Seçimli Otoriter Rejimlerde Seçimlerin Anlamı

Seçimler ve otoriter rejimler arasındaki çelişkili ilişki, soğuk savaşın bitiminden hemen sonra yoğun bir akademik ilginin konusu haline gelmiştir. Bu tarihten sonra özellikle Doğu Avrupa’da kapalı rejimlerin yerini çok partili ve düzenli seçimler yapan yeni devletler almıştır. Ancak kısa bir süre içinde bu ülkelerdeki seçim kurumunun barışçı şekilde iktidarın devrini sağlayamadığı gibi iktidardaki otoriter partinin ömrünü uzattığı görülmüştür. Düzenli ve çok partili seçimler yapmakla kapalı otoriter sistemlerden ayrılan ama demokratikleşme hedefini de gerçekleştiremeyen bu rejimlere birçok farklı isim verilmiştir. Seçimli Otoriter, Rekabetçi Otoriter, Hegemonik Otoriter, Kusurlu Demokrasi ve Hibrit Rejim gibi adlandırmalar ile tanımlanan bu yapılar özellikle 2010’dan sonra küresel bir trend haline gelen Demokratik Gerileme olgusu ile yaygınlık kazanmışlardır (Bermeo, 2016). Özgür ve adil seçimlerin azaldığı, siyasal haklara saygının ve muhalefete toleransın ortadan kalktığı, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının zayıfladığı ve güvenlik söyleminin demokrasinin yerini aldığı bu gerileme trendi sadece Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Latin Amerika’yı değil, Batı dünyasını da tesiri altına almış ve küresel bir fenomene dönüşmüştür. Öyle ki, V-Dem endeksine göre 2009’da dünya nüfusunun %6’sı otoriter rejimler altında yaşarken, bu oran 2019’da %34’e çıkmıştır.[1] Bu dönemde özellikle Macaristan, Polonya, Türkiye, Brezilya, Hindistan ve Venezuela demokratik gerilemenin en popüler örnekleri olmuşlardır.

Bahsettiğimiz üzere bu tip rejimlere literatürde birçok farklı isim verilmiştir. İsimlerdeki farklılık seçim sonuçlarının belirsiz olup olmadığı, muhalefetin rekabet gücü ve rejimin insan hakları karnesi gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. “Seçimli Otoriter” genel başlığı içindeki bu rejimlerin en öne çıkanları “Hegemonik Otoriter Rejimler” ve “Rekabetçi Otoriter Rejimler”dir. Hegemonik Otoriter Rejimler, iktidarın yasama ve yürütme organı seçimlerinde %70’lerin üzerinde bir üstünlük sağladığı, muhalefetin çok parçalı ve zayıf olduğu ve bu nedenle de seçim sonuçlarının belirsiz olmadığı rejimlerken; Rekabetçi Otoriter Rejimler, iktidarın tüm baskı ve manipülasyonuna rağmen muhalefetin direncinin sürdüğü ve bu nedenle de seçim sonuçlarının hala belirsiz olduğu ülkelerdir.

Mısır’da Arap Sosyalist Birliği (ASU) 1962’den, 1978’e kadar tek parti olarak seçimlere girmiştir, bu tarihten 2011 yılına kadar ise Ulusal Demokrasi Partisi (NDP) hâkim parti olarak zayıf ve devşirilmiş rakipleri karşısında iktidarını sürdürmüştür. Aynı tarihlerde yapılan başkanlık seçimlerinde ise bu partilerin liderleri tek başına yarışmışlardır. Meksika’da ise PRI 1929’dan, 2000 yılına kadar karşısında anlamlı bir muhalefet oluşmadan iktidarını sürdürmüştür. Başkanlık seçimlerinde de PRI’nin adayları %80 üzerinde oylar ile kesintisiz bir şekilde göreve gelmişlerdir. Tayvan’da ise rejimin partisi olan Kuomintang 1969’dan 1989’a kadar alternatif bir partinin olmadığı seçimler ile yasama gücünü kontrol etmiştir. Aynı durum Baas Partisi ile Irak’ta 2000 yılına kadar sürmüş, Suriye’de ise günümüze kadar devam etmiştir.

