Savaşlara kadınların perspektifinden yaklaşma fikri pek çok yazar tarafından farklı kültürel bağlamlarda ele alınmıştır (Morrissey, 2003, Enloe, 1988 Eisenstein, 2007, Ehrenreich, 2007). Savaş geleneksel olarak erkeklerin çatışması ve tavrı ile ilişkilendirilirken kadınlar genellikle savaşın pasif özneleri, masum kazazedeleri olarak resmedilmişlerdir. Çatışmalarda barış hayranı uzlaşmacı güçler olarak tanımlanıp faillikleri de bu minvalde ele alınmıştır. Savaş söyleminde, kadınlığın itaatkar nosyonuna karşın aktif erkek failliğinin pek çok özgün ve örtük algılarının izlerini sürmek mümkündür. Kadınlar geleneksel olarak erkeklerin korumakla yükümlü olduğu kırılgan mülkleri olarak görülürler. Ayrıca, düşmanın kadınlarına yapılan sistematik cinsel saldırılar düşmanı alt etmek için kullanılan savaş araçlarıdır ve düşman askerin “kendi kadınlarını koruyamadigi”nın göstergesi olarak kullanılır. Cyntia Enloe’nun söylediği gibi “bir kadın olmamak” başarılı bir askeri kariyerin öncülüdür ve cinsiyetlerinden bağımsız olarak savaşanlardan beklenen erilliği yansıtır (Enloe, 1988). Aynı zamanda bir kadının şiddete, özellikle de cinayete başvurması normallikten radikal bir sapma olarak görüldüğünden kınanır ve kadının bağımsızlığı sorgulanır. Erkekler içinse genellikle aynı şey “doğal” olarak kabul edilir. Bir kadının eline silah alması toplum için travmatiktir. İdealize edilen dişi masumiyet ve pasiflik kadınlar savaşın aktif özneleri haline geldiklerinde sarsılmış olur…
Savaşta aktif olarak savaşan kadınlar düşman tarafından açıkça cinsiyetlerinden dolayı saldırıya maruz kalırlar. Resmi ordularda kendi saflarında bile cinsel taciz, savaş gibi bir erkek alanına girmeye cüret etmiş kadınları kontrol etmek için bir strateji olarak kullanılır. Kadınlarla birlikte ya da onlara karşı savaşmak genelde erkeklere katlanılmaz gelir, çünkü böylelikle eril savaşçı anlayışı yerle bir edilmiş olur. Özellikle devrim ve ulusal kurtuluş bağlamlarında, militan kadınlar düşman tarafından “ailenin kutsallığını ihlal etmek”le suçlanırlar, çünkü içinde bulundukları yüzlerce yıllık hapishanenin dışına çıkmaya cesaret etmişlerdir. Bu bağlamda Cezayir ve Vietnam örnekleri hatırlanabilir. Çünkü kadınlar, kendilerini katleden patriyarkal sistem içinde kurban olarak kalmak yerine eyleyenler olarak sistemi ters yüz etmişlerdir. Savaş erkeklerin meselesi olarak görülür; erkekler tarafından başlatılan, yönetilen ve bitirilen.
O yüzden, “kadın savaşçılar” konusundaki genel rahatsızlığa yol açan şey bu kavramın “kadın” kısmıdır. Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri kadınları “azize” olarak idealize ederken bu rollerden kaçtıklarında da cezalandırma korkunç olur. Bu aynı zamanda, Kürdistan, Filistin, Lübnan örneklerinde görüldüğü gibi dünyanın her yerinde mücadele eden kadınların savaşanlar ve siyasi tutsaklar olarak cinsel şiddete maruz bırakılmalarının da sebebidir. Pek çok feministin işaret ettiği gibi, tecavüz ve cinsel şiddetin cinsel arzuyla fazla ilgisi yoktur; bu eylemler egemen olanın, bir iradenin başka bir irade üzerinde tahakküm kurması ve onu baskılaması amacıyla kullandığı araçlardır. Militan kadınlar söz konusu olduğunda, sözel ya da fiziksel cinsel şiddetin amacı erkeklerin önceliğine ayrılmış bir alana kadınların ayak basmaya cüret etmelerini cezalandırmaktır.
