Nietzsche’nin pek çok kavramı (örneğin; güç istenci, üst insan, bengi dönüş) birçok kez, farklı farklı açılardan ve kapsamlarda ele alınmıştır. Nietzsche gibi fazlasıyla kavram üreten, yaratan bir filozof söz konusu olduğunda, bu, tabiî ki kaçınılmazdır. Ama bir yandan da Nietzsche, gününün, yani çağının kavramlarını ele alışı ve tabiî ki amansızca eleştirişiyle de bilinir. O, denebilir ki, kavramlar ürettiği kadar, halihazırda üretilmiş olan kavramları da irdelemek, eleştirmek suretiyle bir bakıma yeniden üretmiştir. Yani, muhtelif kavramlar üzerine kavramsal ve bir yandan da filolojik, epistemolojik ve etimolojik boyutta düşünmeyi hiç ama hiç bırakmamıştır. Böylelikle, kavramların köküne inmiş ve onların radikal bir okumalarını gerçekleştirmiştir. Bu kavramlardan biri de her ne kadar Nietzsche okumaları içerisinde kendine ya çok az, ya da hiç yer bulamıyor olsa da, tarihtir, tarih kavramıdır. Nietzsche’nin tarihle kurduğu aktif ilişki, denebilir ki, farklı oran ve hâllerde, külliyatının (corpus) her bir parçasında, erken dönem eserlerinden geç dönem eserlerine dek, sezilebilir. Ama söz konusu kavram, en yoğun ve doğrudan, Nietzsche’nin erken dönem eserlerinden biri olan Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası adlı kitabında ele alınır. Tarih, Nietzsche için, çağının başat figürlerinin aksine ne yüce, ne de kadim bir kavram veyahut disiplindir. Tam tersine, Nietzsche, tarihe karşı, ister bir disiplin, isterse de bir kavram olarak ortaya çıksın, ziyadesiyle eleştireldir. Hatta, denebilir ki, Nietzsche, tarih ve/veya geleneksel (orthodox) tarihselciliğin en amansız eleştirmenlerinden birisidir.
***
Nietzsche’nin tarihle ilişkisi, girifttir. Tarihin basbayağı yararsız olduğunu düşünmez. Ama bir yandan da düşünür. Tarihi kıyasıya eleştirir. Ama ona ihtiyacımız olduğunu da belirtir. Tarihin, Nietzsche için, kitabının isminde de belirttiği üzere hem yararı, hem de zararı vardır. Ama yine kitabının isminde belirttiği üzere, bu yarar ve zarar, her zaman yaşam için vardır. Bu başlık, daha en baştan, tarihin salt tarih için, bir disiplin olarak tarih içinden eleştirilmeyeceğini yankılar. Tarih, Nietzsche tarafından, Hegelci terimlerle konuşacak olursak, kendinde ve kendi-için bir eleştiriye tâbi tutulmayacaktır. Tarih, yalnızca ve yalnızca, yaşamla olan ilişkisinin mahiyeti üzerinden, yani bu ilişkide almış olduğu özgül formlar açısından değerlendirilecek ve eleştirilecektir. Nietzsche, bu anlamda, iliklerine kadar yaşamcıdır (vitalist). Şeyleri, yaşamla kurmuş oldukları ilişkiye göre değerlendirir. Ve tarih de halihazırda belirtildiği üzere, bir istisna teşkil etmez. Nietzsche, bu durumu, hiç gecikmeden, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası kitabının daha ilk sayfasından belirginleştirmeye başlar: “[…] biz tarihe yaşam ve eylem için gereksiniyoruz, yaşamdan ve eylemden rahatlık içinde yüz çevirmek için değil, bencil bir yaşam ve ödlekçe ve kötü bir eylemi güzel göstermek için hiç değil.”[1] Ve ekler: “Tarih yaşama hizmet ettiği ölçüde, hizmet etmek istiyoruz biz de tarihe.”[2] Belli ki, Nietzsche’de, tarihin, yaşamı desteklemesi kadar, kösteklemesi de mümkündür. Yani, tarih, yaşamı hem yaratabilir hem de onun yaratılmasına engel teşkil edebilir. O hâlde, Nietzsche için, tarihin yaşamla (ve eylemle) özsel bir bağ kurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Artık, tarihle ilişkilenmek, bir yaşam, bir yaşama sorunudur.
