Melankoli, Devrim ve İntihar

Hayat telâfi edilemez. Çünkü hüznün herhangi bir konjonktürü yoktur. İnsan, varolduğu için acı çeker.

Türkçe’nin militan ve lirik seslerinden olan Ahmet Oktay, sosyalizme inanan devrimci bir şairdi. Fakat onun şiirlerinde dünya acısı(Weltschmerz), hem sosyal ontolojinin bir yazgısıdır hem de metafizik bir yaşantıdır. Bu yüzden de Ahmet Oktay’ın şiirlerinde devrim, kelimenin en radikal anlamıyla kesintisizdir.

Bu yazıda, zaman zaman bir gözaltı hücresinden bağırır gibi şiir yazsa da her kalbin içini hüzünle açan Ahmet Oktay’ın, Yol Üstünde Semender[1] adlı kitabı; Lirizm, Marxist Tarihselcilik ve Albert Camus’nün İntihâr Felsefesi bağlamında kısaca irdelenecektir.

Yalnız hüznü vardır kalbi olanın[2]

Lirizm ne ölçüde radikal olabilir? İnsanın bir gün evine döneceğini iddia eden her türden kurtuluş anlatısı, ancak sonlu bir şekilde liriktir. Dinler ve nihâyetinde büyük anlatılar, böyle bir kesintiyle yazgılıdır. Örneğin Trakl, bir Hıristiyan olarak ne ölçüde radikaldi? Ya da Coleridge’e sorsak Yaşlı Denizci’yi bütünlüğün kıyılarına çıkarır mıydı?

Marx’ın yazılarında, Alman Romantizmi’nin de etkisiyle hissedilen melankolik bir ton vardır. Kuşkusuz ki sosyalizm bir rahatsızlık biçimidir. Hattâ sol melankoli, kimi zaman fazla çileci bir hâle bürünür. Ama ne olursa olsun, devrimin hüzünlü bir geçmişi vardır.

Modern anlamda şiirsel lirizm, kuşkusuz ki politik bir tepki biçimi olarak vuku bulmaz. Gerçi lirizmi şeyleşmiş toplumsal düzenle ilişkisi bağlamında okuyanlar da vardır ama son kertede lirik dünya görüşü, politik konjonktürü aşar ve dünyayla ontolojik bir polemiğe girer. Kısacası, lirizmin ölçütü, dünyaya mutlak bir şekilde katlanamamaktır. Lirik bir şair bu dünyada mutlu olamaz.

Peki ya öte dünya(lar)da? Mâverâ, kuşkusuz ki lirizme dâhil edilebilir. Ama radikal bir lirizmden söz edeceksek, mâverânın hüznü kesintiye uğrattığı da ortadadır. Dünya acısı (Weltschmerz) mâverâyı dışlamaz, ama mutlak bir sürgünde insanın geri dönebileceği bir evi yoktur.

Ahmet Oktay’ın şiirleri, “kapanmayan yarasıyla doğan”[3] bir şairin şiirleridir. “Kutusundan taunlar yaya[r]”[4] onun imgelemi. Yol Üstünde Semender’de, lirizmini sonuna kadar götüren Ahmet Oktay, acıyı asla umutla kandırmaz. Çünkü “Ne yapsak silinme[yecektir] ruhtan geçmişin izi.”[5] Bu minvalde müntehiri yazan ve “ezelden beri göç[en]”[6] Şair için intihâr da bir kurtuluş değil, sadece yaşa[yama]ma[ya] karşı bir tepkidir.

… içimde/ o hiç dinmeyen kar sesi;/ “şairimiz” diye haykırıyor/ işçiler/…/ burcum, gizemli Yengeç/ esirge ve büyüt/ devrimden başka bir şey olmayan şiirimi.[7] 

“Komünizm, tarihin çözülmüş muammasıdır.”[8] 1844 Elyazmaları’nda, “insan ile doğa ve insan ile insan arasındaki çelişkinin (Widerstreit) gerçekten tasfiye edilmesi” olan komünizm bu şekilde nitelendirilir. Bu ontolojik önerme, Marxist Öğreti’nin bütün entelektüel ve pratik serüvenine nüfûz eden Mesiyanizm’in de habercisidir. Oysa Ahmet Oktay, devrime rağmen sosyalist değildi; ama sosyalizme rağmen bir devrimciydi. Oktay’ın şiirlerinde melankoli, hem dünyanın hem de varoluşun yazgısıdır. Üstelik bu yazgı, Ahmet Oktay açısından devrimi anlamsız kılmaz. Bilâkis, devrimi gerekli ve kesintisiz kılan şey tam da bu ezelî ve ebedî mağlubîyettir. İnsan, acı çekmeye yazgılı olduğu için isyan etmeye de yazgılıdır. Çünkü “kurşun sonu değil[dir] yalnızca, başlangıcı[dır] da zamanın.”[9] Ve her devrim “daha dün yakılmış bir şenlik ateşinin çukuru”na[10] düşer.

