ki laikliği savunurken bile laiklikten söz etmek mekruh olmuştu artık.

Sosyal bilimler literatüründe laiklik ve sekülerizm arasında yapılan ayrıma uzun uzun değinmenin yeri burası değil. Çünkü Türkiye özelinde esas vurgulanması gereken şu: Bugün sekülerizm istemek “özgürlükçü laiklik” savunusu yapmakla tamamen aynı şeydir. Bunun iki sebebi var:

Birincisi, sekülerizm kavramı da (tıpkı özgürlükçü laiklik gibi) Anglo-Sakson ve Protestan örneklerle ilişkilendirilerek daha barışçıl ve özgürlükçü olarak lanse edilir. Yani Kıta Avrupası’ndaki baskıcı Katolik geleneğe karşı ortaya çıkan laikliğe göre daha “uzlaşmacı” bir tınısı olduğu umulur sekülerizmin.

İkincisi, çözümleme seviyesi olarak sekülerizm genelde toplumsal inançlar, laiklik ise devletle ve hukukla bağdaştırılır. Dolayısıyla, devlet müdahalesi yerine sivil toplumun bakış açısını ön plana çıkardığı için sekülerizmin “değerlerle barışık” bir çağrışım yaptığı düşünülür.

Her iki durumda da sekülerizmin bizi çıkardığı kapı yine özgürlükçü laikliktir -ki bu kapının nereye açıldığını birinci maddede görmüştük. Laiklikten utanarak sekülerizm istemek, maçı AKP’nin sahasında ve kurallarıyla oynamayı kabul etmektir.

Zira kavramların anlamı tarihsel mücadele ve toplumsal hafıza ile belirlenir. Coğrafyamızın anlam dünyasında, dini dayatmacılığa karşı elde edilen her türlü kazanımın tarihi laikliğin tarihidir, sekülerizmin ya da “pasif” laikliğin değil. Zaman yeni sıfat ve kavramlara sığınarak özür diler pozisyona sıkışmak zamanı değil, toplumda karşılığı olan mücadele başlığını ileriye taşıma zamanıdır.

3. Engel: Laikliği yanlış/eksik tanımlamak

Sıfatlar ya da yeni kavramlarla yaratılan anlam kargaşasının esas başarısı, AKP döneminde laikliğin tek ölçütünün “din ve vicdan özgürlüğünün genişletilmesi” şeklinde ifade edilmesi oldu[8]. Örneğin son anayasa  tartışmalarında Yeni Şafak yazarı Hüseyin Likoğlu bile, “laikliğin tanımlandığı, özellikle Müslümanların din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına alan bir anayasa yapılmalı”[9] diyerek laikliği “savunabiliyordu”. O zaman laiklik, zaten egemen olan mezhebi toplum ve devletten ayıran her duvarı yıkmak demekti.

Bugün lafı dolandırmadan laikliğin tanımının bunun tam tersi olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Laiklik, dinin siyasi ve toplumsal yapılardaki nüfuzunun arındırılması, dinin bu alanlarda belirleyici/düzenleyici bir unsur olmasının engellenmesidir. Daha doğrusu bu konuda verilen ve her daim devam eden sürecin, siyasi-toplumsal mücadelenin adıdır laiklik.

Laikliği bu şekilde ifade ettikten sonra, din ve vicdan hürriyetinin laikliğin tanımı değil, neticelerinden biri olduğunu görmek zor değil. Zira vicdan hürriyetinin gerçekleşebilmesinin ön koşulu, dinin siyasi-toplumsal yapıya hüküm kuramamasından geçer.

Salt vicdan hürriyeti vurgusu, aslında çok daha sorunlu bir laiklik tanımının emaresidir: Laikliğin yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılığı olarak görülmesi. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun TBMM Başkanı’na getirdiği eleştiriyi hatırlayalım: “Bunlar laikliğin ne olduğunu bilmiyorlar. Laiklik din ve vicdan özgürlüğü demektir … Din kutsal bir şeydir. Oraya siyaset kurumu müdahale edemez … Laiklik o müdahaleye imkan vermeyen modeldir[10].

Bu mantığa göre din ve siyaset eşit statüdedir, biri diğerine karışamaz, ve ayrı durmaları yeterlidir. Doğrudan söylemek gerekiyor: Bu açıklama hukukun üstünlüğü fikrinin ayaklar altına alınmasıdır.

Çünkü gerçekte laiklik, ilkokulda kafamıza kazındığı gibi yalnızca din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Laiklik aynı zamanda, hukuk devletinin dinin siyasi ve toplumsal oyun alanını bir takım kural ve müdahalelerle sınırlamasıdır. Laik siyaset, ayrılığı mümkün kılmak için bunu yapmak zorundadır.

Din ve devlet işlerini ayırmanın dine tam bağımsızlık vereceğini düşünmek, hukukun dışında ve üstünde işlev gösteren ikinci bir kamusal erkin varlığını kabul etmektir.

