20. yüzyıl şiddetin* uzun soluklu yüzyılı olarak tanımlanmaktadır.1 Kurbanların sayısı, tahribatın büyüklüğü ve yeni yıkım teknolojileri tarihsel paralellikte değildir.2 20. yüzyılda savaşla ilintili ölümlerin 62 milyonu sivil olmak üzere toplamda 105 milyon kişiyi aşmış olduğu hesaplanmıştır (Steger, 2003, s. xiii). Ve tabii ki ölüler, yalnızca şiddetin kurbanları değildirler. Şiddet eylemiyle öldürülen her insana karşı işkenceden, barbarlıktan, zulümden, sevdiklerini kaybetmekten veya (eğer şanslılarsa) sahip oldukları tüm eşyaları ve geçim kaynaklarını kaybetmekten kurtulan çok daha fazla kişi var. Bugün yaşayan herkesin, doğrudan ya da dolaylı olarak, bir tür şiddete maruz kalacağına dair kesin bir tahminde bulunulabilir.
Siyasal şiddetin devamlı yaygınlaşması, şiddetin, her zaman olduğu gibi günümüzde de siyasetin özü olması bir sürpriz olmamalıdır. 17. yüzyılda, modern devletin ve modern felsefenin, bugünkü kimliğini elde ettiği bir zamanda yazan Thomas Hobbes, herkesin de çok iyi bildiği gibi, politika-öncesi “doğal durumu”, hayatı yalnızlaştırarak, çirkinleştirerek ve kısaltarak, herkesin bir diğerini yok ettiği ya da baskı altına aldığı bir şiddet alanı olarak betimlemiştir. Hatta bu doğal duruma dair daha pembe bir resim çizen John Locke bile hayatı “uygunsuz” yapan sorunlu derecedeki şiddeti kabul etmiştir. Ama şiddet bir sorunsa, aynı zamanda bir çözümdür de. Bizler, Max Weber’in Devlet hakkındaki ünlü hükmünü yorumlamak için, şiddetin meşru kullanımı konusunda tekel olduğunu iddia eden, merkezi bir otorite yönetimi altında bir siyasi toplum kurarak, ayrım gözetmeyen şiddetin politika öncesi durumundan kaçıyoruz. Devlet kurumlarının kullandığı kuvvet yasal, hatta meşru olabilir ancak yine de şiddettir.3 Devlet, kendi vatandaşları için koruma sağlama konusunda yetersiz kaldığında, Rus mafyası durumunda olduğu gibi, özel kuruluşlar da şiddet ve güvence dağıtımı rolünü üstlenecektir (bkz. Varese, 2001).
Günümüzde, Hobbes ve Weber’in izinden giderek, siyasal kuramcıların büyük bir çoğunluğu kolektif şiddeti siyasi yaşantıya entegre görüyorlar.4 İster varlık içindeki Batı demokrasisinde, isterse geç ekonomik kalkınma içerisindeki bir ülkede yaşasın, hiç kimse siyasi şiddetten muaf değildir. (Weinberg and Rapoport, 2001; Bates, 2001). Bu yüzden, siyasi şiddeti anlamak, birçok sosyal bilimci ve siyaset kuramcısı için temel bir uğraştır. Bu da, geniş kitlelerce tanımlanmış bir siyasi şiddet konusu hakkında son yıllarda neden bir kitap akışı olduğunu açıklamaktadır. Sosyologlar, psikologlar, antropologlar ve siyaset bilimcilerin görgül olarak yürüttüğü faaliyet, niteliğiyle olmasa da, niceliğiyle daima devamlı ve etkileyiciydi. Bu yayınların büyük bir kısmı, nefret suçlarından soykırıma kadar her türlü şiddeti ortaya çıkarma konusunda zengin etnografik vaka çalışmalarına dayanan, düzenlenmiş ciltler olma eğilimindedir.5 Bu yayınlar memnuniyetle karşılanmak zorundadır çünkü her bir vaka çalışması bilgilendirici ve açıklayıcıdır ancak editörlerin şiddet içeren ortak bir tanım üzerinde farklı etnografik vaka çalışmaları ortaya koyma konusundaki isteksizlikleri bu kitapların kuramsal değerlerine gölge düşürmektedir.6 Bizler evrensel kavram olarak şiddetin anlamını daha iyi anlamak zorunda olmadan da, dünyanın farklı bölgelerindeki belirli kültürlerde gerçekleşen kendine özgü siyasal şiddet eylemleri hakkında çok fazla şey öğrenebiliriz. Bu ciltler şiddeti anlamamıza yardımcı olmasa da, en iyi ihtimalle, bize onun karmaşıklığını hatırlatırlar. Son analizde, bir şiddet eylemini şiddet olayı yapan şeyin ne olduğunu bilmek,7 zarar veren ihmallerin şiddet eylemi olarak sayılıp sayılmaması gerektiğine karar vermek (Glover, 1977; Harris, 1980; Hondrich, 1989, 2002), şiddetin neden kötü olduğunu ve ilk bakışta neden yanlış görüldüğünü saptamak8 ya da şiddetin nasıl yargılanabileceğini belirlemek (Gert, 1969; Audi, 1971, 1974; Grundy and Weinstein, 1974; Geras, 1990), şiddet kavramının daha yakından sorgulanmasını gerektirmektedir.
Siyasal şiddet üzerine yapılan kapsamlı görgül araştırmaları takiben gelenler büyük oranda göz ardı edilecektir.9 Buna karşılık, bu inceleme makalesinin kapsamı, şiddet kavramının felsefi bir analizi ile sınırlandırılarak, çok daha mütevazı olacaktır.10 Her zaman olduğu gibi en iyi başlangıç şiddet kelimesinin etimolojisini incelemektir. Violence [şiddet] kelimesi tutkulu ve kontrolsüz kuvvet anlamına gelen, “vehemence” [coşkunluluk/şiddetlilik] anlamındaki Latince violentia kelimesinden türemiştir. Ancak aşırı kuvvet eylemleri sıklıkla normların, hakların veya kuralların ihlal edilmesine yol açtığından, violation (şiddet) kelimesinin anlamı genellikle, “ihlal” anlamındaki Latince violare kelimesinden gelen “violation” (ihlal) kelimesi ile birleştirilmiştir. Aslında, şiddeti tanımlamaya yönelik çoğu girişim, bir fiziksel kuvvet eylemi fikrini bir ihlalle birleştirme eğilimindedir Mesela Ted Honderich (2002, s. 91; 2003, s. 15) şiddeti “insanları veya şeyleri yaralayan, zarar veren, ihlal eden ya da yok eden fiziksel kuvvet kullanımı olarak tanımlamaktadır. Manfirek Steger ise (2003, s. 12) şiddetin “kuvvet uygulamak”, “yaralamak”, “onur kırmak” ve “ihlal etmek” gibi bir dizi anlam içerdiğini belirtmektedir (ayrıca bkz. Riga (1969) ve Wade (1971)).
