Muhafazakar Edebiyat ve Kadın

2012 yılında iktidarın sözcüsü, özellikle tiyatro alanındaki “yıkım”a dayalı “yapılandırma”nın mucitleri sayesinde “muhafazakâr sanat” kavramını tartışmak zorunda kalmıştık. Bu tartışmanın harı kısmen söndü, ancak, ne yazık ki kadın bedeni üzerine tartışmaların zamanını “geçmiş” kiple ifade edemiyoruz. Yine 2012’de başlayan “kürtaj” yasağı tartışmasından bu yana aralıksız, kadın bedeninin kontrol altına alınması ülkece gündemimizde. Bu yüzden “kadın” meselesiyle uzaktan ya da yakından ilgili her konuyu her daim taze tutmakta yarar var. Muhafazakâr edebiyatı kadın meselesi bağlamında ele alacağım.

İskender Pala’nın yazdığı muhafazakâr sanat manifestosundaki maddelerden biri şuydu: “Muhafazakâr sanat, Batı’yı reddetmez, metodoloji ve üretimlerini kabul eder, ama ruhuna mesafeli yaklaşır.” Batılılaşma Tanzimat’tan beri her daim muhafazakâr yazarların “sorun” olarak ele aldıkları konulardan olmuştur.  Bu yazarlara göre Batılılaşmanın yanlış ve doğru olmak üzere iki yüzü vardır. Doğru hanesine yazılan teknolojidir. “Yanlış” kısmında işlenen unsur ise çoğunlukla kadınların ahlaken düşüşleri, cinselliğin özgürce ifade edilişidir. Muhafazakâr edebiyatta referans gösterilen Peyami Safa’nın romanları bu konunun ele alınışını tüm açıklığıyla görünür kılar. Özellikle “Yalnızız” romanındaki karakterler ve olay örgüsüne mercek tutularak bu görünürlük örneklenebilir.

Yalnızız Romanında Kadın Karşıtlığı

Peyami Safa Yalnızız[1] adlı romanını Batılı değerlere göre yaşayan toplumun eleştirisi üzerine kurmaya çalışır. Batılılık, ruhanilikten uzak maddiyattır. Bu fikrin savunucusu, romanda erkek karakter olan Samim’dir. Bir diğer erkek karakter Besim ve öne çıkan tüm kadın karakterler Batılılığın temsilcisidir. Ancak yazar, Batılı toplumun ve maddeciliğin “kötü”lüğünü tümüyle kadın karakterler üzerinden anlatmaya çalışır. Her bir kadın karakter, topluma, çevresine, özellikle erkeklere zarar verirken Batılı değerleri savunan Besim’in kimseye zararı yoktur. Roman bu haliyle Batılı toplumun olumsuz değerleri üzerine değil, Batılı toplumda “kadının” olumsuzluğu üzerine kurulmuştur. Yapıtın yayımlandığı 1951 yılından önce ve sonra cinsiyetçiliğin izlerine rastlayabileceğimiz birçok yapıt vardır. Kadın yazarlar bile ataerkil söylemi yeniden üretirler. Ancak, Yalnızız romanında yaratılan karakterler tümüyle kadın karşıtı bir söyleme yaslanır. Bu noktada roman, Batılılığın eleştirisi olmaktan çıkmış, kadın karşıtı söylemin kendisine dönüşmüştür. Bu romana göre kadın; kirliliğin, yarım aklın, maddi hırsın, histerinin bileşimidir. Bunda kuşkusuz Peyami Safa’nın sözcülüğünü üstlendiği “muhafazakâr” görüşün varolma biçimlerinden olan “ahlaklı” olmayı kadının eve kapanmasına, az konuşmasına, bedenini örtmesine, yalnızca anneliği iş olarak benimsemesine indirgeyen anlayışın payı vardır. Yalnızız’daki kadın algısı yalnızca yazara değil, temsil ettiği görüşe de aittir. Bu sözleri sarf ederken genellemelerin tehlike ve tuzaklarının farkındayım elbette ki. Ancak sanat ve edebiyattan cinselliği çıkarmaya, temizlemeye çalışan muhafazakârların el atacağı ilk alan kadın bedeni olacaktır. Çünkü gizlenmesi gereken beden kadın bedeni, yasaklanması gereken de kadının cinselliğidir. Bu yüzden, sanatla, feminizmle muhafazakârlığın yan yana gelişi birkaç ender örnek dışında hep kan uyuşmazlığıyla sonuçlanacaktır: Peyami Safa’da olduğu gibi. O, her ne kadar iyi tahlil romanları yazıyor olsa da alıcı gözle bakanlar kadın karakterlerin tahlilinde, Freud’un “histeri”ye ilişkin kavramlarından ve “histeri” olgularından abartılı bir biçimde yararlandığını görecektir.

