Son dönemde sendikal örgütlenme, toplu iş sözleşmesi girişimleri ve işten çıkarmalarla gündemde olan Yurt Gazetesi’nde neler yaşandığını sırasıyla geçtiğimiz Aralık ve Ocak aylarında işten çıkarılan Ali Abbas Akkaya ve Taylan Kesanbilici ile konuştuk. Röportajımızın deşifresi için Selbin Yılmaz’a teşekkür ederiz.
Adem Yeşilyurt: İsterseniz önce kısaca kendinizi tanıtın, sonra Yurt Gazetesi’nde yaşananlara geçelim.
Ali Abbas Akkaya: Yurt Gazetesi özelinde konuşursak ben gazetede ekonomi editörlüğü yapıyordum. İki kişiydik biz. Murat Öğütçen diye bir arkadaşımız vardı. Ondan önce ben gazeteciliğe çok uzun bir dönem ara vermiştim. Marmara İletişim’de öğrenciyken -eski adıyla Marmara Basın-Yayın’dı bizim okulun adı- Sabah Gazetesi yeni çıkmaya başlamıştı. 1985 yılında ilk orada işe başladım. Daha sonra o dönemin Günaydın Gazetesi’nde çalıştım. Günaydın Gazetesi’nden sonra Milliyet Gazetesi, Milliyet’ten sonraysa Söz Gazetesi’ne geçtim. Söz, rahmetli Ercan Arıklı’nın rüyası olan bir gazeteydi. O çok uzun sürmedi, kısa bir süre sonra tiraj alamadığı için kapandı. Sonra onun kapanacağı ortaya çıkınca, Gelişim Grubu bünyesinde Ekonomik Panorama dergisi çıkarılmaya karar verildi. Derginin başına Söz Gazetesi’nin ekonomi servisinin şefi Mustafa Sönmez getirildi. Bir süre orada çalıştım. Daha sonra Özgür Gündem Gazetesi’nin kuruluşundan itibaren bir buçuk yıl boyunca orada çalıştım. Ondan sonra da gazeteciliğe ara verdim çok uzun bir süre. Sonra Yurt Gazetesi’nin kuruluşuyla birlikte tekrar gazeteciliğe döndüm. İlk çıkışından üç ay önce, kuruluş aşamasında bulundum. Merdan Yanardağ benim Sabah Gazetesi’nden arkadaşımdı. Onun teklif etmesi üzerine gazeteye gittim. Çıkmadan üç ay önce süreç başladı. Ama yayına başlanması planlanandan uzun sürdü. 29 Ocak 2012’de ancak yayınlanmaya başlandı. Yani başından itibaren 16 Aralık 2014’te işten çıkartılana kadar gazetede vardım.
Taylan Kesanbilici: Aslında Abbas abiyle aynı okul çıkışlıyız başka dönemlerden. Gazetecilik mezunuyum. Fakat doğrudan kurumsal bir gazetede çalışmışlığım yoktu. Belgeselle ilgileniyordum uzun bir süre. Enis Rıza ile birlikte, o ekipte çalışıyordum. Dergicilikle uğraşıyordum ama bir gazetede başlamam ilk Yurt Gazetesi ile oldu. 2013’ün Kasım’ında muhabir olarak başladım orada. Haber merkezindeydim. Daha sonrasında da, yani son dönemlerde -yaklaşık bir buçuk yıl sürdü benim gazetedeki varlığım- gazetedeki maaş problemi ilk zamandan beri yaşandığı için birçok editörün, muhabirin gazeteden ayrılması nedeniyle, biz de biraz daha hızlandırılmış bir sürecin ardından editörlük yapmaya başladık. Üçüncü sayfa editörümüz Şenol Konukçu’nun işten çıkarılmasının ardından ben üçüncü sayfanın editörlüğüne geçtim.
Ali Abbas Akkaya: Ama öncesinde de Şenol Konukçu’nun izinli olduğu günlerde o sayfanın ve bazen de başka sayfaların editörlüğünü yapıyordu. Yani bir nevi “joker” gibiydi.
Taylan Kesanbilici: Bu durum işi daha hızlı öğrenmeme yaradığı gibi ortada bariz bir sorun olduğunu da gösteriyor açıkça aslında.
Adem Yeşilyurt: Peki o zaman örgütlenme ile devam edelim. Yurt gazetesinde sendikalaşma süreci nasıl başladı, nasıl devam etti?
Ali Abbas Akkaya: Başından beri zaten, tırnak içinde söylüyorum, “sol” bir gazete olarak kendisini ifade ettiği ve dillendirdiği için orada çalışan herkesin işveren, çalışanlar ve yöneticiler de dahil olmak üzere sendika meselesinde kimsenin karşı çıkmayacağını varsayarak yola çıktık. İlk başta da zaten hemen “sendikalı olalım” gibi konuşmalar vardı. Mesela gazetenin kurucu genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ karşı değildi sendikaya. Daha sonra bu girişim yönetim tarafından, daha doğrusu patron tarafından çok olumlu karşılanmadı, yani öyle istekli falan davranmadılar. Bir de biz yeterli üye sayısına ulaşamamıştık. Yaklaşık altı ay sonra, sendika meselesini tekrar gündemimize aldık. Üyelikler yeniden başladı ve çoğunluğu elde ettik. O dönemde tabi bu biraz gizli yürüdü, patron buna karşı çıkar diye.
Adem Yeşilyurt: O dönemde kaç kişi çalışıyordu gazetede? Yani çoğunluktan kastınız nedir?