Bu yüzden, Kürt kadın militanlara yönelik sürdürülen şeytanlaştırmanın uzun tarihini izlemek şaşırtıcı olmayacaktır. Militan Kürt kadınları NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip ve oldukça eril bir askeri yapısı olan, cumhurbaşkanının kadınlara en az üç çocuk yapmayı telkin ettiği ve kadınlarla erkeklerin eşit olmadığına olan inancını alenen söylemekten çekinmediği Türk devletine karşı; kadınları İslam adı altında iradesizlestirip katleden İran rejimine karşı;tecavüzü savaşın sistematik bir aracı olarak kullanan Suriye rejimine karşı; ve kadınlara tecavüzü “helal” ilan eden, barbarca eylemleri için cennette 72 bakire vaat eden ve temel propaganda aracını kadınlara tecavüz etmek, onları köleleştirmek ve seks köleleri olarak satmak olarak kuran IŞİD gibi cihatçılara karşı mücadele ediyorlar.
Bunlardan da ötesi, bu kadınlar Kürt toplumunun kendi içindeki ataerkilliğe karşı savaşıyorlar; çocuk yaşta evliliklere, zorla evlendirmelere, namus adına işlenen cinayetlere, eviçi şiddete ve tecavüz kültürüne karşı… Bu kadınların failliklerini sözel ve fiziksel cinsel saldırılarla zayıflatmaya çalışmak kadınların savaş açtığı ataerkil yapıların yaşamsal bir tekniğidir. Kadınları savaşta düşmanları olarak kabul etmek bu kırılgan testosteron yüklü düzenlerin kendilerini yetersiz hissetmelerine yol açmaktadır…
Kürt kadınları farklı devlet ve sistemlere karşı yürütülen mücadelelerde onyıllardır yer aldıkları halde dünyanın onları tanıması Kobane direnişi ile oldu. Unutulmuş bir topluma ait olan o kadınlar, ideolojileri Orta Doğu’nun tüm kültürlerini, topluluklarını, dillerini ve renklerini yok etmek üzerine kurulu olan İslam Devleti’nin en sert düşmanları haline geldiler ve zorun kullanımı ve savaş konusundaki basmakalıp anlayışları yerle bir ettiler. Ancak kısa bir süre içinde kadınların bu savaşları anaakım medya tarafından fiziksel güzelliklerine vurgu yapılarak ve radikal politikaları görmezden gelinerek depolitize edildi ve mücadelelerine dair “steril” bir imaj çizildi.[1] Fakat aslında, Kobane’nin insanlığın direniş tarihinde yerini almış olması erkeklerin kadınları ya da devletin vatandaşlarını korumasından değil gülümseyen kadın ve erkeklerin kendi fikir ve bedenlerini İslam Devleti’ni ve onun tecavüzcü dünya görüşünü yıkan ideolojik bir cephe hattına dönüştürmelerinden kaynaklandı.