“Şiddet” ve “ihlal” arasındaki geçerli sentez, anlaşılabilir olmaktan ziyade daha da büyüyen bir kafa karışıklığına yol açabileceğinden, memnuniyetle karşılanmamalıdır (bkz. van den Haag, 1972). Aslına bakılırsa, fiziksel kuvvet eylemleri sık sık bir çeşit ihlale sebebiyet verirken, herhangi bir fiziksel kuvvet gerektirmeden ihlalin meydana geldiği zamanlar da olmakta veya alternatif olarak, herhangi bir şey ya da kişi ihlal edilmeden de fiziksel kuvvet uygulanabilmektedir. Bu nedenle, şiddet ile kuvvet arasındaki ilişki ve şiddet ile ihlaller arasındaki ilişki bir diğeriyle bağımsız olarak incelenecektir. Fiziksel kuvvet sorunlarının ihlal sorunlarından ayrılması, şiddet konusundaki iki karşıt perspektifin belirlenmesi için önemli bir özelliktir; sahip olunan yaklaşımın, şiddet kavramının dar bir biçimde (kuvvet uygulamak olarak şiddet) ya da daha geniş bir biçimde (ihlal olarak şiddet) tanımlanması gerekip gerekmediğini belirleyecektir.
Kuvvet Olarak Şiddet
Coady (1986), “şiddet” teriminin normal ya da sıradan anlayışının genellikle fiziksel yaralanma cezasını içeren kişilerarası kuvvet eylemleri ile ilgili olduğunu bizlere hatırlattığında muhtemelen haklıydı. Bu düşünce, şiddet kavramının kuvvet kavramından bağımsız olarak düşünülemeyeceğini akıllara getirmektedir. “Şiddet” ve “kuvvet” terimleri arasındaki bu güçlü yakınlık, şiddetin “kişi ya da mülkü yaralayacak veya zarar verecek şekilde fiziksel kuvvet kullanımı” olarak tanımlandığı Oxford İngilizce Sözlüğü ile kanıtlanmış gibi görünmektedir.
Dilsel kökleri ve ortak anlayışına rağmen, şiddet ile kuvvet arasındaki ilişki, şiddete dair kaynaklarda en çok tartışılan konulardan biridir. Bir tarafta kuvvet anlamında şiddetin tanımlanması hususunda hiçbir şüphesi olmayan kişiler vardır.11 Bu gruptaki en eski ve en yetkili temsilcilerden biri Amerikalı pragmatist John Dewey’dir. 1916’da yayımlanan bir dizi makalede, Dewey (1980, s. 246) şiddetin kötü sonuçlanan kuvvet, ya da başka bir deyişle, yıkıcı ve zararlı kuvvet kullanımı olduğunu ileri sürer: “enerji, tanınması veya uygulanması yerine amaçları yendiği ya da önlediği zaman şiddete dönüşür.” Dinamit saldırıları kaya yerine insanları havaya uçurduğunda, bunun sonucunda ise üretim yerine israf, inşa yerine yıkım olduğunda, buna enerji ya da iktidar değil “şiddet” diyoruz.
Dewey’in kuvvet ve şiddetin eş anlamlı olduğunu söylemediğini belirtmek gerekir. Açıkça, tüm şiddet eylemleri kuvvet kullanımını gerektirmediği gibi (zehirleyerek öldürmek), kuvvet kullanımlarının hepsi şiddet sayılmamaktadır (boğulmakta olan birini kurtarmak ya da kişinin kendisine zarar vermesini engellemek). Bunun yerine, Dewey’e göre, kuvvet kullanımı ancak yıkıcı ve zarar verici olduğu zaman şiddet eylemine dönüşür.12 Yıkıcı olmanın yanı sıra, bir kuvvet hareketinin, şiddet eylemi olarak sayılması için kasıtlı ya da mahsus yapılması gerektiği de belirtilmiştir. Mesela, Steger (2003, s. 13) “şiddet, kişi veya kişilere kasti olarak fiziksel veya psikolojik hasarda bulunulmasıdır” diye bir iddiada bulunurken, Thomas Pogge (1991, s. 67) “kişi, fiziksel olarak bir başkasının meşru haklarını yerine getirmesini engelleyen şekilde davrandığında, o kişinin fiziksel şiddet uygulamış olduğunu” ileri sürmektedir.13 Ayrıca, kasıtlı ya da mahsus uygulanmasının yanı sıra, aşırı kuvvetin arzu edilip edilmemesi gerektiği de tartışmalıdır.14 Şiddetin bariz örneklerinin (kadınların ayakları büyümesin diye küçük yaştan itibaren demir ayakkabı giymeleri ya da gönüllü labiyal infibülasyon yapılması gibi) ayırt edilememesi olasılığı olsa dahi, ameliyat gibi açıkça şiddet eylemi olmayan kasıtlı olarak aşırı kuvvet uygulayımını hariç bırakması, bu koşulun eklenmesinin avantajlı tarafıdır.15
Şiddeti kasıtlı bir aşırı kuvvet fiiliyle ilişkilendirmek sezgisel olarak caziptir fakat daha derin düşünülünce şiddetin kuvvet üzerinden tanımlanmasına yönelik herhangi bir girişimde altta yatan bir sorun olduğu görülmektedir (bkz. Miller, 1971). Robert Paul Wolff (1969, s. 604), kuvveti “fiziksel çaba harcayarak dünyadaki bazı değişimler üzerine çalışabilme” olarak tanımlar ve Hannah Arendt (1969, s. 44–5) “sık sık, özellikle de şiddet bir baskı aracı olarak hizmet ettiği zamanlarda, şiddetin eş anlamlısı olarak kullanılan kuvvet, fiziksel ya da toplumsal hareketlerin açığa çıkardığı enerjiyi belirten “doğanın güçleri” ya da “koşulların gücü” (la force des choses) gibi terminolojik bir dilde ayrılmalıdır. Bu iki tanım, “kuvvet” ve “şiddet” arasında temel niteliksel bir farkın altını çizer. İlk olarak, kuvvet yaratılışa dair bir kavramdır, yani bir yetenek veya potansiyeli ifade eder. Diğer taraftan, şiddet, eylemin kendisidir, ya da Audi’nin (1971, s. 50) de belirttiği gibi, “bu bağlamda şiddet her zaman uygulanır ve daima bir şeye (genellikle bir kişiye, hayvana ya da mülkün bir parçasına) uygulanır”. İkincisi, şiddet, kuvvet olmasa da, değerlendiren, hata belki de normatif bir kavramdır.16 Belki de, Hannah Arendt’i (1969) kuvvet kavramının şiddetin anlamı için bir fayda sağlamayacağını düşünmeye, bunun yerine şiddet ve iktidar arasındaki ilişkiye odaklanma fikrini ileri sürmeye yönelten şey bu kavramın ahlaki tarafsızlığıdır.17
İhlal Olarak Şiddet
Kuvvet kavramına olan yakınlığının yanı sıra, şiddet, “ihlal etme” fiili, çiğneme veya tecavüz etme ya da bir sınırı ya da normu aşma anlamında da kavramsallaştırılabilir. Newton Garver (1973), işi, şiddet fikrinin, kuvvet fikrinden çok, ihlal fikrine yakın olduğunu ileri sürmeye kadar getirir.18 Şiddet olayının gerçekleştiği sırada ihlal edilmenin tam olarak ne olduğuna dair bir anlaşmazlık olsa da, Garver’in peşinden giden birçok çağdaş şiddet kuramcısı, şiddetin ihlal açısından tanımlanması fikrini bir noktada birleştirmişlerdir (bkz. Waldenfels, 2000, 2005).
“Neyin ihlali” sorusuna verilen en popüler cevap “hakların ihlali”dir. Ne yazık ki, hemen bu cevaba başvurmak yanıltıcı olmaktadır. Şiddet, hakların ihlali ise, haliyle hakların niteliğinin ihlal edilmesi gerekmektedir. Bu sonraki adım zorluklarla doludur. Bir şiddet eylemiyle ihlal edilen haklar dizisini kavramsallaştırmanın en az üç farklı yolu vardır. İlk olarak, kişisel hakların ihlali veya kişiliğin esas haklarından bahsedebiliriz. Garver (1968, 1973) bu fikrin en bilinen simasıdır ve hakların iki türü olduğunu, bunların kişinin bedeni veya itibarı ile ilgili olduğunu ileri sürer.19 İkinci olarak, açıkça tanımlandığı üzere, hakkımızın ihlal edilmesinden bahsedebiliriz. Bu cevap, öz-sahiplik tezini destekleyen politik filozofların lehinedir, örneğin Nozick (1974, p. ix), herkesçe bilinen şu düşüncesini, “bireylerin hakları olduğunu ve hiçbir insanın veya grubun (bu hakları ihlal etmeden) sergileyemeyeceği davranışların var olduğunu … daha kapsamlı bir devlet [minimal devletin ötesinde], kişilerin belli şeyleri yapmaya zorlanmama haklarını ihlal edeceğini ve bu devletin gayri meşru olduğunu” bizlere aktarır. Son olarak da, temel ihtiyacın karşılanmasına engel veya mani olabilecek herhangi bir şey içermek olarak açıkça tanımlanan insan haklarının ihlalinden bahsedebiliriz. Galtung (1969), muhtemelen, özellikle de küreselleşmenin radikal muhalifleri arasında hâlâ daha çok popüler olan bu fikrin en çok bilinen savunucusudur. Örneğin, Jamil Salmi (1993, s. 17), şiddeti “en geniş anlamıyla bir insan hakkının ihlalini oluşturan ya da insanın temel bir ihtiyacının karşılanmasını engelleyen önlenebilir herhangi bir eylem” olarak tanımlar. Toplumsal ya da siyasi nedenlerden ötürü insanoğlunun aç kaldığı ya da yeterince beslenmediği her an, bu insanları sosyal şiddet mağduru olarak görmenin meşru olduğunu söyleyerek sözlerine devam eder.
Şiddeti, hakların ihlali açısından tanımlamanın cazip olduğu aşikârdır ancak yine, ileri düzeyde yapılan analiz, esas olan en az iki sorunu bu mantık çizgisiyle ortaya çıkarmaktadır. Nadir de olsa, haklar ihlal edilmeden de gerçekleşen şiddet vakaları vardır. Bu, Audi’nin (1971, s. 59) değindiği bir noktadır: “en sıradan vakalarda şiddet, bazı ahlaki hakların ihlaline yol açar [iken] … güreş ve boks gibi herhangi bir ahlaki hakkın ihlali olmadan paradigmatik şiddetin bile gerçekleştiği vakalar da vardır. Bir başka karşı sav ise tüm hakların ihlal edildiği ile ilgilidir. Yaşama hakkı, kişisel güvenlik ve özgürlük gibi temel haklarımızın ihlalinin yanı sıra, şiddete sosyoekonomik haklarımızın ihlalinin de dahil olduğu anlaşılmaktadır. Ancak insan hakları tanımımız ne kadar genişse, şiddet de o kadar yaygın ve kaçınılmazdır. Şiddeti çok sık rastlanan ve dolayısıyla da anlamsız olan bir hale getirerek, hemen hemen her türlü davranışın, bir kimsenin haklarının ihlaline neden olduğu söylenebilir. Joseph Betz’in (1977, s. 341) de belirttiği gibi: “Eğer şiddet, kişiyi ya da kişinin haklarını ihlal etmekse, o zaman tüm toplumsal haksızlıklar bir şiddettir, başkasına yapılan her suç bir şiddet suçu, birinin komşusuna işlediği her günah da bir şiddet eylemidir.