Bu seçimler kadar alternatifsiz olmasalar da Rusya ve Azerbaycan’da da benzer seçim uygulamaları görmekteyiz. Rusya’da Putin’in de facto lideri olduğu Birleşik Rusya Partisi (UR) 2011 yılındaki üçüncü parlamento zaferi ile hâkim parti haline gelmiş ve girdiği hemen hemen her seçimde parlamentoda %70lik çoğunluk elde etmiştir. Bu başarı benzer oranlar ile başkanlık seçiminde de sürmüştür. Azerbaycan’da da Aliyev’in Yeni Azerbaycan Partisi 1995’den bu yana girdiği tüm seçimlerde hiçbir ciddi rekabet ile karşılaşmadan parlamentoda hakimiyet elde etmiştir. Başkanlık seçimlerinde de Aliyevler %80 üzerinde oy oranları ile ilk turda seçilmeyi başarmışlardır. Belarus’da ise 1994’den bu yana otokrat Lukaşenko girdiği tüm başkanlık seçimlerinde %80 üzerinde bir oy oranı elde etmiştir. Yasama organında da sadece kendisinin izin verdiği adaylar arasında yapılan seçimler neticesinde yine %80 oranında bir destek sağlamıştır.

Hegemonik otoriter olarak adlandırılan bu rejimlerdeki seçimlerin ortak paydalarına baktığımızda ilk dikkatimizi çeken şey seçim sonuçlarının “belirsiz” olmamasıdır. Bir diğer ifade ile bu tip rejimlerde seçimler yolu ile iktidarı değiştirmek ya da özgürleştirici seçim sonuçları almak mümkün değildir. Peki sonucu belli bu seçimler neden yapılmaktadır? Uzun süre bu seçimlerin iç ve dış meşruiyet için birer “vitrin süsü” işlevi gördükleri iddia edilmiştir. Ancak Geddes (2005) ve Magaloni (2006) yaptıkları çalışmalarda seçimlerin önemli işlevleri yerine getirerek, rejimlerin ömrünü uzattıklarını savunmuşlardır. Araştırmacılara göre otoriter rejimlerdeki seçimlerin öncelikli hedefi yönetici blok içindeki güç talebini caydırmaktır. Zira bu seçimlerdeki yüksek katılım ve yüksek oy oranı, rejimin toplumsal tabanının ne kadar güçlü olduğunu, başta ordu kurumu dahil olmak üzere parti içindeki diğer güç odaklarına göstermekte ve onları olası bir çatışmadan/başkaldırıdan caydırmaktadır. Otoriter rejimler için en büyük tehdit toplumsal muhalefet değildir, çünkü muhalefet baskı aygıtı ile sindirilmiştir. Ciddi tehdit, rejimin kendi içinde gizlidir. Rejim içi güç paylaşımından memnun olmayan kadrolar her zaman vardır ve özellikle ordu kurumu ile irtibat halindedirler. Bu nedenle otokrat lider ve yakın çevresi kendilerine dönük toplumsal desteği düzenli olarak öne sürerek, rejim içi tehditleri caydırmayı hedeflemektedirler. Seçimler aynı zamanda bir kamuoyu ölçme aracı yani bilgi kaynağı olarak da görülmektedir. Çünkü rejimin muhaliflerini ortaya çıkardığı gibi destek vermeyen seçim bölgeleri hakkında da iktidara veri sunmaktadır. İktidar bu bilgiler üzerinden kamu kaynaklarının hangi bölgeye/seçmen grubuna aktarılacağını ve de baskı aygıtının nerelerde kullanılacağını öğrenerek, ömrünü uzatabilmektedir. Seçimler ayrıca rejime kendi kadroları hakkında da güvenilir bilgiler sağlamakta ve bir nevi liyakat mekanizması işlevi sunmaktadır. Rejimden beklentisi olan birçok partiliden hangisinin rejime daha sadık olduğu ve hangilerinin rejimin devamlılığına daha fazla katkı sağlayabileceği seçim performansları üzerinden öğrenilebilmektedir. Bir diğer ifade ile seçimler sadece muhalefet ve kamuoyu hakkında değil, fakat parti içindeki bireyler hakkında da rejime bilgi sağlamaktadırlar.