Felsefi bir ayak olarak Öz-Savunma: Rojava ve Güney Kürdistan örnekleriBu zaferi mümkün kılan en önemli ayaklardan biri de, Kürt özgürlük hareketinin dayanak aldığı “meşru öz-savunma” kavramıdır. Öz-savunma, toplumun korunması için fiziksel savunmanın ötesinde sosyal ve siyasal mekanizmaların oluşturulmasını içerir. Toplumun militaristleşmeden direnebilmesi için devletin kullandığı zor kavramlarını taklit etmek yerine gücünü tabanından alarak bir arada yaşam değerlerini koruması gerekir. Kendi var oluşunun ve anlamının farkına varmasıyla kişi yaşam hakkından söz edebilir ve kendini ve toplumu savunabilir. Ve bunu, kapitalist devlet yasaları ve yönetim mekanizmalarına dayanarak değil, ancak kadın özgürlüğü gibi temel değerleri kapsayan toplumsal etiği içselleştirerek gerçekleştirebilir. Özetle, Kürt özgürlük hareketi, egemen sistemlerin ve hiyerarşinin kendilerini öncelikle düşüncede kurduklarını; bu nedenle de eğer toplumu savunmaya kararlıysak topluma yönelik tüm fikri saldırılara karşı da mücadele etmemiz gerektiğini savunur. Bu bağlamda, kadın-erkek, devlet-toplum, insan-doğa gibi dualizmler hiyerarşik ilişkileri “doğal” olarak tanımlayan anlayışı eleştirmeyi amaçlar. Egemen paradigma bu dualizmler aracılığıyla toplumun özgücünü küçümser ve doğayı nesneleştirir. Buna karşı koymalı ve bunun yerine, ezilenlerin sesleri ve deneyimleri etrafında şekillenen toplumsal sorunlara çözüm aramalıyız, özellikle de toplumsal bilimler alanında. IŞİD’e karşı mücadele verilirken, Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Ermenilerin, Türkmenlerin ve Çeçenlerin birlikte yeni bir alternatif sistem kurmaya çalıştıkları Rojava Devrimi “demokratik ulus” çerçevesinde bu siyasi nosyon üzerine kuruludur.Dar fiziki öz-savunma anlayışını aşan, daha bütünlüklü felsefi bir öz-savunma anlayışı içerisinde kadınlar kendi kendilerinin belirleyicisi ve, daha güzel ve özgür hayatın öncü militanlarıdır. Ancak böylesi bir öz-savunma radikal bir sosyal değişimi ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. YPJ militanı Amara’nın bana anlattığı gibi: “Kürtler bir kez daha tarih sahnesinde yer aldılar. Fakat bu sefer, özellikle de, binlerce yıldan sonra ilk kez kendi tarihlerini yazabilecek olan kadınların dahil olduğu öz-savunma ve öz-yönetim aracılığıyla. Felsefi görüşlerimiz biz kadınların yalnızca direnerek yaşayabileceğimiz gerçeğinin farkına varmamızı sağladı. Devrimimiz bu savaşın çok ötesine gitmektedir. Zafere ulaşmak için ne uğruna savaştığımızı bilmek hayati önemdedir.
Rojava Kantonları bu prensiplerden feyzalarak eş-başkanlık ve kota uygulamalarını yürürlüğe sokmuş; kadın savunma birlikleri, kadın komünleri, akademiler, mahkemeler ve kooperatifler kurmuşlardır. Kadın hareketi Yekîtiya Star, savunmadan ekonomiye, eğitimden sağlığa kadar hayatın tüm alanlarında özerk olarak örgütlenmiştir. Çoğu zaman çocuk kahkahalarıyla renklenen özerk kadın meclisleri, halk meclislerine paralel olarak var olup halk meclislerinin kararlarını veto edebilirler. Kadınlara yönelik şiddet uygulayan erkeklerin yönetimde yer almaları söz konusu değildir. Kadınlar, kadınları ilgilendiren, cinsel şiddet gibi konularda birincil karar-alıcılar, hakimler ve politika belirleyicilerdir. Rojava’nın toplumsal sözleşmesi eşitliği temel bir prensip olarak alır ve ayrımcılığı ortadan kaldırmayı vaat eder. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, zorla evlendirmeyi, ev içi şiddeti, namus cinayetlerini, çokeşliliği, çocuk yaşta evliliği ve başlık parasını yasaklamak hükümetin aldığı ilk kararlardan bazılarıydı. Pek çok Kürt olmayan kadın, özellikle Araplar ve Süryaniler, silahlı saflara ve Rojava’daki yönetime katıldı ve kendi öz-örgütlenmelerini kurmaları konusunda teşvik edildiler.