Şiddetin Minimalist ve Kapsamlı Kavramları
Şu ana dek şiddet düşüncesine yaklaşmanın iki farklı yolu incelendi: kuvvet olarak şiddet ve ihlal olarak şiddet. İlk yaklaşım, dar bir şiddet anlayışına götürürken, ikinci yaklaşım daha geniş bir anlayışa yönlendirdi. Şiddetin aşırı ya da yıkıcı kuvvet olarak tanımlanması, şiddet eyleminin neyi oluşturduğu hususunda net sınırların çizilmesinde büyük yarar sağlar, böylece, kötü ya da ahlaki açıdan yanlış olan her şey için şiddet terimini kullanma eğilimi de engellenmiş olur.20 Bu, Norman Geras’ın (1990, s. 22), şiddeti, basitçe “öldürme ya da yaralama, doğrudan zarar verme ya da acı çektirme amacıyla insana uygulanan fiziksel güç” olarak tanımlamayı neden önerdiğini kısmen açıklar. Kasten acı veya yaralanmaya neden olan fiziksel kuvvet anlayışını vurgulayan şiddet tanımları, Minimalist Şiddet Kavramı (MŞK) olarak adlandırılacaktır.21
Genellikle, ana kavramların kesin, kısa ve öz tanımları için uğraşılması tavsiye edilir bu nedenle tamamen analitik bir bakış açısı için MŞK kabul gören bir kavramdır. MŞK ile ilgili şöyle bir sorun vardır ki MŞK, şiddet eylemlerini diğer kişilere karşı kasıtlı, doğrudan, fiziksel eylemlerle sınırlayarak şiddet olgusunun başka birçok önemli boyutunu gözden kaçırmaktadır. Örneğin, Audi (1971, s. 59) şiddet tanımı önerisi gibi, bireylere, hayvanlara ya da mülklere yönelik bir şiddet eyleminin fiziksel ya da psikolojik olabileceğini hatırlatır: “Şiddet, bir insan veya hayvana karşı şiddetli fiziksel istismar veya şiddetli fiziksel mücadele, ya da son derece şiddetli psikolojik istismar veya sert, onur kırıcı psikolojik saldırı; ya da mülkün veya potansiyel mülkün son derece şiddetli, kışkırtıcı veya kasti ve şiddetli yıkımı veya zarar görmesidir.” Audi’nin yaptığı tanımın en önemli özelliklerinden biri, şiddetin psikolojik bir boyutunun olduğunun kabul edilmesidir. Bu, sürekli tehdit ve şiddet korkusu altında yaşamanın yol açtığı psikolojik bozukluğun ülke içindeki şiddeti oluşturan şeyin bir parçası olarak kabul edildiği aile içi şiddete ilişkin artan kaynaklarda özel bir rezonansa sahiptir.22 Benzer şekilde, soykırım mağdurlarından gelen tanıklıklarla ilgili artan kaynaklar da, psikolojik şiddetin, bir şiddet eyleminin en kötü yönü olabileceğini, hatta fiziksel şiddetten bile daha kötü olabileceğini öne sürmektedir.23
MŞK ile ilgili bir başka sorun da en yaygın ve yıkıcı şiddet biçimiyle ilgisiz görünmesidir: yapısal ya da kurumsal şiddet. Galtung (1969), “Violence, Peace, and Peace Research” (Şiddet, Barış ve Barış Araştırmaları) isimli çığır açan makalesinin içinde, bir şiddet eyleminde azmettiricinin kişi ya da kişilere kadar izlenebildiği “doğrudan şiddet” ile başka bir kişiye doğrudan zarar veren herhangi bir kişinin olmayabileceği “yapısal şiddet” arasında ayrım yapar. Yapısal şiddette, şiddet, yapının içinde oluşur ve eşit olmayan bir iktidar ve bunun sonucunda da eşit olmayan yaşam fırsatları olarak ortaya çıkar. Galtung’un da bizlere hatırlattığı gibi, yapısal şiddet doğrudan şiddetten çok daha ölümcül ve yıkıcıdır.24
Şiddet anlayışımızı, ya Audi ya da Galtung’un çizgileri doğrultusunda genişletme girişimi, Kapsamlı Şiddet Kavramı (KŞK) ile ilişkilendirilebilir.25 Daha önce de gördüğümüz gibi, KŞK’yi savunan kişiler, MŞK’nin ötesine geçme konusunda dikkate değer bazı avantajlar olduğunu ileri sürmektedir ancak KŞK’ye dair yüzleşilmesi gereken ciddi sorunlar da vardır. Örneğin, psikolojik bir bileşenin ortaya konmasıyla Audi, sadece daha örtük ve daha az kesin bir şiddet tanımı sunacaktır. Audi’ye göre her psikolojik istismarın şiddet eylemi olmadığı ancak yalnızca “şiddetli” psikolojik istismarın olduğu fakat yine Audi’nin onayladığı, “şiddetli” teriminin tabiatı gereği belirsiz ve hatta belki de sübjektif olduğu doğrudur.26 Benzer bir tabiat problemi, Galtung’un yapısal şiddet kavramını sıkıntıya sokar. Galtung (1969, s. 168) “insanların asıl vücuden ve mental kavrayışları muhtemel kavrayışlarından daha az olsun diye etki altına alındıkları zaman şiddetin meydana geldiğini” açıkladığında, bu tanımın her şeyi içerdiğinin, kapsamının çok geniş olduğunu değerlendiremez. Beklendiği üzere, Galtung pek çok eleştirinin hedefi olmuştur; örneğin fazla kibirli bir tavır takınan Keane (1996, s. 66) şöyle bir eleştiride bulunmuştur: ”(John Galtung’unkiler gibi) ‘insanın kavrayışını engelleyen her şeyden sakınılabilecek’i de dahil eden anlamı genişletme girişimlerini, “insani ihtiyaçların tatminini” sorgulayan ontolojik bir anlayışa dahil eder ve şiddet kavramını “sefalet”, “yabancılaşma” ve “baskı”dan ayırt edilemez kılarak (ayrıca bkz. Coady, 1986) hızlı bir şekilde anlamsızlaştırır.
