Şirin de Sinan da Burada…

Barış ve özgürlük diyen, bu nedenle katledilen vicdanlı insanların anısına, saygıyla…

Küçüklüğünüzden beri annenizden, babanızdan ve yakın çevrenizden dinlediğiniz, üstelik kahramanlarınızdan olmuş birini, hatta onun da yakınlarını bir kitapta görseniz ne yaparsınız? En hafifinden duygulanır, kulağınızda kalan hatıralara dönersiniz. Peki, bunlardan bazıları ya o kitapta yer alıyorsa? İnanılmaz bir heyecanla tekrar tekrar okursunuz…

Sinança, benim için böyle bir kitap. Şirin Cemgil, Sinan Cemgil’i, kendisini ve yakınlarında bulunan insanları anlatmış; Taylan Cemgil bunları derlemiş. Kitabın satırlarında ve sayfalarda yer alan fotoğraflarda da pek çok isim geziniyor.

ŞİRİN, SİNAN VE TAYLAN…

Yıllar öncesinden bir anıyla gireyim konuya: 2001’in Kasım ayı. Adnan Cemgil ölmüş, o sıralar İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okuyorum. Bana “zor bir bölüm seçmişsin” diyen Adnan Amca için bir anma organize etmeye uğraşıyoruz arkadaşlarla. Son aşamadayız, her şey tamam gibi. Programı bir kez daha gözden geçirmek üzere “etkili” ve “yetkililerin” yanına gittiğimizde “Maalesef size yer tahsis edemeyeceğiz” yanıtıyla yüzleşiyoruz. “Buradan mezun olmuş, çevirilerini bize okuttuğunuz, hatta özellikle önerdiğiniz Adnan Cemgil’i anmayacak mıyız?” dediğimizde, alaycı bir gülümsemeyle “görüşme bitti” diyor zevat. Tüm programı iptal etmek zorunda kalıyoruz haliyle. Davetlilere karşı mahcup oluyoruz ama hepsi anlayışla karşılıyor. Çünkü bu muameleye alışkınlar… O anma etkinliğinin içeriği dokunmuş olabilir “yetkililere”; keza sadece Adnan Cemgil anılmayacak, Sinan Cemgil ve onunla beraber bağımsızlık isteyen, mücadele eden, öldürülen ve sürgüne yollanan bir sürü isim konuşulacaktı.

Sinança‘nın yayımlanacağını duyduğum gün, yalnızca 2001’deki o anma çabamızı değil, 1970’lere, 1960’lara dek uzanan ve hep dinlediğim gerçekleri de hatırladım. Başkaları için bunlar hikâye olabilir… Fakat anılar asla hikâye değil. Sinança bunun güzel bir örneği.

Kitap, safi bir aşkın ve 68’in ortasındaki isimlerin bulunduğu, “şu oldu, bu yaşandı” gibi beylik cümlelerin yer almadığı bir tarihin anlatımı. Şirin Cemgil’le Sinan Cemgil’in birbirine, Taylan Cemgil’in annesine yazdığı, yazamadığı, yolladığı ve yazıp da yollayamadığı mektuplar da var kitapta. Bu yüzden Sinança yaşanmış, yaşanmamış ve yaşanma olasılığı bir ara kendini var etmiş tarihin açığa çıkışı aynı zamanda. Belki de bu olasılığı, Şirin Cemgil’in şu cümlesi en iyi şekilde özetliyor: “Siyasi sürgünlük yalnızca bir ‘gurbete düşme’ değil. Herkesten, her şeyden sökülüp alınma, zorla koparılma (…) Çocuğundan (…) Dostlarından (…) Anadilinden (…) dinlediğin plaklarından, şarkılardan, türkülerden, okuyup şerh düştüğün kitaplardan sökülüp alınma.”

Şirin Cemgil’i özlemle dolduranın, Sinan’ın yokluğu olduğu da görülüyor satırlardan; Sinan Cemgil sevgili, arkadaş ve dost… Pek çok sıfat yakıştırılabilir belki ama en anlamlısı ve hepsini kapsayanı yoldaş. Bir evin kenarında köşesinde bulunan veya ortalıkta salınan ya da anlatılıp kayda geçirilenleri; bu yoldaşlığı, Taylan Cemgil büyük bir özenle saklayıp bir araya getirerek bugüne ulaştırmış.

