Büyükbakkalköy İstanbul’un çeperinde bulunan fakat çok eski yerleşim yerlerinden biri. Eski bir Rum köyü olan Büyükbakkalköy, ulus-devletin kuruluş arifesinde köklü bir dönüşüm geçirir. Kilisesi, mezarlığı, ayazması, evleri, pazarları, bağları, geniş tarım arazileri, meslek ve iş hayatıyla gayrimüslim kimliğe sahip bir köyün millileştirilmesi süreci yaşanır.
Büyükbakkalköy’ün sosyo-mekânsal yapısı ve mülkiyet rejimi, savaş koşulları ve mütareke yıllarında, şiddet ve çatışma ortamında değişmeye başlar. Bu süreçte Rum ahaliyi yerinden etme pratikleri merkezi ve yerel düzeyde sistemli politikalarla devam eder. Cumhuriyet’in kuruluşuyla, 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan nüfus mübadelesi de atılan köklü adımlardan biri olur. Mübadele kapsamında Yunanistan ve Balkanlardan gelen göçmenler (mübadiller), Rumlardan kalan bölgelere iskân edilir. Yasal mevzuata uyumlu hale getirilerek el konulan ve millileştirilen Rum mülkleri yeni gelen göçmenlere tahsis edilir. Mübadiller Büyükbakkalköy’e geldiklerinde Rumlardan kalan evlere yerleştirilir, Rumların özel ve kamusal mülkleri kendi tasarruflarına geçer. Fakat mübadillerin yerleştikleri bu “gâvur” evleriyle ve edindikleri mülklerle ilişkileri kolay gelişmez. Ulus-devlet kuruluşunda Anadolu’ya göç ettirilen mübadiller, Türk-Müslüman kimliğinin temsilcileri, yeni rejimin toplumsal alandaki destekçileri ve yeni vatandaşları olarak görülür. Devlet-toplum ilişkilerinin biçimlenmesinde ve patronaj ilişkilerinin sürmesinde ise mülkiyetin el değiştirmesi çok önemli bir role sahiptir.
Bu yazıda Büyükbakkalköy’ün bir Rum köyünden mübadil köyüne dönüşümünü ve mülkiyetin el değiştirme sürecinin nasıl ve hangi koşullarda gerçekleştiğini anlamaya çalışıyorum. Yazıya konu olan araştırma, Maltepe’nin toplumsal tarihi üzerine daha geniş çaplı bir proje kapsamında Büyükbakkalköy’de 2017 yılında gerçekleştirdiğimiz sözlü tarih çalışmasından besleniyor. Resmi tarihin üstünü örttüğü bu mülkiyet dönüşümü kolektif hafızada yaşamaya devam ediyor. Araştırma sırasında Büyükbakkalköy’e yerleşen mübadillerin eski kuşakları ve dönüşümlere doğrudan tanıklık etmiş kişilerle yapılan yüz yüze görüşmeler ve mahalle sakinleriyle yapılan kahve sohbetleri, mekânın tarihine dair farkındalığı arttırdı. Arşiv kayıtlarındaki kimi belgeler bütünlüklü olmasa da, sürece dair belli bir kanı oluşturmada yardımcı oldu. Benzer süreçleri yaşamış Anadolu’daki diğer Rum köylerinin hikâyeleri de mülkiyetin el değiştirme sürecini anlamakta aydınlatıcı oldu. Mütareke yıllarında ve Kurtuluş Savaşı denen dönemde yereldeki sosyal ve siyasal atmosfer ve dönemin aktörleri hakkında bilgiler veren, resmi tarih yazını içindeki kimi kaynakların Büyükbakkalköy ve çevresindeki diğer bölgelere dair aktarımları da faydalı oldu.
Büyükbakkalköy ve Rum mirası
Bugün ulaşım olanakları hâlâ çok kolay olmayan ve kasaba havasında bir yer olan Büyükbakkalköy, 1966 yılına kadar Kartal kazası Samandıra bucağına bağlı bir köy olarak kaldı.[1] Daha sonraki dönemlerde idari yönetmeliklerde köy statüsü sona erdirilen Büyükbakkalköy, mahalle statüsüne geçti ve ayrı bir belediye haline gelen Maltepe ilçesine bağlandı.
Geç Osmanlı döneminde, önce Üsküdar ve daha sonra Kartal kazalarına bağlı olan Büyükbakkalköy, yerleşimi çok eskilere giden bir Rum köyü. Arşivde, 1800’li yıllara kadar giden kimi belgelerde, Büyükbakkalköy’de Rum köylünün ödediği cizye, köyün muhtarı, papazı ve ahaliye dair bilgiler bulmak mümkün.[2] Tarihsel olarak bakıldığında, Büyükbakkalköy’ün Samandıra bölgesindeki diğer Rum köyleriyle ilişkili bir yer olduğu görülüyor. Geçirdiği dönüşüm ve iktidar politikaları açısından da Paşaköy ve Küçükbakkalköy ile benzer dokulara sahip. Bu Rum köyleri, ulus-devlet kuruluşuyla hem nüfusları açısından hem de mekânsal kimlikleri açısından, arındırılması ve homojenleştirilmesi amaçlanan yerler arasında olmuş. Fakat yine de Rum mirası, çok uzun yıllar boyunca hem mekânsal anlamda hem de kolektif hafızada yaşamaya devam etmekte.
Köydeki kilise, Rum okulu ve Rum mezarlığı, yerleşilen Rum evleri, bağlar, meralar, kahvehane meydanı, çınar altı gibi mesire yerleri mekânsal kimliğin izlerini sürdürdüğü yerler olagelmiş. Mübadeleyle gelen ilk kuşakların tanıklık ve aktarımları dışında, 1930 ve 1940’lı yıllarda doğmuş ikinci kuşaklar da köyün Rum karakterini çok net olarak hatırlıyorlar. Aktarımlara göre Büyükbakkalköy ayazmasıyla birlikte çevredeki Rum köylerinden farklı olarak büyük bir kiliseye sahiptir. Kayışdağı’ndan gelen suların aktığı, birkaç tane çeşmesi olan, ahırları ve meyve bahçeleri bulunan ahşap evlerden oluşan bir köydür. Köyde tarım ve hayvancılık ile birlikte, bağcılık ve şarap üretimi yapılır. İpek kozacılığı gelişmiş olan köyde, büyük bir pazar kurulur. Köyün ortak kullandığı bir taş fırın, dinlenme ve mesire yeri olan büyük çınar ve sosyalleşme mekânı olarak köy kahvesi bulunur. Köyde, kilisesinin yanında, sonradan mübadiller tarafından kullanılacak bir Rum okulu vardır. Birkaç yüz metre ileride, bugün tellerle çevrilmiş, mezarlık taşları kaldırılmış arazide, ‘meşatlık’, yani Rum mezarlığı yer alır.