Nietzsche’nin tarih anlayışı, yani onun deyişiyle yaşam ve eyleme hizmet eden tarih, aslen, kendi döneminin, yani on dokuzuncu yüzyılın tarih anlayışına, tarihyazımına (historiography) bir tepkidir. Bu tarihyazımı, Nietzsche’nin yaşadığı dönemde, salt bir tarihyazımından, kendi içine kapalı bir disiplinden ibaret değildi. Daha ziyade, bir kültürdü. Diyelim ki, kültürün kurucu bileşenlerinden biriydi. Söz konusu olan, Alman kültürü içerisinde Herder’le başlayan ve tabiî ki Hegel’de zirvesini bulan, tarihselcilikti. Bu, Nietzsche’ye göre; herkes ve her şeyin değerini tarihte ve tarihle bulan, kaba, bön, yavan, geçmiş fetişisti ve sözde objektif bir tarih anlayışıydı. Ona kalırsa, tarih ve tarihçilik söz konusu olduğunda kurtulunması gereken, buydu. Tarih, salt geçmişe değil ama şimdiye ve hatta geleceğe hizmet etmeliydi. Geçmişi değil ama şimdiyi ve bir yandan da geleceği kurmalıydı. Nietzsche için önem teşkil eden, geçmişi salt öğretmekte kalan bir tarih değil ama geçmişten öğrenmek suretiyle şimdiyi ve geleceği kuran ve tam da yine bu suretle geçmişi tekrar kuran bir tarihtir. Yani, aktif ve reaktif bir tarihtir. Evet, diyecektir Nietzsche, tarih geçmişle ilgilidir, ama her zaman bir şimdide yazılır. Dolayısıyla, bir şimdiye tesir eder. Ve en nihayetinde de bir geleceği kurar. Tarih, eleştirilmelidir. Tarih, tarih için değil ama yaşam için eleştirilmelidir.
Nietzsche, tarihin yaşamla olan ilişkisini, üç farklı tarih tipi veyahut modu üzerinden okur. Denebilir ki, Nietzsche, bu üç tarihyazımını, yaşamla kurmuş oldukları ilişkinin mahiyetine göre özgül bir eleştiriye tâbi tutar. Bunlar, sırasıyla; anıtsal, antikacı ve eleştirel tarihlerdir. Nietzsche’ye kalırsa, bunlar, yaşamın birtakım gereklilikleri sonucunda ortaya çıkmış olan tarihler. Yani, bizzat yaşamın var etmiş olduğu tarihler. Ama bir yandan da bunlar, Nietzsche’ye göre, kimi zaman yaşam üzerinde hak iddia eden, onu hastalandıran, onunla çarpık bir ilişki kuran tarihler. Ve tam da bu nedenle, Nietzsche için, bir eleştiri konusu oluşturuyorlar. Nietzsche’nin tarih eleştirisinin amacı, tekrarlarsak, tarihi yaşamdan büsbütün def etmek değildir. Daha ziyade, tarihle yaşam arasında sağlıklı bir ilişki, üretken bir iş birliği ve otantik eyleme dönük bir eklemlenişi yeniden tesis etmektir. İşte, Nietzsche, adı geçen tarihleri de bu minvalde, eleştirel bir tutumla inceler. Yeni bir tarih anlayışı, yani yeni bir tarihsel bilinç ve/veya radikal bir tarih bilinci üretmek için, tarihin formlarını kateder.
***
Nietzsche’nin ele aldığı, analiz ettiği ve eleştirdiği ilk tarih, anıtsal (monumental) tarihtir. Bu, avam diliyle söylenecek olursa, bir kazananlar tarihidir. Anıtsal tarih, Nietzsche için, tarihin ilk ve belki de en arkaik hâlidir. “Tarih,” der Nietzsche, “her şeyden önce etkin ve güçlü olana aittir, büyük bir kavga verene, örnek kişilere, öğretmenlere ve avutuculara gereksinim duyan ve bunları kendi yoldaşları arasında ve şimdiki zamanda bulamayan kişiyi aittir.”[3] Böyle bir tarihyazımı, ilk bakışta dahi ziyadesiyle doğal gözükür. Tarih, tabiî ki eyleyenleri yazacaktır; eylemeyenler, harekete geçmeyenler, iş yapmayanlarla ilgilenmeyecektir, diye düşünülür. Nietzsche, bunu teslim eder. Ama onun eleştirisi, zaten, bu tarihin oluşum koşullarıyla ilgili değildir. Daha çok, yapısıyla ve kullanımıyla ilgilidir. Anıtsal tarih, etkili ve büyük işler yapmış olanları, aynı yapmış oldukları işler gibi, etkili ve büyük bir şekilde yazar, temsil eder. Onları, diyelim ki, ulular. Sorunsa, bu tip bir tarihin, bundan başka neredeyse hiçbir şey içermemesidir. Veyahut, bir şeyler içeriyorsa, bu içeriği de yine yüceltmiş olduğu figürlere veyahut dönemlere referansla içermesidir. Tarih, bu formunda, bir anıt, bir kaide gibi, kaskatı, hareketsiz durur. Olmuş olanlar, taklit edilmeye değer, taklit edilebilir, ve hatta taklit edilesi olarak sunulur. Geçmiş, ister istemez, belirli bir oranda çarpıtılır, güzel gösterilir, bir hayal ürününden farksızlaşır.[4] Belki de anıtsal tarihle mitolojinin benzerliği, buradan ileri gelir. İkisi de içeriklerini ulaşılamaz ama bir o kadar da ulaşılabilir, kadim ve kıymetli gösterir.