Şirin Cemgil’in yazdıkları, 1970’lere dokunmadan geçmiyor elbette. Bir yanda Türkiye’nin tarihi akıyor, öbür yanda Şirin’in, Sinan Cemgil’le birlikteliği ve ona olan özlemi… Kitap, tüm bunların ayrı düşünülemeyeceğini belletmeye uğraşıyor sanki. Sinan’a dert yanmalar da var orada, Şili ile Arjantin’den ve dünyanın dört bir yanındaki mücadelelerden izler taşıyor satırlar. Araya giren Taylan Cemgil’in, kamerayı zaman zaman bugüne çevirip yaşananları kendi gözünden anlattığı sahneleri de unutmayalım; böylece anıların üç kolu birleşiyor.

PİRÜPAK İKİ İNSAN

Şirin Cemgil’in anlattıkları, kimine uzak kimine yakın gelen Türkiye’nin tarihinden parçalar barındırıyor. Bazılarına göre kesin bir ifadeyle “dün” ama bazılarımıza göre hep bugün olan gerçekler onlar.

Şirin ve Sinan Cemgil’in hayatını anlamamızı sağlayacak şey ise emek. Sadece birlikteyken değil, ayrı olduklarında ve sonra Şirin Cemgil’in tek başına da sürdürdüğü bir gelenek bu. Kitabın hemen her yerinde bundan örnekler bulunuyor. O geleneğin dayandığı güçlü zemin insancıllık ve bu, Sinan’ı da Şirin’i de kendisi yapan bir özellik.

Sinança, ilk bakışta Sinan Cemgil’e bir ağıt veya özlem gibi görünebilir ama yalnızca bu değil. Kitapta Şirin Cemgil’in hayatından kesitler de söz konusu. Dolayısıyla Sinan’ınki de. Şirin Cemgil, derdini kimi anlarda roman havasında kimi anlarda mektupvari bir içtenlikle ortaya koyuyor. Pirüpak iki insan ve hayat var karşımızda. Buna siyasi mücadele, fikir ayrılıkları ve yoldaşlık da dahil. Hal böyle olunca başkalarının diline dolanan bir hikâye ama Şirin ve Sinan’ın yaşadıklarını okuyoruz Sinança‘da. Özellikle de devrimci bir kadınla adamın başından geçenleri, duygularını, hayata bakışlarını ve yaşayışlarını… Tabii TİP’i ve FKF’yi, yolu oradan geçen isimleri de… İşte tüm bu tarih, Şirin ve Sinan Cemgil’in tanışmasından birlikteliğine, fikir ve hayat arkadaşlığı ve yoldaşlığına uzanan sürecin yansıması bir taraftan da. Dahası, Şirin Cemgil’in hem kendine hem de Sinan’a bakışı ve orada gördükleri. Kısacası Şirin ve Sinan Cemgil’in pek bilmediğimiz ve merak ettiğimiz tarihi…

BULUŞAN KUŞAKLAR

Sinança‘nın bir başka özel yanı, devrimci mücadelenin soyağacını çıkarması. Bu anlarda devreye tanıdık başka yüzler de giriyor: Nazife ve Adnan Cemgil… Cezaevine gidip gelen, henüz bir çocuk olan Sinan Cemgil’e babasının yazdığı mektuplar ve Nazife Cemgil’le Sinan’ın, Adnan Cemgil’i bekleyişi…

Mesela Taylan Cemgil’in, annesinin mektuplarına mimler koyup açıklamalar yapışı gibi Şirin Cemgil de Nazife ve Adnan Cemgil’in mektuplarının ardından, yıllar sonra Sinan’a notlar yazarak sesleniyor. Böylece bu dört isim; bu iki kuşak ilginç bir şekilde buluşuyor.