Ali Abbas Akkaya: Ankara, İstanbul ve İzmir dahil seksen küsur kişi çalışıyordu.12 Aralık civarında belli oldu sendikanın yetki aldığı. Biz 14 Aralık’ta bir toplantı yaptık sendika yönetimiyle beraber. İşten çıkarılmaların başlangıcı da bu toplantıdan 8 gün önce başlamıştı. İlk çıkarılan gazetenin redaktörü Yaşar Uzunlar oldu. Bu olay da şöyle gelişti: O dönem Derya Sazak gazetenin başındaydı. Maaşlar ödenmiyordu. Biz eylem yapma kararı alınca, Derya Sazak maaşların ödeneceğine dair gün vermiş, “Pazartesi günü, söz veriyorum, eğer ödenmezse hep beraber eylem yapalım” gibi bir şey söylemişti. Biz de eylemimizi bu söz üzerine Pazartesi’ye kadar erteledik. Daha sonra Pazartesi günü Derya Sazak geç geldi biraz. Yaşar Uzunlar, “Arkadaşlar bir açıklama bekliyorlar, ödeme yapılacak mı ya da ne yapacağız?” diye sorduğunda, “İşine gelen çalışır, işine gelmeyen çalışmaz” deyip Yaşar abiyi işten kovmuş Derya Sazak. 14 Aralık’taki toplantıda işverenden neleri talep edeceğimizi konuştuk. Bizim ilk talebimiz Yaşar abinin işe alınmasıydı. Çünkü ilk kovulan oydu ve diğer ekonomik, sendikal talepleri sıraladık. Sonra toplantı bitti, ertesi gün Pazartesi’ydi, her zamanki gibi işe gittim ben. Pazartesi bir gerilim hissettim Derya Sazak’ta. O tarihe kadar da hiçbir gerilim olmamıştı. Sonra Salı günü öğle saatlerinde beni yanına çağırdı, “Sizinle çalışamayacağız” dedi. Benden önce Şenol Konukçu diye bir arkadaşımız vardı, üçüncü sayfayı yapıyordu. Meğer onunla da konuşmuş, ona da aynı şeyi söylemiş. “Size herhangi bir şey sormayacağım nedenine dair. Ben biliyorum neden olduğunu” dediğimde, “Yok, bizim aklımızda başka planlar var. Ondan dolayı çalışamayacağız” dedi. Böylece işten çıkarılan üç kişi olduk. Daha sonra gazetede çalışan arkadaşlarla görüşmelerimiz oldu bu işten çıkarmalarla ilgili. Sendikalı arkadaşlar bir şey yapmazsa, bu işin devamı gelecek diye. O arada tabii hem çalışan arkadaşların sendikal faaliyet konusundaki bilgi eksikliğinden kaynaklanan, hem kendi güçlerinin farkında olmayışlarından kaynaklanan ve bir yandan da işten atılırlarsa iş bulamama endişesinden herhangi bir eylem yapılmadı. Bizden yaklaşık bir ay sonra, Taylan’ın da içinde olduğu dört kişi işten çıkarıldı. Benim işten çıkarıldığım dönemde bir de kendi isteğiyle işten ayrılan Murat Öğütçen arkadaşımız vardı. Burada onu anmadan geçmek olmaz, çünkü çok ince bir davranıştı yaptığı. Derya Sazak benimle konuştuktan sonra Murat Öğütçen’i çağırıyor, benim işten çıkarıldığımı, isterse onunla devam edebileceğini söylüyor. Bunun üzerine de Murat Öğütçen, “Ben bu koşullarda sizinle çalışmak istemiyorum” deyip, istifa ediyor.
Adem Yeşilyurt: Sizin sendikalaşmayla ilgili deneyiminiz nasıl oldu Taylan Bey?
Taylan Kesanbilici: Ben işe girdiğim ve sigortamın başlatıldığı an itibariyle -ki bu da bir ay içerisinde hemen gerçekleşti- zaten hemen sendikalı oldum. Bu biraz benim bütün sektörlere genel güvensizliğimle alakalı bir mesele. İçerideki sendikal çalışmanın da ciddi bir kısmında sorumluluk üstlendim. Birçok insanla görüştüm. Gazeteye yeni giren, yeni başlayan arkadaşlarla görüştüm. Sendikalı olmaları hususunda ikna ettim. Bunun bir hak, bir güvence olduğunu, sıkıntı duyulacak bir şey olmadığını anlatmaya çalıştım. Tıpkı Abbas abinin de bahsettiği gibi, ilk dönemlerde zaten öyle bir sorunumuz yoktu. Yani biz gazetenin genel yayın yönetmeninin, Merdan Yanardağ’ın da, öncesinde Kerem Çalışkan’ın da döneminde, açık açık yapıyorduk bu toplantıları.
Adem Yeşilyurt: Sendika yetkiyi aldıktan sonra neler oldu?
Ali Abbas Akkaya: Asıl problem ondan sonra başladı zaten.
Taylan Kesanbilici: Yetki alındığı dönemde genel yayın yönetmeni Derya Sazak’tı. Yurt gazetesi “muhalif” bir gazeteydi. Ve çalışanların çalışma koşulları birbiriyle daha çok dostluk-ahbaplık ilişkisi üzerinden yürüyordu ki genelde medyada aynı serviste çalışan insanlar bile haber atlatır, öne geçmeye çalışırlar. Tersine bizde birçok şey usta-çırak ilişkisi ile yürürdü. Keza bu hususta Abbas abinin de bana birçok faydası dokunmuştur. Onun da editörlüğünü yaptığı sayfaya elden geldiğince haber yapmaya çalıştım. Ama Derya Sazak’ın gelişinin ardından biz bir plaza gazeteciliği gördük orada. İşler profesyonellik görüntüsünün ardında milletin birbirinin arkasından performans hesapları yaptığı bir hale geldi.
Ali Abbas Akkaya: Tabii orada şöyle bir ayrıntı var: Derya Sazak geldiğinde, 6 ya da 7 kişiden oluşan bir ekiple geldi. Orada başka bir mesele daha vardı. Gelen arkadaşlarla sonra biz çok iyi ilişkiler kurduk, çok iyi diyaloglarımız oluştu ama onların aldığı ücretlerle bizim aldığımız ücretler arasında çok ciddi farklar vardı.
Taylan Kesanbilici: Tabii.
Ali Abbas Akkaya: Yani Derya Sazak’ın adamları ve diğerleri gibi bir durum da oluşmaya başlamıştı. İnsanlar bundan rahatsızlık duyuyorlardı, çünkü aynı işi, hatta daha fazla işi yaptıkları halde onların üçte biri, dörtte biri, hatta beşte biri rakamlarla çalışan arkadaşlarımız vardı. Ve bu rakamlar bu kadar cüzi olmasına rağmen gazete çıktığından beri zamanında ödenmedi. Ortalama üç, dört ay geriden gelerek maaş alıyorduk biz. O paralar da bir defada ödenmiyordu. Bir aylık bir maaş ödeyecekler, örneğin 2000 lira, bu paranın tamamını ödemiyorlardı. 300 veriyorlardı, 500 veriyorlardı, 1000 veriyorlardı ve para hiç kimsenin hiçbir işine yaramıyordu. İş giderek bir kangrene dönüşmeye başlamıştı. Derya Sazak’ın gelişinden itibaren Merdan Yanardağ’ın olduğu dönemdeki o kolektif ruh da yok olmaya başladı. Çünkü tarzları farklıydı. Merdan Yanardağ’ın kişiliği ve tarzı farklıydı, Derya Sazak’ınki farklıydı. Biz haber tartışması yapabiliyorduk Merdan döneminde. Merdan Yanardağ ile hangi haberin gazetenin manşeti olması gerektiğine dair tartışmalarımız olurken, Derya Sazak’ta hiç böyle bir durum oluşmadı.