Yalnızız’da, Doğu-Batı, ruh-beden ikiliği temel çatışma gibi görünse de tümüne hâkim olan kadın-erkek çatışmasıdır. Kadın, bedeni ve Batı’yı, yani, maddi değerleri; erkeklerin temsilcisi olarak Samim, Doğu’yu ve ruhu ifade eder. Kısacası Doğu Batı, ruh beden ikiliği hep kadının varlığı üzerinden okunur. Kadınlar ve histerilerini çıkardığınızda romandan pek bir şey kalmaz. Yapıtta, Mefharet, Selmin, Hasibe, romanın son bölümünde ortaya çıkan kadın karakter dadı, olaylara abartılı tepkiler vermesiyle yer alırlar. Bu kahramanların başka özelliklerinden hiç söz edilmez.

Peyami Safa’nın “Yalnızız” romanındaki kadına bakış yüzyılların hafızaya kazıdığı bir refleks değil, seçilmiş bir düşüncedir. Yazarın tüm romanları ve kimi yazıları da bunun kanıtıdır. “Yalnızız”ın bu yazıda, “kadına bakışındaki çarpıklık”la ele alınması Safa’nın bir yazısında dile getirdiği şu sözlerle de gerekçelendirilebilir:

“Hazreti Âdem’in Havva’dan evvel bir karısı olduğunu biliyor muydunuz?                                                                                                                                                                                               İsrail ananesine inanmak lazım gelirse, Hazret’i Âdem’in birinci karısının adı Lilith’tir. Ve kocası gibi kıpkırmızı balçıktan yaratılmıştır. Aynı çamurdan gelmiş olmanın verdiği cesaretle bu kadın, kocasıyla müsavat iddia ettiği için geçinememiş ve Hazreti Âdem kendisine daha kıvrak ve uysal bir kadın vermesini Allah’tan dilemiş. İşte bundan sonradır ki, feminist, isyankâr ve geçimsiz Lilith köpük gibi havada sönerek ebediyete karışır. … Kâinatta hiçbir zerre kaybolmaz, Lilith’in zerreleri de. … Nihayet bugün bir sürü komünist ve feminist kadının aralarındaki sistem farkına rağmen müşterek zekâ bünyelerinin eczasına karışmaya muvaffak olmuş. … Erkekle erkek olmak isteyen kalın sesli, elleri ayakları şişkin, kıllı çenesi gergin, çaçaron ve kavgacı Lilith’in kızlarını Havva’nın yumuşak ve kıvrak, tatlı ve kolay intibakların cevheriyle dolu, sokulgan ve güler yüzlü kızlarından ayırmak için bu sorgu yetişir: Lilith misin, Havva mı?”[2]

Kadına çirkin bir feministle uysal bir anne olmak arasında başka bir yol tanımaz Peyami Safa. Bu durumda kadınların, onun eserleri karşısında “Lilith” “çirkin feminist” olarak konumlanmaktan başka çaresi yoktur.

Romanda kahramanların tümü eşit derecede öneme sahip değildir. Aslında temelde Samim ve diğer kadınlar vardır. Samim’in mutlak doğruları söyleyen, bedeni yokmuş gibi davranan, ruhani bir karakter olarak tasarlandığı romanda, onun çevresinde yer alan diğer karakterlerin yani kadınların tasarlanan bu modeli doğrulamaktan başka görevleri yoktur. Kadınlar, Samim’in görüşlerini anlatabilmesi için oluşturulmuş birörnek karakterlerdir. Kadın kahramanlarının ağzından yazılmış bölümlerde bile Samim’in sesini duyarız. Samim’in sesinde de yazarın, Peyami Safa’nın sesi vardır. Bu yargıya Peyami Safa’nın makaleleri, düşünce yazılarından yola çıkılarak varılmıştır. Yukarıdaki, Lilith’le ilgili alıntı da bu bağlamda, Yalnızız’daki Samim’in yazarın sesi olduğuna dair bir kanıttır.

