“Soma ilk değil, bu gidişle son da olmayacak!”

13 Mayıs 2014’te Soma’da meydana gelen “katliam” sonrasında yönetenlerden yönetilenlere her kesim, tabiri caizse “bu kadar da olmaz ki!” duygusuyla ve bir duyarlılık diliyle kendisini ifade etmeye çalıştı.

Oysa Soma, göz göre göre gelen iş cinayetlerinin katliama dönüşmüş örneklerinden biriydi. Kamuoyunu oluşturan dinamikler ve güçler, iş cinayetlerinde duyarlılık süresini ve içeriğini, hayatını kaybedenlerin sayısıyla ve ortaya çıkan trajediye orantılayarak alaka düzeyini kurmakta. Alaka böyle kurulunca “iş cinayetleri son bulsun” ya da “iş cinayetlerine dur” diyebilmek iyi niyetle söylenmiş bir temenni ve naif bir tutumun ötesine geçmemekte.

Her gün  3 ila 8 işçinin, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için çalışırken hayatını kaybettiği bir ülkede yaşıyoruz. Üstelik bu rakamlar akut hadiseler kaynaklı iş cinayetlerini ifade ediyor. Bu rakamlara meslek hastalıkları dâhil değil. Çünkü meslek hastalığının tespiti ve buna bağlı hayat kaybının ispat edilebilmesinde önemli sorunlar bulunmaktadır. Aslında kamuoyunun “kot kumlama işçileri” dolayısıyla bildiği ve öğrendiği meslek hastalıkları gerçeği her gün, her işte farklı risk oranlarıyla yaşanmaya devam etmektedir. Akut olandan farkı zamana yayılarak “cinayetin” gerçekleşmesidir. Hal böyleyken yalnızca akut iş cinayetlerinde Türkiye’de ortalama her yıl dört Soma meydana gelmektedir. Türkiye’nin “iş cinayetleri”nde  dünya ve Avrupa ölçeğindeki karnesi ortada, bilmeyen yok. Bu kadar bilinir olan bir durum karşısında etkili mücadele süreçleri geliştirilmedikçe “Somalar olmasın” ya da “Son olsun” demenin karşılığı ne kadar var, düşünmek gerek.

Tablo bu kadar vahimken iki yol önümüze çıkıyor: Ya “işin fıtratında var” demek ve “kader” saymak ya da  işçilerin çalışırken hayatlarını kaybetmemeleri için gereken etkili ve caydırıcı mücadeleyi dert edinmek.

Tabii burada soruları çoğaltmak mümkün. Bu makale, etkili ve caydırıcı bir mücadele sürecinin iş cinayetlerindeki bu tabloyu önemli düzeyde geriletebileceği inancıyla yazılmıştır.

1- İş cinayetlerindeki bu tablo yasal mevzuat eksikliklerinden mi kaynaklanmaktadır?

Hayır. Mevcut yasal mevzuat hükümlerinin (uluslararası sözleşmeler, kanun, yönetmelik, tüzük) uygulandığı çalışma koşullarında söz konusu “iş cinayetleri”nin %98’i meydana gelmezdi. Dolayısıyla yasal mevzuat eksikliği savı geçerli değildir. Yeterli bulmayabiliriz, ancak mevcut tabloyu değerlendirirken “işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerine dair gerekli düzenlemeler yok da cinayetler bundan kaynaklanıyor” demek, olsa olsa işverenlerin ve denetimden sorumlu kurumların sığındığı bir savunma mekanizması olabilir. Geçersiz bir savunmadır. Mevcut durumu değerlendirmek ve çözümlemek ile her sektör ve iş bakımından işçi lehine “güvenlik ve sağlık” tedbirlerini güncellemeyi ayırmak gerekir.

2- “İş kazaları”na, iş cinayeti demek abartılı bir yaklaşım mıdır?