Anıtsal tarih, tabiî ki yalnızca okunulası, okunmak için var olan bir tarih olmakla kalmaz. Bir ideoloji, fikri altyapı, şeylere dair bir tutum, tavır içerir. Geçmişi yeniden kurar, ama bunu da bugünün değerlerine tesir etmek için, bugünün nasıl da dünle, yüce önceyle ilgili olduğunu göstermek, hatırlatmak için yapar. Geçmişi örer, şimdiye diker. Dünün unutulmaması gerektiğini, yoksa bugünün de unutulacağını, raydan çıkılacağını vurgular. Anıtsal tarih, bugünü veya yarını önemser gibi gözüktüğünde dahi, aslen, dünü önceler, ön plana çıkarır. Bugünü ve yarını, dünün imgesinde, dünün imgesiyle kurmaya çalışır. O, yaşama, hep ileri gidene, oluşana, oluş hâlinde olana değil ama salt geçmişe, olmuş bitmişe, ölmüşe hizmet eder. Anıtsal tarih, geçmişi över. Şimdinin değerlerini ise, gün tarafından kabul edilebileceği kadarıyla, hor görür. “Anıtsal tarih,” der Nietzsche, “zamanının güçlülerine ve büyüklerine duyulan nefretin, geçmişin güçlülerine ve büyüklerine duyulan tok bir hayranlık için tüketildiği bir maskedir.”[5] Anıtsal tarih, şimdiyi, yani içinde bulunulan zamanı ve onun değerlerini en kötü hâlde büsbütün göz ardı eder, en iyi hâldeyse bu değerleri geçmişin değerleriyle kıyaslamak suretiyle yargılar. Politikacıların, bu tarihe fazlasıyla bel bağlaması, onu kullanması da bundan ileri gelir. Çünkü bu tarih, şimdinin yaşama ve eylemedeki yetersizliğini, geçmişin yaşama ve eylemedeki yeterliliğiyle örtüştürür. İlkini, ikincisinin bir ürünü olarak görür. Ve dolayısıyla, yetersizliğe sahte bir yeterlilik aşılar. Şunun soyundan, bunun soyundan geldik, denir. Şu olmuştu, bu olmuştu, hatırlayın, diye geçmişe atıfta bulunulur. Kurulmuş olan geçmişin ta kendisi şimdiye musallat oluverir. Ona geçmişin sorumluluğunu yükler. Onu geçmişin değerleriyle donatır, ona bu değerleri dayatır. Bu tarih, bir bakıma gayesi anakronizm olan bir tarihtir. Geçmişte doğal yollardan, yani geçmişin şimdisinde kendiliğinden olmuş olanı, şimdiye zorla, onun özgüllüğünü göz ardı etmek suretiyle empoze eder. Bu tarih, en nihayetinde, geçmişi şimdide kurmaya çalışır. Tehlikeli tarafı da Nietzsche’ye kalırsa, budur. Şöyle der Nietzsche: “Anıtsal tarih, benzetmeler yaparak yanıltır: baştan çıkarıcı benzerliklerle, cesurları atılganlığa, çoşkuluları fanatizme kışkırtır ve bu tarihin yetenekli egoistlerin ve tutkulu kötülerin ellerinde ve zihinlerinde olduğunu düşünürsek, imparatorluklar yıkılır, hükümdarlar öldürülür, savaşlar ve devrimler patlak verir ve tarihsel ‘kendinde sonuç’ların, yani yeterli nedenleri bulunmayan sonuçların sayısı, yeniden artar.”[6] Dolayısıyla, denebilir ki, anıtsal tarih, yaşam için, bir yük oluşturur. Çünkü, onun muhatap aldığı yegâne zaman, geçmiştir. Yaşamsa, şimdide olur, oluşur. Ve geleceği, yani yaşamın imkânını kurar. Anıtsal tarih, yaşamı, şimdiyi ve dolayısıyla geleceği, geçmişe tâbi kılar. Nietzsche için anıtsal tarihin tehlikeli oluşu, bundandır. Anıtsal tarihtir ki, yaşamı hem düz, hem de mecaz anlamıyla aşmış olduğuna (yani geçmişe) mahkûm eder. Ve bu nedenledir ki, Nietzsche de anıtsal tarihi şimdide ve şimdiden mahkûm eder.