Görüşmecilerimizin anlatılarında mübadillerin, çocuklarının ve gençliklerinin geçtiği bu Rum evlerini çok net hatırladıkları görülüyor:
Şimdi görmüş olduğunuz her evin bulunduğu yer Rum evinden yapılma. Bak kahvenin karşısındaki kerpiç evler, yani beton yok. Ağaç ve kerpiç. Ama çok güzel. İçten dubleks evler, rengarenk renk camlar, mesela öbür tarafta papazın evi vardı, şurda geyikli ev vardı. Kilisenin yanında o eve geyikli ev derlerdi. Hep camlar renkli. Yeşil, kırmızı, sarı o renkler, küçük küçük. Hepsinin önünde çıkma balkonları vardı. Çok mükemmeldi. Rum evlerine, başka ev yok ki. Altı, affedersin ahır, üstü ev. Rumlar nasıl yapmışsa onların. Rumlar nasıl yapmışsa, eşyaları almış gitmiş. Onlar gitmiş biz oradan eşya falan getirememişiz.[3]
Gayrimüslim kimliğin kolektif temsillerinden olan ve 1950’lere kadar fiziksel varlığını koruyan kiliseye dair tasvirler de oldukça netti. Üzeyme Umut, o yılların Bakkalköyü’nü şöyle anlatıyor:
Köy çok güzeldi. Bizim burada bir bina vardı, o kadar güzeldi ki. On iki camlıydı. Gâvurlardan kalma. Bina ama çok güzeldi, bir manzarası vardı.. O havuzunu tut, o narlarını, o armutunu … nasıl, içi çok güzeldi, o kadar güzel bir evdi… Kilise de çok güzeldi. Nasıl yapmışlar bir görsen, o kilisenin içini bir görseydin. Çok güzeldi. Merdivenle bir suyu vardı içinde, buz gibi. Çok güzel bir yeri vardı, onun içinde oynardık çocukken. Bir çamlar varmış… Gâvurdan kalma çamlar varmış… O kadar anlatırlardı, o kadar güzeldi yani buralar.[4]
Büyükbakkalköy’de Rum mirasının izleri çok uzun yıllar devam eder fakat Rumlar, ulus-devlet kuruluşundan çok daha önce, köyü terk etmeye zorlanmıştı.
Yerinden etme, mülksüzleştirme ve şiddet
1923 yılında yapılan nüfus mübadelesiyle köyün etnik-dini kompozisyonu köklü biçimde değişmişti. Ancak dönüşümler, daha önceden, özellikle savaş ve mütareke yıllarında tırmanan şiddet ortamında yaşanmaya başladı. Yüzyılın başında yükselen ulus-devlet paradigmasına göre coğrafya-nüfus uyumsuzluğunu çözmek gerekiyordu ve millileşme süreci bunun önemli bir dayanağıydı. Buna uygun olarak, etnik olarak temizlenmiş bir Türk coğrafyası yaratmak, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına kadar devam eden bir politika ve uygulama oldu.[5]
Balkan Savaşı sonrasında Gayrimüslim nüfus yerinden edilirken Balkanlardan gelen muhacirlerin yerleştirildiği büyük çaplı iskânlar gerçekleşir.[6] Bu süreç rastgele ya da kendiliğinden değil, çok ayrıntılı bir şekilde hazırlanan nüfus sayımları ve haritalarla birlikte, Gayrimüslimlerin ve Müslüman ahalinin etnik kültürel bileşimi hakkında bilgiler toplanarak gerçekleştirilir.[7] 1914 yılında Ege kentleri ve kasabalarından binlerce Rum’un gönderilmeye başlaması bunun ilk örneklerindendir.[8] Bu durum giderek daha geniş bir coğrafyada daha yaygın biçimde devam eder. Rum ve Ermenilerin işbirlikçi ve ayrılıkçı olduklarına dair resmi söylem ise şiddet eylemlerinin meşru zemini olur.
Mütareke yıllarında Rumların İngiliz kuvvetlerini destekledikleri yönünde yaygın bir propaganda yapılarak, Rum ahalinin üzerinde büyük bir baskı kurulur. Büyükbakkalköy’ü de içine alan, Üsküdar’dan Gebze’ye kadar olan bölgede, Gayrimüslim yerleşimlere ve nüfusa yönelik bu tür baskılar uygulanır. Bu dönem resmi tarih yazımında, Büyükbakkalköy ve civarındaki diğer köylerde, İngilizlerin desteğiyle kurulan Rum birliklerinin “bölücü-hain” faaliyetlerine karşı “milli mücadele” verildiği şeklinde aktarılır.[9] Buna göre Çamlıca, Kısıklı, Dudullu, Kartal, Büyükbakkalköy ve Küçükbakkalköy bölgelerinden Gebze’ye kadar uzanan sahada faaliyet gösteren bu Rum ve Ermeni çetelerini ve eşkiyâsını etkisiz hale getirmek ve cephaneleri Anadolu’ya taşımak için çeşitli Türk çete teşkilatları ve müfrezeler oluşturulur.[10] Resmi söyleme göre bazı Türk çeteleri maksadını aşarak, Kuvâ-yı Milliye ile Hristiyan dünyasını karşı karşıya getirecek şekilde, gasp ve adam öldürme gibi faaliyetlerde bulunarak bu suçları Kuvâ-yi Milliye’ye atarlar. Nitekim bu çetelerin faaliyetleri arasında Rum köylerini boşaltmak, buradaki ahaliyi yerinden etmek de vardır:
17 Nisan 1919 tarihinde bir grup çete Boyalı Çiftliği’nden Paşaköylü Panayot, Zahol Oğlu Petro, Sandri Oğlu Nikola ve oğlu Perikli’yi dağa kaçırmışlar, Paşaköy, Yeniköy, Küçükbakkalköy ve Büyükbakkalköy Rum halkını kaçmaya zorlamışlardır.[11]
Dolayısıyla, Rumların bu bölgelerden yerinden edilmesi ve mülksüzleştirilmesi mübadele anlaşmasından önce başlar. Büyükbakkalköy’deki yerinden etme ve mülk gaspı daha ayrıntılı olarak kayıtlara şöyle geçer:
26 Nisan 1919’da 30 kişilik çete grubu Büyükbakkalköy’ü basarak soymuş, halktan bazısını öldürmüş, üç kişiyi de kaçırmışlardır. Rum Patrikhânesi şikâyeti üzerine Dâhiliye Nezâreti gerekli tahkîkâtın yapılması için İstanbul Vilâyeti’ne 8 Mayıs 1919 tarihinde bir tahrirat göndermiştir.[12]
Resmi tarih yazımında üstü örtülen süreçlerden biri, mülkiyetin şiddet yoluyla el değiştirmesiydi. Fakat Piskoposluk belgelerinde olayların şiddet boyutlarına dair daha açık ifadeler bulmak mümkün. Kadıköy Psikoposluk bölgesi dahilinde olan Büyükbakkalköy ve civarındaki köylerde, olayların nasıl gerçekleştiği Psikoposluk belgelerinde daha net biçimde aktarılmaktadır.
Nisan’da (1919), düzenli askerlerden oluşan bir müfreze Düzce Kaymakamlığı’na bağlı Kurtsuyu, Yeniyer ve Eminaçma sakinlerine çeşitli işkenceler yaptılar. Aynı ay içerisinde 30 kişilik bir çete, birbiri ardına Paşaköy, Büyük ve Küçükbakkalköy’ü basarak, köy halkını soyup acımasızca dövdükten sonra, hepsini tepelere doğru götürdüler…10 Eylül’de (1919) Pan. Hepanis ve J. Patzajis, Değirmentaşı yakınlarında, kelimenin tam anlamıyla parça parça edilmiş olarak bulundular. Aynı tarihte, Elias Triandafillou, oğlu Triandafyllos ve gemici Papazoğlu da aynı kaderi paylaştılar. Aynı ayın ortasına doğru, Paşaköy’ün ileri gelenlerinden Dem. Parnjis, Alemdağ ile Sultan Çiftlik arasında öldürülmüş olarak bulundu. Cinayetten sonra ve çetelerin sık sık köye yaptıkları baskınlar nedeniyle, ahali evlerini terk etti. Büyükbakkalköy halkına da aynısını yaptılar.[13]
Köy baskınları, dağa insan kaçırma ve öldürme, cesetlerin parçalanması ve köylerin terk edilmeye zorlanması savaş koşullarında üstü örtülen ya da bir biçimde ‘hain-işbirlikçi’ iddialarıyla meşrulaştırılan uygulamalardı.