Hayır. Yaşananı “cinayet” olarak nitelemenin çeşitli yasal ve nesnel gerekçeleri vardır. Sorumluluk en genel anlamıyla; “kanundan, sözleşmeden ve yapılan işin tehlikelilik halinden” doğmaktadır. “Kaza” diye niteleyebilmemiz için “öngörülebilir” ve “önlenebilir” olmaması, “kaçınılmaz” nitelikte olması gerekmektedir. Oysa gerek her olay özelinde gerekse genelleme yaparak söyleyebiliriz ki, yasal mevzuat her sektörün hususiyetlerine göre işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri yönünden asgarinin üzerinde bir düzenleme niteliğine sahiptir. Aynı zamanda bu düzenlemelere uyulup uyulmaması, düzenlemelerin gereğinin yerine getirilip getirilmemesi işveren keyfiyetine bırakılmamıştır. Bu tedbirlerin alınıp alınmadığına yönelik denetim organizasyonu ve mekanizmaları mevcuttur. Sorun işverenin kazanç hırsı nedeniyle işçinin yaşam hakkını ihlal etmekte bir beis görmemesi ve gereklilikleri yerine getirmeyi bir maliyet unsuru olarak değerlendirmesidir. Diğer yanıysa denetim sorumluluğu olanların etkili, yaygın ve caydırıcı bir denetim pratiği ortaya koymamasıdır.

Bu koşullarda meydana gelen olayı “kaza” ve “ölüm” gibi ifadelerle değerlendirmek olağanlaştırıcı bir dili temsil etmektedir. Şayet yasal mevzuatta ve denetim sırasında ortaya çıkan riskleri gidermeye dönük tedbirler alınsaydı bu elim hadiseler olmayacaktıysa, geriye bu durumu karşılayan tek bir sözcük kalmaktadır: CİNAYET. Cinayetin çalışma kaynaklı olduğunu ifade edebilmek açısından da karşılayabilecek kavramın İŞ CİNAYETİ olması bu nedendendir. Bakın Marmara Park AVM inşaatında, İstanbul Esenyurt’ta, 11 işçinin yanarak hayatını kaybettiği hadiseye. Yasal mevzuat hükümlerine uyulmadığı gibi, olayın öncesinde inşaat alanında organize edilmiş olan iş güvenliği kurulunun toplantılarında da yangının meydana geldiği çadırlara dair tespit edilen eksiklikler giderilmediği için bu tablo ortaya çıkmıştır. Ya da Davutpaşa (İstanbul), Milas-Güllük (Muğla), Ostim-İvedik (Ankara), Kozlu (Zonguldak), Karadon (Zonguldak), Elbistan (Afşin), HES inşaatları, Bayram Otel (Van), Arka Sıradakiler dizi seti (İstanbul), Özel Doğa Hastanesi (İstanbul), Tuzla Tersaneleri (İstanbul) ve daha niceleri… Hepsinin dava dosyalarındaki belgeler, olayın oluş şekli, çalışma ortamının organize ediliş biçimi ve yasal mevzuat hükümlerini yan yana getirdiğiniz zaman, bu koşullarda sürdürülen çalışmanın işçilerin yaşam hakkının ihlaliyle son bulmasının an meselesi olduğunu açıklıkla görmek mümkün. O zaman bu tabloyu “iş kazası” ya da “işçi ölümü” gibi ifadelerle nitelendirmek hadisenin ne oluş haline ne hukuki nitelemesine ne de emekten yana bir düşünme biçiminin muhakemesine uyar. Uymayacaktır.

Nitekim Soma bütün bu süreçlerin daha görünür ve daha vahşi kanıtı niteliğindedir.

3- Kapitalizm koşullarında, işçilerin sendikasız ve taşeron uygulamasının da bu kadar yaygın olması dikkate alınca iş cinayetlerine dair bir tablo kaçınılmaz mıdır?