Rekabetçi otoriter rejimler ise kağıt üzerinde rekabetçi rejimlerdir ve fakat iktidarı elinde tutan güç, avantajın kendisinde kalmasını sağlayacak şekilde siyasal alanı sürekli yeniden düzenlemektedir. Bu noktada anahtar kelime de “eşitsiz oyun alanı”dır. İktidar, rakiplerin oyun alanına girişlerine izin vermekle birlikte bu oyun alanını kendi lehine, adil olmayan bir şekilde daima yapılandırır. Levitsky ve Way’e (2010: 5) göre bu rejimler, muhalefete demokratik imkanlar sunması açısından rekabetçilerken, rekabet alanını iktidar lehine orantısız bir şekilde düzenlemiş olmaları açısından demokratik değildirler. Eşitsiz oyun alanı ise üç cepheden kurulmaktadır: mali kaynaklar, medya ve hukuk. Muhalefet bu rejimlerde seçim kampanyalarını finanse edecek mali kaynaklara erişememektedir, zira hükümet finansal çevreler üzerinde kurduğu baskı ile muhalefeti bu kaynaklardan mahrum bırakmaktadır. Aynı şekilde medyaya erişimleri de son derece sınırlandırılmıştır. Bu örneklerde medya ya tamamen iktidarın kontrolü altındadır ya da muhalefet ile yakınlaşamayacak kadar sindirilmiştir. Bu nedenle de muhalefet medya üzerinden kamuoyuna kendisini anlatamamakta ve de iktidarın güdümündeki hâkim medya tarafından marjinalize edilmektedir. Rekabet alanını eşitsiz kılan bir diğer etken de hukuktur. Melez rejimlerde yargı erki, hükümetin kontrolü altında bulunmaktadır ve bunun doğrudan sonucu olarak da yürütmenin üzerinde bir yargı denetimi yoktur. İkinci olarak ise bu rejimlerde yargı tüm dikkatini muhalefet üzerinde toplamış ve onu cendere altına almıştır. Dolayısıyla muhalefet adalete erişemediği gibi sürekli kovuşturmaya uğramakta ve böylece hükümet ile adil bir rekabete girememektedir (Levitsky & Way, 2010: 10, 12).

Yazarlar rekabetçi otoriter rejimlerin, demokratikleşme olasılığının mevcut olduğunu dile getirmekle birlikte bunun daha çok Batılı demokrasilerin etkisi ile mümkün olduğunu belirtmektedirler. Buna göre bu tip rejimler Batı ile hukuki, kültürel, ekonomik bağlantılara sahiplerse ya da Batı’nın finansal yardımlarına tabilerse daha yüksek bir oranda demokratikleşme imkanına sahiptirler. Ancak son dönemde “rekabetçi otoriter rejimler” üzerine yapılan çalışmalar Batı’ya olan yakınlığın, demokratikleşme getirmediği hatta Batı’nın kendi hegemonya alanındaki ülkelerin dahi demokrasiden uzaklaşmalarına mani olamadığını göstermişlerdir (Bozoki & Hegedus, 2018). Yine bu alanda yapılan birçok çalışmada, rekabetçi otoriter rejimlerden çıkış başarısı gösteren ülkelerde iç dinamiklerin daha etkili olduğu iddia edilmiştir. İç dinamiklerin en başında ise “seçim ittifakları” gelmektedir. Buna göre muhalefetin seçim ittifakına gittiği bu tip rejimlerde ya iktidar el değiştirmekte ya da “özgürleştirici seçim sonuçları” elde edilmektedir (Van de Walle, 2006; Howard ve Roessler, 2006; Bunce ve Wolchik, 2010: 61; Donno, 2013).

2000 yılında Sırbistan’da yapılan başkanlık seçimi bu hipotezin başarılı bir doğrulamasıdır. Bu seçimde Başkan Slobodon Milosevic’e (11 yıldır iktidardaydı) karşı 18 partilik “Sırbistan Demokratik Muhalefeti” yarıştı ve onu koltuğundan indirdi. Yine aynı yıl Senegal’de yapılan seçimlerde de otokrat Başkan Abdou Diouf (19 yıldır iktidardaydı), 19 partiden oluşan muhalefet bloğu karşısında iktidarı devretmek zorunda kalacaktı. Romanya’da 96 yılında yapılan başkanlık seçiminde de seçimi ikinci turda yedi partiden oluşan “Romanya Demokratik Konvansiyonu” kazandı ve 1989’dan beri ülkeyi yöneten Sosyal Demokrat Parti’yi devirmeyi başardı.