Büyükbakkalköy gibi başka Rum yerleşimlerinde de mübadeleden çok önce yerinden etme ve şiddet olaylarının başladığı biliniyordu.[14] Sürecin temel aktörleri olan İttihatçı liderlerin yerel görevlilere ve eşrafa verdikleri komutlar arasında, “gâvur”ların yaşadıkları yerleri terk etmeye zorlanması; tarlalarına, evlerine ve tüm mallarına el konması ve bunların Müslümanlar arasında “kardeşçe” pay edilmesi; onlardan hiçbir şartla mal alınmaması ve mal satılmaması; onlara olan borçların ödenmemesi vardır.[15]
Köylerden merkezlere sıçrayan daha büyük ve sistematik yerinden etme ve el koyma faaliyetleri, 1920’lere kadar devam eder. Büyükbakkalköy gibi Kartal’a bağlı olan köylerde Kurtuluş Mücadelesi denen dönem boyunca, bölgedeki Gayrimüslim yerleşimlere yönelik şiddet içeren eylemler gerçekleşir. Dolayısıyla, 1923 yılında gerçekleşen kitlesel nüfus mübadelesi uzun bir iskân, yani yerinden edilme sürecinin, son hamlelerinden birisidir.
İskânlar sürecinde mülkiyetin el değiştirmesi
30 Ocak 1923’te Lozan’da yapılan “Türk-Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol Anlaşması” gereğince, İstanbul dışındaki Ortodoks Rumlar ile Batı Trakya dışındaki Müslüman Türkler zorunlu göçe tabi olmuştu.[16] İstanbul Belediye sınırları dışında olduğundan Kartal karyesi de mübadeleye tabi olan yerler arasındaydı.[17] Mübadele kapsamında, Büyükbakkalköy’e Yunanistan ve Balkanlardan, çoğunlukla da Selanik’in Kılkış Köyü ve Drama’dan gelen göçmenler iskân edildi. Savaş ve mütareke dönemlerinde yaşanan şiddet olaylarına rağmen köyde kalmaya devam eden Rumlar da Yunanistan’a mübadeleyle gönderildi.
Mübadele ile birlikte Büyükbakkalköy’e 130 nüfus yerleştirilirken, komşu köyler Paşaköy’e 349, Küçükbakkalköy’e ise 123 nüfus yerleştirilir. Mübadiller önce Trabzon, Samsun, Adapazarı, Safranbolu ve ardından Tuzla’ya kadar uzanan bir yolculuktan sonra Büyükbakkalköy’e gelirler.[18] Tarım ve tütüncülükle uğraşan mübadiller, arazinin çok verimli ve hayvancılığa elverişli olması vesilesiyle Büyükbakkalköy’e göç ederler.[19]
Kitlesel göçlerle birlikte, mübadele kapsamındaki en önemli kararlar geride kalan mülkler üzerinedir. Mübadele Sözleşmesi’ne göre, Müslümanların Yunanistan’da bıraktıkları menkul ve gayrimenkul malların tam mülkiyeti Yunan Hükümeti’ne geçerken, Rumların Türkiye’de bıraktıkları menkul ve gayrimenkul malların tam mülkiyeti de Türk Hükümeti’ne geçiyordu.[20] 1924 tarihli talimatnameye göre, mübadillere her vilayet ya da kaza merkezinde kurulacak komisyon kararınca arazi, tütün bölgesi, sebze bahçeleri, bağ veya zeytinlikler dağıtılacaktır.[21] Mübadillerin, terk ettikleri emlâk ve arazinin değerine göre, geldikleri yerlerde bıraktıkları mallarına dair tasfiye talepnameleri esasına göre mülk edinmeleri sağlanacaktır. Malların dökümünü ve değerini gösteren tutanaklar, göçmenlerle birlikte yerel makamlar tarafından saptanacaktır.[22] Bir mal ve arazi terk etmeyenler ise Borçlanma Kanunu çerçevesinde mal ve arazi sahibi olabilecektir.[23]
Mülkiyetle ilgili tüm bu resmi düzenlemeler, emval-i metruke hukuksal mevzuatıyla ele alınır.[24] İskânlar sırasında Gayrimüslimlerin ekonomik faaliyetleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler tutulmuş, ekonomik durumları, işyerleri, sahip oldukları araziler ve gayrimenkulleri hakkında bilgiler toplanmış, raporlar yazılmış ve kararlar alınmıştı.[25] Emval-i metruke Rum ve Ermenilerden kalan bütün malları ev, dükkan, mağaza, fabrika, değirmen, tarla, bağ bahçe, hamam, hastane, okul, binek hayvanı, ev eşyaları, atölyeler, imalathaneler, makineler gibi emval ve emlâkı kapsar.[26] Aslında bu metruk mülklerin akıbetleriyle ilgili kararlar ilk olarak Ermeni tehcirinden sonra, 27 Mayıs 1915 tarihinde taşınır ve taşınmaz mülkler üzerine alınmış ve bu düzenlemeler 1923 Lozan Mübadelesi’yle devam eder.[27]
Büyükbakkalköy’e gelenler, mübadele anlaşmasındaki hukuksal mevzuatın vesilesiyle evler, bahçeler ve tarım arazileri edinir. Köyün en yaşlılarından olan, uzun yıllar muhtarlık yapmış 87 yaşındaki Vahdettin Bilir kendilerine verilen ve tasarrufta bulundukları araziler ile ilgili şunları söylemişti:
Mübadele denilen şey oradaki buradaki Rumlar yerini bırakıyor. Bizim orda ne kadar yerimiz var, 60 dönüm, burada 60 dönüm yer veriyorlar… O zamanları oraları hep böyle dedim ya Osmanlı zamanında gelmişler, arazi bol, istediğin kadar çevir. Yani Selanik’ten geldikleri zaman.[28]
Arazilerin istendiği gibi çevrilmesi, mülk edinme sürecinin öngörülen yasal mevzuatların dışında gerçekleştiğini ve Vahdettin Bilir’in de ima ettiği gibi, keyfi ve plansız uygulamalara açık biçimde ilerlediğini gösteriyor. Nitekim o dönem iki ülkede terk edilen arazi ve taşınmazlara farklı değerler biçilmesi, borçlu ve alacaklı tarafların belirlenmesi büyük bir karmaşa içinde gerçekleşir.
