Hindistan bugünlerde resmi olarak modi-fiye olmuş bulunmakta. BJP’nin henüz sonuçlanmış olan genel seçimlerde elde ettiği başarının ölçeği öylesine büyük ki seçimin anlamı yalnızca Hindistan’ın Narendra Modi’nin şahsında yeni bir başbakan seçmiş olmasından daha fazlasını ifade ediyor. Hindistan’ın siyasal düzenindeki değişiklikler çok derin ve analistler bunların hepsini ya da çoğunu dahi çözümlemiş değiller. Hizipçiliğin (sectarianism)[1] ve Hindu komünalizminin[2] eşlik ettiği sermaye dostu büyüme ve neo-liberal reformlar radikal bir sistem karşıtı görünüm altında ön plana çıkmakta.
Başlarken, Modi’nin komünalizminin ya da otoriterliğinin büyüme ya da Hindistan’ın dirençli demokratik kurumları tarafından yumuşatılıp yumuşatılamayacağı tartışmasının bir kez daha üzerinden geçmemiz gerekiyor. Açık ki, büyük sermayedarların çıkarları ve ‘sıradan insanlar’ her gün bir ayaklanma istemeyecektir. Bu anlamda, yumuşamış veya ılımlı bir Modi sıradan bir olasılık.
Ayaklanmalar kontrol edilebilir ya da iş çevrelerinin çıkarları doğrultusunda her zaman olduğu gibi şekil değiştirebilir. Fakat bu Hindu komünalizminin kendisinin yumuşayacağı manasına gelmiyor. Pekala biçim değiştirerek ve büyüme dostu bir surette yeniden ortaya çıkabilir. Bu yumuşak versiyon öncesindeki aşırılıkçı versiyondan çok daha tekinsiz, çok başlı olabilir!
Dolayısıyla her zaman olduğu haliyle komünal şiddete ve aşırılıkçı-hizipçi bir Modi’ye karşı olmak yumuşamış bir komünalizmi ya da ılımlı bir Modi’yi çözümlemekten çok daha kolay. Economist ve diğer büyüme dostu yorumcular çizgiyi aşırılıkçı – hizipçi Modi’de çekiyorlar fakat olumlu karşılanan ılımlılaşmış Modi için aynı duyarlılık geçerli değil. Bu, seküler sağcılığın kendisini ifade etme yöntemlerinden biri haline gelmiş bulunmakta. Yalnızca her şey normale döndüğünde, eski tas eski hamam bir hale geldiğinde her şeyin daha iyi olacağı ima ediliyor.
Modi’nin aşırılıkçı hizipçiliğini reddedenlerin ön cephesinde ise Amartya Sen gelmekte. Fakat Modi, şahsında “güçlü ve gelişen, komünal olmayan bir seküler sağ parti” özlemini de temsil ediyor. Sen kendisine kısa ömürlü ‘klasik liberal’ Swatantra Partisi’ni hatırlatan “net bir şekilde dine dayanmayan piyasa dostu, sermaye dostu” bir parti umudunda.[3]
Ya da Modi’yi 2002 Gujarat pogromundan dolayı bir zamanlar eleştirmiş olan şirket yöneticisi Deepak Parekh ve milyarder vicdan bekçisi Narayana Murty’yi ele alalım. Bu hiçbirini bugün Modi iktisadının büyük hayranları olmaktan alı koymuyor.
Bu düşüncenin daha genel yönelimi Modi’nin belki de Hindistan’ın sosyalist mirasına nihayetinde bir son vererek gerçek bir kapitalist sistem kuracağını düşünen Shekhar Gupta’da netleşiyor. Bu yoğun deregülasyon, özelleştirme, işveren dostu iş kanunları, yabancı sermayeyi cezbetmek ve sermaye yoğun büyüme anlamına gelebilir.
Dolayısıyla aşırılıkçı Modi’yi reddetmek normal bir kapitalizmi onaylamaya ve sol ya da ‘sosyalist’ ne varsa reddetmeye dönüşüyor. Komünal aşırılıkçılıktan kurtulma ısrarı Hindu çoğunlukçu tahakkümü caydırmak için hiçbir şey içermiyor. Bundan ötürü, sağ kanat sekülarizmin bize sağladığı yumuşatılmış bir komünalizm: düşük dengede bir komünalizm ve her yönüyle eksiksiz bir kapitalizm.
Bu yukarıda sözü edilen düşük dengeli bileşimin uzun bir süre telaffuzunu takip eden her fırsatta ortaya çıkan büyük komünal katliamları ortadan kaldırmıyor. Belki de Modi’nin ılımlı ve aşırılıkçı yüzlerinden biri ötekisini dışlamıyor ve birlikte var olabiliyorlar.