Rojava’daki savunma güçleri öz-savunmanın hiyerarşi, kontrol ve tahakküm olmadan nasıl işleyebileceğini göstermektedir: Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Ocak 2013’te özgün bir yapı olarak kurulmuş olan Kadın Savunma Birlikleri (YPJ); aynı zamanda iç güvenlik birimleri olan asayiş, savaşın ortasında ideolojik eğitime odaklanmışlardır. Bu eğitimin yarısı cinsiyet eşitliği ve kadin özgürlügü üzerinedir. Akademiler savaşçılara, intikam birlikleri olmadıklarını ve içinde bulundukları militarizasyonun savaştan kaynaklı bir zorunluluk olduğunu anlatan eğitimler vermektedir. Asayiş akademileri, orduları olmayan bir toplumu kurmaya yönelik çalışmaktadır; bunun için de öncelikle mahallelerde yaşanan tartışmalara sözlü olarak aracılık edip nihai amaç olarak asayişi bir gün ortadan kaldırmayi hedefleyen, bunun için ise toplumun en önemli birimi olması öngörülen komünler düzeyinde kendi sorunlarını çözebilen, Öcalan’ın tanımladığı gibi “ahlaki-politik bir toplum”un kurulmasını isterler.
Savunma birimleri “polis” ünvanını reddediyor, çünkü devlete hizmet etmek yerine halka hizmet ediyorlar ve kendilerini halk olarak tanımlıyorlar. Örneğin Cizre Kantonu’ndaki Rimelan’da asayiş akademisi önceden Suriye rejiminin istihbarat merkezi idi. Burada, kadının kurtuluşu üzerine eğitim alan ve derslerini, bahçe ve mutfak işlerini kolektif olarak organize eden bazı öğrenciler zamanında aynı binada Esad rejimi tarafından siyasi tutsaklar olarak işkence görmüşlerdi.
Güney Kürdistan’ta ise başka bir dünyayla karşılaşmaktayız. Güney Kürdistan’da kadın savaşçılar YNK (Yekîtîya Niştimanîya Kurdistan-Kürdistan Yurtseverler Birliği)’ye bağlı Peşmerge gücünün içinde yer alan beş yüz civarında kadından ibarettir. Bu tabur 1996 yılında kurulmuş fakat herhangi bir çatışmada yer almamıştır. Bölge IŞİD’le savaş halinde olduğu halde bu kadınların pek çoğu ön saflara verilmemelerinden yakınıyor. 1980 ve 1990’lar arasında, Saddam Hüseyin’e karşı yürütülen silahlı direniş boyunca, Kürt kadınlar ancak eşleri peşmerge ise peşmerge olabilmişler, fakat cephede savaşmak yerine lojistikle ilgilenmişlerdi. Güney Kürdistan’daki egemen olan KDP ve YNK partilerinin feodal-patriarkal kültürü kadınların savaşa katılımı konusunda daha gönülsüzdü Yine de, muhtemelen YPJ ve PKK saflarındaki kadınların 2014’ten beri uluslar arası alanda dikkat çekmeleriyle birlikte, Güney Kürdistan medyası da –hala savaştan dışlansalar da- kadınları peşmergeye katılmak konusunda teşvik etmeye ve propaganda yapmaya başladı. Kadın peşmergeler, “Bizim partimizde ataerkillik yoktur. Biz tamamen eşitiz.” iddiasında bulunmaktadırlar. Süleymaniye’deki YNK peşmergelerinin kadın taburuna toplumdaki kadın sünneti ve kurban etme gibi feodal-patriarkal yapıların var olma nedenlerini sorduğumda basitçe “Şiddet her yerde var, yalnızca bizim toplumuzda değil” diye yanıt verdiler.