Tanımlamak için, bir şiddet eylemini oluşturan şeyin sınırlarını çizmek çok önemlidir. Halihazırda bu konuyla ilgili bir anlaşma olmadığı görülmektedir, bazıları daha dar bir kapsam (MŞK) üzerine tartışırken, diğerleri daha geniş bir kapsamı (KŞK) savunmaktadır. Bu tartışma burada çözülemeyecek olsa da, bu tartışmanın ardında, farklı bir nitelikte bir anlaşmazlık olduğunu, yani şiddetin faillerin (kasıtlı, yıkıcı kuvvet olarak şiddet) ya da mağdurların (ihlal olarak şiddet) bakış açısıyla tanımlanmasının gerekli olup olmadığını vurgulamak önemlidir. Ancak kaynaklarda tam olarak keşfedilmemiş alternatif bir yaklaşım, tarafsız bir seyirci veya üçüncü tarafın bakış açısından şiddeti tanımlamaktır.27
Sonuç
Şiddet sorunları, siyasi yaşamın doğru bir şekilde anlaşılması için esas nokta olabilir ancak şiddet kavramı hâlâ daha anlaşılması zor bir kavramdır ve çoğu kez yanlış anlaşılmaktadır. Anarko-sendikalizmin Fransız sosyal kuramcısı Georges Sorel (1961, s. 60) 1906’da şöyle demişti: “Şiddetin sorunları hâlâ daha çok belirsizdir”.28 Bundan 60 yıl sonra Arendt (1969, s. 35), kaleme aldığı yazısında şöyle diyordu: “Sorel’in altmış yıl önce dikkat çektiği nokta o gün ne kadar doğruysa bu gün de o kadar doğrudur.” Bizler, Arendt’in 40 yıl önce söylediği şeyin o zamanlar olduğu gibi bugün de doğru olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sorel’in ve hatta Arendt’in zamanına nazaran, günümüzde şiddete ilişkin çok daha geniş bir görgül vaka çalışması havuzuna ulaşabiliyoruz. Terörizm, sivil itaatsizlik, soykırım, savaş ve devrimler de dâhil olmak üzere pek çok farklı siyasi şiddet biçimi, kendi büyümelerinden ve özellikli alan kaynaklarından yararlanırken, şiddet kavramının felsefi incelemeleri geride kalıyor gibi görünmektedir.29 Şiddet fikrinin ön araştırmasını ele alan bu inceleme makalesi, şiddet hakkında iki düşünce tarzına odaklanmıştır: minimalist yaklaşım şiddeti kasıtlı ve aşırı kuvvet kullanımı olarak görürken, kapsamlı yaklaşım şiddeti bir ihlal olarak görür. Bu iki yaklaşım arasındaki ideolojik ve metodolojik uçurum öyle hiddetli ve kemikleşmiştir ki, şiddetin bir değil de iki tane kavramı olup olmadığı merak konusudur.
Çeviri: Ayşe Nur KURİŞ
DİPNOTLAR
*Bu makalede “violence” kavramı “şiddet”, “force” kavramı bağlamına göre “kuvvet/güç”, “power” kavramı “iktidar” olarak çevrilmiştir. (ç.n.)
1 Bkz. Keane (1996, s. 3): “Soykırım savaşları, yangın bombası atılan şehirler, nükleer patlamalar, toplama kampları, özel kan akıtma cezasının yayılması gibi olaylar göz önünde bulundurulduğunda, daha da fazlasının geleceği beklenen bu yüzyıl kendi payına düşenden fazla planlı ve plansız şiddet gördü.”
2 Bkz. Wolin (1963, s. 20): “Bu yüzyıl, belirli sınıfların, ırkların ve tüm nüfusun, gizli polis, toplama kampları, gaz odaları, çalışma kampları ve hesaplanan “tasfiye” yüzyılıdır.”
3 Şiddet ve yasa arasındaki ilişki için Brady ve Garver’e (1991) bakınız: şiddetin önünü yasalar kesmektedir ancak şiddeti haklı çıkaran ve meşrulaştıran da yine yasalardır. Macfarlane (1974), şiddetin, meşrulaştırıldığı zaman, artık şiddet olmadığını savunur. Şiddet, özellikle de birinin iradesini bir başkasına dayattığı gayri meşru eylemde geçerli olurken, dayatma, kuvvet vakasında meşru kabul edilir. Macfarlane’e göre devletler, şiddet değil, kuvvet uygular.
4 Bkz. Ladd (1991); Hardin (1995); Hall ve Whitaker (1999); Summers ve Markusen (1999); Barkan ve Snowden (2000); Tilly (2003); Conteh-Morgan (2004).
5 Yakın zamanda şiddet üzerine yayımlanan düzenlenmiş ciltler içerisinde Apter (1997); Turpin ve Kurtz (1997); Besteman (2002); Worcester, Bermanzohn ve Ungar (2002); Stanko (2003); Scheper-Hughes ve Bourgois (2004b) de vardır.
6 Şiddetin tek, evrensel, çok amaçlı hiç bir teoriye uygun olmadığı iddiası için ayrıca bkz. Stewart ve Strathern (2002).
7 Şiddet eylemleri ve şiddet olayı arasındaki önemli ve çoğunlukla ihmal edilen ayrım için, bkz. Harris (1980).
8 Şiddetin neden kötü olduğu için bkz. Bufacchi (2004); neden yanlış olduğu için bkz. Perry (1970); Wells (1970); Nielsen (1981); MacCallum (1993).
9 Bu araştırmanın kapsamını daha kuramsal nitelikteki kaynaklarla sınırlamaya karar vermem görgül araştırmalar üzerine bir şikâyetname olarak yorumlanmamalıdır. Aslında Gurr (1989, 1993) ve Fearon ve Laitin (1996, 2000) dahil olmak üzere bu gelenekte bazı seçkin eserler vardır.