Kadın karakterlerin tümü tek bir kadını temsil eder. O kadın Peyami Safa’nın her kadında gördüğü Lilith’in parçalarıdır. Onun pek çok övdüğü Havva’nın bir örneğine rastlanmaz romanında. Çünkü yazarın amacı Ruh’un ve Doğu’nun üstünlüğünü savunurken Batı’nın ve maddiyatın tüm kötülüklerini yüklediği kadına karşı çıkmaktır. Ne zaman ki kadınlardan Lilith’in zerreleri temizlenir, işte o zaman Doğunun temsil ettiği ruhani değerler üstünlük kazanır. Yazar öyle bir olay örgüsü kurmuştur ki toplumun tüm sorunları kadınlardan kaynaklanır. Erkekler ya siliktir, olaylara müdahale etmezler, ya da savunduklarını yaşama geçirmezler. Batı ahlakını savunan Besim, Mefharet’e “Ne fenalığımı gördün?” der. Gerçekten de Besim romanda yalnızca midesine düşkünlüğü ve alaycı cümleleriyle Batı’nın simgesidir. Nail Bey’in tek özelliği Necile’nin eski kocası, Meral’in babası olmasıdır. Aydın, annesinin baskılarından dolayı baş ağrısı krizlerine yakalanan bir zavallı, Cezmi ise Meral’in gönül eğlencesidir. Kadınlarsa tam tersi, iç ve dış dünyalarında olabildiğince hareketli ve etkindirler. Bu etkinlik hem kendilerine hem çevrelerindeki erkeklere zarar verir.

Samim, ruhun, zekânın, soğukkanlılığın, iradenin sembolüdür. Yazılarında Simeranya adlı bir düş ülke yaratmıştır. Bu ülkeyi, aynı adı verdiği günlüğünde anlatır. Bu günlükte Meral ve öteki kadınlarla ilgili ruh çözümlemeleri, eleştiriler yaparken kendisiyle ilgili tek bir satır bile yazmaz, çünkü o ataerkil bir toplumda doğal olduğu üzere kadınların karşısında doğuştan haklıdır, kendisini eleştirmesi düşünülemez bile, o, ahlakı yalnızca kadın için var eder.

Samim, Meral’le ilişkisi öncesinde Meral’in annesiyle de birlikte olmuştur. Kadın ahlakı üzerine uzun tartışmaların yer aldığı bir romanda böyle bir durum neden kimse tarafından tuhaf karşılanmaz, ya da yazar neden böyle bir kurgudan kaçınmaz? Yanıtı basittir. Samim, yani erkek, ne yapsa ruhanilikten yapmıştır, yaratılıştan ilkel olan kadın ise bedeniyle ilgili ve maddi isteklerden dolayı bir batağa kapılmışçasına aşağılara çekilir durur. Samim’in geçmişte Meral’in annesi Necile ile birlikte oluşunda yine sorunlu olan kadındır. Çünkü Necile bedeninin, nefsinin isteklerine yenik düşmüş bir maddiyatçıdır. Genel geçer anlayışta ve toplum pratiklerinde kabul edildiği üzere böyle bir ilişkinin suçlusu Samim değil Necile olabilir ancak. Peyami Safa’ya göre “milli benliğimizi” kaybetmek istemiyorsak kadının aşağı çekilişine engel olunmalı, bunun üzerine yazılmalıdır. Cinsel özgürlüğü toplum tarafından güvence altına alınan erkeğin, Samim’in, hiçbir eyleminin onu aşağıya çekmeyeceği kesindir.

Erkekler İçin Umut: Huzursuz Kadınların Yok Oluşu

Yapıtta her ne kadar kadının kendi içindeki iyi ve kötü çatışması vurgulanmak istense de aslolan Samim’in kadınla çatışmasıdır. Çünkü kadın karakter Meral’in içindeki iyi ve kötü taraf, Samim’in adlandırmasından başka bir şey değildir. Bu durum Meral’in iç monoloğunda açıkça anlaşılır: “Yine Samim haklı demek. … Haklı, çünkü birincimle ikincim arasında sallanıyorum. … ‘Demek ben bu kadar çirkin olabiliyorum’ diye düşündü. Tekrar aynaya baktı. Bu benim ikincimin yüzü. … Sanki benliğimin pozitifi ve negatifi arasındayım. Samim’in birinci ve ikinci Meral’i. Şimdi ikincim kalbimin kenarında büyüyen bir kanser uru gibi ağrıyor.[3] Meral aynaya kendi gözleriyle değil, Samim’in gözleriyle bakmaktadır. Meral’in “çirkin” olabildiği fikri ona Samim tarafından öğretilmiş bir bilgidir. Samim de iç yasalarını bozmama konusunda kararlı toplumun sesidir. Kadının belirlenmiş çizgiden her sapmasında başına gelecek belki de en hafif ceza suçluluk duygusudur. İşte, Meral’in de başına gelen budur.