Ayrıca, kadın hakları söz konusu olduğunda kötü bir karneye sahip olan KDP, hiçbir zaman savaşa giremeyecek gibi görünse de sadece kadınlardan oluşan “Güneşin Kızları” (“Keçên Rojê”) isimli Ezidi birlikler oluşturdu. Bu birliklerin kurulması Ezidi kadınların PKK ve YPJ’li militanlar öncülüğünde kurtulması ve akabinde bu gruplar içinde kendi taburlarını kurmaya başlamalarıyla eş zamanlıdır.
Bu farklı örgütlenmelerdeki kadınların sosyal hayatı da birbirlerinden birçok açıdan farklılaşmaktadır. Kadro tipi örgütlenen PKK’li kadınların aksine, kadın peşmergeler savaş alanının dışında, sivil bir hayat sürmekteler: evleniyorlar, çocuk sahibi oluyorlar, kendi mülkleri var, maaş alıyorlar ve tatilleri var. Sonuç olarak, Kürdistan’daki bu iki birbirinden tamamen farklı savaşçı tipi kendini farklı biçimlerde ortaya koymaktadırlar.
Soykırımdan Direnişe: Şengal
3 Ağustos 2014 tarihinde katil IŞİD çeteleri Şengal şehrine saldırarak Ezidilere karşı, binlerce insanı katlederek, kadınlara tecavüz ederek ve seks kölesi olarak satmak üzere kaçırarak Ezidilerin “73. Ferman” dedikleri kıyımı başlattılar. On binlerce Ezidi, özellikle çocukların açlık, susuzluk ve yorgunluktan hayatını kaybettiği bir ölüm yürüyüşüyle Şengal Dağları’na kaçtı. KDP’nin peşmergeleri halka Şengal’in güvenliğinin sağlanacağı konusunda söz verdikleri halde IŞİD çeteleri saldırırken halka haber bile vermeden ve hatta, halkın kendini savunabilmesi için silah dahi bırakmadan kaçtılar. Onbinlerce insanı kurtarıp Rojava’ya koridor açan, yalnızca kalaşnikofları ve bir avuç savaşçıları olmasına rağmen PKK ve Rojava’dan gelen YPG ve YPJ gerillalarıydı.[2]
Tüm bir yıl boyunca Ezidi kadınları medya tarafından çaresiz tecavüz kurbanları olarak lanse edildiler. Sayısız röportajda kendilerine tekrar tekrar kaç kez tecavüze uğradıkları ve satıldıkları soruldu; “duyarlı” habercilik uğruna travmalarını yeniden yaşamalarına zalimce neden olundu. Ezidi kadınlar, ağlamanın, boyun eğmenin, IŞİD’in nihai kurbanlarının, ataerkilliğe karşı beyaz kadın bayrağının cisimleşmiş hali olarak sunuldular. Dahası, gülünç bir şekilde, dünyadaki yaşayan en eski dinlerden biri, en vahşi oryantalist betimlemeler kullanılarak, açıklanmaya muhtaç yeni bir egzotik alana indirgendi.[3]
Gözden kaçırılan ise, Ezidi kadınların kendi başlarına silahlandıkları ve şimdi de demokratik özerklik fikri çerçevesinde ideolojik, toplumsal, politik ve askeri olarak harekete geçtikleridir. Ocak 2015’te, dağlardan ve göçmen kamplarından gelen delegeler tarafından Şengal İnşa Meclisi kuruldu. Bu meclisin amacı hem Irak hükümetinden hem de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden bağımsız, özerk bir sistemin kurulmasıdır. Gündelik meseleleri, eğitim, kültür, sağlık, savunma, kadın, gençlik ve ekonomi alanlarındaki komiteler organize etmektedir. Meclis, demokratik özerkliği esas alır. Yeni kurulmuş olan Şengal Direniş Birlikleri (YBŞ), yalnızca kadınlardan oluşan Ezidi Kadın Birlikleri (YJÊ) ve PKK, uluslar arası güçler tarafından peşmergeye sağlanan silahlar olmadan IŞİD çetelerine karşı burada cephe hattını oluşturmaktadır.
