Antonio Negri ve Michael Hardt Çokluk’ta, mevcut küresel savaş halini tanımlarken, “Toplumsal düzeni oluşturmayı ve sürdürmeyi hedefleyen bir savaşın sonu olamaz. Bu savaş, iktidarın ve şiddetin sürekli, kesintisiz bir biçimde uygulanmasını gerektirir.” öngörüsünde bulunmuşlar ve her gün tekrar kazanılması gereken bu savaşın fiilen polis faaliyetinden ayırt edilemez hale geldiğini ifade etmişlerdi. Bu tanımlamayı dünya üzerinde en yakından deneyimleyen ülkelerden birinde yaşıyoruz. Yaşadığımız savaş deneyimi ne sadece Güneydoğu illerinde yapılan operasyonlarla sınırlı, ne de Suriye’de yaşananlarla.
Klasik bütün ayrımların ortadan kalktığı bir ülkede, muğlaklığa ilişkin bütün kararların iktidarını sınırlandıran zincirlerinden kurtulmuş bir adama bağlandığı kesintisiz bir şiddet düzeninin içinden geçiyoruz. Savaşın her gün kazanılması için Gezi ayaklanmasından beri bütün toplum kriminalize edilmiş durumda. Bugün İdil’de top atışları duyulurken, Cerattepe’de gaz bombaları patlıyor. Savaşın karşısında duran herkes cezaevlerinde tutulmak isteniyor. Türkiye halklarına karşı her gün kazanılması gereken bir savaş yürütülüyor. Sarayın savaşı…
Savaş bütün veçheleriyle her adımımıza bariyer kuran bir gerçeklikse, bu gerçekliği değiştirecek olan bütün veçheleriyle “barış” fikridir. Savaş nasıl binlerce yıllık erkek egemenliğinin her uzvuyla varlığını ortaya koymasıysa, barış fikri de bu varlığın hiçleştirilmesidir.
Ayrıntı Dergi’nin 14. sayısı “Savaşta ve Barışta Kadın” dosyası ile çıkıyor. Editörler, Ruşen Işık ve Zeynep Ceren Eren Savaş, Barış ve Kadın başlıklı yazılarıyla dosyanın çerçevesini çizerken deneyime odaklanan feminist bir perspektifi ön plana koyduklarını vurguluyorlar. Bu çerçevede hazırlanan dosyanın ikinci yazısı Ayşe Gündüz Hoşgör’e ait. Hoşgör, doğrudan şiddet eylemlerine göre daha görünmez olan ekonomik şiddetin boyutlarını, Suriyeli mevsimlik işçilerin çalışma koşullarını aktararak ortaya koyuyor. Sakine Zagros, Kürt kadın hareketinin tarihsel gelişimi içindeki kırılmaları içeriden bir gözle anlattığı yazısında, erkek topluluğa karşı direniş hatlarının hangi yöntemlerle ve hangi zorlukların içinden genişletildiğini vurguluyor. Deneyim aktarımının ön planda olduğu bir diğer yazı Jiyan Gülümser’e ait. Gülümser, Suruç’ta Kobaneli kadınların kamp deneyimini aktardığı yazısında kadın varoluşunun kampları da nasıl direniş mekanlarına dönüştürdüğünü vurguluyor. Dilan Dirlik, Ortadoğu Özsavunma ve Kadınlar başlıklı yazısında, savaşan kadına yönelik geleneksel ve kurumsallaşmış aşağılamaların Rojava’da nasıl boşa çıkarıldığını vurguluyor. Kadınların neden barışın öznesi olduğunu vurgulayan Canan Yıldız, Barışabilmek İçin başlıklı yazısıyla Barış İçin Kadın Girişimi deneyimini aktarıyor.
Dosyanın son iki metni söyleşilerden oluşuyor. Belki de yapılabilecek en zorlu işi, en zorlu zamanda, savaş bölgesinde yapan gazeteci kadınlar, yaşama, ölüme, savaşa ve barışa dair net bir fotoğraf veriyorlar. Dosyanın son metni Siyah Bant Girişimi’nden Pelin Başaran ile yapılan söyleşi. Başaran, Kürt sinemacıların karşılaştıkları zorlukları ve mücadele perspektifini ortaya koyuyor.
Derginin Gündem bölümü, Bülent Özçelik’in Türkiye’de laiklik karşıtı uygulamaların çetelesini çıkarma amacına yönelen yazısı ile başlıyor. Uygulamaların sürekliliği ve sistematikliği, ilerleyen sayılarda da bu takibi yapmamızı gerektirecek gibi görünüyor. Bu bölümün diğer metni HDP Bingöl Milletvekili Hişyar Özsoy ile yapılan söyleşi. Özsoy, geniş bir perspektifte Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeler üzerinden Kürt Sorunu’nu tartışırken Kürtlerle Türkiye Cumhuriyeti arasında yeni bir toplum sözleşmesinin gereğini vurguluyor. Dinçer Demirkent ise Türkiye’de barışın yüz yıllık koşullarını, 1921 Anayasası’nı yaratan siyasal birlikteliği analiz ederek gösteriyor. Politika Teori bölümümüzde Èric Dasheux ile “dayanışma ekonomisi” üzerine yaptığımız söyleşi yer alıyor. Kapitalist küreselleşme karşıtı yeni toplumsal/ekonomik direniş stratejileri ve ilişki ağları üzerine ilerleyen söyleşide, dünyanın farklı ülkelerindeki dayanışma deneyimleri ve bunların teorik temelleri ele alınıyor.
Dergi’nin eleştiri bölümünün açılış yazısı Ömer Türkeş’e ait. Türkeş, Orhan Pamuk’un son romanı “Kırmızı Saçlı Kadın” üzerine kalem aldığı titiz eleştiride, “klişeleşmiş modernlik eleştirilerinin taşıyıcılığına memur edilmekle” nitelediği romanı “tam bir hayal kırıklığı” olarak tanımlıyor. Bu bölümdeki bir diğer eleştiri yazısı ise Yalçın Hafçı’ya ait. Hüseyin Köse’nin derlediği Skolastik Fantazya isimli incelemeyi ele alan Hafçı, masalların doğasını ve bu doğayı yeniden yorumlayabilmenin olanaklarını sorguluyor. Dergimizde son olarak, geçtiğimiz aylarda yayınlanan Pembe Kızıl isimli öykü kitabının yazarı Melike Belkıs Aydın ile Nurbanu Gürşen’in yaptığı söyleşi yer alıyor.
Ayrıntı Dergi’nin bir sonraki sayısında “Yurttaşlık” dosyası ile karşınızda olacağız, iyi okumalar…