Emval-i metrukenin uğradığı yağmanın boyutu, kitlesel halde gelen göçmenlerin yerleştirilmeleri sırasında büyük bir sorun teşkil eder. Emval-i metruke üzerindeki hükümet kontrolü ve yönetimi çok güçlü değildir ve bunların durumlarıyla ilgili hükümet elinde yeterince bilgi yoktur. Kalan mülkler, özellikle de evler, “pay-paçak olmayı bekleyen bir orta malı” muamelesi görür.[29] Evlerin çoğu harap ve çoğunlukla onarıma muhtaç hale gelir. Ayrıca Rumlardan geriye kalan küçümsenemeyecek miktardaki bağlar, bahçeler, tarlalar, zeytinlikler boş kalmış ve harap haldedir. Yetkililer terkedilmiş malların korunması ve onarımıyla ilgili kararnameler çıkararak, yaptırımlar uygulamaya çalışır.[30]
Daha da önemlisi, emval-i metrukenin merkezin kontrolünde gaspı ve bölüşümdür. Savaş yıllarında başlayan bu süreç , Kurtuluş Mücadelesi döneminde ve mübadele sürecinde de devam eder.[31] Mübadele anlaşmasıyla gelen göçmenlerin yerleştirilmesi sırasında ise iyice ayyuka çıkar. Lozan mübadele anlaşmasından daha önce, Gayrimüslimlerden kalan mülkler gasp edilmeye ve dağıtılmaya başlar. Emval-i metruke listeleri elden ele dolaşır, altın-gümüş ev eşyalarından mobilyalara, kapatılan konaklardan satılan yalılara kadar pek çok mülke fiili olarak el konulur.[32] Bu gaspa devlet erkanından dahiliye, maliye, adliye nezaretlerinin görevlendirdiği memurlar, askerler ve zabitan olmak üzere eşraf ve yerel halk da dahil olur. [33]
Neticede mübadillerin, iskan edildikleri yerlere gittiklerinde, mülkiyet hakkı kendilerine verilen ev ve mülklerin işgal edildiğini görmeleri nadir bir durum değildir. Dönemin koşullarında, keyfi gasplar o kadar yaygındır ki “fuzuli işgal” terimi kullanılmaya başlanır.[34] Metruk yerler, ihtiyacı olanlar ile –savaş yıllarında evleri zarar gören felâketzedeler gibi– ihtiyacı olmayan kimselerce –örneğin kamu yetkilileri, memur, eşraf gibi– işgal edilir.[35]
Büyükbakkalköy de mübadeleden önce böylesi bir işgal yaşayan köylerden biridir. Göçmenlerden bazıları, Büyükbakkalköy’e geldiklerinde kendilerine tahsis edilmiş olan kimi evlerin, önceden işgal edildiğini görür. Gelenlerden kimileri, mesele çözülünceye kadar evlerin sokak aralarında yatmaya başlar ve bu durumu yetkililere iletirler. Örneğin, mağdur olanlar, Mıntıka İmar ve İskân Müdürlüğü’ne, kendilerine tahsis edilmiş 17 hanenin işgal altında olduğuna dair şikayette bulunur.[36]
Göçmenlere tahsis edilen mülklere dair sorunlar çıkması nedeniyle iskân bölgelerine müfettişler gönderilir, fuzuli işgalleri önlemek için çeşitli tamim, emir ve talimatnameler yayınlanır.[37] Süreç sonunda anlaşıldığı kadarıyla dışarıda kalan mübadiller de Büyükbakkalköy’e yerleştirilir.
Büyükbakkalköy’de, define arama gibi gasp ve soygunculuğun başka biçimleri de görülür. Mübadiller köye ilk gelenlerin bu aramalara tanıklık ettiğini belirtirler. Paşaköy’de yer altında bir mağarada hazine bulunduğu söylentileri yayılır, Büyükbakkalköy’de de aramalar yapılır. Vahdettin Bilir bildiklerini şöyle aktarıyor:
Altın arayan da olmuş [buradan], Büyükbakkalköy’deki Rumlar zenginmiş deniyor. Defineciler gelmiş evlere gelip bakmaya. Ocak-şömine varmış ve orada çömlek görmüşler ama altın yokmuş. Bir iki ev varmış çok zenginmiş, büyüklerin anlattığı kadarıyla.[38]
Millileştirilmiş mülkler ve patronaj
Mübadele sürecinin ardından, kendilerine verilen yasal hakları kullanan ve haksız fiili uygulamalarla mücadele eden Büyükbakkalköy’deki mübadillere ev, bahçe, tarım arazisi gibi özel mülkler ile büyük meralar, kahvehane, mezarlık alanı, Rum okulu, kilise ve bağlar gibi kamusal nitelikte mekânlar kalır.
Mübadiller geniş topraklar üzerinde mülkiyet hakkına sahiplerdir ve çok uzun yıllar da böyle devam eder.[39] Sahip oldukları evler ve toprak, atalardan kalma şahsi mülk olarak ya da geçmişten gelen ortak kadim mülkler değil, devletin kendilerine verdiği yetkilerle edindikleri mülklerdi.[40] Anadolu’nun herhangi bir köylüsünün sahip olduğu ve tasarruf hakkını elinde bulundurduğu en temel şeyleri, yani ev, geçimlik toprak, mera gibi mülkleri, mübadiller yeni ulus-devletin makbul vatandaşları olarak elde etmişlerdi.
Devletin tek bir etnik grup, din veya dile bağlılık temelinde işlemediği eski sistem yerine Türklük-Müslümanlık temelinde bir ulus-devlet yaratılıyordu.[41] Büyük nüfus hareketleriyle kültürel, etnik ve ekonomik homojenleştirme sağlanırken, yeni kurulacak devletin makul vatandaşları arasında Müslüman Türk kimliğinin temsilcisi olan göçmenler, yani muhacirler ve mübadiller de vardı. Göçmenler siyasal patronajın ayrıcalıklı kesimleri arasında yer alıyordu. Aynı zamanda yeni bir çehre ve kimlik verilmek istenen toplumsal yapının oluşumunda ve ulusçuluk ideolojisinin toplumsallaşmasında belirleyici olan yeni vatandaşlar olarak görülüyordu.[42] Öyle ki, yerli halkın edinemediği ya da ancak borçlanarak edindiği imkânlardan göçmenlerin yararlanıyor olmaları gerginlik ve çatışmalara dahi yol açmıştı.[43]
Büyükbakkalköy’de olduğu gibi mübadeleyle gelen göçmenler, doğrudan Gayrimüslimlerin mülkleri üzerinde hak sahibi olurlar. Milli bir ekonomi yaratma sürecinde, Gayrimüslim mülklerin millileştirilmesi ve dağıtımı en temel amaçlardan biridir. Devlet Gayrimüslim mülklere el koyarken bunları bir bütün olarak millileştirmişti.[44] Gayrimüslim sahipleriyle ilişkileri koparılan bu mülkler üzerinde tasarruf hakkı kolektif olarak Türk-Müslüman kimliği taşıyan aktörlere açıktı.[45] Hükümet konaklarından fabrikalara, tarım arazilerinden evlere kadar özel ya da kamusal olarak nitelendirilebilecek mülkler bunlar arasındaydı. Cumhuriyet’in kuruluşu boyunca, devlet ortada duran ve her türlü müdahaleye açık hale getirdiği bu mülklerin, güç mücadeleleri içinde pay edilmesini, keyfi uygulamalarla gasp ve işgale uğramasını engellemeye ve mülkiyetin el değiştirmesi yani dağıtım süreçlerini kontrol etmeye çalışır.
Mülkiyet üzerindeki tasarruf hakkının bir bütün olarak “milli” olana ait olması, politik patronajın işleyişinde radikal bir dönüşüm demekti. Mübadiller de bu açıdan mülkiyetin el değiştirmesi sürecinde kayırma ilişkilerinin doğrudan muhatabı olan kesimlerdi. Fakat yine de bu mülkiyet transferinin kesin bir sınıfsal dönüşüm anlamına gelmediği açıktır. Nitekim Kartal’a bağlı olan Maltepe’de önde gelen arazi zenginleri, sermayedarlar ve nüfuzlu kesimler arasında Gayrimüslim mülklerini devralanlar varken, Büyükbakkalköy ahalisi arasında bu tür zenginleşmelere rastlamak daha nadirdir.[46] Yoksullukla göç ettikleri Büyükbakkalköy’de sıkıntılar yaşayan mübadillere yaşam koşullarının iyileştirilmesi için hükümet programı dahilinde kimi yardımlar yapılmıştı.[47] Çoğunlukla tütüncülük ve hayvancılıkla ilgilenen mübadiller meslek ve uğraşları açısından, Rumların tarım ve zanaat uğraşılarını sürdürememişti.