29 Temmuz 2015’te, her yaştan kadın özerk Şengal Kadın Meclisi’ni kurarak tarih yazdı ve şunu vaat etti: “Ezidi kadınların örgütlenmesi tüm katliamların intikamı olacaktır.” Genç kadınlar mücadelenin herhangi bir ayağına katılmak ve kendi toplumlarını demokratikleştirmek ve dönüştürmek istediklerinde ailelerin buna müdahale etmemesine karar verildi. Meclis, kaçırılan kadınları salt “geri satın almak” istemiyor; onları her türlü şiddete karşı harekete geçirerek fiziksel ve aynı zamanda felsefi bir öz-savunma aracılığıyla özgürleştirmek istiyorlar. Rojavalı bir PKK komutanı olan ve aynı zamanda eğitimlerde sosyoloji dersi veren Hedar Reşît, katliam ilk başladığında IŞİD’e karşı savaşan dokuz kişiden biriydi. Kürdistan’ın dört parçasından gelen onun gibi kadınların varlığının Şengal toplumu üzerinde büyük etkisi vardır.
İsmini Kobane direnişi sırasında şehit düşen Arîn Mîrkan’dan alan genç bir YJÊ militanı bana şöyle söylemişti: “Tarihimizde ilk kez silahlandık, çünkü son katliamla birlikte anladık ki kimse bizi koruyamaz; bunu kendi başımıza yapmak zorundayız.” Kendisi gibi genç kadınların hayal kurmaya bile hiçbir zaman cesaret edemediklerini ve evleninceye kadar evde oturduklarını anlatmıştı. Fakat onun gibi yüzlerce genç kadın şimdi mücadeleye katıldı –tıpkı saçını kesip, saç örgüsünü savaşta ölen kocasının mezarına bıraktıktan sonra Şengal’deki direnişe katılan genç kadın gibi… Kadın konseyinin bir üyesi olan Xensê Ana yaşadığı çadırda torununu öperek şöyle diyor: “Silahlı eğitim alıyoruz, ama bize neden katliam yapıldığını ve insanların bizi feda ederek ne hesaplar yaptığını anlayabilmemiz için ideolojik eğitim çok daha önemlidir. Bizim asıl öz-savunmamız budur. Artık biliyoruz ki örgütlü olmadığımız için saldırıya çok açıktık. Fakat Şengal bir daha asla aynı şeyleri yaşamayacak. Apo’nun sayesinde.”
Ezidi bir kadın olan KCK başkanlık konseyi üyesi ve PKK komutanı Sozdar Avesta Medya Savunma Alanlarında şunları söylüyordu: “IŞİD’in dünyadaki en eski topluluklardan birine saldırması tesadüf değil. Orta Doğu’nun tüm ahlaki değerlerini ve kültürlerini yok etmek istiyorlar. Ezidilere saldırırken tarihi silmek istediler. IŞİD çeteleri açıkça Öcalan’ın felsefesine, kadınların özgürlüğüne, tüm toplumların birliğine karşı örgütlenmektedir. Dolayısıyla bu grubu yenmek doğru bir sosyoloji ve tarih okuması gerektirir. Onları fiziksel olarak dağıtmanın ötesinde, bugünkü dünya düzeninde etkin olan IŞİD çetelerinin ideolojisini zihinsel olarak da ortadan kaldırmamız gerekir.”