Kısacası, ayrılık (separasyon) ve izleme/düzenleme (regülasyon) pratiklerinin iç içe geçmesiyle oluşan bir bütün olarak düşünmemiz gerekiyor laikliği[11]. Hukuk devleti, yukarıda özetlenen laiklik tanımına paralel olarak bu iki pratiğin farklı kombinasyonlarını hayata geçirmekle yükümlüdür. “Herkes kendi yoluna” demekle değil.

4. Engel: Diyanet’i kaldırmanın kendi başına laiklik getireceğini sanmak

Laikliği yalnızca din-devlet ayrılığı olarak görmenin en sorunlu yansıması, Diyanet’i kaldırmanın tüm sorunları çözen sihirli bir formül olarak sunulması şeklinde ortaya çıktı. HDP’nin 2015 seçim vaatlerinde bu vurgu ön plandaydı: “Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılarak, devletin din ve inanç alanından elini çekmesi sağlanacak[12].

AKP döneminde devlet ve toplumun topyekûn Sünni İslamlaştırılmasında öncü rolü oynayan Diyanet’i kaldırmak, kuşkusuz ki laik siyasetin geleceği için en merkezi taleplerden biridir. Ancak esas soru Diyanet’in nasıl kaldırılacağı, kaldırıldıktan sonra dinin/dinlerin hangi çerçevede regülasyona tabi tutulacağıdır.

Eğer laiklik dinin siyasi ve toplumsal yapılardaki nüfuzunun arındırılması ise, Diyanet’i kaldırmak bizi bu hedefe yaklaştıran adımlardan biri olarak anlam kazanabilir. Ne var ki HDP’nin seçim bildirgesi, bir yandan Diyanet’i kaldırırken öte yandan toplumu dinselleşmeden koruyan tüm yapıları yerle bir etmeyi hedefliyordu:

“Kapatılmış dergâh ve benzeri ibadet mekânlarının önündeki engeller kaldırılacak … Dini inançların gereği olarak tercih edilen kılık ve kıyafete hiçbir alanda müdahale edilmeyecek … Sivil din eğitimi tümüyle serbest olacak”.

Kısacası tekke ve zaviyeler yeniden açılacak, tehvid-i tedrisat lağvedilecek, anaokulundan itibaren ve tüm devlet kurumlarında dini kisve geçer akçe olacak. Ayrıca Diyanet yerine kurulan İnanç Hizmetleri Başkanlığı, yerel yönetimler vasıtasıyla tüm dini oluşumları maddi olarak destekleyecek[13]. Bildirgenin “özgürlükçü laikliği” savunduğunun altını çizmesi tesadüf olmasa gerek.

Üstelik seçimden tam bir yıl sonra, ortada Diyanet’in kaldırılmasıyla ilgili hiçbir gelişme yokken, HDP’li milletvekili Müslüm Doğan tekke ve zaviyelerin yeniden açılmasıyla ilgili kanun teklifini verdi bile. Böylece “Nakşibendîlik, Kadirilik, Halvetilik, Uşşakîlik, Cerrâhîlik, Şâbânilik, Sa’dîlik gibi Sünnî tarikatlar” dini değerlerini özgürce yaşayabileceklerdi[14]. Ne demeli, ülkede laiklikle ilgili en önemli sıkıntı bu arkadaşların mağduriyeti demek ki.

Dinsel olanın kamusal yaşamın her alanındaki tam bağımsızlığı ve genişlemesine kapı açan pratiğin adı laiklik olamaz. Böyle bir yayılmacılığa set çeken bir regülasyon çerçevesinde Diyanet’i kaldırabilmeliyiz; devlet eli ve bütçesiyle tarikatları ve diğer dinî örgütlenme biçimlerini palazlandırarak değil.

5. Engel: Laikliği toplumsal mücadeleden koparmak / önemsizleştirmek

Buraya kadar sayılan tüm yanlışların belki de çıkış noktası, laikliği bir toplumsal mücadele başlığı olmaktan çıkarıp önemsizleştirmekten geçiyor. Söz konusu eğilimin farklı ancak benzer biçimlerini sosyalist ve merkez solun içinde bulmak mümkün.

Merkez solda hikaye, Baykal muhalefetinin laikliği ordu tarafından korunacak bir devlet nizamnamesine, hukuksal bir kaideye indirgemesiyle başladı. Laikliği Türkiye soluna mal olmuş tarihselliğinden koparmaya hizmet eden bu biçimci siyaset, kavramı dinamik ve ilerici toplumsal güçlerden koparma konusunda derin izler bıraktı.

Baykal’ın kabak tadı veren ve içi boşaltılmış laiklik vurgusuna tepki olarak Kılıçdaroğlu, çareyi “Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem” düsturunda buldu. Bu noktadan sonra CHP, iktidar tarafından “din karşıtı”, “seçkinci”, ya da “değerlerle kavgalı” olarak yaftalanmamak adına laikliği gündemden düşürmeye ya da (3. maddede gördüğümüz gibi) AKP’nin diliyle ifade etmeye yöneldi.