2000 yılında bu sefer Hırvatistan’daki parlamento seçiminde, dört parti Sosyal Demokrat Parti’nin liderliğinde birleşti ve 10 yıllık Hırvatistan Demokratik Birliğin iktidarına son verdi. Bu seçimde belirleyici olan bir etken de 10 yıldır Hırvatistan Demokratik Birliğin başında bulunan devlet başkanı Franjo Tudman’ın 1999 yılında vefatıydı. Bu seçim sonrasında ülkenin özgürlük endekslerindeki yükselişi, bu seçimin özgürleştirici seçim sonuçları verdiğinin kanıtı olarak gösterilmektedir. Yine aynı yıl Gana’da yapılan seçimler de ülkenin 20 yıldır süren anti-demokratik siyasi hayatında özgürleştirici sonuçlar vermesi açısından önem arz etmekteydi. 1981’den 1992’e kadar askeri rejimin başında olan başkan Jerry Rawlings tarafından yönetilen ülke, 92’den 2000’e kadar da seçimli otoriter rejim olarak devam etti ve bu süre zarfında da başkan aynı kişiydi. 2000 yılına gelindiğinde ise Jerry Rawlings’in anayasal görev süresi dolduğundan ötürü seçime giremedi ve yerine başkan yardımcısını aday gösterdi. İkinci tura kalan seçimde, tüm muhalefet New Patriotic Party’nin adayı John Kufuor’u destekledi ve ülke tarihinde ilk defa iktidarın barışçı devri gerçekleşmiş oldu.

Malezya’da da 2018 senesinde muhalefet seçim ittifakına gitti ve bu sayede tarihi bir başarı elde edildi. 1973 yılından beri ülkeyi yöneten sağ koalisyon (Barison Nasional) karşısında, 2015 yılında Pakatan Harapan adında (Umut İttifakı) merkez sol bir ittifak kuruldu. Bu ittifak ideolojik farklılıklara sahip olmakla birlikte bunları aşacak sağ duyulu liderlere sahipti. İttifak 2018 yılındaki seçimlere ortak bir manifesto, ortak bir logo ve müstakbel başbakanın kim olacağını ilan ederek girdi ve hem kendi seçmenlerini hem de rejim yanlısı ılımlı seçmenlerin oyunu alarak iktidarı elde etti.

Muhalefetin farklılıklarını bir yana bırakarak, geniş tabanlı bir koalisyon kurması her seçimli otoriter rejimde aynı sonuçları vermemektedir. Belarus 1994’den beri muhaliflerin Avrupa’nın son diktatörü olarak adlandırdıkları otokrat Alexandr Lukashenko tarafından yönetilmektedir. 2001 seçimlerinde biraz da Sırbistan’daki seçim zaferinin de etkisiyle Belarus muhalefeti güçlü bir ittifakta bir araya geldi ve fakat sonuç hezimet oldu (Silitski, 2005: 89). Bu başarısızlığın en önemli nedeni ülkenin Rekabetçi Otoriter Rejim değil, Hegemonik Otoriter rejim olmasıydı. Zira bu tarihe kadar yapılan tüm seçimlerde Lukashenko %80 oyun altına hiç düşmedi. Onun bu gücü bürokrasinin ittifaklar karşısında çekinmemesine ve seçim usulsüzlüklerini sürdürmesine neden olmaktadır.

Seçim ittifaklarının bu başarısının ardında birden fazla etken bulunmaktadır. Literatürde muhalefetin gireceği bir seçim ittifakının dört farklı şekilde özgürleşmeye neden olacağı iddia edilmektedir. Bunlardan ilkine göre muhalefet koalisyonu tek aday ile seçime giderek iktidarı elde edebilir; ikincisine göre koalisyon iktidarın her zaman yaptığı gibi muhalefeti birbirine düşürmesine yani böl ve yönet stratejisini uygulamasına mani olur; üçüncü olarak bu koalisyon bürokrasinin ve kolluk kuvvetlerinin gözünde seçimde baskı ve manipülasyon yapmanın maliyetini artırabilir; son olarak ise seçmenleri değişimin olasılığına inandırarak, sandığa gitmeye motive edebilir (Howard & Roessler, 2006: 371)[2]. Bunun yanında muhalefetin ortak hareket etmesi sivil toplumun, medyanın ve sermaye çevrelerinin de başarıya olan inancını artırarak onları iktidar karşıtı bir konum almak için cesaretlendirebilir. Ortak yürütülen büyük seçim kampanyaları, seçmenleri mobilize edebilir. Muhalefet bloğu, seçim yasası ve uygulamaları konusunda rejimi reforma zorlayabilir. Ayrıca ittifak seçim gözlemini, seçim öncesi-sonrası anketlerini ve de paralel oy denetimini birlikte yaparak, iktidarın olası manipülasyonlarına karşı önlem alabilir (Bunce & Wolchik, 2010: 51).[3]