10 “Şiddet”i “güçlülük” ve “saldırganlık”tan ayırmayı amaçlayan felsefi bir analiz için bkz. Bäck (2004).
11 Coady (1986) dışında ayrıca bkz. Graham ve Gurr (1969); Nieburg (1969); Audi (1971); Gotesky (1974); Geras (1990); Keane (1996); Steger (2003).
12 Ladd (1991, s. 27) “yıkıcılığın şiddetin özü olduğunu” söyleyecek kadar ileri gider.
13 Kastiyet, Miller (1971) ve Coady’nin (1986) şiddet tanımında da merkezi bir rol oynamaktadır. Karşı bir argüman için bkz. Audi (1971).
14 Keane (1996, s. 66–7), şiddeti, grupların ve/veya bireylerin başkalarının bedenleri üzerinde istenmeyen fiziksel müdahalesi olarak tanımlamaktadır; bu da, şok, çürükler, çizikler, şişlik veya baş ağrılarından kırık kemiklere, kalp krizine, uzuvların kaybedilmesi veya hatta ölüme kadar uzanan bir dizi acıyla sonuçlanır.
15 Simpson (1970), düşmanca bir ortamda, yaralanma da dahil olmak üzere hemen hemen her şeye alışabileceğini, bu yüzden kargaşanın ya da sosyal çürümenin ortasında yetişen birinin, şiddete maruz kaldığının farkında olamayabileceğini savunmaktadır.
16 Robert Paul Wolff (1969), şiddetin aksine kuvvetin, ahlaki açıdan tarafsız olduğunu savunur, Holmes (1973), şiddet kavramının, tanımı gereği yanlış olmamasına rağmen, değerlendirici olduğunu öne sürer Garver (1973), şiddet kavramının ahlaki bir kavram olduğunu iddia eder.
17 Arendt’in iktidar bakımından şiddet analizi de pek inandırıcı değildir. İlk olarak, Arendt bize iktidarın insanın birlik halinde hareket etme yeteneğine tekabül ettiğini söyler. Bu epey ilginçtir. Eğer iktidarı, Weberci terimlerde, direnişe rağmen sonuç elde edebilme olarak tanımlarsak, devamında bu iktidar, gruplara olduğu gibi, tek bir bireye de eşit derecede uygulanır. İkinci olarak, Arendt, iktidarın kendinde bir amaç, şiddetin ise doğası gereği araçsal olduğunu söyler. Yine bir bilmece karşımıza çıkıyor. İktidar neden kendinde bir amaçtır? Barry’nin (1989) de belirttiği gibi, kendinde bir amaç olarak iktidar arzusu, belki de içsel olarak tatminkâr olduğu için, çoğu kez abartılmaktadır. Çekincelerime rağmen, Arendt’in şiddet analizi hâlâ daha çok etkilidir. Bkz. Bar On (2002).
18 1973 yılında Garver, ilk kez 1968’de yayınladığı “What Violence Is” adlı orijinal makalesini gözden geçirerek düzenledi ve genişletti. Bkz. Garver (1968, 1973).
19 Garver, kişinin kendi vücudu üzerinde hakka ve özyönetim hakkına sahip olduğunu savunur, Holmes (1971, s. 112), şiddetin vücutsal olmayan tarafını önemle belirtmesine rağmen (“birisine şiddete uygulamak … onu, bu kavramın merkezinde olan mental zarara uğratan, insan olarak küçük düşürmektir”), Garver’inkine benzer bir fikri savunmaktadır. Ayrıca bkz. Scheper-Hughes ve Bourgois (2004b).
20 Audi (1974, s. 38), sıkıntının, “adaletsizlik” gibi başka bir ad altında ele alınabileceği ve daha iyi tanımlanabileceği zamanlarda duygusal olarak yüklü “şiddet” kelimesinin kullanımına karşı uyarır: “hastalığın yanlış adlandırılması, yanlış ilaç kullanımına ya da ilacın hiç olmayışına sebebiyet verebilir”. Platt (1992) benzer bir noktaya işaret eder. Lee (1996, s. 79–80), karşı argümanını şu sözlerle belirtir: “haksız bir mevcut durumun hem suçlusu hem de koruyucusu büyük ölçekte ahlaki hatalar yapabilir, bunlardan sadece biri için en sert kınayıcı ifade tarzını saklayarak bu noktanın örtbas edilmesine izin vermemeliyiz”. Ayrıca bkz. Lee (1999).
21 Minimalist Şiddet Kavramı, Coady’nin (1986) şiddetin “sınırlandırılmış” tanımı için ne dediğini, Grundy ve Weinstein’ın (1974) “gözlemsel” tanım olarak adlandırdığı şeyi ve Platt’ın (1992) şiddetin “betimleyici” kavramı olarak neyi tanımladığını tekrar eder.
22 Ülke ve aile içi şiddet hakkındaki çok sayıda kaynağa dair genel bilgi için bkz. Breines ve Gordon (1983); French, Teays ve Purdy (1996); Daniels (1997); Bar On (1998).
23 Guatemala soykırımının temsili bir vaka çalışması olarak ele alınması, bkz. Zur (1998); Green (1999); North ve Simmons (1999).
24 Ayrıca bkz. Garver (1973); Galtung (1996); Lee (1996); Curtin ve Litke (1999). Galtung’un şiddet ve barış çalışmalarına katkısına genel bir bakış için bkz. Lawler (1995).
25 Kapsamlı Şiddet Kavramı, Coady’nin (1986) şiddetin “geniş” tanımı için ne dediğini, Grundy ve Weinstein’ın (1974) “genişleyen” tanım olarak adlandırdığı şeyi ve Platt’ın (1992) “polemik” kavramı olarak neyi tanımladığını tekrar eder.
26 Aynı zamanda, “şiddetli psikolojik taciz”deki “şiddetli” teriminin “aşırı fiziksel kuvvet”teki “aşırı” teriminden daha muğlak olup olmadığı tartışmalıdır.