Bunlarla birlikte, açıktı ki, mülkiyetini edindikleri bahçeli evler, sahip oldukları tapulu araziler ve hükümet teşvikleriyle mübadiller, patronaj ilişkilerinde şanslı olan taraftı. Bu durum sonraki dönemlerde de devam eder. Örneğin, köyün yaşlılarının aktardığına göre 1942 yılında 18 yaşını dolduranlara 30 dönüm arazi verilir ve Menderes döneminde de mülkiyet hakları genişletilir.
“Gâvur” mülkleriyle ilişkiler ve tasfiyeleri
Geçim biçimleri, meslek uğraşları ve kültür anlamında farklı pratiklere sahip mübadillerin göç ettirildikleri bir Rum köyüne adapte olmaları kolay olmaz. Gâvurlardan kalan mülklerle ilişkilerinin gerilimli ve çelişkili bir mahiyeti vardır. Geride bırakılan ve yeniden edinilen mülklerin değerleri meta ekonomisinde eşitlense de bunların kültürel ve kişisel değerleri aynı değildir.[48] Nitekim mübadiller uzun bir süre, ev gibi çok kişiselleşmiş mekânların dahi başkalarına ait olduğu gerçeğiyle birlikte yaşarlar. Bir Rum evinde çocukluğunu geçiren Üzeyme Umut, evin eski sahibi olan “gâvur”un bir gün gelip yaptığı ziyaretle ilgili şunları aktarmıştı:
Ben evde yoktum, eltim vardı. Bu ev var ya gâvur evi. Ondan sonra gâvur gelmiş, evi dolaşmış. Burada doğmuş, büyümüş, başlamış ağlamaya gâvur… bir helva verdi bize… kış helvası, beyaz helva. Çok ağlamış… Bir daha görmedik, gelmedi. [49]
Mübadeleden sonra köyü ziyarete gelen Rumların mübadillere söyledikleri, mübadillerin içinde yaşamaya başladıkları ve edindikleri mülklerle kurdukları ilişkiye dair ipucu veriyor.[50]
Yahu siz sanki buradan hemen kalkıp gideceksiniz, ne bu hanelerinizin hali… Artık buralar sizin. Bakımsız [her yer], yol yok herhangi bir şey yok, nizam yok. Niye buraya sahip çıkmıyorsunuz, diye sitem ettiler [bize].[51]
Neticede, sebepleri farklılaşsa da, Gayrimüslimlerden kalan mülklerle eğreti bir ilişki kurulduğu aşikar. Zaman içerisinde “gâvur malı” olarak görülen evler bakımsız kalır, eski yapısını kaybeder ve yok olur. Büyükbakkalköy’deki bu durum o dönem içinde yaygın bir toplumsal gerçekliktir ve hatta yetkiler tarafından bir sorun olarak görülür. Yeni gelen göçmenlerin emval-i metrukeye hakkıyla sahip çıkmadığına dair tartışmalar ve şikayetler olur. Buna göre yerleşenlerin evlerin kırılan camını yaptırmadığı, sökülen tahtasını çakmadığı, badanasına bakmadığı, evin tedricen harap olduğu, zaman zaman ahır ve depo olarak kullanıldığı ve sonra da tamamen terk edildiği dile getirilir. Evlere yerleştirilenler arasında evlerin camını, çerçevesini, kapısını ya da evin tamamını çok ucuza satanlar olması da problem olarak görülür.[52]
Rumların giderken mülklerini kendilerinden sonra işe yaramaması için yaktıkları sıkça iddia ediliyordu. Bununla birlikte, yerel halkın ve göçmenlerin onca acı ve eziyetle, doğal bir kinin eseri olarak emval-i metrukeyi gâvur malı olarak niteleyip tahrip ettiği de teslim ediliyordu.[53] Kolektif Rum kimliğini taşıyan mülklere gösterilen muamele de benzerdir. Fakat bu mülklere yönelik yıkıcı pratikler bir devlet politikası olarak teşvik edilir. Kolektif Rum kimliğinin önemli göstergeleri olan kilise ve mezarlıkların tahribi, millileştirme sürecinin en sert ve simgesel pratikleridir. Büyükbakkalköylü mübadillerin bugün pişmanlıkla anlattıkları bu tasfiye sürecine farklı toplumsal kesimler dahil olur.
Kutsal sayılan ayazması hayvanların su içtiği yalağa çevrilen, çocukların oyun alanı haline gelen kilise binası 1950’lere kadar fiziksel varlığını korur. İkinci dünya savaşı yıllarında askerlerce karargâh olarak kullanılan kilise, 1950’lere gelindiğinde askeri ve bürokratik yetkililerin ön ayak olmasıyla tamamen yok edilir.
Kiliselerin ülkeye bela olmaması için, daha önce Türklerin yaşamadığı Rumların yaşadığı bu yörelerde zorunlu olarak bir okul, bir cami yapılması kararlaştırılmış… O zaman için Samandıra’ya bağlı olan yerlerin muhtarları toplanmış ve nahiye müdürleri gizlice muhtarları toplayarak, “kiliseleri yıkın” diyor. “Onla, okul cami yapın yani bunun taşını, kiremidini, ağacını, camını, çerçevesini, demirini kullanın” diyor. O şekilde bizim okulumuz ve camimiz yıkılmasından çıkan şeylerle materyallerle yapılıyor.[54]
Mübadillerin meşatlık diye andığı, Rum mezarlığı da kilise gibi yok edilir. Tarihi çok eskilere giden mezarlığın tüm taşları sökülür, herhangi bir işaret bırakılmaz. Mübadiller, mezarlık alanını boş bırakmış uğursuzluk getireceği inancıyla herhangi bir yerleşimde bulunmaz.[55]
Neticede nüfusu, kiliseleri, mezarlığı, ayazmaları, evleri, pazarları, meslek ve iş hayatıyla Gayrimüslim kimliğe sahip bir köy millileştirilen bir mekâna dönüşür.[56] Cumhuriyet dönemi sonrasında, 1941 yılında Kartal Kazası Samandıra Bucağı’na bağlı olan Büyükbakkalköy’ün hane sayısı 100, kişi sayısı 265’ti. Diğer Rum köyü olan Paşaköy’de ide hane sayısı 102, nüfus 309’du.[57] Köylerde, Rum ahalisinden kimse kalmamış, Büyükbakkalköy ve Paşaköy gibi eski Rum köyleri, artık mübadil köyü olarak anılmaya başlamıştı.
Son söz
Büyükbakkalköy’ün millileşme süreci, devletin yerinden etme ve el koyma pratikleri ile gerçekleşen mülkiyet transferiyle mümkün olur. Savaş ve şiddet koşullarında, olağanüstü yetkilerle Rum nüfus yerinden edilirken geri bıraktıkları mülkler, sahipleriyle bağları koparılarak millileştirilir. Bu mülklerin tasarruf hakkı yeni devletin temelini oluşturan Türk-Müslüman kimliği taşıyan toplumsal kesimlere verilir.
Ulus-devlet kuruluşunda politik patronaj ilişkisi değişirken, mübadeleyle gelen göçmenler yeni devletin makbul vatandaşları olarak görüldüler. Mübadiller, nüfusun homojenleşmesi ve mülkiyet transferinin doğrudan öznesi oldular. Fakat bu süreç kolay olmadı. Mübadiller iskân sürecinde zorluklar yaşarken, Rumlardan kalan ve “gâvur” mülkleri olarak gördükleri mülklerle ve mekânla eğreti bir ilişki geliştirdi. Neticede tüm bir Rum miras tasfiye edilirken, yaşanılan evler ve tüm bir mekân eski kimliğinden arındırıldı ve eser kalmamacasına dönüştürüldü.