Ancak muhalefetin seçim ittifakına gitmesi her zaman başarılı sonuçlar vermemiştir. Singapur ve Macaristan seçimleri bunun en taze örnekleridir. Singapur’da ülkenin bağımsızlığını kazandığı 1967 yılından beri merkez sağ People’s Action Party iktidardadır. Muhalefet ise 1976 yılından beri seçim bölgesi üzerinden ittifak yapmakta ve seçim bölgelerinin %95’inde tek aday ile iktidarın karşısına çıkmaktadır. Fakat buna rağmen başarı gelmemektedir. Malezya örneğine göre ideolojik olarak daha yakın partilerden oluşan bu ittifakın başarısız olma nedeni ise Elvin Ong’a göre (2018: 36-37) ortaklığa gidip tek bir logo, tek bir manifesto ve program ile çıkmamaları ve her bir parti liderinin kendi özerkliğini korumakta ısrar etmesidir. Ama başarısızlıkta bundan daha etkili olan şey iktidarın sağladığı istikrarlı büyüme oranları ve kişi başına düşen yüksek gelirdir.

2010 yılından itibaren popülist-otokrat Fidesz Partisi tarafından yönetilen Macaristan’da da demokrasinin genel durumu yıllar içinde kötüleşmiş ve rekabetçi otoriter bir rejim ortaya çıkmıştır. Muhalefet 2014 seçimlerinden bugüne kadar seçim ittifaklarına başvurmasına rağmen istenilen sonucu bir türlü elde edemedi. Ancak 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde, ittifak stratejisi ilk defa işe yaradı ve muhalefet başta başkent Budapeşte olmak üzere birçok şehrin yönetimini kazanmayı başardı. Yerel seçimlerdeki bu stratejinin 2022 yılındaki genel seçimlerde de başarı getireceğine kesin gözüyle bakılırken, beklentiler boşa çıktı ve Orban %54 ile iktidarını perçinledi. Bu başarının ardında her ne kadar yaygın seçim hilelerinin olduğu tespit edilse de (Scheppele, 2022) yadsınamayacak bir diğer etken de Orban’ın gösterdiği yüksek ekonomik performans ve bu performans üzerinden tesis edilen sosyal yardım programlarıdır.[4] Öyle ki, 10 yıl içinde işsizlik %12’den, %4’e gerilerken; kişi başına düşen gelir de 13 bin dolardan, 18 bin dolara çıkmıştır.

Dolayısıyla seçimli otoriter rejimlere karşı ittifak mücadelesinin sonuç verebilmesi için rejimin iktisadi anlamda kırılgan bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Bu nedenle doğal enerji kaynaklarına sahip rantiye devletlerde seçim yolu ile demokratikleşme beklenmemektedir. Zira bu ülkelerde devlet dışarıya çok az bağımlıdır ve bu nedenle yaptırımlara karşı bağışıklığı yüksektir. Daniele Donno (2013) da hegemonik otoriter rejimlerin çoğunun rantiye devlet olduğu tespitinden hareketle, ekonomisi dışarıya daha bağımlı ve bu nedenle de kırılgan olan rekabetçi otoriter rejimlerin demokratikleşmeye açık olduklarını iddia etmektedir. Ekonomik kriz ayrıca otoriter rejimlerin seçmenlerle kurduğu klientalist ilişkiyi de sekteye uğratacağı için kırılganlığı artıran bir başka etkiye de sahiptir. Kısacası seçim ittifakları, iktidarın istikrarlı olduğu dönemlerde değil, ekonomik performansının düştüğü ve çalkalanmanın yoğunlaştığı zamanlarda ortaya çıkmaktadır.

Jennifer Gandhi ve Reuter de seçim ittifakı imkanının, rejimin kırılganlığının arttığı dönemlerde yükseldiğini iddia etmektedirler. Buna göre rejimin kırılganlığındaki her artış muhalefetin ittifak kurma eğilimini artırmakla birlikte bu eğilimin bir de eşiği bulunmaktadır (Gandhi & Reuter, 2008). Buna göre rejimin kırılganlığı muhalefet partilerinin nezdinde kesinlik kazandığı takdirde, bu partiler daha fazla güce daha az ödün vererek ulaşabilmek için ittifaktan uzaklaşmaktadır. Yine bu kesinliğin ortaya çıktığı momentte muhalefet partileri müttefiklerinden birinin otoriter rejimi devam ettireceğine inanırsa yine ittifaktan çekilmektedir. Bu iki durumun da sonucu, zayıf otoriter rejimin varlığını ağır aksak devam ettirmesidir.