Safa’ya göre kadının “analık” duygusundan uzak olması utanılacak bir şeydir. Yalnızız’ da Meral ve Samim gezerlerken yavrusunu emziren bir at görürler. Bu manzara Samim’i çok duygulandırır, aynı duyguyu Meral’in de hissetmesini bekler. Bir “doğa olayından daha anlamlı” bu görüntü karşısında Meral’in yüz ifadesi duygusuzdur. Samim şöyle düşünür: “mahrum olduğu hislerin utancı içinde ruhunun bomboş kaldığını farz ettim.”[4]

Peyami Safa’ya göre, kadınlar erkeklerin başlarına gelen kötülüklerin kaynağıdır. Besim yeğenine eniştesinin ölümünden şöyle söz eder: “Senin baban ölecek adam değildi. Çok neşeliydi, tabiatı değişti adamcağızın. Sonra işleri ters gitmeye başladı. Çünkü Mefharet’in gözleri hep menfiyi görür. Cesaret kırmakta bire birdir. Baban o çiftlik davasını kaybetmezdi yoksa. Hep Mefharet’in menfi tesirleridir, inan buna. Mühürlü balmumu ile felaketleri davet eder. Sıkıldı adam çok. İnsanı yalnız bir illet öldürür: sıkıntı.”[5] Dolayısıyla Selmin’in babasını, annesi Mefharet öldürmüştür.

Safa’nın yarattığı kadın karakterler duygularıyla hareket eder. Mefharet, Selmin, Besim, Samim ve Aydın’ın yaşadığı evde hizmetçi olan Hasibe yasa dışı siyasi işler yapan Haydar’a yardım eder, fakat bu adamın Selmin’le ilişkisi olduğunu öğrendiği an onu polise ihbar eder. Besim’in yorumu şudur: “Kadın kısmı böyledir aşkı daima birinci planda, açlığın bile önünde görür.”[6] Besim’in bu yorumundan öte çizilen tablo şudur: Kadın, istediği olmadığında âşık olduğu adama gözünü kırpmadan kötülük yapabilir. Ön planda olan onun çıkarlarıdır.

Kadın yarım aklını hileyle kapatmaya çalışır, bilgiye ulaşsa bile anlayacak akla sahip değildir. Samim’in düşüncesidir bu. “İdraklerine ve iradelerine ait noksanları hesapları ve hileleriyle telafi etmek isterler. Kadının fendi… hikâyesi. Bu fend kelimesinin sonundaki lüzumsuz ‘d’ harfi yok mu. Bu harf onların cehaletini ve sırf içgüdüleri ile elde ettikleri iptidai hile tekniğini yüksek bir fen zannettiklerini gösterir. En yüksek mekteplerde okumak onları mutlaka bu karanlıktan kurtaramaz, çünkü bilmek için bilgi kâfi değildir, anlamak da lazımdır.”[7]

Kadın yarı bilgili, yarım akıllıdır. Meral önsezi sözcüğünü kullanınca Samim bu sözcüğü nerden öğrendiğini bulmaya çalışır. Mutlaka bir erkekten öğrenmiştir. Babası olamaz, ağabeyi olamaz. O zaman Meral’in hayatında biri vardır. Erkek öylesine emindir kendinden. Meral’in bu sözcüğü bir erkekten öğrenmesinden başka olasılık yoktur. Bu konuşmanın devamında Meral Şöyle der: “Başka bir şey de derler ona. Hiskablel vuku mu nasıldır?”[8] Sözcüğün doğrusunu kullanmak elbette ki erkeğe, Samim’e kalır. “Hissi kablelvuku”