***
Nietzsche’nin eleştirisine maruz kalan ikinci tarih, antikacı (antiquarian) tarihtir. Antikacı tarih, basitçe, saklamaya, muhafaza etmeye meyilli olan bir tarih tipidir. Anıtsal tarihte olduğu gibi, antikacı tarihte de geçmiş olan, büyük bir önem arz eder. Anıtsal tarih, büyük figürler ve olayları merkezî gören, kadraja alan bir tarihti. Antikacı tarihteyse, büyüklük, geçmişin ta kendisi hâline gelir. Şöyle ki, antikacı tarih, geçmişi, tekrar ulaşılması zor veyahut imkânsız bir idealmiş gibi sunar. Onu, bir bakıma idealize eder. İdealize ettiği oranda da tarihi yalıtır. Tarihin kendi içinde bir önemi olduğuna kani olur. Önemli olan, artık, salt geçmiştir. Geçmişte yaşanmış olanlardır. Yani, geçmişin değerleri, kültürü, vesairedir. Bu tarih, geçmişi geçmişin uğruna, onun hatırı için inceler. Anıtsal tarih, geçmişin figürlerini ve olaylarını yüceltiyordu. Ama bunu da çoğunlukla, geçmişi, yani onun değerlerini şimdide tekrar kurmak, el verdiğince üretmek için yapıyordu. Antikacı tarih, geçmişin ta kendisini, geçmişliği, eskiyi kendinde ve kendi için yüceltir. Söz konusu olan, bu düzeyde, şimdiyle geçmiş temelinde kurulan bir ilişkidense, şimdiyle olan bağın büsbütün kopartılmasıdır. Antikacı tarih, geçmişe, sadece geçmiş olduğu için önem verir. Denebilir ki, geçmişi fetişleştirir. Der ki Nietzsche: “Bir insanın, bir belediye meclisinin, tüm bir halkın antikacı duygusunun son derece sınırlı bir görüş alanı var, — büyük bir bölümü göremez ve görebildiği çok küçük bölümü ise çok yakından ve yalıtılmış olarak görür; gördüklerini kıyaslayamaz ve bu yüzden hepsinin eşit önemde olduğunu ve bu yüzden her bir ayrıntının çok önemli olduğunu kabul eder.”[7] Antikacı tarihin, Nietzsche’nin de dediği gibi, kaydetmekten, muhafaza etmekten başka bir amacı, gayesi yoktur. O, şeylere, yalnızca geçmişteki veyahut geçmişten gelen şeyler olmalarından ötürü önem verir. Onun için önem, tek ve yegâne önem, geçmişliktir, geçmişe aitliktir.
Bu raddede, denebilir ki, antikacı tarih, geçmişi ve dolayısıyla geçmişi ele alan, üreten tarihi bir enformasyona, kompakt bir bilgi yığınına çevirir. Geçmiş salt kendinde bir önem teşkil ettiğinden, yaşamla ilişkisi de donuklaşır. Tarih, bilinecek veyahut öğrenilecek bir şey hâline gelir. Bir bilgi nesnesine indirgenir. Tarih, yaşam için değil ama geçmiş için, geçmiş zaman için, ölü zaman için var olur. Geçmişi var ederken, şimdiyi de lağveder. Çünkü bu tip bir tarihin, geçmişten öğrendiği, öğreneceği bir şey yoktur. O, geçmişten öğrenmez, sadece geçmişi öğrenir. Öğrenmekte kalır. “Antikacı tarih,” der Nietzsche, “şimdiki zamanın taze yaşamının ona can verip hayranlık duymadığı anda yozlaşmaya başlar.”[8] Antikacı tarih, açıktır ki, geçmişe naif ve pasif bir hayranlıkta kaldığı oranda, şimdiyi geçmişin hayrına harcar. Şimdiyi, geçmişle donatır. Ama asıl yaptığı, şimdiyi geçmişle, geçmişte ve geçmişten soğurmaktır.
Antikacı tarih, geçmişten öğrenmediği ve şimdiyle ve dolayısıyla yaşamla ilgisiz ve alakasız hâle geldiği oranda, yaşamı, şimdiyi kuran eylemi de köstekler. Ona engel teşkil eder. Geçmişe öylesine değer verir ki, şimdiki zamanın, yani şimdinin bir eylemi, yani eylemliliği ona değersiz gözükür. Anıtsal tarih gibi, o da geçmişi ulular. Ama fark şudur ki, antikacı tarih, anıtsal tarihteki gibi bir tarihsel sezgiye dahi sahip değildir. O, sadece kaydeder, muhafaza eder, saklar, korur, kenara koyar. Ayrıntılarda boğulur. İnce bir tarihsel sezgisi olmadığından, Nietzsche’nin de dediği gibi, önemliyle önemsiz arasında bir ayrım yapmaz, yapamaz. Dolayısıyla, sanki geçmişle ilgili her şey önemliymişçesine, geçmişle ilgili her türlü bilgiyi toparlar, bir araya getirir, örgütler. Tek yaptığı, tarihsel bir serimlemedir, yani yaymadır. Antikacı tarih, bilgiyi yayar. Bilgiyi mümkün kılanı, yani yaşamı, eylemi ise göz ardı eder. Tam bu nedenle, Nietzsche için, antikacı tarih, anıtsal tarih gibi, yaşamı çürütücüdür. Yaşam, anıtsal tarihte, fanatizm ve umarsız bir radikalizm tarafından boğuluyordu. Antikacı tarihse, yaşamı bilgiye ve bilgiyle boğar. Yaşam, bilgiye, bilmeye alçaltılır. Etkinliğini, canlılığını, yani âna özgülüğünü yitirir. Antikacı tarih, bildirir. Oldurmaz. Yapmaya itmez. Olsa olsa yapılmış olanları salt izlemeye zorlar. Dolayısıyla, yaşamı yenileyemez ve yineleyemez, onun bengiliğini, eylemde kendini yine ve yeniden dönüştürüşünü kavrayamaz. Kavradığı, yalnızca bilgiyi tüketmektir. Üretmek için değil ama tüketmek için tüketmektir. Yani, yaratmamaktır. Antikacı tarih, en iyi hâlde yaşam fakiri, en kötü hâldeyse yaşam düşmanıdır. Çünkü, en radikal hâlinde, insanı otantik, köklü eylemden, şimdiyi kuran, yaşamı var eden eylemden, eylemlilikten koparır.[9] Bu nedenle, Nietzsche, kendince, antikacı tarihin defterini de hem düz hem de mecaz anlamıyla düzer.