Ülkedeki hükümet sisteminin niteliği de seçim ittifaklarının başarısında belirleyici olmaktadır. Buna göre başkanlık sisteminin ve iki turlu çoğunlukçu seçim sisteminin bulunduğu ülkelerde “seçim ittifaklarının” daha rahat oluştuğu görülmektedir. Öyle ki, demokratik gerileme sürecinde Linz’in (1990) de işaret ettiği gibi başkanlık sistemleri kusurlu görülseler de demokratikleşme sürecinde bu kusur bir avantaja dönebilmektedir. Parlamenter sistemlerde elitler arasında rahatlıkla güç paylaşımı yapılabildiği için iktidarın, muhalefeti devşirebilmesi daha mümkündür. Ayrıca parlamenter sistemde iktidar, parçalı bir muhalefet karşısında görece düşük oy oranları ile iktidarını koruyabilmektedir. Başkanlık sisteminde ise kazan-kaybet ikiliği çok keskin olduğu için iktidar olası bir başarısızlık durumunda tamamen ortadan kalkabilmektedir. En önemlisi parlamenter sistemde, otoriter iktidar seçim bölgeleri üzerinden manipülasyona gidip (gerrymandering) düşen/düşük oy oranlarına rağmen iktidarını sürdürebilirken, başkanlık sisteminde bu tür hamleler sonuç vermemektedir (Higashijima & Kasuya, 2022).

Bunların yanında ülkenin demokrasi geçmişi ve kültürü de demokratikleşmeye dair umudun korunmasına neden olmakta ve bu da muhalefeti “seçim ittifakına” yöneltmektedir. Ülkedeki “etnik çoğulculuk” ise muhalefetin ittifak yapmasına mani olurken, rejimin muhalefeti daha rahat manipüle edebilmesine neden olmaktadır. Ülkenin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi ise muhalefetin kendine olan güvenini artırmaktadır. Zira bu ülkelerde (rantiye devlet değilse) kaynağa erişimde hükümete yanaşmak dışında alternatifler bulunmaktadır. Son olarak uluslararası aktörlerin rejimin üzerinde demokratikleşme baskısı kurması ve de muhalefetin dışarıdan fon sağlayabilmesi de seçim ittifakını kolaylaştıran bir diğer unsurdur (Van de Walle, 2006: 89-92).

Seçim ittifakları stratejisini yapısal şartlar ve aktörlerin tercihleri üzerinden okuyan bir diğer araştırmacı da Nicolas Van de Walle’dir. Onun bulgularına göre “seçimli otoriter” rejimlerde iktidar elitleri rejimin ekonomik ve toplumsal olarak zayıfladığı anlarda onu terk etmek arzusundadır. Ancak bu süreç çok olumsaldır, zira rejimin gücü ve akıbeti hakkındaki bilgi sınırlıdır. Bu noktalarda elitler, rejimin diğer elitlerini gözlemlerler ve uygun bir kaçış anı ararlar. İlk çıkış yapanlardan olmak yeni rejimde etkili bir pozisyon elde etmeye yarayacağı gibi erken çıkmak da rejim tarafından da cezalandırılmaya neden olabilecektir (Van de Walle, 2006: 85). Van de Walle (2006: 78) bu rejimlerdeki iktidar mücadelesini öngörülemez doğasından ötürü “Taşma/devrilme Oyunu” (Tipping Game) olarak tanımlamaktadır. Buna göre bu tip ülkelerde güç yavaş yavaş iktidardan muhalefete geçebilmekte ve rejim yıkılabilmektedir. Aynı durum muhalefet saflarındaki aktörler için de geçerlidir. İktidar kırılgan görülmediği sürece muhalefetin bir araya gelme arzusu düşüktür. Muhalefetin iş birliğine gitme motivasyonu   ekonomik ve sosyal kriz anlarında yani bir seçim başarısının yüksek olduğu anlarda yükselir. Bu noktada vurgulanması gereken husus seçim ittifaklarının bir mucize yaratmadığı, iktidarın zayıfladığı anlarda kendisine yer bulup, rejimi dönüştürdüğüdür.

Muhalefet liderlerinin tek bir çatı altında toplanma arzusu da her zaman güçlü olmamaktadır. Her biri kendi partisi üzerinde tam yetkili ve özerk olan hatta rejimle girdiği ikili ilişkiler sayesinde taraftarları/tabanı için olumlu kazanımlar elde edebilen liderlerin, bir başka muhalefet partisinin liderinin gölgesinde kalmayı kabullenmesi nispeten zordur (Van de Walle, 2006: 85). Bu nedenle de ittifakların kurulmasını etkileyen bir diğer unsur da muhalefet önderlerinin çıkarlarını nasıl okudukları ve karakterleridir. Liderler yeni kurulan rejimde iktidarın öncü isimlerinden biri olacaklarına inanırlarsa, ittifaka girmeye daha istekli olurlar.[5]