Hayır. Zihniyet olarak kapitalizm aklı akut iş cinayetini reddeder. İşçiyi sevdiğinden değil, rasyonel bulmadığından. Mecburi çalışmanın ve daha çok kazanç elde etmeye dayalı iş organizasyonu süreçlerinin getirdiği sonuçlar itibariyle, meslek hastalığı nedeniyle oluşan iş cinayetlerini aklileştirmeye çalışır ve görmezden gelir. Dolayısıyla yukarıda adlarını zikrettiğimiz ve örnek verdiğimiz davalar bunun açık kanıtı niteliğindedir. Aynı zamanda 2. maddede yasal mevzuat yönünden ifade etmeye çalıştığımız bilgiler bunu kanıtlamaktadır. Yani işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerini önemsiz gören bir yöneten tutumu, yasal mevzuatı gelişkin kılmayacağı gibi mevcut olanın uygulanmasında da istekli davranmaz. Öncelikli sorun yasal mevzuat hükümlerinin çalışma hayatında pratik karşılığının oluşturulması ve uygulanmasına dairdir. Taşeronlaşma, örgütsüzlük ve mevcut  sendikal örgütlenmelerin içinde bulunduğu tutumsuzluk;  vahimleştirici, yaygınlaştırıcı ve ağırlaştırıcı  bir etkiye sahiptir. Tek başına sendikasızlık dersek, o zaman Soma’daki sendikayı ve grevi ertelenen cam işçilerinin dünyasındaki yaygın meslek hastalığına karşı bugüne kadar aktif tutum geliştirmemiş sendikanın durumunu açıklayamayız. Sanki bütün iş cinayetleri taşeron işverenin çalışma ilişkisinden gerçekleşiyormuş gibi bir değerlendirme de doğru değildir. İşçilerin en genel anlamıyla örgütsüzlüğü ve asıl işin parçalara ayrılarak taşeronlar eliyle gördürülmesi işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin o işyeri ve o iş üzerinde gerektiği gibi yerine getirilmemesinin ve ihlalin çoğalmasının nedenlerinden sayılabilir.

Şayet nedenlerini doğru teşhis etmezsek varacağımız yer; kapitalizm var oldukça iş cinayetlerinin bu kadar yaygın olmasının normal olarak algılanmasıdır. İşçiler sendikasız oldukça ve taşeron sistem bulundukça yine iş cinayetleri tablosunun böyle olması normaldir. Varılan bu sonuçlar, olağanlaştırıcı ve tehlikeli bir değerlendirmelerdir.

4- İş cinayetleri davalarında yargılama süreçlerini bu kadar önemli kılmak gereksiz  ve abartılı bir tutum mudur?

Hayır. Her iş cinayeti davasının hakkıyla sahiplenilmesi; adını, sayısını, yerini bilmediğimiz onlarca işçinin hayatını çalışırken kaybetmemesine bir katkıdır. Yani her iş cinayeti davasında işveren vekiliyle ve taşeronla sınırlı olmayan işin sahibinin/sahiplerinin, denetim görevi olanların sanık olarak yargılanmaları önemlidir. Ancak bu önemi fark ettiğimizde ve kamuoyuna da  ettirebildiğimizde  caydırıcı sonuçlarının oluşması mümkündür. Şöyle düşünelim, sahipsiz kalmayan ve layığıyla ilgilenilen her iş cinayeti davası, kapitalizm vahşetinin ve gayrı insaniliğinin fotoğrafı niteliğindedir. Kapitalizmi karakterize edici yüzlerce analizden ve sözden daha gerçektir. Bu gerçeğin anlaşılması ve müsebbiplerinin faillik durumunu ortaya koymak en gerçek bilgidir. Tek başına gerçeği ortaya koymak yetmemektedir.  Yine hepimiz biliriz ki; mutlak bir adalet tanımı mümkün değildir. Bu tanımın mümkün olmaması yukarıda belirttiğimiz gerçek bilgi ışığında faillerin tespiti ve yargılanması sürecini önemsizleştirmez. Aksine daha önemli hale getirir. Yine açıktır ki; bu bilgiler ışığında tespit edilen faillere en üst sınırdan ceza verilse dahi “adalet arayan işçi aileleri” dünyasında tatminkâr bir sonuç meydana gelmesi mümkün değildir. Neticede gideni geri getirmemektedir. Ve ceza tayini, hukuk sisteminin içerdiği düzenlemeler dairesinde gerçekleşmektedir.