***
Nietzsche’nin üçüncü ve son olarak irdelediği tarih, eleştirel (critical) tarihtir. Eleştirel tarih, en yalın hâliyle; geçmiş ve dolayısıyla geçmişle kurulan ilişkinin konvansiyonel hâl ve hâllerini irdeleyen, geçmişi, maziyi kritik eden, iyisi ve kötüsüyle değerlendiren tarihtir, denebilir.[10] Bu açıdan, eleştirel tarihin, anıtsal ve antikacı tarihi hedef alan bir tarih tipi olduğu da söylenebilir. Yani, eleştirel tarih, bu anlamda, geçmişle olan ilişkiyi ne anıtsal tarihte olduğu gibi ulular, ne de antikacı tarihte olduğu gibi salt bir izlenceye dönüştürür. O, daha ziyade, geçmişi; araştırılması, irdelenmesi ve eğer ki gerekliyse, ortadan kaldırılması, unutulması, büsbütün yaşamdan sökülüp atılması gereken bir şey olarak görür, düşünür. Tıpkı Nietzsche’nin ele aldığı diğer tarihler gibi, eleştirel tarih de yaşamın bir ihtiyacını karşılamak için belirmiştir. Denebilir ki, anıtsal tarih nasıl yaşamın kendisini yüceltme ihtiyacını, antikacı tarihse yaşamın kendisini nasıl saklama, muhafaza etme ihtiyacını karşılıyorsa, eleştirel tarih de yaşamın kendisini kısmi olarak yok etme ya da daha doğrusu, unutma ihtiyacını karşılar. Bu anlamıyla, eleştirel tarih, Nietzsche için, en az anıtsal ve antikacı tarih kadar, oluşumu itibariyle doğal, yani yaşama özgüdür. Ama ayrıca, tabiî ki, anıtsal ve antikacı tarih gibi, o da yaşam üzerinde yük olma potansiyeline, Nietzsche’ye kalırsa, sahiptir. Gerçi, Nietzsche, anıtsal veya antikacı tarihyazımına nazaran, besbelli ki eleştirel tarihyazımını savunur. Ama, onun, fanatik ve radikal bir hâlinde, yaşamı imhaya gidebileceğini de düşünür. Bu bağlamda, Nietzsche, apaçık ki, eleştirel tarih yazımını hem över hem de yerer. Över, çünkü bu tarihtir ki, yaşamı yüklerinden kurtarma, onu şimdide ve şimdinin kılma imkânına sahiptir. Yerer, çünkü yine bu tarihtir ki, yaşamı geçmişten tamamen soyutlamak suretiyle ona geçmişle ilgili her şeyi de unutturabilir, onu uyuşturabilir, umursamaz ve tarihsel anlamda bilinçsiz kılabilir.