Van de Walle, muhalefetin iş birliği ile rejimden uzaklaşanların tek bir dinamiğin iki farklı veçhesi olduğunu iddia etmektedir. Muhalefetin iş birliği gereklidir ve fakat yeterli değildir. İş birliği ancak rejimden uzaklaşanlar, muhalefetin safına geçerse ve muhalefet de onların geçişi için gerekli ortamı hazırlarsa yani başarının mümkün olduğuna inandırırsa, iktidarın el değiştirmesi mümkün olmaktadır. Bu nedenle bu tip rejimler devrildiğinde yeni rejimin kadrolarında sıklıkla eski rejimin küskünlerini ve oradan ayrılanları görebiliriz. Bu tespit Doğu Avrupa Demokrasileri üzerinden de doğrulanabilmektedir. Komünist rejimin yıkılmasından sonra iktidarı elde edenler ne eski rejimin en keskin muhalifleri ne de koşulsuz destekleyenlerdir, rejimin içinde yer almış ve bir momentten sonra araya mesafe koymuş kişilerdir (Van de Walle, 2006: 86).

Seçim ittifakları çoğunlukla kolay kurulamaz ve kurulduğunda da hemen başarı getiremezler. Bunun temel nedeni ittifakın ne götürüp ne getireceği hesabının partiler nezdinde öngörülemez olmasıdır. Ancak yinelenen seçimler ve ittifak denemeleri, her defasında partilerin tecrübelerini artıracaktır. Partiler bu süre zarfında müttefiklerinin toplumsal desteğini tespit edeceklerdir; o parti ile ittifakın kendi tabanı ve örgütü içinde nasıl tepki aldığını göreceklerdir; ittifakın toplumdan ve iktidardan alacağı reaksiyonu öğreneceklerdir; en sonunda bunlar üzerinden bir maliyet ve getiri hesabı yapacaklar ve ittifaka devam edecekler ya da bitireceklerdir (Ong, 2018: 3). Kısacası ittifaklar kâğıt üzerinde bir matematiksel formül ile kotarılamazlar, muhakkak sahada, eylemin içinde şekillenmek durumundadırlar.

Görüldüğü üzere seçimli otoriter rejimlerde seçimlerin işlevi rejimin niteliğine göre farklılık arz etmektedir. Hegemonik otoriter rejimlerde seçimlerin sonucu olması gerektiği gibi belirsiz değildir, bir diğer ifade ile seçim sonucunda iktidarın el değiştirmesi mümkün değildir. Ancak bu, seçim kurumunun anlamsız olduğuna işaret etmemektedir. Bu tip rejimlerde seçimler iktidarın ömrünü uzatan hayati bir fonksiyon görmektedir. Rekabetçi otoriter rejimlerde ise seçimler ile iktidarın el değiştirmesi mümkündür. Bunun en etkili aracı ise muhalefetin seçim ittifakına gitmesidir. Ancak seçim ittifakı tek başına pozitif sonuç vermemektedir. Siyasal sistemin niteliği, uluslararası ortam, ülkenin iktisadi durumu ve ittifaktaki aktörlerin tercihleri ittifakın başarı getirip, getirmeyeceğini belirlemektedir.

Kaynakça:

Bermeo, N. (2016). On democratic backsliding. Journal of Democracy27(1), 5-19.

Bunce, V. J., & Wolchik, S. L. (2010). Defeating dictators: Electoral change and stability in competitive authoritarian regimes. World politics62(1), 43-86.

Bozóki, A., & Hegedűs, D. (2018). An externally constrained hybrid regime: Hungary in the European Union. Democratization25(7), 1173-1189.

Donno, D. (2013). Elections and democratization in authoritarian regimes. American Journal of Political Science57(3), 703-716.

Gandhi, J., & Reuter, O. J. (2008, August). Opposition coordination in legislative elections under authoritarianism. In Prepared for presentation at the Annual Meeting of the American Political Science Association, Boston, MA.

Geddes, B. (2005). Why parties and elections in authoritarian regimes?. In annual meeting of the American Political Science Association (pp. 456-471).

Higashijima, M., & Kasuya, Y. (2022). The Perils of Parliamentarism: Executive Selection Systems and Democratic Transitions from Electoral Authoritarianism. Studies in Comparative International Development57(2), 198-220.

Howard, M. M., & Roessler, P. G. (2006). Liberalizing electoral outcomes in competitive authoritarian regimes. American Journal of Political Science50(2), 365-381.