Gerçek bilginin her iş cinayetinde ortaya çıkarılması bir yanıyla kimin, neden ve niye sorumlu olduğuna dair toplumun her kesimi tarafından anlaşılabilecek bir değerlendirme ve algılama zemini sunacaktır. Diğer taraftan bu bilgiye dayalı olarak etkili bir yargılamanın savunucusu olmak ise mevcut hukuk sisteminin iş cinayetleri bakımından kendini sınamasına neden olacaktır. Ya gözü kapalı “Hadisenin fıtratında var” deyip geçecek ya da kendisini bağlı sayması gereken yasal mevzuat hükümleri çerçevesinde bu bilgiyi değerlendirecektir. Yargılamada bu bilginin değerlendirilmesi demek tabiri caizse “bir musibetin bin nasihatten” daha etkili olması durumudur. Ve illaki işçinin yaşam hakkının ihlaline dayanmaktadır. Bu halin bile geride kalan işçiler dünyasına etkilerini izleyebilmek mümkündür. Örneğin; Ostim-İvedik (Ankara) davalarında ailelerin ısrarlı takibinin yansıması Organize Sanayi Bölgesi (OSB) yönetimlerinin 16 maddelik sıkıyönetim ilanına, Davutpaşa (İstanbul) davasındaki ısrarlı takip süreci, Davutpaşa’da işyeri ve ruhsat denetleme sayısının yüz misli artmasına, Marmara Park AVM (Esenyurt) davası sonrasında inşaat işlerinde işçilerin barınma yeri olarak çadır kullanılmasının yasaklanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla yargılama süreçlerinin açık bir toplumsal dava düzeyinde ele alınmasının ve etkin takibinin öncelikle o iş cinayeti özelinde sonuçlar doğuran ve  diğer taraftan çalışmaya devam eden işçilerin hayatları bakımından potansiyel olarak olumlu bir tesirinden söz etmek mümkündür. Bu davaları sahiplenme tutumu, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin geride kalanlar için daha etkin kılınması amacına hizmet etmektedir. Diğer yandan da yapanın yanına kâr kalmamasıdır. Ve tabii aynı zamanda da mevcut hukuk sisteminin yazılı kuralları ile uygulaması arasındaki işçiler aleyhine, işveren lehine olan mesafenin kapatılması mücadelesidir. Mevcut yasal düzenlemelerin ve uygulayıcılarının işçiyi koruyormuş, adaleti tecelli ettiriyormuş gibi oluşturduğu ya da oluşturabileceği yanılsamaların açığa çıkarılması  sürecidir.

5- Emeğin çıkarlarını savunmak ve mücadele konusu etmek üzere kurulu organizasyonların sahiplenmesine ve gereğini yerine getirmesine rağmen mi bu tablo devam etmektedir?

Hayır. Bu kadar etkin, yaygın ve sebatkâr takibin asgari gerekleri bile yerine getirildiğinde sonuçlarının  bugünkü gibi olmayacağı aşikârdır. Dolayısıyla yapılmayandan hareketle,  bir şeyi “Yapsak da değişmez” gibi gerekçelerle olağan kılmanın anlamı da, âlemi de yoktur. Neticede varoluş ve kuruluş nedenlerini takdim ettikleri sözlerini, taahhütlerinin gereğini yerine getirmek kendi inandırıcılıkları ve samimiyetleri açısından önemli bir durumdur. Eğer sendikalı işçi sayısı %3 civarında kalıyorsa, bu %3’te de örgütlü olan sendikalara dair beyaz, sarı, kırmızı, yeşil tartışması bitmiyorsa, işçinin çıkarına olanın ve bunda taraf olup olmamanın gerçek pozisyonuna sahip olmamaktandır. Ayrıca emekçilerin sayısının çokluğuna rağmen kendi çıkarları etrafında, emekçilerin bir türlü örgütlenmeyi ve birlikte davranmayı başaramamasını kronik bir problem olarak yüzlerce sayfayla, yüzlerce toplantıyla konuşmaya ve çözmeye çalışılıyorsa, üstelik iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin yakınlarının adalet çığlığına rağmen kendine çıkaracak vazife bulamıyorsa, sorunun kaynağı tam da burada. Üstelik sadece olayın gerçekleştiği günle sınırlı bir tepkinin sahibiyse, eh doğal olarak etkisi de, sonuçları da bu kadar olur. İnanarak etkili bir tutumla taraf olmak; gerek iş cinayetleri davalarındaki yargılama süreçleri bakımından gerek yeni iş cinayetleri olmaması bakımından, gerek sorumluların yargılanması bakımından, gerek çalışma hayatındaki işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin güncellenerek etkili biçimde alınması bakımından, gerek örgütlenmekle işveren karşısında kendi yaşam hakkını savunmak arasındaki illiyetin işçi dünyasında kurulabilmesi bakımından, gerekse de emekten ve emekçiden yana iddia sahiplerinin inandırıcılığı bakımından elzemdir.