Eleştirel tarihle ilgili sorunsal olan, sorun teşkil eden şudur ki, o, her şeyi ve herkesi eleştirmekte kalabilir. Yani, eleştiriyi, varabileceği en uç noktaya götürüp, salt yıkıcı olabilir. Eleştireceği bir şey kalmayana dek, eleştirebilir. Dolayısıyla, eleştirmiş olduğu şeyin yerine hiçbir şey koymadan, yalın bir eleştiride, eleştirel bir şiddette kalabilir. Nietzsche, eleştirel tarihin bu hâlini, yani radikalize olmuş hâlini eleştirir, çünkü bu eleştirellik, yaşamı, yani şimdiki zamanı geçmişiyle olan bağdan büsbütün kopardığı için, yaşam, en kötü hâlde hareket edemez, en iyi hâldeyse bilinçsizce hareket eder hâle gelir. Eleştirel tarihin yıkıcısı, geçmişi bütünüyle eleştirdiğinden, şimdiyi de kavrayamaz. Çünkü, şimdinin; geçmişin bir ürünü, taşıyıcısı ve hatta dönüştürücüsü olduğunu anlamaktan yoksundur. Ki bu da yani bu anlayışsızlık, onun (eleştirel tarihin) tavrından, yani tavizsiz ve orantısız eleştirelliğinden gelir. Eleştirel tarih, radikal hâlinde, geçmişin sorumluluğunu almaz, alamaz. Dolayısıyla, şimdiyi de kavramaz, kavrayamaz. Kısacası, eleştirel tarih, tavizsizse, yaratmaz. Sadece yıkar. Salt olumsuzlamada kalır. Geçmişin değerini, onu yeniden, başka bir şekilde okumanın önemini göz ardı eder. Şöyle der Nietzsche: “Her zaman tehlikeli, yani bizzat yaşam için tehlikeli bir süreçtir bu: bir geçmişi yargılayıp yok ederek yaşama hizmet eden insanlar ya da dönemler, her zaman tehlikeli ve tehlike altındaki insanlar ve dönemlerdir. Çünkü biz nihayetinde geçmiş kuşakların bir sonucu olduğumuz için, onların yanılgılarının, tutkularının ve hatalarının ve hatta suçlarının da birer sonucuyuz; bu zincirden tamamen kopmak mümkün değildir.”[11] Ve ekler: “Söz konusu yanılgıları yargıladığımız ve kendimizi onlardan kurtulmuş saydığımızda, bizim onlardan geldiğimiz gerçeği ortadan kalkmış olmaz.”[12] O hâlde, Nietzsche’ye göre, sorun, geçmişten büsbütün sıyrılmak, kopmak, ayrılmak değildir. Sorun, daha ziyade, öyle gözüküyor ki, geçmişi farklı bir şekilde okumakta, görmekte, kavramaktadır. Geçmişi, bir bakıma, yeniden yaratmaktadır.
Nietzsche’nin, kendi gününün, yani çağının tarihyazımını eleştirisi, çok boyutludur. Ama bu eleştirinin nüvesi, en azından bana kalırsa, tarihin, hatırlamayla değil ama unutmayla ilişkisinin kurulmasıyla alakalıdır. Nietzsche’nin tarih eleştirisi, en nihayetinde, tarihin ya daha doğrusu, konvansiyonel tarihyazımının yaşama ve dolayısıyla yaşamı bizzat kuran eyleme, eylemliliğe nasıl da yük olduğu üzerinden şekillenir. Eleştirel tarih, Nietzsche’ye kalırsa, bir tür fanatizme düşmediğinde, geçmişi tekrar yaratmaya, üretmeye imkân tanır, yani yaşamı tarihin yükünden kurtarabilir. Böyle bir tarih, öyle gözüküyor ki, geçmişten çok, şimdiyle ilişkili olacaktır.
Tarih, Nietzsche için, asla ama asla salt geçmişle ilgilenen bir fenomen, bir disiplin olarak kalmaz. Tarih, tam aksine, belki de geçmişten de çok, şimdiyi ilgilidir, alakalıdır. Geçmiş geçmiştir. Onu değiştirmek, dönüştürmek mümkün değildir. Tarih, geçmişi ele alır pek tabii; ama bunu da şimdiyle geçmişin arasında bir bağ kurmaksızın hiç mi hiç yapmaz. Dolayısıyla, tarih, geçmişten çok, şimdi için yazılır. Geçmişi yeniden kurarken, aslında, şu anı ve burayı, yani şimdiyi kurar. Nietzsche, yaşamı ve onu kuran eylemi şimdinin ayrılmaz bileşenleri ve hatta şimdide olma hissiyatının yegâne belirteçleri olarak gördüğü oranda, tarihi de onları besleyen veyahut aç bırakan bir şey olarak görür.