Geniş yeşil alanlara sahip Büyükbakkalköy, bugün başka büyük bir dönüşümün eşiğinde. Kamulaştırma ve özelleştirme girişimleriyle, el koyma süreçleri yeniden yaşanıyor. Büyükbakkalköy’ün tam ortasında yer alan kilise arazisinin önce Milli Emlak’a, oradan da ihaleyle bir şahsa satılması; Rum mezarlığının belli güç odaklarının devreye girmesiyle özel bir vakıfa satılıp özel mülkiyete tahvil edilmesi; köyün tapulu meralık alanının özel bir üniversiteye taahhütler karşılığında çok ucuza satılıp elden çıkarılması; köydeki ormanlık alanların niteliğinin değiştirilip bölgenin koruma havzası olmaktan çıkarılması ve yapılaşmaya açılması; bir bölge park projesiyle koruma statüsü düşürülen yeşil alanların piyasa açılma tehdidi bunun örneklerinden.
Bu örnekler ulus-devletlerin kuruluş çağından neoliberal çağa el koyma, mülksüzleştirme ve yerinden etme pratikleri açısından süreklilikler olup olmadığını düşünmeye davet ediyor ve özel mülkiyetin toplumsal kuruluşuna içkin şiddeti bir kez daha görünür kılıyor.
DİPNOTLAR
[1] Arif Kolay, Sancaktepe Tarihi, Sancaktepe Belediyesi Yayınları, 2010.
[2] Örneğin 1853/54 yılına ait bir belgede şu ifadeler geçmektedir: ‘Kartal’ın Büyükbakkal köyü reayasının 1268 senesi cizyesinin tahsiliyle ilgili arzuhalinin takdimi’. Başbakanlık arşivi, A.}MKT.NZD. / 108 – 38 – 0, Tarih: H-14-04-1270.
[3] Köyün eski muhtarı ve bugün emlakçılık yapan 1949 doğumlu Mehmet Güney ile yapılan sözlü tarih görüşmesi. 11 Haziran 2017, Büyükbakkalköy.
[4] Büyükbakkalköy’ün yaşlıları arasında yer alan 1939 doğumlu Üzeyme Umut ile yapılan sözlü tarih görüşmesi. 7 Temmuz 2017, Büyükbakkalköy.
[5] Çağlar Keyder, Memalik-i Osmaniye’den Avrupa Birliği’ne, İstanbul: İletişim Yayınları, 2016, s.97. 1908 yılında, İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetime geçtiğinde Türk ve Müslüman olmayanlara yönelik baskı politikaları yani yerinden etme, imha ve mülkiyete el konması sistematik hale gelmeye başlayacaktı. Dolayısıyla, yeni devlet kurulduğunda millileşme sürecinde belli bir yol kat edilmişti.
[6] Fuat Dündar, İttihat ve Terakki kadrolarının nüfus politikalarının 1908 sonrasında Makedonya’da başladığını, daha sonra Birinci Dünya Savaşı yıllarında önce Trakya ardından Anadolu’ya yöneldiğini anlatır. Rumların gayri resmi yollarla kovulduğu bu dönemlerde amaç ‘gâvur’ bölgenin millileştirilmesidir. Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008.
[7] Taner Akçam, Ermeni Meselesi Hallolunmuştur: Osmanlı belgelerine göre savaş yıllarında Ermenilere yönelik politikalar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008.
[8] Alexander Papadopoulus, Resmi Belgelerde Avrupa Savaşı’ndan Önce Türkiyeli Rumlar Üzerindeki Zulüm, Pontus Trajedisi, 1914-1922 Kara Kitap, çev. Atilla Tuygan vd, Pencere Yayınları, 2013.
[9] Örneğin resmi tarih yazımında, Büyükbakkalköy, Küçükbakkalköy ve Paşaköy civarında faaliyet gösteren çetelerden birinin “Milti kaptan çetesi” olduğu yazılıyor. Bu Rum çetesinin saldırılarını özellikle Rumlara yönelttiği, tecavüzlerde bulunduğu, Hıristiyan kızları kaçırdığı, haraç vermek istemeyenleri katlettiği iddia ediliyor. İtilaf devletleri tarafından himaye gördüğü düşünülen bu çetenin işlediği bütün suçları Kuvâ-yı Milliye üzerine yüklediği, bu nedenle bu çetenin Kuvâ-yı Milliye müfrezesi elemanlarından Bulgar Sadık tarafından ortadan kaldırıldığı aktarılıyor. Mehmet Temel, İşgal Yıllarında İstanbul’un Sosyal Durumu, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1998, s. 194. Yine Küçükbakkalköy, Kartal, Pendik, Bostancı gibi ve Büyükbakkalköy’de faaliyet gösteren Todori Çetesi, Yirmiler Çetesi, Çakır Yorgi, Anesti Kaptan Çetesi gibi Rum birliklerden bahsedilmektedir.
[10] Temel, age, 204.
[11] Temel, age, 206.
[12] BOA, DH.KMS. /1337 Ş 01
[13] Papadopoulus, age, 305- 306.
[14] Fethiye’ye bağlı, Kayaköy olarak bilinen Levissi’de, Rumlar söylendiği gibi karşılıklı anlaşma kapsamında değil fiziksel ve ekonomik şiddete maruz kalarak yerlerinden edilmişti. 1914’ten 1918’e gelindiğinde, Levissi’deki Rum ahalinin neredeyse tamamı yerinden edilmiş ve kalan tüm mülklerine el konulmuştu. Bu süreç kadınlara yönelik saldırılarla, sürgünler sırasında yaşanan gasp edilme ve cinayetlerle, Rumlar arasında gıda kıtlığına yol açan iktidar destekli boykot hareketleriyle gerçekleşmişti. Persecution and Extermination of the Communities of Macri and Livissi (1914-1918): Extract from the Black Book of Asia Minor, Imprimerie Chaix, Paris 1919.
[15] Persecution, age, s. 3.
[16] Kemal Arı, “1923 Türk-Rum Mübadele Anlaşması Sonrasında İzmir’de Emvâl-i Metrûke ve Mübadil Göçmenler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt VI, Sayı 18, 1990.
[17] Maltepe toplumsal tarihi araştırma projesi kapsamında, içinde yer aldığım proje ekibi ile birlikte hazırladığımız kitapta, Kartal ve bağlı olduğu Maltepe’de mübadele süreci ve Gayrimüslim ahali üzerine kimi bilgiler yer almakta. bkz. Hatice Kurtuluş vd., Toplumsal Hafızada ve Mekânda: Maltepe, Maltepe Belediyesi Yayınları, 2018. Maltepe, age, s.73.
[18] Bu uzun yolculukların türlü sebepleri vardı. Bir bölgeye iskan edilen mübadiller orada yerleşecek hane bulunmaması yüzünden başka yerlere gitmek durumunda kalıyordu. Daha önce ilgili kurumlar tarafından müzayedeye konu olmuş mülkler ya da toprakları icara verilmiş yerler söz konusu olduğunda da mübadiller başka yerlere gönderiliyordu. Bir göçmen ailesine bir arazi üzerinde sebze-meyve yetiştirmeye dair kullanım hakkı verilirken, bir başka göçmen ailesine aynı arazi üzerinde zeytin ağaçlarını kullanma hakkı verilmesi gibi durumlar da yaşanıyordu. Bağcılıktan anlamayanlar bağlık bölgelere, tütüncülük yapanlar ihtiyaç fazlası yerlere, zanaatkarlar tarım bölgelerine gönderilebiliyordu. Bu nedenlerle, mübadillerin kendilerine iskan edilen yerlerde kalmaması çok sık rastlanan bir durumdu. Kemal Arı, Mübadele Anlaşması, 651-652.