Bu tutum ya da tutumsuzluk, ailelerin hissiyatını ve yargılama süreçlerini etkilemekle sınırlı kalmamaktadır. Davalardaki uzman kişi niteliğiyle görev yapan bilirkişi heyetlerinin mevzuyu ele alışına da sirayet etmektedir. Uzmanlığın ve akademinin, işçi aleyhine ve işveren kayırmacı tutumunu güçlendirmektedir. Nitekim, Bilirkişi Raporlarının yargılama süreçlerinde önemi ortada iken, mevcut durumda tam bir arsızlık pratiği sergilenmektedir. Bilimsel bilgiyi de, vicdanını da bu davalarda kenarda bırakan “pespayeliği” unutmamak, unutturmamak davalar ölçeğini aşan bir etkiye ve sonuçlara sahiptir.

Nitekim benzer bir durum da, parayla mütalaa verme modası içinde tutum alan akademik titre sahip uzmanlar için de geçerlidir. Kamusal olanaklarla eriştiği bilgi ve uzmanlığı, parayı verene göre ‘görüş yazmaya çeviren’ bir aklın, üniversitede öğretim üyeliği yapmasının varın diğer sonuçlarını düşünün.

6- Yasal mevzuat hükümleri ortadayken yargılama süreçleri sadece iddia eden savcılar, karar veren hâkimlerle mi sınırlıdır?

Hayır. Ceza davalarında da, tazminat davalarında da mahkemelere yardımcı olmak üzere görüşlerine başvurulan bilirkişilik müessesesi adaletsiz sonuçların önemli bir nedenini oluşturmaktadır. Bunun anlamı açıktır. Bilirkişi heyeti görevlendirmeleri uzmanlardan ve akademiden oluştuğuna göre, bu raporlar işçiyi kusurlu göstermeye kadar varan ve bütün sorumluların eksiksiz tespit edilmesini sağlamayan nitelikte çıkıyorsa varın siz bilim ve akademi dünyasının halini düşünün. Burada üretilen ve taşınan bilginin karakterini düşünün. Dolayısıyla iş cinayetlerinde adalet mücadelesinde ısrarcı olmak yukarıda ifade ettiğimiz sonuçların yanı sıra uzmanlığa ve bilimselliğe dayalı üretilen bilginin de niteliğini, etiğini sorgulamaktır. Bu sorgulama başta üniversiteler olmak üzere, öncelikle kendini topluma karşı yükümlülük altında hissetmesi gerekenlerin aksi tutumlarını sorgulamak ve açığa çıkarmak işlevine de sahiptir. Bu durum ise bilimin, bilimsel bilginin ve bunun üretim süreçlerinin sahiplenilmesi, dönüştürülmesinin önemine işaret eder.

7-  ‘‘Yargılama süreçlerindeki ısrarın olumlu sayılabilecek neticelerinin ortaya çıkması mümkün değildir’’ görüşü doğru mudur?

Hayır. Mevcut hukuk sisteminin iş cinayeti davalarında ve diğer hak-adalet merkezli mücadelelerin beklentilerine uygun karşılıklar verdiğini söylemek zor tabii ki. İşletilen ve yazılı dayanakları olan bu işleyişini de çeşitli mekanizmalar aracılığıyla yerine getirmeye çalışan hukuk sistemini bir bütün olarak düşünmek gerekiyor. Bu sistem emeğin ve emekçilerin, haksızlığa uğrayanların yok sayıldığı, gözetilmediği bir içerik ve pratiğe sahipse de, bu ancak etkili bir ilişkiye girerek açığa çıkabilir. Yani mevcut hukuk sisteminin bu niteliklerini bizlerin akli olarak biliyor olması sorunu çözmüyor. Sorun bu hukuk sistemini kendi dünyasında meşru gören ve bir müracaat alanı olarak değerlendiren insanlar nezdinde denenmesi, öğrenilmesi ve sonuçlandırılmasına dayalı bir pratik sürecin icat edilmesi meselesidir. Böyle gerçekleşebildiği oranda mağdurların, haksızlığa uğrayanların ve yok sayılanların kendi deneyimlerinden yola çıkarak o hukuk sistemi hakkında bir kanaatleri oluşabilir. Sahici olan da budur. Böyle ele alınmadığı durumda ortaya iki sonuç çıkmaktadır. Birincisi, bu hukuk sistemi dâhilinde söz konusu davalarda bir sonuç beklemek boşunadır. Uğraşmaya gerek yoktur. İkincisi, bu hukuk sistemi dâhilinde yapılan uğraşlar beklenen sonuçları doğuramayacağı için ortaya çıkan nihayetinde uğraş kapasitesini ve içeriğini formaliteye dönüştürmektir. Her iki durumda da bu mücadelenin öznesi olacak insanlar dünyasında daha yüksek bir politik akıl ve sistem karşıtı bilinç doğuracağı varsayımı geçersiz bir varsayımdır. Nitekim hayat bunu fazlasıyla kanıtlamaktadır. Öyle olsaydı memleketin en muhalif ve en sistem karşıtı kesimleri onlarca yıldır mağduriyet yaşadığı hissine sahip olan emekçiler olurdu. Diğer bir mesele ise dava süreçlerinin sonuçlarının ve yargılama sürecinin kendisinin halen ekmeği için çalışmaya devam eden işçiler-emekçiler dünyasında bir kazanım yaratıp yaratmayacağıdır. Bu kazanımın kendisi aslında ölçülebilir niteliktedir. Reel etkilerini önceki kısımda,  4.maddede açıklamaya çalışmıştık.