Taylan Kesanbilici: Benim de Yurt’ta başladığım süre itibariyle alışkın olmadığım bir düzen ortaya çıktı. Evet, ben orada bir muhabirdim, tabii birçok insana göre daha uzun süre meslekte bulunan çalışma arkadaşlarıma göre daha tecrübesizdim ama dediğim gibi gazetenin her iki yayın yönetmeniyle de, Kerem Çalışkan’la da Merdan Yanardağ’la da, en azından bir diyaloğum gelişebiliyordu. Oturup haber üzerine konuşabiliyordum, tartışabiliyordum. Daha fazla Merdan abi ile bu diyaloğu sağlayabiliyorduk. Ama onlardan sonra Abbas abinin de bahsettiği gibi bu ciddi ayrım oluşmaya başladı. Derya Sazak döneminde işe başlayan arkadaşlar ki bazıları öncesinden de tanıdığımız, dostluk kurduğumuz insanlardı, daha farklı maaşlarla çalışıyorlar, onlar aradaki uçurumun farkına vardıkça ister istemez bir çekinceyle diyalog kurmaya başlıyorlar. Böyle absürd, garip bir durum ortaya çıkmaya başladı. Bu gelir eşitsizliği meselesi çalışanlarla değil, yönetim anlayışı ile ilgili bir sorun. Biz de dolayısıyla aynı hakları talep etmek istedik.
Ali Abbas Akkaya: O 14 Aralık’ta yaptığımız toplantıda konuştuğumuz şeylerden biri de buydu. Editörlerin ücret skalası, muhabirlerin ücret skalası, sayfa sekreterlerinin ücret skalası diye üç ayrı skala belirledik.
Taylan Kesanbilici: Hatta şoförleri de dahil ettik sonra işin içine.
Ali Abbas Akkaya: Evet. Yani maaşların alt limitlerini belirledik.
Taylan Kesanbilici: Daha üst pozisyondakiler yönetimle konuşarak halledebilir tabii kendi maaşlarını, orada kıdem söz konusu ama biz diğer pozisyonlar için maaş eşitliği olmasını sağlamaya çalıştık. Her editör orada çalışıp aynı emeği veriyorsa aynı ücreti almak durumunda. Her muhabir ve foto muhabiri aynı ücreti almak durumunda. Ya da internet servisinde çalışan arkadaşlar aynı ücreti almak durumunda. Oradaki eşitsizliği yok etme niyetindeydik. Derya Sazak döneminde gelenlerin avantajına herkesin sahip olması gerekiyordu.
Adem Yeşilyurt: Peki sizin atılma süreciniz nasıl gelişti bir ay sonra?
Taylan Kesanbilici: İpleri koparan şey Yaşar abinin çıkarılması oldu. Gazetemizin redaktörü Yaşar Uzunlar’ın, sadece maaşlara ilişkin bir açıklama yapılıp yapılmayacağını Derya Sazak’a sorması üzerine rencide edilerek Yazı İşleri’nin ortasında işten kovulması herkesi zaten çok rahatsız etti. Ben bunun doğrudan tanıklığını yaşamadım, arkadaşlarımızdan duyup öğrendik. O esnada orada bulunan arkadaşların da çok rahatsız olduğu bir durumdu bu. Derya Sazak’la arasında en çok güven ilişkisi kuran insanları dahi rahatsız etti bu üslup, bu tavır… Siz biriyle çalışmak istemeyebilirsiniz; haber üslubu, tarzı uygun değildir. Bunu konuşursunuz ya da atıyorum birtakım disiplinsizlikler sezmişsinizdir, yine konuşursunuz. Bundan kaynaklı yollarınızı da ayırmak istersiniz ama eğer içeride maaşı varsa bunların hepsini verirsiniz, tazminatını da hak ettiği kadarını kuruşu kuruşuna ödersiniz, arkasından da yollarınızı ayırırsınız. Hatta bunu da öncesinden tebliğ edersiniz, o arada da iş aramaya başlar bu insan. Kanunen böyle bir zorunluluğunuz var. Ama siz içeride daha iki aylık maaşı bulunan, buradan alacağı bulunan, geçmiş dönemden zaten maaşını çok düzensiz almış, içeride ne kadar parasının kaldığının hesabını yapamayan insanları, bir anda rencide ederek bu şekilde atarsanız zaten orada ipler kopar. Bundan bir hafta sonra da Abbas abinin, Şenol abinin atılması ve Murat abinin de istifa etmesi üzerine bizim için de daha sert bir süreç başladı. Biz her şey hukukuna uygun işlesin diye bakanlıktan gelecek yetki belgesini bekliyorduk. Bu arada da biraz da öyle bir çalışma yürüttük, yani gazetede bir kısım arkadaşla alttan alta bir çalışma yürütüyorduk, süreci birkaç kişi takip ediyorduk, yetki alındığı gün bütün arkadaşlarımıza deklare ettik. “Biz artık sendika olarak burada yetkimizi aldık arkadaşlar, burada örgütlü bir gazeteci toplamı var. Daha güvenli ve daha güçlüyüz. Dolayısıyla artık daha net bir tavır sergileyebiliriz. Bu meselelerin karşısında susmanın bir karşılığı yok.” diye bunun özgüvenini tazelemek istedik. Arkadaşlar bir toplantı yapma talebinde bulundular, toplantıyı organize etmemi rica ettiler. Ben de öyle bir toplantı ayarladım. Sendika yöneticileri de geldiler o toplantıya ve karar aldık. Maaşlar yatana kadar bize en az gün içerisinde bir maaş verilene kadar o gün iş durdurma kararı aldık. Orada birtakım sorunlar yaşandı ama 21 Ocak 2015 günü gazetenin İzmir bürosundan eklerine, spor servisine, internet servisine kadar bütün birimleri Ankara haricinde iş bıraktı. Sabah geldik. Derya Sazak Ankara’ya gitmişti, Durdu Özbolat da Ankara’daydı. Gazetenin patronu da, genel yayın yönetmeni de Ankara’daydılar. Farklı farklı sebeplerle farklı farklı yerlerdeydiler ama Ankara’da olduklarını biliyorduk. Bu nedenle bir muğlâkta kaldık aslında çünkü karşımızda muhatap aldığımız insanlar yok ve biz onlar yokken böyle bir eylem yapacağız. Dolayısıyla aslında eylem sonuca ulaşacak mı, biz onlarla masaya oturabilecek miyiz, kestiremedik. Bu arada bir de alınmış bir toplu iş sözleşmesi yetkisi var ama toplu iş sözleşmesi görüşmeleri için bir türlü tarih de vermiyorlar. Yetkimiz var net bir biçimde. İtiraz süresini geçirdi gazete, itiraz hakkını da kaybetti. Sonrasında itiraz ettiyse de bakanlık kabul etmedi. Artık mecburdu, oturması gerekiyordu masaya. Ama bu süreç bir türlü başlamıyordu, insanlar da artık sabırsızlanıyordu. O arada bir konuşmamız oldu. Derya Sazak telefonla bizimle diyalog kurdu. Telefonu hoparlöre aldık, Yazı İşleri’nin ortasında bütün arkadaşlar dinlediler. Biz meramımızı anlattık. Derya Sazak da “Arkadaşlar, rica ediyorum, ben yarın oradayım, geleceğim, ben yokken böyle bir şeyde bulunmayın. Bir aksilik olursa, eğer size yönelik bir tavır sezersem, ben de zaten sizinle beraberim” dedi.