27 Bu alternatif perspektifi geliştirmeye yönelik bir ön girişim için, bkz. Bufacchi (2005).
28 Sorel için, bkz. Kral (2003); Jennings (1985); Roth (1980).
29 Felsefenin tarihindeki şiddetin anlamını inceleyen, Fransızcadaki mükemmel bir antolojinin varlığından bahsetmeye değer. Hélèle Frappat’ın (2000) editörlüğünü yaptığı La Violence, Plato, Machiavelli, Spinoza, Hobbes, Rousseau, Kant, Hegel, Engels, Nietzsche, Sorel, Schmitt, Freud, Benjamin, Weber, Foucault, Arendt ve Derrida gibi Avrupa düşünce tarihindeki alışılagelmiş kişilerden ilgili esasları yineler. Her bir esas, kısa bir girişten önce gelir ve cildin sonunda, okuyucu şiddete ilişkin on dokuz anahtar terimin kısa bir felsefi analizini bulur. Genel olarak, bu, şiddet üzerine yazılmış İngilizce kaynaklarda büyük bir eksikliği kazara açığa çıkaran son derece yararlı bir kitaptır.
KAYNAKÇA
Apter, D. E. (ed.) (1997) The Legitimization of Violence. Basingstoke: Macmillan. Arendt, H. (1969) On Violence. New York: Harcourt.
Audi, R. (1971) ‘On the Meaning and Justification of Violence’, in Jerome A. Shaffer (ed.), Violence. New York: David McKay Company, pp. 45–99.
Audi, R. (1974) ‘Violence, Legal Sanctions, and Law Enforcement’, in S. M. Stanage (ed.), Reason and Violence: Philosophical Investigations. Oxford: Blackwell, pp. 29–50.
Bäck, A. (2004) ‘Thinking Clearly about Violence’, Philosophical Studies, 117 (1), 219–30. Bar On, B. (ed.) (1998) Women and Violence. Bloomington IN: Indiana University Press.
Bar On, B. (2002) The Subject of Violence: Arendtean Exercises in Understanding. Lanham MD: Rowman and Littlefield.
Barkan, S. and Snowden, L. (2000) Collective Violence. Needham Heights MA: Allyn and Bacon. Barry, B. (1989) ‘Is It Better to be Powerful or Lucky?’, in B. Barry, Democracy, Power and Justice: Essays in Political Theory. Oxford: Clarendon, pp. 270–302.
Bates, R. H. (2001) Prosperity and Violence: The Political Economy of Development. New York: W.W. Norton.
Besteman, C. (ed.) (2002) Violence: A Reader. Basingstoke: Palgrave Macmillan.
Betz, Joseph (1977) ‘Violence: Garver’s Definition and a Deweyan Correction’, Ethics, 87 (4), 339–51.
Brady, J. and Garver, N. (eds.) (1991) Justice, Law and Violence. Philadelphia PA: Temple University Press.
Breines, W. and Gordon, L. (1983) ‘The New Scholarship on Family Violence’, Signs: Journal of Women in Culture and Society, 8 (3), 490–531.
Bufacchi, V. (2004) ‘Why is Violence Bad?’, American Philosophical Quarterly, 41 (2), 169–80. Bufacchi, V. (2005) ‘Violence, Acts and Omissions’, in F. O’Murchadha (ed.), Understanding Violence: Philosophical Approaches to an Ubiquitous Phenomenon. London: Pluto, forthcoming.
Coady, C. A. J. (1986) ‘The Idea of Violence’, Journal of Applied Philosophy, 3 (1), 3–19.
Conteh-Morgan, E. (ed.) (2004) Collective Political Violence: An Introduction to the Theories and Cases of Violent Conflict. London: Routledge.
Curtin, D. and Litke, R. (eds) (1999) Institutional Violence. Amsterdam: Rodopi.
Daniels, C. (1997) Feminists Negotiate the State: The Politics of Domestic Violence. Lanham MD: University Press of America.
Dewey, J. (1980) ‘Force, Violence and Law’ and ‘Force and Coercion’, in Jo Ann Boydston (ed.), John Dewey, The Middle Works, 1899–1924, Volume 10: 1916–1917. Carbondale IL: Southern Illinois University Press, pp. 211–15 and pp. 244–51.
Fearon, J. and Laitin, D. (1996) ‘Explaining Interethnic Cooperation’, American Political Science Review, 90 (4), 715–35.
Fearon, J. and Laitin, D. (2000) ‘Violence and the Social Construction of Ethnic Identities’, Interna- tional Organization, 54 (4), 845–77.
Frappat, H. (ed.) (2000) La Violence. Paris: Flammarion.
French, S. G., Teays, W. and Purdy, L. M. (eds) (1996) Violence Against Women: Philosophical Perspectives. Ithaca NY: Cornell University Press.
Galtung, J. (1969) ‘Violence, Peace and Peace Research’, Journal of Peace Research, 3, 167–91. Galtung, J. (1996) Peace by Peaceful Means. London: Sage.
Garver, N. (1968) ‘What Violence Is’, Nation, June 24, pp. 817–22.
Garver, N. (1973) ‘What Violence Is’, in A. K. Bierman and J. A. Gould (eds), Philosophy for a New Generation. Second edition. New York: Macmillan, pp. 256–66.
Geras, N. (1990) ‘Our Morals’, in N. Geras, Discourses of Extremity. London: Verso, pp. 21–58. Gert, B. (1969) ‘Justifying Violence’, The Journal of Philosophy, 66 (19), 616–28.
Gotesky, R. (1974) ‘Social Force, Social Power, and Social Violence’, in S. M. Stanage (ed.), Reason and Violence: Philosophical Investigations. Oxford: Blackwell, pp. 145–79.
Green, L. (1999) Fear as a Way of Life: Mayan Widows in Rural Guatemala. New York: Columbia University Press.
Grundy, K. W. and Weinstein, M. A. (1974) The Ideologies of Violence. Columbus OH: Merrill. Gurr, T. (ed.) (1989) Violence in America. Two volumes. Newbury Park: Sage.
Gurr, T. (1993) Minorities at Risk: A Global View of Ethnopolitical Conflicts. Washington DC: United States Institute of Peace Press.
Hall, H. and Whitaker, L. (eds.) (1999) Collective Violence. Boca Raton FL: CRC Press.
Hardin, R. (1995) One for All: The Logic of Group Conflict. Princeton NJ: Princeton University Press.