Aileler dünyasında ise karşılığı, canını, ciğerini, sevdiğini kaybetmesine neden olan hadisenin gerçeğini bilmesi. Bu bilme haliyle, kendi dünyasında adalet ülküsünü inşa etmesine dayalı mücadele sürecinin öznesi olmasıdır.

8- Davaların avukatlar vasıtasıyla takip edildiği koşullarda aileler merkezli olmasının bir faydası var mıdır?

Evet. Bu tür travmalar göstermiştir ki nedenleri ve niçinleri hususunda bir bilinç durumunun oluşması önemlidir. Ancak yetmemektedir. Çünkü nedenleri ve niçinleri konusundaki farkındalıkla birleşen adalet mücadelesi ülküsü ancak hayatını kaybedenlerin yakınlarının içine kapanık ve kaderci yaklaşımdan başka bir düzeye geçmelerine vesile olabilmektedir. Ki bu düzeyde onların kendi yakınlarıyla birlikte hayatlarını sürdürebilmek konusunda cesaret ve inancı oluşturabilmelerine kaynaklık etmektedir. Dolayısıyla öncelikle sorunumuz iş cinayeti nedeniyle bu acıyı yakinen yaşayan ailelerin bu süreçte kendi varoluş süreçlerine dair hayat kaynağı ve bilinci oluşturmalarıdır. Bu durum insanidir, dolayısıyla politiktir. Diğer yanı ise acının, öfkenin, kederin vekâleti olmaz. Bir özne olarak aileler merkezli adalet mücadelesinin sürdürülmesi tabiri caizse hadisenin “fıtratı” gereğidir.

9- Ailelerin duruşmalara gitmek dışında adalet mücadelelerini etkin kılmak için başkaca geliştirdikleri formlar var mıdır?

Evet. Aileler yalnızca ceza ve tazminat davası süreçlerinin iştirak etmeleri gereken düzeyleriyle sınırlı davranmamaktadırlar. Gerek kamuoyu nezdinde gerek yetkili kurumlar nezdinde doğrudan adalet arayışlarının önündeki engelleri duyurmakta ve girişimlerde bulunmaktadırlar. Bu tutum bazen heyet halinde resmi mercilere gitmek (HSYK, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Valilik gibi), bazen de TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerin grup başkan vekillerini ziyaret etmek biçiminde olabilmektedir. Bunlar dışında; olayın olduğu tarihte yıldönümü etkinlikleri yapmak ve bu etkinliklerin kamuoyuna dönük çağrısını afiş vb. araçlarla duyurarak iş cinayetinin unutulmaması yönünde pratik çabalar sarf etmek, aynı zamanda Davutpaşa patlama ve yangını davasında olduğu gibi ceza soruşturmasının yürütülmesi ve ceza davasının açılmasında idare kaynaklı ihmaller ve geciktirmeler varsa bunu aşmaya ve kamuoyuna duyurmaya dönük etkinliklerde bulunmak gibi yollar üzerinden gitmektir. Nitekim Davutpaşa davasında Cumhuriyet Savcılığı tarafından görevlendirilen bilirkişi heyetinin raporu olaydan 3 ay sonra çıkmış, ceza davası 2,5 yıl sonra açılabilmiştir. Bu süre boyunca aileler Taksim tramvay durağında ceza davası açılana kadar 35 hafta nöbet tutmuşlardır. Bir yandan kendi dava süreçlerinin bilgilerine erişerek hep birlikte takip ederken diğer yandan da iş cinayetleri hususunda duyarlılık oluşturmakta ve tutum almaya davet etmek doğrultusunda çabalar içerisinde olmaktadırlar. Davet edildikleri etkinlik ve toplantılara iştirak ederek bir yandan kendi yaşadıklarını, diğer yandan da geride kalanlar için adalet, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin etkin alınması yönündeki isteklerini dile getirmektedirler.