Nietzsche’ye göre, tarih, kendi çağının başat görüşlerinin aksine, objektif bir bilimden veya bir bilgi deposundan fazlasıdır. Hatta, bunlarla hiç mi hiç ilgisi olmayan bir pratiktir. Nietzsche, örneğin, bu iki tutumu kıyasıya eleştirir. İlkini eleştirir, çünkü ilki, yani tarihi objektif bir bilim, diyelim ki matematik veya fizik bilimi gibi bir bilim hâline getirmeye çalışan anlayış, aslen, tarihin olgularla işi olmadığını unutur. Tarih, bir pozitif bilim değildir. Olgularla uğraşmaz. Aksine, tarih, olguları olaylaştırır. Olgulara bir anlam, bir mânâ, bir yön verir. Tarih, objektif olamaz. Hatta, her daim sübjektiftir. Tabiî ki de yaşanmış şeyler, bariz olgular vardır. Ama bunlar, okunmaya, yeniden okunmaya, vesaire açıktır. Yani, olgular, farklı farklı şekillerde olaylaştırılmaya açıktır. Objektif tarihçilik bunu gözden kaçırır. Bir, büyük, majör tarih imal etmeye çalışır. Hatırlanacakları belirler, ama böylelikle unutulacakları da belirlemiş olur. Kendini objektif olarak lanse eder. Ama kısır bir sübjektiflikte kaldığının farkında değildir. Sözde yasalara dayanır, ama aslen yaptığı, bir istatistik çalışmasından, niceliksel bir tespitler silsilesinden başka bir şey değildir. Ki Nietzsche’ye göre, tarihin yasaları varsa, bu, tarihin bir anlamı olduğunu değil ama, tam tersine, hiçbir anlamı olmadığını ifade eder. Çünkü eğer tarihin yasaları varsa, tarih yapmanın, hatta eylemde bulunmanın dahi hiçbir anlamı olmayacaktır.[13] Objektif tarihin sorunu, yaşamı boğuk bir hatırlamaya ve tarihin yasalarının tahakkümüne ister istemez maruz bırakmasıdır. Bu tarih, özgür eylemin mümkünlük koşullarını sağlamaz, belirlemez. Tersine, eylemi önbelirlemeye ve böylelikle de eylemin özgürlüğünü, yani eylemi eylem kılan şeyi eylemin elinden almaya çalışır. Nietzsche, tabiî ki, ikinciyi, yani tarihi salt enformatik bir pratik olarak gören tavrı da eleştirir, çünkü bu entelektüel eğilim de tarihi; dosdoğruca pasif bir hatırlamayla ilişkilendirir. Tarih, yalnız hatırlanacak bir şey hâline gelir, buna indirgenir. Yaşamı ve eylemi beslemez, onlara hizmet etmez. Hatta, geçmişe verilen ehemmiyetin mahiyetine göre, onları köstekleyebilir. En iyi hâldeyse, bu eğilim, tarihten yalnızca büyülenir. Ondan öğrenmez. Onu yaşama nakletmez. Kısacası, yaşanmışa bakar. Ama yaşamaz.
Tarih, art arda gelmiş olan şimdilerin bir ürünüdür. Nietzsche de bunu bilir. Onun için tarih, ancak ve ancak yaşam için, ona hizmet etmek için vardır. Tarih, yapılan, üretilen, imal edilen bir şeydir. Önce yaşam ve eylem vardır, sonra tarih olur. Yaşam ve eylem olmadan, tarihin olması da söz konusu değildir. Dolayısıyla, yaşamı tarihe değil ama tarihi yaşama tâbi kılmak gerekir.[14] Çünkü yaşamı yok eden bir tarih, kendisini de yok eder.
Nietzsche’ye göre, her eylem, ancak bir tür şimdinin bilinciyle imkânlıdır. Yaşam, şimdinin ve dolayısıyla geleceğin ve bu döngünün, akışın kendisidir. Yaşam, kendini durmaksızın yeniler. Tekrar ve tekrar kurar. Denebilir ki, şimdinin bilinci, yaşamdır. İşte, tarih, Nietzsche’ye göre, yaşamı, yani şimdinin bilincini desteklediği oranda, yararlıdır. Yoksa, zararlıdır. Durmaksızın hatırlatan, yaşamı yasalara tâbi kılan, onu bilimselleştirmeye çalışan veya bir bilgi deposuna indirgeyen her eğilim, kötü bir tarihçilik, katı bir tarihselciliktir. Yaşam, yaşam olabilmek, eylemde tezahür edebilmek için, Nietzsche’ye göre, unutmaya ihtiyaç duyar. Unutmak, yaşamı yüklerinden azat eder. Hatırlamak, ona yükler, sorumluluklar verirken; unutmak, onu eyleme yönlendirir. Unutmak, Nietzsche için, tatminkâr bir yaşam, eylemlilik söz konusu olduğunda, can alıcı önemdedir. Şöyle der Nietzsche: “En küçüğünde de en büyüğünde de mutluluğu mutluluk yapan tek bir şeydir: bu da unutabilmek, ya da daha bilgince bir anlatımla, mutluluk sürdükçe tarihdışı duyumsayabilmek yeteneğidir.”[15] O hâlde, denebilir ki, Nietzsche için, yaşam, hakkıyla ancak kendisini bir tür unutkanlıkla var eder. Tarihdışı ve tarihüstü duyumsamada yaratır. Her şeyi hatırlayan bir yaşam, geçmişin yükü altında ezilecek, un ufak olacaktır. Örneğin, bir başka kitabında (Ahlakın Soykütüğü) bu durumu tekrar anıştırırcasına, yine şöyle der Nietzsche: “Bu engelleme aygıtının [unutmanın] hasara uğramış ve işlemez olduğu bir insan hazımsızlık çeken birini andırır (sadece andırmakla da kalmaz), hiçbir şeyi ‘halledemez’…”[16] Unutmak, Nietzsche’ye kalırsa, yaşam için zaruridir, özseldir. Unutkanlık, yaşamın yakıtıdır.[17]