Ali Abbas Akkaya: Yaşar Uzunlar’ın kovulmasından önceki cümlenin benzeri yani.
Taylan Kesanbilici: Biz de “Tamam, bekleyelim ama” dedik, “yarın bekliyoruz, bakın bizim artık sabredecek zamanımız yok.” Ben mesela gazeteye gitmek için birilerinden borç alıp akbilime para yüklüyorsam orada bir sorun var demektir. Ama ben “param yok” deyip iki gün gazeteye gitmezsem de, bu sefer haklı fesih doğuyor, beni işten atabilir. Nasıl yapacağız peki bunu? Hani ben gazetede mi yatıp kalkayım? Mümkünatı yok. Üç ay vermedikleri maaşları o esnada toplu da verseniz birinin eline artık bir manası yok çünkü o maaşın iki katı kadar borçlanmış durumda herkes. Dolayısıyla “tamam” dedik, ama dedik ki “bir gün, hakikaten de bir gün süre veriyoruz”. İşler bu kadar ciddiyken, biz bu kadar ciddi bir şeyden bahsediyorken ne patronun ne genel yayın yönetmeninin ertesi gün gelmemiş olmasından kaynaklı biz artık beklemek niyetinde değildik. Ertesi gün de çünkü bir sonraki güne sarkıttılar bizi. Yine Derya Sazak’la bir telefon görüşmesi oldu, bir sonraki günü beklememizi istedi.
(Bu sırada Taylan Bey’in telefonu çaldı, tam da bu mali sıkıntılardan bahsederken kredi kartı borcu nedeniyle bir banka tarafından aranmasını oldukça manidar bulduğumuz için belirtmek istedik.)
Ali Abbas Akkaya: Ertesi gün gelmedi.
Taylan Kesanbilici: Evet, ertesi gün de, bizim bir gün öncesinden telkinde bulunmuş olmamıza rağmen gelinmeyince, gazetede bizimle bir görüşme yapılmayınca ki hep sorunumuz buydu bir maaş alamadığımızda, bir şeyler geciktiğinde, bunlara ilişkin hiçbir açıklama bizlere yapılmıyordu. Bütün çalışan arkadaşların sabrı taştı.
Ali Abbas Akkaya: Bu cesareti gazetenin sahibine de Derya Sazak’a da basın piyasasının içinde bulunduğu durum veriyordu. Nasıl olsa işsizlik var, nasıl olsa her tarafta işten çıkarmalar var, bunlar bunu göze alıp işten ayrılamazlar, çünkü iş bulamazlar diye düşünüp o cesaretle davrandılar o tarihe kadar. Hala da öyle davranıyorlar.
Taylan Kesanbilici: Biz de muhatap alınmadığımız için bir nevi zor kullanarak kendimizi muhatap aldırmak zorunda bıraktırdık ve o gün hiçbir biçimde monitörlerimizi açmadık. Akşam saat altıya kadar bizim ciddiyetimizi algılayamadılar. Bir süre sonra Yazı İşleri’ndeki o bütünlüğü gördüklerinde işin rengi biraz değişti. Kendilerince birtakım girişimleri oldu. İşte gazeteyi başka editörler üzerinden yapmak, başka sayfa sekreterlerine yaptırmak, dışarıda yaptırıp bastırmak…
Adem Yeşilyurt: Sendikaya üye olmayanlar da katılıyor muydu bu monitör açmama eylemine o sırada?
Taylan Kesanbilici: Tabii, tabii.
Ali Abbas Akkaya: Kimse maaş alamıyordu çünkü.
Taylan Kesanbilici: Evet. Yani şöyle söyleyeyim, gazetenin Yazı İşleri Müdürü haricinde bütün birimlerde herkes iş bıraktı. Yani iş bırakmak konusunda muğlâk olan arkadaşlar da genel çoğunluğun iş bırakmasından kaynaklı mecbur kaldılar. Çünkü yapabilecekleri bir şey yok.
Ali Abbas Akkaya: En azından “biz sayfayı yaparız, yazı işlerine destek oluruz” gibi bir cümle kurmadılar.
Taylan Kesanbilici: Tabii. Ufak bir şey ama şöyle bir kritik nokta var, zaten sonrasında da ondan bahsedeceğim. En önemlisi bütün sayfa sekreterleri zaten sendikalıydı ve hepsi iş bırakmak konusunda kararlıydı. Yani sayfayı yapan, mizanpajı yapan insanlar işi durdurunca kararlılığı o zaman algılayabildiler. Hatta gazeteye tutup birilerini sokmak isterlerse almayacağımızı, bunun hiçbir biçimde yasal bir karşılığının olmadığını söyledik. “Buna da müsaade etmeyeceğiz” dedik. Ve o günün akşamında bir görüşmemiz oldu. Bizim işyeri temsilcimiz, sendikanın işyeri temsilcisi, aynı zamanda sayfa operatörü arkadaşımız Çiğdem Korkmaz’la ben, gazetenin mali işler sorumlusu Suat Bey’le bir görüşme yaptık. Ellerinde 15 bin lira gibi bir para olduğunu, 36 bin lira gibi bir para daha geleceğini, bu iki meblağı birleştirip bize en azından maaşlarımızın bir kısmını ödeyeceklerini söylediler. Sonra biz tam bu görüşmeyi yaparken bir telefon geldi Suat Bey’e, o 36 bine ilişkin bir sıkıntı olduğunu, bankaya yatırmak veya hesaptan para aktarmakta bir sorun yaşadıklarını, o yüzden ellerinde 15 bin lira olduğunu söylediler. Biz orada iyi niyetli bir tavır sergileyip bunu makul karşıladık. “Ne var elimizde?” dedik. 15 bin lira. Biz bunu arkadaşlara dağıtalım dediler. Dedik ki 15 bin lirayı dağıtsanız kişi başı 150-200 lira bir para düşecek. Hiçbir manası yok, en fazla akşam eve gidip, sabah gazeteye gelirler. Bu arada Abbas abinin, Yaşar abinin, Şenol abinin gazeteye geliş gidişleri zaten sürüyordu, gazeteyle alacakları hususunda görüşmek için.