Sadece kendi davalarını takip edip kamuoyu oluşturma yönünde davet edildikleri toplantılara ve duruşmalara gitmekle sınırlı kalmamakta ve aynı zamanda gündelik hayatları el verdiği ölçüde; adresleri tespit edilebilen, iletişim kurulabilen iş cinayetlerinde hayatlarını kaybeden diğer işçi aileleriyle dayanışmak üzere taziyelere gitmektedirler. (Karadon, Kozlu, Ostim-İvedik, Soma, Eskişehir, Giresun HES gibi.) Bu tutumlarının temel gerekçesi ise yaşadıkları adalet mücadelesi süreçlerinin tecrübesini acı ve adalet arayışı kardeşliği hakikatiyle paylaşmak, onların da adalet mücadelelerinde ısrarcı olmalarına güç ve cesaret vermektir.

Diğer yandan yaklaşık 3 yıldır her 28 Nisan’da  yaklaşık 30 ülkede kabul edilmiş olan “İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü”nün Türkiye’de de  ilan edilmesi için her yıl yürüyüş düzenlemekteler. Bu yıl kanun teklifi haline dönüştürülmesi için TBMM de grubu bulunan siyasi partileri heyet halinde ziyaret ettiler. Ayrıca internette change.org sitesi üzerinden imza kampanyasını (chn.ge/1gyePj4) devam ettirmekteler.

Gerek olmaya devam eden iş cinayetlerine dikkat çekmek, gerekse de davalarındaki gelişmeleri kamuoyuyla paylaşmak için iş cinayetinde yakınını kaybetmiş, adalet mücadelesi sürdürme arzusunda olan ailelerin iştirak edebileceği bir kamusal form olarak her ayın ilk pazar günü saat: 13.00’te İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir saatlik “Vicdan ve Adalet Nöbeti” tutmaktalar. Nöbet yalnızca ailelerin ve nöbet röportajcısı gazetecinin birlikte söyleştiği bir form olarak gerçekleşmektedir. Söyleşi ses düzeniyle  caddeye ve meydana dönük yapılmakta olup öncesinde o ayın iş cinayetleri gündemine dair basın açıklaması okunmakta, iş cinayetleri için hazırlanmış görseller ve fotoğraflar dışında başkaca bir flama taşınması ve slogan atma türü propaganda usulleri kullanılmamaktadır. Ayrıca aileler “Vicdan ve Adalet Nöbeti” saatinden yaklaşık bir-iki saat öncesinde toplanarak o nöbette okunacak basın açıklamasının içeriği ve kimin okuyacağı hususlarında birlikte karar verip nöbet sonrasında hep birlikte mevcut gündemlerini konuşmaktalar. Kendilerini kamuoyunda “Adalet Arayan İşçi Aileleri” olarak ifade etmektedirler. Davutpaşa (İstanbul), Marmara Park AVM çadır yangını (İstanbul), Özel Doğa Hastanesi (İstanbul), Arka Sıradakiler dizi seti (İstanbul), BEDAŞ (İstanbul), Bayram Otel (Van), Milas  Güllük-AKFEN terfi istasyonu (Muğla), Kozlu (Zonguldak), Ostim-İvedik (Ankara) kapsadığı iş cinayetleri davalarıdır. Temmuz 2014 itibariyle 31’inci nöbet gerçekleştirilmiştir.

10- Takip edilen iş cinayetleri davaları hukukçular düzeyi bakımından hangi yaklaşımla ve organizasyon biçimiyle nasıl ele alınmaktadır?