[19] 13 Ekim 1923 yılında Mübadele İmar ve İskan Vekaleti kurulduktan sonra yerleşim alanları tekrar belirlenmiş ve mıntıka sayısı arttırılmıştı. Yerleştirmelerde dikkate alınan şeyler, göçmenlerin hangi yörelerden geldiği, oradaki yaşam koşulları, iş ve uğraşları, gidecekleri yerlerde iş ve mesleklerine devam edip etmeyecekleriydi. Fakat süreç ciddi bir plansızlık ve kargaşa içinde devam etmişti. Yerleştirmeler sırasında en çok gelen eleştirilerden biri “dağlıyı ovaya, ovalıyı dağa” yerleştirmekti. Kemal Arı, Mübadele Anlaşması, 630-631.
[20] Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol, 30 Ocak 1923.
http://www.lozanmubadilleri.org.tr/mubadele-sozlesmesi/. Çağlar Keyder, Cihan Harbi’nden önce bugünkü Türkiye sınırları içinde her beş kişiden birinin Gayrimüslim olduğunu, daha sonra bunun kırkta bire düştüğünü söyler. Türkiye’den 1.2 milyondan fazla Rum’un ayrılırken, Yunanistan’dan gelenlerin 500 bin civarında olduğu tahmin edilir. Keyder, kaba bir hesapla Rumların ayrılmasıyla, Anadolu’daki verimli toprakların beşte birinin Müslümanlara geçtiğini söyler. Çağlar Keyder, Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995: 112-116.
[21] Talimatnameye göre vali ya da kaymakam başkanlığında birer dağıtma komisyonu oluşturulacak, arazilerin sınırlarının belirlenmesi, terkedilmiş mallar üzerinde hak iddia edenlerin tasarruf bedellerinin ispatları gibi öncelikli işler yerine getirilecekti. Mübadillere verilecek araziler mevki, verimlilik ve kuvvet açısından âlâ, evsat, ednâ olarak bölünmüş, nüfusa göre azami ve asgari değerler tespit edilmişti. Tütün alanları, sebze bahçeleri, bağ ve zeytinlikler de niteliklerine göre, hane nüfusuna göre pay edileceği kararlaştırılmıştı. Kemal Arı, Mübadele Anlaşması, 648-649.
[22] Kemal Arı mübadele uygulamasının en çok eleştirilen uygulamasının mal varlığının saptanışı ve bununla ilgili olarak Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun çalışmaları olduğunu söyler. Mübadillerin bıraktıkları mallarının değerinin ölçülmesi, göç ettirildikten sonraya bırakılmış, beyannameler komisyonlar yerine mübadillere doldurtulmuştur. Arı, Mübadele Anlaşması, 634.
[23] Ercan Çelebi, “Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti, Kuruluşu, Teşkilat Yapısı ve Faaliyetleri”, yayınlanmış doktora tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2005, 180.
[24] Mehmet Polatel, emval-i metruke ile ilgili dokümanlara ulaşmanın ne kadar zor olduğuna dikkat çekiyor. Kayıtlı belgelerin bir kısmı savaş sırasında yok edilmiş, yangınlarla yok olmuştur. Arşiv kayıtları ise 2000’li yıllarda kısmi düzeyde açılmış olsa da hala kapalıdır. Emval-i metruke heyeti dokümanları ve Tapu Sicil Memurluğu kayıtları da kapalıdır. Askeri arşivler ise seçilerek verilmektedir. Mehmet Polatel, “A historiographical review of the literature on Armenian properties and new prospects”, New Perspective on Turkey, 2015: 180-185, s. 181.
[25] Dündar, age, 219.
[26] Kemal Arı, Yunan İşgalinden Sonra İzmir’de Emval-i Metruke ve Fuzûlî İşgal Sorunu, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 15, 1989: 691-706, s. 692.
[27] Ümit Kurt, mübadelede 1923 sonrasında çıkartılan kanun ve mevzuatın, İttihat ve Terakki hükümetinin 1913-1918 arasında sürgüne tabi tuttuğu Rum ve Ermenileri mülksüzleştirme girişiminin uzantısı olduğunu ve hukuk yoluyla gerçekleştirilmiş olduğunu söyler. Ümit Kurt, “Lozan Mübadelesi’nin Ekonomik Sonuçlarını Emval-i Metruke Kanunları Üzerinden Okumak”, Kebikeç, sayı 40, 2015: 63-92.
[28] Köyde imamlık yapan ve köyün en yaşlılarından olan 1942 doğumlu Vahdettin Bilir ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 5 Temmuz 2017, Büyükbakkalköy.
[29] Arı, Fuzûlî İşgal Sorunu, s. 633, 696.
[30] Kamuoyunda terkedilmiş malların bilinçli biçimde kullanılmasına dair ciddi uyarılar yapılmıştı. Arı, Fuzûlî İşgal, s. 640-643
[31] Levissi’de 1914-1918 yıllarında mülkiyet tamamen el değiştirmişti. Rumlar yerlerinden edilirken evlerindeki mülkleri, kıyafetleri, halıları, ev eşyaları, ketenden veya ipekten yapılma her şeyleri emvali metruke depolarına gönderildi. Gayrimenkullerini, değerli mülklerini ve yük hayvanları satmaları için baskılar yapıldı. Evler, asma bahçeleri, cemaate ait çeşitli yapılar hükümet yetkililerinin veya yerel otoritelerin eline geçerken; bağ bahçeleri, evler, tarım arazileri, genel olarak tüm mülkler, ev eşyaları halılar, mobilyalar, tütün dükkanları hemen orada kurulan komisyonlara oldukça sembolik meblağlara bırakılmak zorunda kaldı. Persecution, age, 16-20.
[32] Maliye Vekaleti ve Ziraat Bankası, alacaklarına karşılık olmak üzere emval-i metrukeyi çok ucuza satan kurumlar arasındaydı. Tasfiye komisyonları tarafından gazetelere verilen ilanlarla binek hayvanları ve tarım ürünleri gibi malların açık artırmaya çıktığı bilgisi veriliyordu. Yerli halk borç senetleri düzenlettirip bunlara karşı Rum ve Ermenilerden kalan malları haczettirerek sahiplik hakkına devam etmek istiyordu. Ercan Çelebi, “Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti, Kuruluşu, Teşkilat Yapısı ve Faaliyetleri”, yayınlanmış doktora tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2005, 159.
[33] Kurt, age, 57.
[34] Arı, Fuzûlî İşgal Sorunu, 698.
[35] “Açıkgöz simsarlar”, “dalavereci yağmagirler” tarafından ihtiyacı yokken, ev, dükkan, mağaza işgal edip bunları kendi malıymış gibi kiraya verenlere dair basına yansıyan şikayetler vardı. Kemal Arı, Fuzûlî İşgal Sorunu, 699.
[36] Çelebi, age, 150.
[37] Çelebi, age, 180.
[38] 1942 doğumlu Vahdettin Bilir ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 5 Temmuz 2017, Büyükbakkalköy.
[39] 1970 ve 80’lerde Anadolu’dan göçler almaya başlayan Büyükbakkalköy’de mübadil yerleşimi dışında ayrı küçük mahalleler oluşmaya başlamıştı, bunlardan biri Karadeniz Mahallesi’ydi. Sahip oldukları tapular ve geniş topraklar nedeniyle bölgedeki yeni yerleşimler ya da yapılacak projelerin muhatabı mübadiller olmuştu. Örneğin, hapishane yapımı, özel bir vakfın arazi alması, özel bir üniversitenin yapımı mübadillerin yasal ya da geleneksel anlamda tasarruf hakkının olduğu araziler üzerine yapılmıştı.