Sosyalist solda ise laikliğe sahip çıkmanın AKP’nin güdümüne ve gündemine girmekle eş anlamlı olduğu düşüncesi pekişti. Örneğin sol içi laiklik tartışmalarının yoğunlaştığı 2014 sonunda Tanıl Bora, hükümetin “anticiliğine” soyunup “iktidarın zihniyet dünyasına kısılıp kalma” yerine, “aklımızı, fikrimizi … iktidarın markajından kurtarmaktan” söz ediyordu[15].

Hemen birkaç hafta sonra Başlangıç dergisi, solda laiklik üzerinden mevzilenen “stratejik yönelimin hem gerçekçi olmadığını hem de yanlış olduğunu düşünüyoruz” diye yazdı. Buna göre, hem toplumsal muhalefeti böldüğü için, hem de solu “tam da AKP’nin stratejisine” sıkıştırdığı için “laikliği … bir söylem ve ideolojik pozisyon olmaktan” çıkarmak lazımdı[16].

Merkez ve sosyalist soldan verilen bu örnekler, AKP’nin laikliğin tarih ve anlamını itibarsızlaştırmada kazandığı başarıyı gözler önüne sermesi açısından önemli. Zira iki durumda da, laikliği önemli bir siyaset başlığı olarak benimsemekten utanıp sıkılma, ve dolayısıyla onun toplumsal mücadeleyle olan bağını zayıflatma sonucuna ulaşılıyor. Üstelik tam da laikliği ortadan kaldıran erkin “gündemine sıkışmamak” için.

Sonuç olarak, artık anayasadan çıkarılması tartışılmaya başlanan laikliği daha fazla kaderine terk etme lüksümüz yok bugün. Yeniden ve yeni biçimlerle inşa edeceğimiz bu yolun bizi nereye götüreceği bilinmez.

Ancak laikliğe sıfatlar eklemeyerek, ona alternatifler aramayarak, onu eksik/yanlış tanımlamayarak, ya da sihirli formüllerden medet ummayarak işe başlayabiliriz −en önemlisi de, laikliğin coğrafyamızın siyasi-toplumsal-tarihsel mücadelelerindeki merkezi konumunun farkında olarak.

 

DİPNOTLAR

[1] Hürriyet, 23 Nisan 2006: http://www.hurriyet.com.tr/arinc-cumhurbaskani-secimi-tartismalarini-elestirdi-4302003

[2] Sabah, 7 Şubat 2005: http://arsiv.sabah.com.tr/2005/02/07/siy101.html

[3] Milliyet, 26 Nisan 2016: http://www.milliyet.com.tr/erdogan-dan-laiklik-aciklamasi/siyaset/detay/2234415/default.htm

[4] Hürriyet, 27 Nisan 2016: http://www.hurriyet.com.tr/davutoglu-laiklik-tartismalarina-son-noktayi-koydu-40095368

[5] Cumhuriyet laikliğinin eksik ya da yanlışları vardır ve bir başka yazının konusudur. Ancak kuruluş dönemi laikliğinin hiçbir hatası yoktur ki AKP’nin yaptığı gibi dinin önünü açıp devlet ve toplumla daha fazla bütünleştirerek düzeltilebilsin.

[6] Vatan, 19 Nisan 2013: http://www.gazetevatan.com/4-4-4-e-laiklik-gerekcesi–531307-gundem/

[7] http://www.safakpavey.com/safak-paveyin-mecliste-ozgurlukler-konusmasi/

[8] Bu noktaya yakın zamanda Korkut Boratav da değindi: Birgün, 28 Nisan 2016: http://www.birgun.net/haber-detay/korkut-boratav-laiklik-aydinlanmanin-bir-ogesidir-110445.html

[9] T24, 2 Mayıs 2016: http://t24.com.tr/haber/muhafazakar-yazarlar-laikligi-tartisiyor-muslumanlara-tasma-mi-teminat-mi,338670

[10] soL, 26 Nisan 2016: http://haber.sol.org.tr/toplum/kilicdaroglundan-laiklik-aciklamasi-153944

[11] Doktora tezimde bu iki terimi sosyopolitik laikleşme stratejileri olarak kavramsallaştırıyorum. İngilizce kopyasına erişim için: https://theses.lib.sfu.ca/sites/all/files/public_copies/etd9472–peker-2016-phd-dissertation.pdf

[12] http://www.hdp.org.tr/images/UserFiles/Documents/Editor/HDP%20Seçim%20Bildirgesi%20Tam%20Metin.pdf

[13] Bu konuda daha ayrıntılı bir çözümleme için: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/efe-peker/diyaneti-kaldirmak-laik-bir-talep-midir-115926

[14] OdaTV, 25 Mayıs 2016: http://odatv.com/hdp-tekke-ve-zaviyeler-tekrar-acilsin-2505161200.html

[15] Birikim, 10 Aralık 2014: http://www.birikimdergisi.com/haftalik/1306/hegemonya#.V1MBYFcdVRo

[16] Başlangıç, 5 Ocak 2015, http://baslangicdergi.org/baslangic-yazilari-n-12-baslangic-neden-birlesik-haziran-hareketinde-degil/