Kısacası şöyle demektedir Ahmet Oktay: “İnsanlığın büyük harfle yazılan bir Altın Çağ’ı olmadı. Olmayacak.”[11]

İnsan/ vaktinde bitebilseydi: Sessiz/ durmakla uzak kalınamıyor Bilebilseydi.[12]

“Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar.”[13] Albert Camus, Sisifos Söyleni’ne bu cümleyle başlar. Ona göre “hiç kimsenin varlıkbilimsel bir kanıt uğruna öldüğü” görülmemiştir. Kısmen de olsa haklılık payı vardır bu tespitte. Ama unutulmamalıdır ki, kimi insanlarda ya da gruplarda hakikat bazan ahlâkî bir yaşantıya da dönüşür. Fakat bu mesele bu yazıyı aşar, o hâlde geçelim.

Camus, intihârı anlam sorunu bağlamında irdeler: “Kendini öldürmek, bir anlamda, melodramlarda olduğu gibi içindekini söylemektir. Yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı anlamadığımızı söylemektir.”[14] Öte yandan bazan, yaşamak bizim açımızdan anlamlı olsa da intihâr ederiz. Fakat Camus temel olarak anlam sorununa odaklanır ve bu sorun karşısındaki dinsel tedbirleri hedef alır. Ona göre anlamsızlığı onarmaya yeltenen mümin, “Alçalmış düşüncenin bu “havarisi”[,] varlığı tüm derinliğiyle yeniden canlandıracak şeyi bu alçalışın son noktasında bulur.”[15]

Léon Chestov ya da Kierkegaard’dur karşımıza çıkan. Örneğin “Chestov’a göre, us boştur ama usun ötesinde bir şey vardır.”[16] Camus ise bunu bir aldatmaca olarak kavrar ve kurtuluşu yadsır. Uyumsuz olarak adlandırdığı bir varoluş biçimini öne sürer ve şöyle der: “Uyumsuz bir kafa içinse us boştur, ama usun ötesinde hiçbir şey yoktur.”[17] Öte yandan Uyumsuz, “savaşı tanır, usu tümden küçümsemez ve usdışını benimser… Ama iyi bilir ki bu dikkatli bilinçte umuda yer yoktur.”[18] Fakat Camus,  dünyanın anlamsızlığından intihâra varmaz, hattâ tam tersine, Camus’ye göre “başkaldıran insan” için intihâr bir teslimiyettir: “Gerçekten de, uyumsuz uslamlamanın son sonucu intiharın yadsınması[dır]…”[19]

Oysa Ahmet Oktay, intihârın da bir başkaldırı olabileceğini düşünür. Ahmet Oktay için “intiharın kökenindeki soru”, “Onaylıyor muyum?”[20] sorusudur.  Kuşkusuz ki Oktay için de telâfî edilemez yenilgiler vardır ama o intihârı aynı zamanda bir tepki koyma biçimi olarak kavrar. Yol Üstünde Semender, deyiş yerindeyse bir müntehirler antolojisidir ve “Müntehirin açı[lı]p yağmala[nmış] bin yıllık terekesinde”[21] umutsuzluk vardır ama değersizlik yoktur. Tam tersine, intihâr anlamın bedelidir.

Öte yandan Ahmet Oktay’ın lirizminde ahlâkçı bir yönelim vardır. Şair, bazan her şeyin çok kötü olduğunu âmiyâne tâbirle gözümüze sokmak ister. Çünkü onun “tek giysisi vebalı ışıklarla melankolidir.”[22] Beşir Fuad’ın kardeşidir Ahmet Oktay ve Virginia Woolf’la beraber “ah yaşam, nasıl da korktum senden”[23] diyerek iç geçirir. Öte yandan geçmiş, ki tüm zamanların en hüzünlü vebalidir, müntehirin peşini asla bırakmaz ve “hafızanın süzdüğü ne varsa, durmadan kanar.”

Ahmet Oktay, en bireysel göründüğü anlarda bile insanlığa seslenen, zaferlerini yenilgilerinden çıkaran ve sanki hep mücadele eder gibi yazan bir şairdi. Onun şiirlerinde; melankoli, devrim ve intihâr vardır.


DİPNOTLAR

[1] Ahmet Oktay, Söz Acıda Sınandı: Toplu Şiirler. İstanbul: Islık, 2016; s. 433-479.

[2] agy; s. 475.

[3] agy; s. 464.

[4] agy; s. 450.

[5] agy; s. 454.

[6] agy; s. 463.

[7] agy; s. 450.

[8] Karl Marx, Hayalet: Seçme Yazılar. Editör: Güçlü Ateşoğlu. İstanbul: Ayrıntı, 2017; s. 121.

[9] Ahmet Oktay, agy; s. 441.

[10] agy; s. 470.

[11] agy; s. 562.

[12] agy; s. 445.

[13] Albert Camus, Sisifos Söyleni. Çeviren: Tahsin Yücel.  İstanbul: Can, 2011; s. 21.

[14] agy; s. 23.

[15] agy; s. 26.

[16] agy; s. 52

[17] agy; s. 52.

[18] agy; s. 53.

[19] Albert Camus, Başkaldıran İnsan. Çeviren: Tahsin Yücel. İstanbul: Can, 2010; s. 16.

[20] agy; s. 476.

[21] agy; s. 457.

[22] agy; s. 453.

[23] agy; s. 442.