Her iş cinayeti davasının bileşeni farklılaşan bir hukukçular heyeti ile oluşmaktadır. Bu heyet gönüllülük esasıyla teşekkül etmektedir. Birbirini tanıyan ve toplumsal duyarlılıklarını bilen hukukçuların birbirini davet etmesiyle oluşmaktadır. Hazırlık soruşturması aşamasından başlayarak aktif ve her aşamasında kolektif bir işleyişe dayanmaktadır. Sadece resmi olarak vekâlet ilişkisi içerisinde yer alan hukukçuları kapsamamaktadır. Bunun dışında katkı koymak isteyen herkese açık bir formda sürdürülmektedir. Benimsenen temel yaklaşımlar:

a- Ceza ve tazminat davalarını bütünlük içinde ele almak,

b- Her tür hukuksal başvurunun usul ve gerekçelerini birlikte tartışarak ortaklaşmak,

c- Dava süreçlerine ait bütün bilgiyi ailelerle zamanında paylaşmak,

d- Yapılacak hukuksal başvuruların son halini ailelerle paylaşarak görüşlerini aldıktan sonra neticelendirmek,

e- Ailelerin adalet mücadelesini müstakil bir özne olarak sürdürmesini tanımak ve önemsemek,

f- Davalarla ilgili mahkeme ve kamuoyu süreçlerinde temsiliyet gerektiren durumlarda, haberdar kılma ve içerik belirlemede demokratik usulleri sahiplenmek,

g- Her ‘iş cinayeti’ davasının kendine özgü hususiyetlerini göz ardı etmeden, bütün sorumluların etkin biçimde yargılanması inancına sahip olmak,

h- Sorumluların fillerin ceza hukuk yönünden nitelendirilmesinde, davaya esas olan olaya göre değerlendirme yapma nesnelliğini kaybetmeden, en son Yargıtay 12.Ceza Dairesi’nin Kemalpaşa (Bursa) davasındaki bozma gerekçesinde de yer alan, “taksir düzeyini aşan ve olası kast hükümleri uyarınca sorumlu tutulmaları gerektiği” yönündeki mütalaasını temel muhakeme çizgisi olarak görmek,

j- Tazminat davalarını önemsiz görmemek, bugüne kadar ola gelen elem ve kederi sınıfsal-sosyal duruma göre takdir eden yargısal teamülü değiştirme yönünde bir çabayı önemsemek,

biçiminde sıralamak mümkün.

Diğer yandan, bizler  iş cinayeti davalarının bu esaslar ve yeni katkılarla, hukuk camiasında belirgin ve yaygın bir çizgiye dönüşmesi arzusu taşımaktayız. Bu esaslara yakın yönelime sahip, her adalet mücadelesiyle dayanışma içinde olmak ilkesel bir tutumumuzdur.

11- “Adalet Arayan İşçi Aileleri” ve hukukçuları dışında adalet mücadelesi pratiklerinin başka formları ve destek çalışmaları var mıdır?

Evet.  Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ailelerin ve hukukçuların etkinliklerini kolaylaştıran gönüllüler ağı vardır. Kendisini “Adalet Arayana Destek Grubu” olarak adlandırmaktadır. Temel faaliyet pratiklerini ise duruşmaların izlenmesi, basın bülteni hazırlanması, duruşma öncesi basın duyurularının ve davetlerinin yapılması, iş cinayetleriyle ilgili belge ve doküman toplanması, ihtiyaç duyulan görsel ve diğer malzemelerin üretilmesi, sosyal medya kullanımının organize edilmesi ve 2014’te ikincisi basılan İş Cinayetleri Almanağı’nın hazırlanması ve çıkarılması olarak sayabiliriz. Gönüllülük esasına dayanan ve demokratik usuller çerçevesinde işleyen, her geliştirdiği öneriyi ailelerle birlikte tartışarak kararlaştıran çalışma anlayışına sahiptir.

Bütün bu faaliyetler herhangi bir kurumun ya da bağışçının desteği olmadan sürdürülmektedir. Bu süreçler aileler dâhil olmak üzere fiilen içinde yer alan gönüllülerin düşünsel, bedensel ve maddi katkılarıyla sürdürülmektedir. www.iscinayetleriniunutma.org internet sitesinden, sosyal medyada facebook.com/VicdanVeAdaletNobeti ve twitter.com/iscinayetleri sitelerinden takip edilebileceği gibi iki yıldır çıkartılan, İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin raporlarından da yararlanılarak hazırlanan İş Cinayetleri Almanağı’ndan da takip edilebilir.

Bütün gayretlerimiz, adalet arayan işçi ailelerinin ve hala ekmeği için çalışan emekçilerin dünyasında azcık da olsa umutkar olmaya vesile olsun diyedir.