Ali Abbas Akkaya: O gün de oradaydık zaten.
Taylan Kesanbilici: Evet, aynı gün de oradaydılar, yine gazetenin hemen girişinde, santral bölümünde oturuyorlardı. Süreçten onları da haberdar ettik. Sonra Yazı İşleri’nde bir toplantı gerçekleşti. Suat Bey “siz arkadaşlara aktarın” dedi, “hayır” dedik. Çünkü artık arkadaşlar karşılarında bir muhatap görmek istiyorlar. Yani benim anlatıyor olmamın bir manası yok. Bu eylemin karşılığı da o değildi çünkü. Bir idarecinin gelip orada bir yanıt vermesi gerekiyordu. Gerekirse utansın gerekirse sıkılsın, yüzü kızarsın nasıl oluyorsa olsun, fark etmez. Geldi ve söyledi. Dedi ki “arkadaşlar, böyle bir para var.” Bir stajyer arkadaşımız kalkıp dedi ki “madem 15 bin lira gibi bir para var, bizim işten çıkarılmış abilerimiz var” dedi, “daha önce çalışan arkadaşlarımız var. Onların alacaklarının bir kısmı ödensin, kapıda bekleyen arkadaşlarımızın. Biz o zaman buna tamam deriz.” diye. Hepimiz düşündük, bizim için makul bir karşılık. Çünkü neticede bir kazanımla o günün sonuçlanması lazım, moralimizin bozulmaması adına. Bu kazanım da bir işe yarar kazanım olması gerekiyor. “Tamam” dedik, gidip Abbas abilerle konuştuk. Önce o sırada ince bir güreş geçti aramızda ama. Hani böyle bir şeyi kabul etmediler haliyle, bizim de aylardır maaş alamadığımızı bildikleri için. Sonra bir biçimde ikna ettik kalabalık olmamızdan kaynaklı ve belli bir meblağ ödenmesini istedik. Fakat onlara da 15 bin liranın tamamı bölüştürülmedi. Kasada da biraz para olsun diye (gülüyor).
Ali Abbas Akkaya: Haftaya devamını ödeyeceklerini söylediler.
Taylan Kesanbilici: Bunun üzerine biz de o akşam saat 6’da oturduk monitörlerin başına ve günün gazetesini çıkarttık. Ertesi gün aynı eylem devam ettirildi sabah saati itibariyle. Çünkü biz pazarlığı öyle yapmıştık, “yarın öğlene kadar da bize en az bir maaş yatırın” diye. Ertesi gün de geldik, monitörlerimizi açmadık. Hatta Derya Bey de gazetedeydi artık, ertesi gün de gelmişti, odasında oturuyordu. Fakat biz çalışmıyorduk. Buna ilişkin bizimle hiçbir diyalog da kurmadı ne olduğuna ilişkin. Sanki dünyadan bihabermiş gibi, hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Öğle saatine kadar hepimize birer maaş yatırıldı. Hafta sonuna kadar da tamamını kapatacaklarını söylediler. Biz yine öğle saatinde monitörleri açtık, o günün de gazetesini çıkarttık. Fakat hafta sonuna kadar bizim kalan alacaklarımız kapatılmadı. Hafta başında bir maaş daha aldık, Ocak ayı maaşımız kalmıştı artık. Ocak ayı maaşlarını kimse alamamıştı. Ve onu aldığımız gün zaten, Pazartesi günü hemen eylemin arkasından direkt hafta başında, Yazı İşleri Müdürü çevre sayfasını yapacak olan arkadaşımızın bir süre sonra istifa edeceğini söyledi. Bu nedenle artık hem üçüncü sayfanın hem dördüncü sayfanın düzenli olarak bende olacağını, benim artık o sayfaları yürüteceğimi ve gerekirse hani kendisinin de destek vereceğini söyledi. “Peki,” dedim. Sonra akşam saatlerinde Derya Sazak odasına çağırdı beni. “Nasıl gidiyor?” dedi, “Fena değil, yavaş yavaş editörlüğe de ısınıyorum” dedim. “Evet ısınıyorsun, ama maalesef yollarımızı ayırıyoruz” dedi. “Gerekçesi nedir?” dedim. “Performans” gibi bir şeyler söyledi, daha genç, daha dinamik bir kadro istediklerini söyledi. “Ben 25 yaşındayım. Daha genç bir kadro derken 18 yaşında birileri falan çalışamaz herhalde” dedim. “Yani daha dinamik bir şey olması lazım, şimdi bir seçim düzlemine giriyoruz, daha sıkı çalışmamız gerekiyor. İşte Durdu Bey, patronunuz da aday adayı olacak. Dolayısıyla önemli bir süreç geliyor. Bir genel yayın yönetmeni olarak benim tasarrufumda bu, kadromu oluşturmak da benim hakkım” dedi. Ben de “Derya Bey lafı dolandırmak yerine asıl konuyu konuşalım. Ben bunun temel sebebinin kısa süre önce yapılan eylem ve bugüne kadar içeride yürüyen sendikal faaliyet olduğunu düşünüyorum” dedim. “Hayır hayır, kesinlikle öyle değil” dedi. “Peki nedir” dedim “onun haricinde?”, “Yani şimdi sen de zaman zaman aldın gazeteyi, sırtladın, birtakım sorumluluklar aldın, çalıştın ama” dedi, “son dönemde işe geliş gidiş saatlerin falan daha bir serbest, kendi kafana göreydi.” Ben de dedim ki “Bakın ben bu gazeteye girdiğim gün itibariyle hiçbir zaman düzenli maaş alamadım. Hiçbir çalışan da alamadı. Ve son dönemde bizim bu tavrı sergilememiz çok bilinçliydi. Kaldı ki onun yanı sıra eğer böyle bir performans meselesi de varsa bunu ayrıca konuşalım. Herhangi bir şeyi aksatıyorsam bunu tartışabiliriz. Gerekirse bunu gözlemleyebilirsiniz. Daha sonra daha yakından takip edersiniz. Ya da siz, yani gazete yönetimi bütün sorumluluklarını yerine getirirseniz, sonrasında da çalışanlardan da bütün sorumluluklarını yerine getirmesini beklersiniz. O zaman bunları konuşabiliriz” dedim, “Şu anda ben bu gazetenin yönetiminin bunları konuşmaya çok hakkı olduğunu düşünmüyorum” dedim. Ve aylarca burada 212’li olarak, yani fikir işçisi olarak sigortalandığımı zannederken normal iş sözleşmesi yapılmış olduğunu söyledim,“Nasıl yani? Benim bundan hiç haberim yoktu” dedi, şaşırdı. “Bundan haberi olması gereken maalesef de sizsiniz. Size bilgi verilmediyse de ortada bir saçmalık var. Ve bu en başından beri var. Bunun içinde siz motive bir biçimde çalışıyor olmamızı bekliyorsunuz hala” dedim. Orada zaten, asıl meseleye dönmüş olduk, işin performans falan olmadığını kurduğu cümlelerden anladım. “Siz benim bu gazetede bir şeyleri değiştireceğime, düzelteceğime inanmadınız. Daha sonra yine yolumuz kesişebilir, yine çalışabiliriz seninle, burada ya da başka bir yerde fakat şu süreçte değil.” O sürecin kritik olduğunu o anda içeride çalışanların bir iç içelik halinde olduğunu gördüğü için böyle söyledi zaten.