Sonuç Yerine
Kadınlar genellikle ulusal kurtuluş ya da devrim mücadelelerinde aktif olarak yer alırlar, ancak “özgürlük” kazanılmış olarak görüldüğü anda çoğunlukla bu yeni kazanılmış statülerinde gerileme yaşarlar; çünkü pek çok hareket “kadın meselesi”ni görünürde daha büyük olan davanın nispeten önemsiz bir ayağı olarak görür. Daha kötüsü, mücadele sonrası toplumlar normale dönmeye çabalarken çoğunlukla muhafazakarlığı yeniden kurarlar ki bu da kendini geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin yeni topluma eklemlenmesi olarak ortaya koyar. Dolayısıyla, sürdürebilir bir özgürlük perspektifinin kurulabilmesi için sağlam bir felsefi anlayışa ihtiyaç vardır. Öz-savunma, bir toplumu salt düşmana karşı savunmayı değil, toplumun ezilenler tarafından yeniden inşa edilmesi süreçlerini de kapsadığı takdirde gerçek bir toplumsal dönüşüm sağlayacaktır. Bu da öncelikle kadın özgürlüğünün esas alındığı bir politik perspektifle mümkün olabilir. “Biz dünyanın bizleri silahlarımızla değil düşüncelerimizle bilmelerini istiyoruz” diyor, Amûde’de bir YPJ komutanı olan Sozda. “Biz yalnızca IŞİD’e karşı savaşan kadınlar değiliz. Biz toplumun zihniyetini değiştirmek ve dünyaya kadınların başarabileceğini göstermek istiyoruz.”
Bu bağlamda, biz kadınlar, klasik militarist devlet orduları ile özgürlükçü bir ideolojiye sahip ve öz-savunma pozisyonunda olan ve toplumsal bir devrimle anılan kadın ordusu arasındaki ayrımı koymalıyız. Kadınların hayatlarının her zerresinin işgal edildiği ve tahakküm altında tutulduğu; ve tecavüzcü IŞİD çeteleri tarafından kurulan modern seks köleliğine tanıklık ettiğimiz Orta Doğu’da öz-savunmadan başka seçenek yok.
Anlamlı bir özgürlük mücadelesi için kadınların kurtuluşu her ne kadar amaç olacaksa da bu erkeklerin de dahil olması ve iktidar alanlarını bırakabilmeleriyle mümkün olacaktır. Dolayısıyla, kadınların özgürlüğünün yükü kadınlara yıkılmak yerine tüm toplumun taşıması gereken bir sorumluluktur; kadınların özgürleşmesi erkeklerin ve tüm toplumun da tahakküm ilişkilerinden kurtulması; anti hiyerarşik bir düzenin kurulması anlamına gelecektir.
DİPNOTLAR
Dilar Dirik Cambridge Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktora eğitimine devam etmektedir. Doktora tezinde Kürt Kadın Hareketi’ni Rojava ve Güney Kürdistan örnekleri üzerinden incelemektedir. Yazıda geçen görüşmeler araştırmacının bu tez kapsamında Kürdistan’ın farklı bölgelerinde yaptığı mülakatlara dayanmaktadır.
[1] http://www.bbc.com/news/blogs-trending-29853513
[2] http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/09/pkk-kurdish-fight-islamic-state.html
[3] http://www.juancole.com/2014/12/yezidi-missing-daeshisil.html
KAYNAKÇA
Eisenstein, Z. (2007), Sexual Decoys: Gender, Race and War in Imperial Democracy, London & New York: Zed Books.
Ehrenreich, B. (2007), “Foreword: Feminism’s Assumptions Upended” in Tara McKelvey, One of the Guys: Women as Aggressors and Torturers, Emeryville: Seal Press.
Enloe, C. H. (1988), Does Khaki Become You? The Militarization of Women, London: Pandora.
Morrissey, B. (2003), When Women Kill: Questions of Agency and Subjectivity, London: Routledge.
http://www.bbc.com/news/blogs-trending-29853513
http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/09/pkk-kurdish-fight-islamic-state.html
http://www.juancole.com/2014/12/yezidi-missing-daeshisil.html