Levitsky, S., & Way, L. A. (2010). Competitive authoritarianism: Hybrid regimes after the Cold War. Cambridge University Press.

Linz, J. J. (1990). The perils of presidentialism. Journal of democracy1(1), 51-69.

Magaloni, B. (2006). Voting for autocracy: Hegemonic party survival and its demise in Mexico. New York. Cambridge University Press.

Ong, E. (2018). Opposing Power Over Time: Learning To Build Opposition Coalitions In Electoral Autocracies. Prepared for SEAREG-in-Asia.

Scheppele, K. L. (2022). How viktor orbán wins. Journal of Democracy33(3), 45-61.

Silitski, V. (2005). Preempting democracy: The case of Belarus. Journal of Democracy16(4), 83-97.

Van de Walle, N. (2006). Tipping games: When do opposition parties coalesce?. Electoral authoritarianism: The dynamics of unfree competition, 77-94.

[1] https://web.archive.org/web/20200330123413/https://www.v-dem.net/media/filer_public/f0/5d/f05d46d8-626f-4b20-8e4e-53d4b134bfcb/democracy_report_2020_low.pdf

[2] Howard ve Roessler 50 rekabetçi otoriter rejimdeki seçimleri inceledikleri bu çalışmalarında 15 ülkedeki seçimlerin özgürleştirici sonuçlara vesile olduklarını ve fakat 35’inde değişiklik olmadığı gibi daha da otoriterleşen rejimlerin olduğunu tespit etmektedirler. Araştırmacılar özgürleştirici seçim çıktıları elde edilen örneklerde zikredilen bağımsız değişkenlerden en çok üçünün etkili olduğunu belirtmektedirler, bunlar sırasıyla; Muhalefetin başarılı bir ittifak kurması, iktidardaki otoriter liderin seçime girememesi ve mevcut rejimin siyasal özgürlükler konusundaki olumlu skorları.

[3] Bunce ve Wolchik 1998-2008 tarihleri arasındaki 11 seçimi inceledikleri çalışmalarında, muhalefetin ittifaka gitmesinin tek başına özgürleştirici sonuçlar için yeterli olmadığını belirtmektedirler. Zira inceledikleri 11 seçimde de muhalefet seçim ittifakı kurmuş ve fakat ancak 6 tanesinde iktidar değişikliği, bu altının da ancak dört tanesinde özgürleşme gerçekleşmiştir. Buradan hareketle yazarlar iki tür örneği birbirinden ayıran şeyin, ittifak değil, kampanyanın yoğunluğu ve tutkusu olduğunu iddia etmektedirler. Başarılı olan 6 örnekte muhalefet ittifakı, seçmen kaydını ve seçime katılımı artırmayı öncelikli hedef olarak belirlemişlerdir. Seçim gözlemini ortak bir platform kurarak yapacaklarını açıklamışlar ve böylece seçmenlerin sandığa olan güvenini ve de iktidarın devrilebileceğine dair olan inancı artırmışlardır. Böylelikle iktidarın kazanmasını zorlaştırdıkları gibi kaybettikten sonra da iktidarı bırakmamanın maliyetini artırmışlardır.

[4] https://www.project-syndicate.org/commentary/orban-victory-in-hungary-reflects-popular-economic-policies-by-dorottya-szikra-and-mitchell-a-orenstein-2022-04

[5] Bu noktada iktidarın da muhalefetin olası iş birliği karşısında sessiz kalmadığını söyleyebiliriz. İktidar muhalefetin önemli liderlerini, rejimin kaynakları ve makamları ile devşirmeye ve de ittifaktan koparmaya çalışacaktır. Bu devşirme operasyonu işe yaramazsa bu sefer ittifakı hukuki ya da hukuk dışı yollarla engellemeye yönelecektir (Van de Walle, 2006: 87). Bu noktada Türkiye tarihinden de bir örnek verilebilir. 1950-60 arası dönem Türkiye’nin tam otoriter rejimden çıkarak, melez bir rejimle yönetildiği bir dönemdi ve iktidarda da hegemonik otoriter olarak adlandırılabilecek Demokrat Parti bulunmaktaydı. 1957 seçimlerine giderken, ana muhalefet partisi CHP, Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve Hürriyet Partisi (HP) ittifaka gideceklerini ve anayasa değişikliğine izin veren bir çoğunluk elde ederek, anayasayı ve seçim sistemini demokratik normlara değiştireceklerini duyurdu. Bu girişimin duyurulmasından iki gün sonra DP, meclis çoğunluğuna dayanarak seçim ittifaklarını yasal olarak engellemiştir.