Adem Yeşilyurt: Peki o gün sizinle birlikte başkaları da atıldı mı?
Taylan Kesanbilici: Atıldı fakat yüz yüze görüşmeyi sadece benimle yaptı. Diğer arkadaşların insan kaynaklarından ellerine çıkış belgeleri teslim edildi sadece. Ahmet Akdere, Çiğdem Korkmaz ve Betül Korkmaz. Bunların hepsi sayfa sekreterleridir.Zaten o hamlenin stratejik olduğu burada çok net. Bu arkadaşlardan bir tanesi sendika temsilcisi, benle beraber gazete yönetimiyle görüşmeyi yapan arkadaş, dolayısıyla göze batan arkadaş, Çiğdem Korkmaz. Diğer arkadaşlar da sayfa operatörleri.
Adem Yeşilyurt: Anladım. Peki bu süreçte sendikanın rolünü nasıl görüyorsunuz? Ne kadar yanınızda oldu, sizinle beraber yürüdü?
Taylan Kesanbilici: Türkiye Gazeteciler Sendikası yönetimi yeni bir sendika yönetimi. Ama geçmiş yönetimlere göre çok daha dinamik, çok daha hareketli bir yönetim. Yani en azından daha net tavır sergileyen bir yönetim. Geçmişten sendikaya bir kadro aktarımı olmadığı, sendika içerisinde birtakım düzenli orada bulunan çalışanlar bulunmadığı ve profesyonel sendikacılık meselesi olmadığı için haliyle aksayan, eksik kalan birtakım noktalar oldu.
Ali Abbas Akkaya: Ama buna rağmen yaptığımız, daha doğrusu onların organize ettiği ama hep beraber tartışarak, karar vererek organize ettiğimiz iki tane eylem yaptık. Sendikayla görüşmelerimiz sürerken bir yandan da cemiyetle görüştük. Cemiyet o eylemlerden ilkine gelerek, işten çıkarılmaları ve sendikaya karşı patronajın tutumunu kınayan bir açıklama yaptı. Sendika da keza örgütlü olduğu yerdeki arkadaşları çağırarak, gazetenin Mecidiyeköy’deki Profilo İş Merkezi’nin olduğu yerde bir açıklama yaptık. Oradan bir sonuç alamayınca ardından CHP İl Başkanlığı’nın önünde bir açıklama yaptık. Sendikadaki arkadaşlar ellerinden geleni yapıyorlar, yaptılar da.
Taylan Kesanbilici: Ama yeterli olmadı.
Ali Abbas Akkaya: İşveren tarafının, birikmiş alacaklar ve işe geri dönüşle ilgili işe geri almama ve parayı ödememe gibi kesin bir kararı bulunduğu için sendika da tıkandı. Ama bu arada sendikanın avukatı aracılığıyla işe iade davası açtık. Alacaklarla ilgili de ayrı bir davayı, şu anda hala alacağımızı alabiliriz diye bekletiyoruz. İşten çıkarılanlar olarak alacaklarımızın çok düşük bir bölümünü alabildik parça parça. Bu arada Taylan ve birkaç arkadaş hiç para alamadı.
Taylan Kesanbilici: Evet. Son çıkarılan biz dört kişi hiç alamadık. Bir arkadaşımız sadece acil bir durumdan kaynaklı hani ayrıca bir görüşmeyle çok küçük bir meblağ almış.
Ali Abbas Akkaya: Bize ödemeyi de, parayı parça parça edip 300 lira, 500 lira gibi yapıyorlardı. Taylanlar işten çıkarıldıktan sonra gazetede yaptığımız bir toplantı vardı. O toplantıda sendika fotoğraflarımızı çekip kendi sitesinde yayınlayınca paraları ödemeyi kestiler. O toplantıdan sonra böyle olacağını biliyordum ama buna rağmen başladığımız işin devamını getirmek gerekiyordu. O gün toplantıda iş bırakma ya da yavaşlatma önerilerine karşı çıkanlar oldu, işten çıkarılır, iş bulamayız kaygısıyla insanlar eylem fikrinden soğudu. Toplantıda, “Eğer siz şu anda eylem yapmazsanız, daha önce bizim atılmamıza engel olamadınız. Daha sonra Taylanlar atılınca onların atılmasına engel olamadınız. Bundan sonra da parça parça böyle yürüyecek bu iş. Birer ikişer atılacak insanlar” demiştim.
Adem Yeşilyurt: O dönemde muhalif, sol/sosyalist medyada Yurt Gazetesi’nde yaşananlara dair haberler okuduk. Fakat benim merak ettiğim ana akım medyada Yurt’ta yaşananlar yer buldu mu? Ve bu bağlamda ana akım medyada çalışanlardan bir destek gördünüz mü?
Ali Abbas Akkaya: Sendika, bütün gazetelere, internet sitelerine, televizyon kanallarına, ajanslara eylemin yapılacağını haber verdi. Ama muhalif basın dışında pek kimse gelmedi.
Taylan Kesanbilici: Onun yanı sıra yandaş medyanın içerisinden de haber yapan vardı. Sabah’ta haber yapıldı. Hem CHP karşıtlığı, hem de gazetenin patronunun CHP’li olması üzerinden.
Ali Abbas Akkaya: Tamamen onunla ilgili bir şey zaten. Yoksa çalışanlara saygı duyduklarından değil.