Nietzsche için, tarihin değeri, genel kanının aksine, hatırlatma değil ama unutturma potansiyelindedir. Nietzsche, tabiî ki her şeyi unutmayı, önemli veya önemsiz her şeyi tarihsel olarak silip süpürmeyi salık vermez. O, daha ziyade, şeyleri başka bir şekilde, eğer ki gerekliyse, hatırlamayı önerir. Tarih, denebilir ki, olgularla değil ama olaylarla işler. Olguları, tekrarlarsak, başka başka şekillerde olaylaştırır. Tarih, olaylar üretmek, olaylar yaratmaktır. Bu anlamıyla, hatırlamaktır, ama bir yandan da unutmaktır. Tarih, hatırlattığı kadar, unutturur. Ve unutturduğu kadar da, hatırlatır. Nietzsche, yaşam söz konusu olduğunda aktif ve reaktif bir tarihi önerir. Tarih, eleştirel olmalıdır, der. Ama onun eleştiriden anladığı, salt negatif, pozitif hiçbir yönü olmayan bir eleştiri değildir. Tam aksine, eleştiri, onun için, yaratmaktır. Tarih, Nietzsche’ye kalırsa, geçmişle ilişkimizi kuran ve yeniden kuran bir pratiktir. Bu anlamıyla tarih, yaratıcıdır. O da yaşamı yaratır, yaşama hizmet eder. Bunu da geçmişle ilişkimizi, şimdiyi besleyecek şekilde kurması, yaratması hâlinde sağlar. Tarih, yok ederek, silerek unutturmaz. Aksine, yaratarak unutturur. Bu açıdan, denebilir ki, tarih, pasif bir hatırlamadan çok, aktif bir unutma sürecidir. Ya da daha doğrusu, tarih, bu süreci işletebilir, buna kadirdir. Nietzsche, sanki, hakiki tarihin, alternatif bir tarih olacağını söyler. Tarih, geçmişi şimdide yeniden ve yeniden kurar. Geçmişle ilişkiyi tazeler, ama bu yolla şimdiyle olan ilişkiyi de tazelemiş olur. Tarih, şimdiden geçmişi anladığı kadar, geçmişten de şimdiyi anlar. Böylelikle, yaşam, ne şimdinin yükünü olmadık oranda üstlenecek, ne de onu büsbütün yok sayacaktır. Ama ikisinin de ötesinde, yaşam, tarihin de hakkını vererek, kendisini kuracak, yani tarihi yaratan şeyi, otantik insan eylemliliğini şimdide, tıpkı geçmişte de olduğu gibi, var edecektir. Bu anlamda tarih, yalnızca yazılan bir şey değil ama yapılan, icra edilen bir şeydir. Tarih, eylemdir. Dolayısıyla, yaşamdır. Yaşam, durmaksızın kendisi aşar, yeniler. Tarih de öyle olmalıdır. Yoksa, tarih de ortadan kalkar. Nietzsche’ye kalırsa, yaşam, bir bakıma unutkan, ama aktif unutkan bir eylem, bir eylemliliktir. Tarihin de yaşama hizmet etmesi için, yer yer unutturması gerekir. Tarihin yapması gereken, bazen unutulanları hatırlatmak, kimi zamansa hatırlananları unutturmaktır. Yaşamı gereksiz yüklerinden kurtarmaktır. Ve onun, yani yaşamın tarihi kurmasına izin vermektir. Tarih yaşamı değil ama yaşam tarihi kurmalıdır. Yaşamın tarihi yazmasına izin vermek — tarihin yapması gereken budur.
DİPNOTLAR
[1] Nietzsche, Friedrich (Ekim, 2006). Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, İstanbul: İthaki Yayınları, s. 7.
[2] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 7.
[3] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 21.
[4] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 25.
[5] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 27.
[6] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 26.
[7] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 30.
[8] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 31.
[9] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 32.
[10] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 32-34.
[11] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 33.
[12] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 33.
[13] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 85.
[14] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 96.
[15] Nietzsche, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, s. 13.
[16] Nietzsche, Friedrich (Ekim, 2011). Ahlakın Soykütüğü, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, s. 52.
[17] Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü, s. 51.
Kaynakça
Çetin, Altan, Tarih Meleği Nereye Uçuyor Tarihname: Tarihin Yeniden Üretilmesini Düşünmek Friedrich Nietzsche ve Walter Benjamin’de Tarih, İstanbul: Lotus Yayınevi, 2014.
Nietzsche, Friedrich, Ahlakın Soykütüğü, çev. Zeynep Alangoya, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2011.
Nietzsche, Friedrich, Tarihin Yaşam İçin Yararı ve Sakıncası, çev. Mustafa Tüzel, İstanbul: İthaki Yayınları, 2006.