Şirin Cemgil’in, kendisi ve Sinan Cemgil’i anlattığı her satır, 1960’ların ve 1970’lerin umut dolu bazı anlarının da çerçevesini çiziyor. Yoğun tartışmalar, hazırlıklar, eylemler, fikir mücadeleleri ve partinin hemen her günü kaplayan gönüllülük ve bağlılık esasına dayanan çalışmaları… Bilinçli zaman atlamaları, Şirin Cemgil’i o günlere götürürken, birdenbire kitabın yazıldığı tarihlere de getiriyor. Yani iki zaman iç içe geçiyor.

Birbirine yazmaktan keyif alan, beraber yaşamaktan ve düşünmekten mutluluk duyan iki insan Şirin ve Sinan; verdikleri mücadele de bunun merkezinde yer alınca, aşklarının büyüklüğü de gün yüzüne çıkıyor.

Sık tekrarlanan bir söz var ya “Zor zamanlardan geçiyoruz” diye; Şirin Cemgil’in satırları bu lafın içini tam anlamıyla dolduruyor. Gerek dönemin politik ve sosyal ortamı gerek ekonomik durum, bu ifadede karşılığını buluyor.  Elbette isimler farklılaşsa da mantığın değişmediği kimi uygulamalara da değiniliyor. Bir örnek: “Sosyal Bilgiler kitabından dolayı polise götürülen mi ararsın -neymiş, kitabın isminde ‘sosyal’ geçiyormuş- ya da bir polis baskınında Anti-Komünist Yayınlar kitabına el konulmasına itiraz edip ‘ama o anti-komünist’ diyen kitap sahibine görevlinin, ben ‘anti manti anlamam, içinde komünist lafı geçiyor mu geçmiyor mu ona bakarım’ deyip kitaba el konulmasını mı ararsın? Bu arada eski komünist takiplerinden bize anlatılanlar da işin cabasıydı. Polis raporlarından bazı cümleler: Kuzeye döndü, bir sigara yaktı ve Bolşevik fikirler düşünmeye başladı…”

BÜYÜK VE NEŞELİ BİR AŞK

Tabii çoğu zaman bu kadar trajikomik değil her şey. Sinan Cemgil, yazdığı bir mektupta Behice Boran’ın kendisine anlattığı ayrıntıları Şirin Cemgil’e aktarıyor: “Bugün bir de konferans verdik okulda. Behice Boran konuştu. ‘Devletler Hukuku Açısından NATO’ idi konusu. Her zamanki gibi çok iyiydi. Beraber döndük evine. Yolda, meclisteki maskaralıkları anlattı. Gerçekten çok gülünç, hazin olduğu kadar. Bizimkiler en ciddi sorunlar üzerine konuşurken, bağımsızlıktan söz ederken, adamlar gülüyorlarmış, laf atıyorlarmış…”

Sinança‘da, Şirin ve Taylan Cemgil, hem bir boşluğu hem de dolu dolu yaşanmış yılları anlatıyor. Büyük ve neşeli bir aşktan, teker teker kayboluşa kadar gelen bir tarih bu. Barış diyen insanların bugünlerde bombalarla öldürüldüğü Ankara’da, o tarihlerde Şirin ve Sinan Cemgil’in de yer aldığı bağımsızlık ve sosyalizm hareketinin filizlenişi de var Sinança‘da.

Kitapta adı geçenlerden pek çoğu bugün aramızda değil. Ancak hemen hemen hiçbiri unutulmadı; mücadeleleri, hayata kattıkları ve bize bıraktıkları hafızamızda. Sadece dönüp oraya bakmamız gerekiyor. Çünkü hâlâ nefes alıp veren, “umutlu olun” diye fısıldayan bir geçmiş bu. O nedenle Şirin de Sinan da burada…

Her şeyi topladığımızda insanlığı, dostluğu, hakiki aşkı ve yoldaşlığı anarken bir dolu isimle beraber Şirin’i ve Sinan’ı, Nazife Teyze ve Adnan Amca’yı da hatırlamalı. Şirin Cemgil’in satırlarıyla ve Taylan Cemgil’in emeğiyle hayat bulan Sinança‘yla hepsine selam olsun…

 

Şirin Cemgil, Sinança, Yayıma Hazırlayan: Taylan Cemgil, Ayrıntı Yayınları, 570 s.9