Taylan Kesanbilici: Tabii. Muhalif medyanın haberlerinden copy-paste’ti zaten. İnternet sitelerinde yer verdiler. Sanırım ya Takvim ya da Akit bir haber yaptı, bir de Sabah Gazetesi bir haber yaptı.
Ali Abbas Akkaya: Ana akım medya bu haberleri görmedi, yokmuş gibi davrandı.
Taylan Kesanbilici: Haliyle çünkü kendi içerisinde de aynı koşullardan korkuyor. Çünkü şu süreçte yükselen, gazetecilerin arasından bir ses çıkarma potansiyeli var. Çünkü her şey çok kötü durumda, hem güvence anlamında hem başka açılardan.
Ali Abbas Akkaya: Mesele biraz da o zaten. Yani başkalarına dair bir cümle kurarsanız, sizin içinizde çalışan biri de yarın çıkar karşınıza der ki: “Onlara sahip çıkıyorsun da bizim durumumuz ne?” Çünkü benzer koşulları onlar da yaşıyorlar, her anlamda.
Adem Yeşilyurt: Tam da bunu soracaktım. Yani ana akımla muhalif medya arasında çalışma koşulları, örgütlenme vs. açısından fark görüyor musunuz?
Ali Abbas Akkaya: Ücret farklarının çok ciddi olduğunu biliyorum. Çok ciddi farktan kastım şu; biri 1000 lira alıyorsa öbürü 4000 lira, 5000 lira alıyor. Çünkü bizim gazetede çalışanlar çok düşük ücret alıyorlar, farkı da o oluşturuyor. Normalinde bir gazetecinin hak ettiği paralar bu paralar değil. Bunu Yurt Gazetesi’nin sahibi ya da yöneticileri de biliyor, ama Hürriyet Gazetesi’nin sahibi de biliyor. Hem onların verdiğinin çok az olduğunu, hem de Yurt Gazetesi’nin verdiğinin zaten çok çok az olduğunu, herkes biliyor bunu yani. Bundan dolayı sahip çıkamazlar, kendi korkuları var çünkü.
Taylan Kesanbilici: Ben Yurt gazetesinin tüzel kişi temsilcisiydim. Yani gazete adına davalara giriyordum, sorumluluğum vardı ve gazeteyi savunmakla yükümlüydüm. Ve eğer ceza alırsak o davalarda bana da ceza kesiliyordu. Yaptığım işlerden biri buydu. Tırnak içinde idareci gözüküyorsunuz, yönetici kadroda. İkincisi gazetede editörlük yapıyordum, asıl işim de muhabirlikti. Ama ben o gazetede 1000 lira maaşla çalışıyordum. Girdiğim gün itibariyle 1000 lira maaşla çalışıyordum. Açık söylemek lazım.
Ali Abbas Akkaya: Söylemeye çalıştığım şey bu aslında. Yani bizimki çok düşük olduğu için diğerleri dört katı bizden fazla maaş alıyor gibi görünüyor ama aslında standart o değil. Mesele orada yani. Bugün ortalama ücretler gazetelerde -çok bilerek söylemiyorum ama- 2000-3000 lira civarında falan. Ama gazetecilik öyle bir meslek değil ki! Gazetecilik öldürüyor yani. Erken öldürüyor. Bu 212’den kaynaklı yıpranma payının nedeni de odur zaten. Erken öldüren bir meslek.
Adem Yeşilyurt: Peki bu süreçten sonra sizin atılmalarınızla sendikanın toplu sözleşme yetkisi düştü mü, o durumda ne oldu?
Taylan Kesanbilici: Hayır. Bunun birtakım yasal aşamaları var. Sendika o süreçleri gerçekleştirdi. Yani önce noter üzerinden gazeteye toplu iş sözleşmesi için görüşme talebinde bulundu. Daha sonra bakanlığa gazetenin bu işe yanaşmadığını falan bildirdi. Bu süreçlerin bu yolların tamamını tüketmeye çalıştı. Bu sürede gazetenin avukatlarıyla sürekli iletişim kurmaya çalıştı. Ancak anlaşılan o ki yukarıdan gelen talimatla, gazete yönetiminden gelen talimatla avukatların sendika avukatıyla ya da sendikacılarla ilişki kurması engellendi. Yetki düşmedi fakat Yüksek Hakem Kurulu’nda iş çözüleceğinden korkuyordu gazete. Evet Yüksek Hakem Kurulu oradaki yetkiyi kabul edecekti. Ama şöyle bir şey var; bizim pazarlık yapacağımız hususlarda, toplu iş sözleşmesi taslağımızda belli şeyler var. Örneğin izin günlerine ilişkin düzenlemeler, departmanlar arasındaki eşitlemeler, 8 Mart’ın Kadınlar Günü’nün izinli olması, çocuğu olan ya da doğum sürecinde olan arkadaşlarımızın birtakım güvenceleri ve ücretleri üzerine gibi gibi… Hatta 212’li olmayan arkadaşlarımızın 212’li yapılması üzerine birtakım düzenlemeler de var. Ama öyle olunca haliyle Yüksek Hakem Kurulu’na gidince bunların hiçbirisi söz konusu olmuyor. Orada sabit bir zam aralığı belirleniyor. O zam aralığı üzerinden bir iyileştirme yapılıyor ama bu iyileştirme 6000 lira maaş alana da yapılıyor. Yani dolayısıyla bir saçmalık doğuyor ortaya. Bundan kaynaklı masada çözmek en mantıklıydı, anlaşarak, konuşarak ve bir konsensüse vararak yapmak lazımdı bunu.
Adem Yeşilyurt: Öyle bir durum da olmadı herhalde?
Taylan Kesanbilici: Şu anda öyle bir süreç söz konusu olabilir.
Adem Yeşilyurt: Ona gelelim o zaman. Şu anda neler oluyor?
Taylan Kesanbilici: Şu anda bize gelen haber şu. Merdan Yanardağ tekrar bu gazetenin başına geçti. Derya Sazak ana akım medyadan kovulmuştu, bu sefer de Yurt Gazetesi’yle benzer bir durum yaşadı, işine son verildi. Arkasından Merdan Yanardağ çağırıldı gazeteye.
Ali Abbas Akkaya: Derya Sazak Samanyolu TV’de program yapıyormuş galiba.