İyi bir erkek kadının kurtarıcısıdır. Meral’in ağabeyi Meral’i suratını dağıtmakla tehdit ettikten sonra şöyle der: “Samim’le konuşmanı isterdim. Onun, senin üzerinde iyi tesirleri var. Yoksa sen çoktan sinema kızı, Beyoğlu kızı, sokak kızı olacaktın.”[9]

Kadın kitap okuyacak yetiye sahip değildir. Meral’i şöyle konuşturur yazar: “Fakat kitaplarda yok böyle şeyler. Var da belki, ben sabrederek birkaç sahifeden fazla okumadığım için yerini bulamıyorum.”[10]

Ruh çalkantıları yaşayan, toplum kurallarına uymayan bu kadının sonu bellidir. Onu ağabeyi öldürmezse kendi kendini öldürür ve Meral İntiharı düşünür, intihar notunda şöyle yazar: “Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği dünyada yalnızım.”[11] Bu nefret, erkek egemen toplum ve onun temsilcisi Samim’e aittir. Çünkü Meral birbirinin aynı düşünen insanların çevrelediği toplumda ancak onların gözüyle bakabilir kendine. Şöyle de diyebiliriz, intihar etme iradesini bile Meral’den esirgeyen yazarın düşüncesidir bu. Meral kendisinden nefret etmelidir, çünkü o, makbul sayılan uhrevi, uslu, doğurgan kadın olmayı reddetmiştir. Toplum ve erkek ondan nefret ettiğine göre o da kendisinden nefret edecektir. Ancak Meral intihar etmeden, kazayla, çıkan yangında ölür. Ardından annesi Necile de ölür. Böylece maddi değerlerin temsilcisi, başlarına buyruk yaşamak istemiş iki kadın bunalım içinde ölürler. Makbul olmayan kadının ölümü erkek için bir umuttur. Geceyi ölü kadının başında geçiren Samim’in sabah olduğunu fark etmesiyle roman son bulur. Gün doğmuştur. Bu, romanın sonunda bilerek kullanılmış bir metafordur. Huzursuz kadınların yok olduğu dünyada erkek için umut vardır.

Muhafazakârların Sözcüsü Olarak Peyami Safa

Peyami Safa yazılarında, özellikle edebiyatta modernleşmeyi, Batılılaşmanın kaçınılmazlığını savunmuştur, ancak o gerçek bir muhafazakârdır. Çünkü bir yandan Batı’yı reddetmezken bir yandan da Doğu’yu, ruhaniliği savunur görünmüş ve bunu “ahlaksızlık, cinsel sapkınlık ve yozluktan ibaret bir Batı imgesi kurgulayarak kendi baskıcı ahlak kurallarını ve cinsiyet ayrımcılığını meşrulaştırarak”[12] yapmıştır.

Görüldüğü gibi Peyami Safa, Yalnızız romanında diğer yapıtlarında olduğu gibi yaşama, değişime, bireylere ilişkin yeni, toplumun genel eğilimleri dışında bir fikir söylememiştir. Safa’nın yapıtlarında Doğu- Batı ruh-madde ikiliği üzerinde durulduğu söylense de olay örgüsüyle, yarattığı karakterlerle Türk toplumundaki kadın ve erkek statülerinin olduğu gibi hatta daha da güçlenerek korunmasının arkasında durmuştur. Statünün güçlenerek korunmasını savunan kurgularıyla “muhafazakâr” sıfatını hak ettiği gibi onların sözcülüğünü de üstlenmiştir.

Yeni zamanlarda yeni sözcülerin ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Önemli olan bu sözcülerin zihniyetindeki düşmanlık ve açmazları soğukkanlılıkla dile getirmektir.

 

DİPNOTLAR

[1] Safa, Peyami. Yalnızız, İstanbul, Ötüken,2000

[2] Safa, Peyami. Kadın Aşk Aile, Ötüken,1999

[3] Safa, a.g.e. , s. 201

[4] Safa, a.g.e. , s. 191

[5] Safa, a.g.e. , s. 70

[6] Safa, a.g.e. , s. 111

[7] Safa, a.g.e. , s. 145

[8] Safa, a.g.e. , s. 236

[9] Safa, a.g.e. , s. 279

[10] Safa, a.g.e. , s. 204

[11] Safa, a.g.e. , s. 400

[12] Berktay, Fatmagül. Tarihin Cinsiyeti, İstanbul, Metis, 2003, s. 80