Holmes, R. L. (1971) ‘Violence and Nonviolence’, in J. A. Shaffer (ed.), Violence. New York: David McKay Company, pp. 101–35.
Holmes, R. L. (1973) ‘The Concept of Physical Violence in Moral and Political Affairs’, Social Theory and Practice, 2 (4), 388–403.
Honderich, T. (1989) Violence for Equality. London: Routledge.
Honderich, T. (2002) After the Terror. Edinburgh: Edinburgh University Press.
Honderich, T. (2003) Terrorism for Humanity: Inquiries in Political Philosophy. London: Pluto. Jennings, J. (1985) Georges Sorel. Basingstoke: Macmillan.
Keane, J. (1996) Reflections on Violence. London: Verso.
King, P. (2003) Fear of Power: An Analysis of Anti-Statism in Three French Writers. London: Frank Cass.
Ladd, J. (1991) ‘The Idea of Collective Violence’, in J. Brady and N. Garver (eds), Justice, Law and Violence. Philadelphia PA: Temple University Press.
Lawler, P. (1995) A Question of Values: Johan Galtung’s Peace Research. Boulder CO: Lynne Rienner. Lee, S. (1996) ‘Poverty and Violence’, Social Theory and Practice, 22 (1), 67–82.
Lee, S. (1999) ‘Is Poverty Violence?’, in D. Curtin and R. Litke (eds), Institutional Violence. Amster- dam: Rodopi, pp. 5–12.
Macfarlane, L. (1974) Violence and the State. London: Nelson.
MacCallum, G. (1993) ‘What is Wrong with Violence’, in M. Singer and R. Martin (eds), Legislative Intent and Other Essays in Law, Politics and Morality. Madison WI: Wisconsin University Press, pp. 235–56.
Miller, R. (1971) ‘Violence, Force and Coercion’ in Jerome A. Shaffer (ed.), Violence. New York: David McKay Company, pp. 9–44.
Nieburg, N. L. (1969) Political Violence: The Behavioral Process. New York: St. Martin Press. Nielsen, K. (1981) ‘On Justifying Violence’, Inquiry, 24, 21–57.
North, L. and Simmons, A. (eds.) (1999) Journeys of Fear: Refugee Return and National Transforma- tion in Guatemala. Montreal: McGill-Queen’s University Press.
Nozick, R. (1974) Anarchy, State, and Utopia. Oxford: Blackwell. Perry, C. (1970) ‘Violence – Visible and Invisible’, Ethics, 81 (1), 1–21.
Platt, T. (1992) ‘The Concept of Violence as Descriptive and Polemical’, International Social Science Journal, 44 (2), 185–92.
Pogge, T. (1991) ‘Coercion and Violence’, in J. Brady and N. Garver (eds), Justice, Law and Violence.
Philadelphia PA: Temple University Press, pp. 65–9.
Riga, P. D. (1969) ‘Violence: A Christian Perspective’, Philosophy East and West, 19, 143–53.
Roth, J. J. (1980) The Cult of Violence: Sorel and the Sorelians. Berkeley CA: University of California Press.
Salmi, J. (1993) Violence and Democratic Society. London: Zed Books.
Scheper-Hughes, N. and Bourgois, S. P. (eds) (2004a) Violence in War and Peace: An Anthology. Oxford: Blackwell.
Scheper-Hughes, N. and Bourgois, S. P. (2004b) ‘Introduction: Making Sense of Violence’, in N. Scheper-Hughes and S. P. Bourgois (eds), Violence in War and Peace: An Anthology. Oxford: Blackwell, pp. 1–30.
Simpson, E. (1970) ‘Social Norms and Aberrations: Violence and Some Related Social Facts’, Ethics, 81 (1), 22–35.
Sorel, G. (1961) Reflections on Violence. New York: Huebsch. Stanko, E. (2003) The Meanings of Violence. London: Routledge.
Steger, M. and Lind, N. (eds) (1999) Violence and Its Alternatives: An Interdisciplinary Reader. New York: St Martin’s Press.
Steger, M. (2003) Judging Nonviolence: The Dispute Between Realists and Idealists. London: Routledge.
Stewart, P. J. and Strathern, A. (2002) Violence: Theory and Ethnography. London: Continuum. Summers, C. and Markusen, E. (eds) (1999) Collective Violence. Lanham MD: Rowman and Littlefield. Tilly, C. (2003) The Politics of Collective Violence. Cambridge: Cambridge University Press.
Turpin, J. and Kurtz, L. (eds) (1997) The Web of Violence: From Interpersonal to Global. Urbana IL: University of Illinois Press.
Varese, F. (2001) The Russian Mafia: Private Protection in a New Market Economy. Oxford: Oxford University Press.
Van den Haag, E. (1972) Political Violence and Civil Disobedience. New York: Harper and Row. Wade, F. C. (1971) ‘Comments and Criticism on “On Violence” ’, Journal of Philosophy, 68 (12), 369–77.
Waldenfels, B. (2000) ‘Aporien der Gewalt’, in M. Debag, A. Kapust and B. Waldenfels (eds), Gewalt: Strukturen, Formen, Repräsentationen. München: W. Fink, pp. 9–24.
Waldenfels, B. (2005) ‘Violence as Violation’ in F. O’Murchadha (ed.), Understanding Violence: Philosophical Approaches to an Ubiquitous Phenomenon. London: Pluto, forthcoming.
Weinberg, L. and Rapoport, D. (eds) (2001) The Democratic Experience and Political Violence. London: Frank Cass.
Wells, D. A. (1970) ‘Is “Just Violence” Like “Just War”?’, Social Theory and Practice, 1 (1), 26–38. Wolff, R. P. (1969) ‘On Violence’, The Journal of Philosophy, 66 (19), 601–16.
Wolin, S. (1963) ‘Violence and the Western Political Tradition’, American Journal of Orthopsychiatry, 33, 15–28.
Worcester, K., Bermanzohn, S. A. and Ungar, M. (eds) (2002) Violence and Politics: Globalization’s Paradox. London: Routledge.
Zur, J. (1998) Violent Memories: Mayan War Widows in Guatemala. Boulder CO: Westview Press