Taylan Kesanbilici: Sanırım, evet. Artık muhalif medya orası herhalde. Neyse! Buradan hemen sona gelelim. Şöyle, yakın zamanda bir görüşme yapılmış. Merdan Yanardağ’ın tekrar gazetenin başına geçerken birtakım şartları vardı gazetenin başına gelmek için. Çalışanlara maaşlarının ödenmesi, şu andaki alacaklarının ödenip kapatılması gibi. Tabii, bizim gibi işten çıkarılanların da hakkının verilmesine de dahil. Hatta aramızda tekrar gelip çalışmak isteyenler olursa bunları bir oturup konuşmaya, böyle bir imkânın da olabileceğine dair birtakım söylemleri de olmuş. Daha sonra çalışan arkadaşlarımız gidip bir görüşme yapmışlar Merdan Bey’le. “Bu gazetede toplu iş sözleşmesini imzalayacağız. Bu gazetenin koşulları nasılsa ona göre imzalayacağız ama o toplu iş sözleşmesini imzalayacağız. Ben de size söz veriyorum ki geçmişte sendikada çalışmış, bulunmuş, çalışma yürütmüş biri olarak gazetedeki birçok arkadaşımızın da sendikasız arkadaşlarımızın da sendikalı olması için çaba sarf edeceğim” sözünü vermiş. Sendikada bunun üzerine çalışan arkadaşlarla bir görüşme yapmış. Çalışan arkadaşlar durumu aktarmışlar. Bunun üzerine daha önce hazırladığımız taslağın tekrar bir üzerinden geçilmiş. Bazı hususlarda daha kolaylaştırıcı maddeler eklenmiş, bazı maddeler üzerinde değişiklik yapılmış. Bize de haber verdiler, “siz tekrar işe dönmek ister misiniz? Buna ilişkin taslaktaki maddeyi biz sabit tutalım mı?” diye. O konuda henüz net bir fikre sahip değiliz. Çünkü neticede gazetede, yönetimde bir değişiklik olmuş olsa da sermayedar konusunda bir değişiklik yok. Dolayısıyla bizim de asıl güvensizliğimiz o noktada. Biz o hak ettiğimiz ücretleri alabilecek miyiz? Ya da oradaki birtakım güvencelerimiz söz konusu olacak mı? Yine bize müdahale edilecek mi? Gelip böyle sendikayla ilgili bir süreç yürütürken ya da herhangi bir hak talebinde bulunurken kelle almaya kalkışılacak mı? Tabii belki Merdan Bey’le bu sorun yaşanmaz tekrar.
Adem Yeşilyurt: Ama sonradan başkası gelebilir diye mi?
Taylan Kesanbilici: Evet, başkası da gelebilir, patronla da yaşanabilir. Biz daha öncesinde buna benzer şeyleri gördük, şahit olduk. Tekrar yaşanabileceğine dair bir kaygımız var. O yüzden bizim için bu bir bekleme süreci diyelim.
Adem Yeşilyurt: Peki şu anda ne yapıyorsunuz? Gazeteciliğe devam etmeyi istiyor musunuz öyle bir teklif gelirse?
Ali Abbas Akkaya: Aslında gazeteciliğe devam etmeyi isterim tabii. Ama kaç tane muhalif gazete var ki bizim çalışabileceğimiz? Yurt’tan bahsediyorsan, verilecek sözlerin ne olduğuna ve bunun ne kadar tutulabileceğine ikna olmama bağlı.
Taylan Kesanbilici: Ben dostlarımın meyhanesinde işletmecilik yapıyorum. Birçok şeyin yetkisi, kararı, sorumluluğu da bende. Yüksek lisansa hazırlanıyorum, tekrar gazetecilik üzerine. Akademik olarak devam etmek istiyorum daha doğrusu. Doktora arkasından, mümkünse araştırma görevliliği. ÖYP’ye falan da hazırlanacağım sonrasında, yabancı dil sorunumu hallettim. Akademik olarak devam edebilirim kendi mesleğime, medya üzerinden.
Adem Yeşilyurt: Yani pratik gazeteciliğe dönmeyi pek düşünmüyorsunuz?
Taylan Kesanbilici: Şu anda aslında aktif olarak yapıyorum. Bizim çıkarttığımız bir Spot Dergi var. Spot, bizim çıkarttığımız bir dergiydi ve medya üzerine çıkarttığımız bir dergi aynı zamanda, tematik bir dergi. Güncel meseleleri medya bağlamında ele alıp değerlendiriyoruz.
Adem Yeşilyurt: Peki Yurt’tan bir geri dönüş olursa?
Taylan Kesanbilici: Yurt’tan arkadaşlarım da sordular, tekrar orada çalışmak ister miyim diye. “Ben çok iyi gazeteciyim de yer beğenmiyorum” gibi düşünülmesin ama Yurt’taki süreci görmek isterim. Yani öncelikle dışarıdan gözlemlemek isterim. Toplu iş sözleşmesi imzalanacak mı, imzalandıktan sonra ücret ödemelerinde, çalışanların hakkında bir sıkıntı yaşanacak mı, bunları bir görüp gözlemlemek isterim. Aynı siyasal perspektifte durmuyor olsak da mesleki açıdan bilgisine güvendiğim biri Merdan Bey. O açıdan bir gün tekrar çalışmak istersem gider konuşurum. Gazete açısından da uygunsa olabilir ileride.
Ali Abbas Akkaya: Siyasal perspektif konusunda aynı cümleyi ben de kuruyorum. Zaten gazete çıkarken de öyle bir siyasal perspektif ortaklaşması olmayacağını biliyordum ama en azından muhalif bir gazete, daha demokrat bir gazete olacak gibi bir kurguyla yola çıktık. Aslında uzun bir süre için bunu başardık. En azından Merdan Yanardağ’ın cezaevine girişine kadar.
Taylan Kesanbilici: İnsanların o kadar soruna rağmen gitmemelerinin bir sebebi de oydu zaten. Merdan Yanardağ cezaevinde, davanın da adı Ergenekon. Ergenekon’a siyasal yaklaşımımız fark etmez, neresinden bakıyorsak bakalım ama neticede Merdan Yanardağ’la ki çalışanların, arasında kiminin usta-çırak, kiminin dostluk-ahbaplık, kiminin iş ilişkisi üzerinden bir ilişkisi var. Ve beklemek ihtiyacı hissettiler yani. İnsanlar beklediler. Dönsün gelsin, tekrar teknenin başına geçsin ve biz yolumuza devam edelim.
Adem Yeşilyurt: Ve döndü.
Taylan Kesanbilici: Evet. Ama şu anda gazetede ekonomik sıkıntıların devam ettiğini, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin hala sürdüğünü ve bu süreçte istifa eden birçok çalışan olduğunu biliyoruz. Önümüzdeki süreçte neler olacağını ise hep beraber göreceğiz.