Gizli Hindutva[4] gündemi
Birçok radikal Modi karşıtının iddia ettiği gibi büyüme dostu komünalizm ile ilgili temel mesele arkasında gizli bir Hindutva gündemi oluşu değil. Hindutva gündemi kalkınma gündeminden ayrı bir şeymiş gibi muamele görüyor. Fakat bu gündemin kendisi perde arkasındaki tekinsiz Hindutva oyununun bir yalancı görünüşü gibi değil de kendi başına ve toplumsal belirleyenleri çerçevesinde anlaşılmalı.
Gerçekten de büyük paralı çıkar çevreleri tarafından dökülen tonlarca para yalnızca bir ‘Modi dalgası’ yaratmadı bir toplumsal etki de oluşturdu. Bütün bir toplumsal uzamı kat eden hiyerarşileri ve tahakküm ilişkilerini de harekete geçirdi, etkinleştirdi ve güçlendirdi. Öyle görünüyor ki toplum içerisinde yayılmış gerici bir katmanın bütününü mali olarak destekleyerek lümpenleşmiş alt tabakaları büyük sermaye çevreleriyle daha kapsamlı ilişkilere doğru harekete geçirdi. Daha, bu dalga, basitçe sınıf savaşımın bir yoğunlaşması olarak görülmeli. Toplumsal meselenin de tam kalbine işaret ediyor.
Komünalizmi toplumsal belirleyenleri çerçevesinde teşhis etmek Modi’nin ‘yumuşak faşizmini’ konuşma özgürlüğünün bastırılması ya da azınlıklara zulmedilmesi şeklinde kavramanın ötesine geçmemizi sağlayacaktır. Mesela, yalnızca Hindutva değil iyi yönetişim de aşırılıkçı hizipçi bir çerçeveye eklemlenebilmektedir. Azınlıklara karşı ayaklanmaları önlemek iyi yönetişimin bir parçası gibi görünmüyor. Ne de Silahlı Kuvvetler Özel Yetkiler Kanununun ilgası bu kavramın bir parçası olacaktır. Muzaffarnagar ayaklanmalarında olduğu gibi ’iyi yönetişim çağında Hindutva’ gibi bir şeyi çözümlemeye başlamak zorundayız. Seküler sağ kanat kalkınmacılığın sloganı haline gelmiş olan iyi yönetişimi Hindutva’nın kendisinden değilse bile yumuşatılmış bir komünalizmden ayırabilmek son derece zor zira.
Hindu çoğunlukçuluğu azınlıklara karşı her durumda açıkça kanlı bir siyasa izleme ihtiyacında değil. Şerhlere muhalefet etmek, ‘azınlıklara ödün siyasetine’ muhalefet etmek ve çoğunluktaki yüksek Hindu kastlarının kurbanı oynarken liyakat temelinde bir rekabete çağrıda bulunması – tüm bu normal, aşırılıkçı olmayan duruşlar halihazırda belirli bir komünalizmi (ve kastçılığı) kimi zaman ortaya çıkan açık şiddet patlamalarıyla desteklemekte zaten. Bu Hindistan’da kendi başına yeni bir şey değil. Daha önceki seküler hükümetler döneminde de vardı.[5] Yeni olan şey hizipçi aşırılıkçılığa karşı muhalefetin seküler sağcılığın önünü açması: büyüme dostu bir hizipçilik.
Seküler sol da, Modi’yi ‘komünal faşist’ ve benzeri sıfatlarla tanımlayıp ona karşı aşırılıkçı bir dil kullanarak gayretli bir şekilde bu muhalefete katılmakta. Fakat yine de komünalizmin toplumsal belirleyenlerini gözden kaçırmakta ve fenomenin kalbinde yatan sınıf savaşımının ayırıcı çizgilerini bulanıklaştırmaktalar. Ahlaki bir öfke içinde olmalarına karşın en nihayetinde seküler sağcı müesses nizam ile ittifak halindeler.[6]
Gerçekten de, mecliste temsil edilen sol Modi’nin ‘yumuşak faşizmini’ kınıyor ancak günümüz söyleminde basitçe aristokratik bir şekilde genişleyen Nehru-Gandhi hanedanından başka bir anlama gelmeyen Kongre partisine olan utanç verici bağımlılıklarını da kıramıyorlar. Birçok toplumsal hareket de bu bağımlılık bataklığında ve dolayısıyla Kongre’ye tabi olan ve Sonia Gandhi’nin başkanlığını yaptığı Ulusal Danışma Konseyi gibi kurumlar üzerinden çalışıyorlar. Bu solun Hanedanla özdeş hale gelmiş ‘Hindistan fikri’ne en ufak bir eleştirisi yok. Bu Hindistan fikrinin sol bir eleştirisini geliştiren Naxalcı sol partiler ise terörist ya da maceracı olarak yaftalanmakta. Fakat Naxalcı sol ilkesel olarak meclis seçimlerinde yarışmıyor da. Bundan ötürü belli bir aşamaya gelindiğinde statükoya meydan okumak sağın görevi haline geliyor.