[40] Öyle ki mübadillerin iskân ettirildikleri yerlerde, yerel halk mübadillere verilen kimi imtiyazlar ve mülkiyet hakları konusunda rahatsız olmuş ve çoğu durumda aralarında gerginlikler yaşanmıştı. Maltepe’de bu durum, Kemâhlılar ile mübadiller arasında yaşanmıştı. Kemâhlılar, kendilerinden sonra gelen mübadillerin kültürlerinden, yaşam biçimlerinden bazen de haksız zenginleşmesinden bahsediyordu. Elbette ki bu durum herkes için geçerli değildi, Kemâhlılar arasında da nüfuzlu kesimler vardı, ancak çok uzun yıllar aralarındaki gerginlikler devam etmişti. Kemal Arı da yazılarında mübadillerin uyum sorunlarından ve yerel halkın hoşnutsuzluklarından sıkça bahsetmektedir.
[41] Keyder, age, 102.
[42] Kemal Arı, Büyük Mübadele: Türkiye’de Zorunlu Göç 1923-1925, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: 2104, s.163.
[43] Göçmenlere ayrılan otlak ve sular üzerindeki anlaşmazlıklar ya da onlara tapulu verilen araziler üzerindeki anlaşmazlıklar bunlardan bazılarıydı. Arı, age, 167.
[44] Yeni devletin asli amaçlarından olan “milli iktisat” ve “milli sermaye” oluşumu, Gayrimüslimlerden kalan mülklere el konulması ve mülkiyetin el değiştirmesi süreçleriyle paralel gerçekleşmişti. Yeni kurulan hükümet ile yerel eşraf arasındaki ittifakta mülkiyet rejimindeki değişimler temel olurken, daha makro düzeyde devlet-sermaye ilişkilerinin de yeniden düzenlenmesi söz konusuydu. Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995. Zafer Toprak da İttihat ve Terakki’nin milliyetçilik ve ekonomi politikalarıyla ilgili liberalizmden farklı olarak milli ekonomi, milli iktisat yaratılmasından bahseder. Zafer Toprak, “Nationalism and Economics in the Young Turk Era”, Paris:Varia Turcica XX, Harmattan, 1994, s. 259-266.
[45]Adnan Ekşigil, Türkiye’deki özel mülk edinmenin işadamından köylüsüne kadar Rum mülklerine el konulmasıyla gerçekleştiğini söyler. Yunan uyruklu kişilerin açtıkları veraset davalarının reddedildiğini, mirasçıların var olmasına rağmen mülklerin gaiplik hükmüyle hazineye devrolduğunu belirtir. Adnan Ekşigil, “Türkiye’de Özel Mülkiyetin Evrimi Çerçevesinde Rum Mülkleri”, İstanbul Rumları, İstos Yayınları, 2012, s. 67-71.
[46] Bölgenin toprakları ancak piyasa süreçlerine açılma tehdidiyle birlikte, özel üniversitelerin, büyük kapalı site komplekslerinin ve büyük park projelerinin gündeme gelmesiyle birlikte değerlenmişti. Bu süreçlerde ise bölge halkı avantajlı çıkmak bir yana, kamulaştırma ve özelleştirme saldırıları altında kentsel müşterekleri başta olmak üzere tapulu arazilerini kaybetmişlerdi.
[47] İaşelerin sağlanabilmesi için, 1924-25 yılları arasında Kartal, Pendik, Tuzla, Paşaköy, Büyükbakkal, Küçükbakkal, Tepecik ve Alemdar köylerine yardım edilmişti. Büyükbakkal’a yerleştirilen Kılkış göçmenlerine pulluki öküz, kıyye buğday ve arpa; çift hayvanı, tohumluk, arpa, buğday, pulluk, bel ve zirai aletler gönderilmişti. Eda Özcan, “Ahali Mübadelesi ve Yardımların İstanbul Örneği”, ÇTTAD, IX/20-21, 55-75, s. 70.
[48] Bu duruma dair daha yakın dönem tarihinden bir örnek verilebilir. 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi ile birlikte güney-kuzey bölünmesi yaşanmış, Rumlar ve Türkler yaşadıkları bölgeleri yerleri, evlerini ve kimi mülklerini terk etmek durumunda kalmışlardı. Mülklerin mübadeledeki gibi takasına karar verildiyse de pratikte büyük sıkıntılar yaşanmıştı. Mülklerin bölüşümüne dair anlaşmazlıklar, taşınılan yerde duyulan aitsizlik hissi gibi durumlar yaşanmıştı.. Bu süreçte kültürel ve tarihsel anlam taşıyan kolektif mülkler ise tasfiye edilmişti. Julie Scott, “Property Values: Ownership, Legitimacy and Land Markets in Northern Cyprus”, Property Relations: Renewing the Anthropological Tradition, ed. C.M. Hann, Cambridge Üniversitesi Yayınları, 1998.
[49] 1939 doğumlu Üzeyme Umut ile yapılan sözlü tarih görüşmesi. 7 Temmuz 2017, Büyükbakkalköy.
[50] Sabahattin Ali’nin, Şirince’yi anlattığı Çirkince öyküsü eskiden Rumların yaşadığı, sonra mübadillerin yerleştirildiği köyün bakımsız kalması, eski halinden eser kalmaması üzerinedir. Öyküdeki karakter, gelenleri suçlarken, öykünün sonunda bir başka karakter aslında yokluk, yoksunluk ve göç etmenin sancıları üzerine vurgu yapar. Sabahattin Ali, “Çirkince”, Sırça Köşk, Yapı Kredi Yayınları, 2017.
[51] 1942 doğumlu Vahdettin Bilir ile yapılan sözlü tarih görüşmesi, 5 Temmuz 2017, Büyükbakkalköy.
[52] Arı, Mübadele Anlaşması, 646 647.
[53] Arı, Fuzûlî İşgal Sorunu, 697.
[54]Babası köyün ilk muhtarlarından olan, kendisi de muhtarlık yapmış Faik Serim ile yapılan görüşme, 6 Temmuz 2017, Büyükbakkalköy.
[55] Çok sonradan mezarlık arazisine yapılacak bir evle ilgili olarak mübadiller arasında söylentiler yayılmıştı. Mübadiller evde oturanların dengelerini kaybettiklerine, mezardaki ruhların onları rahat bırakmadıklarına inanmışlardı. Sözlü tarih görüşmelerinde bu gibi inançlardan da söz edilmişti. Kilise binası yıkılana kadar leyleklerin gelip yuva yaptığı, kilise yıkıldıktan sonra ise bir daha gelmedikleri ve köyde bir uğursuzluk olduğu bu inançlardan biriydi. Mübadiller, Büyükbakkalköy’ün çevredeki diğer bölgelere göre gelişmemiş olduğunu, kopuk ve başıboş halde kaldığını düşünerek bunu giden Rumların “ah” etmesine bağlıyorlardı.
[56] Bu süreç bir bütün olarak Timothy Mitchell’in ‘tekno-politika’ olarak adlandırdığı, teknik aklın öne çıktığı hesaplama ve dönüştürme pratikleriyle nüfus düzenlenmesi, mekânsal dönüşümler ve mülkiyet yapısındaki kırılmalarla yaşandı. Timothy Mitchell, Rule of Experts: Egypt, Techno-Politics, Modernity, California Üniversitesi Yayınları, 2002.
[57] Kolay, age, 114-115.