İlginç bir şekilde, Modi’nin devam ettirmeye and içtiği neo-liberal reformları Kongre başlatmıştı – sekülaristler ve yumuşak faşistler arasında ortak epeyce şey var. Kongre ve BJP arasındaki bu devamlılığı görmek yerine, meclisteki sol bağımsız bir şekilde, kendi başına değil ancak Kongre adına BJP’ye saldırıyor. Modi böylece solu ve Kongre’nin BJP dışı muhaliflerini, Kongre’nin ve Hanedan’ın ‘B takımı’ olarak adlandırarak meşruiyetlerinden ediyor. Kongre tarafından başlatılan neo-liberal reformlar şu anda BJP tarafından ele geçirilmiş ve radikal, sistem karşıtı bir yorum katılmış durumdalar. Modi’nin kendi alçak kast statüsü ve ‘başbakanlığa yükselen çaycı’ hikayesi bu sistem karşıtı sunumu kolaylaştırıyor.
Dolayısıyla Modi/BJP sistem karşıtı ve toplumsal olarak dışlanmış olanlar adına konumlanabiliyor. Bu bağlamda Modi dünyanın merak ettiği varsayılabilecek ‘kime benziyor?’ sorusunun konusu olan güçlü adam olarak ortaya çıktı: Putin, Lee Kuan Yew, Ahmedinejad, Ariel Sharon, Xi Jinping, Thatcher, Shinzo Abe ya da Reagan. Modi, Gujarat’taki 2002 pogromuna, Sharon’un Sabra ve Şatilla katliamıyla olduğundan çok daha doğrudan bağlı olması farkıyla muhtemelen en çok Sharon’a benziyor. Ve neo-liberal ekonomiye olan inancı ve çalışan sınıfların gücünü kırmasında ise Thatcher’a benziyor.
Çeviri: Toygar Sinan Baykan
Saroj GİRİ: Delhi üniversitesi siyaset bilimi öğretim görevlisi. Güncel toplumsal ve siyasal meseleler üzerine yazıyor ve bir aktivist.
Yazının orijinaline şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: http://www.opendemocracy.net/openindia/saroj-giri/modified-indias-growthfriendly-sectarianism Erişim: 22.6.2014.
DİPNOTLAR
[1] “Sectarianism” kavramı çoğu zaman mezhepçilik olarak ortaya çıkmakla birlikte özellikle Güney Asya bağlamında dinsel, etnik, siyasal her türlü grup ayrımcılığını ima etmek için kullanıldığından hizipçiliği tercih ediyorum. (ç.n.)
[2] “Komünalizm” Güney Asya bağlamında dinsel ve etnik içe kapanmayı ve şiddeti ima eden dar ve pejoratif bir anlama sahiptir: http://en.wikipedia.org/wiki/Communalism_(South_Asia) Erişim: 22.6.2014. (ç.n.)
[3] Chandrahas Choudhury. “Is liberalism the cure for India’s socialist ‘virus’?.” BloombergView, Ocak 23, 2014. Erişim 22.6.2014. http://www.bloombergview.com/articles/2014-01-23/is-liberalism-the-cure-for-india-s-socialist-virus-
[4] Hindutva hinduluk anlamına da gelen bir dizi Hindu milliyetçisi hareketin hepsini tanımlamak için kullanılan kavram. http://en.wikipedia.org/wiki/Hindutva Erişim: 22.6.2014.
[5] Shruti Kapila, “Guest post: strong man, strong woman – Modi and Indira Gandhi.” Financial Times, Mayıs 14, 2014. Erişim 22.6.2014. http://blogs.ft.com/beyond-brics/2014/05/14/guest-post-strong-man-strong-woman-modi-and-indira-gandhi%E2%80%8B/
[6] Saroj Giri. “How not to fight Modi.” Outlook, Nisan 2, 2014. Erişim 22.6.2014. http://www.outlookindia.com/article/How-Not-To-Fight-Modi/290061