“Tandırlı Konaklar”: TOKİ’ye Karşı Belediye Eliyle Direniş

Bu yazıdan muradımız, 2003 yılından itibaren getirilen yasal düzenlemelerle neredeyse kadiri mutlak bir kurum haline gelen ve kentsel planlama ile inşaat/konut alanlarında hikmetinden sual olunmaz bir konuma yükselen TOKİ’ye karşı verilen mücadelede tekil bir örnek olduğunu düşündüğümüz bir direniş öyküsünü anlatmak. TOKİ’nin çoğu durumda ilçe belediyesiyle ortaklaşa giriştiği kentsel dönüşüm hamlelerinin aksine Mersin Akdeniz ilçesinde, Belediye, halkın yanında yer almış ve TOKİ’ye karşı mücadelede öncü rol üstlenmiş; bu süreçten de -en azından şimdiye kadar oynanan perdelerinden- yengiyle ayrılmıştır. Yazıda, Belediye’nin bu mücadeleyi hangi araçlarla ilmek ilmek dokuduğunu ve yenilmez sanılan TOKİ’nin nasıl geri adımlar attığını anlatacağız; yedi yıllık bu sürecin tüm ayrıntılarının bir makaleye sığmayacağını bile bile…

Mersin’de kentsel dönüşüm, TOKİ ile Mersin Valiliği ile o dönemde her ikisi de CHP elinde olan Mersin Büyükşehir Belediyesi ve Akdeniz Belediyesi arasında Çay-Çilek-Özgürlük mahallelerinde “Mersin Akdeniz Kentsel Yenileme (Gecekondu Dönüşüm) Projesi”ne ilişkin bir ön protokolün 6 Mart 2008 tarihinde imzalanmasıyla kent gündemine girdi. TOKİ’nin, “artık Mersin de çağdaş bir görünüm kazanacak”, “siz istediniz biz geldik” sloganlarıyla kent kamuoyuna duyurduğu proje, kentin merkezdeki dört ilçesinden en doğuda ve en yoksul olan Akdeniz ilçesinin, o dönemde en doğusunda yer alan bölgedeki[1] üç mahallede yapılacaktı. Sözkonusu bölgenin iki önemli özelliği bulunmaktadır: birincisi, bu mahalleler birbirine komşu olup Mersin-Adana karayolu boyunca yer tutmuş sanayi alanlarına -özellikle de limana ve Serbest Bölge’ye- bitişik emekçi yerleşimleridir; ikincisi, 1990lardan itibaren yoğun bir şekilde yaşanan zorunlu iç göç dalgasıyla oluşmuş ve nüfusunun ezici çoğunluğu Kürt olan mahallelerdir. Protokol metninde “gecekondu ve çarpık yapılaşma alanlarının tasfiye edilerek” TOKİ tarafından konut yapımı yolu ile çağdaş standartlarda kentsel bir alan oluşturulmasının amaçlandığı belirtiliyordu. TOKİ’nin basın açıklamasında verilen bilgiye göre, bu proje kapsamında, proje alanlarında yaşayan hak sahiplerine mevcut durumları esas alınarak yine kendi bölgesinde konut veya ticarethane edindirilmesi amaçlanmıştır. Bu nedenle, alanda bulunan hak sahiplerine ait yapılar yıkılmadan boş alanlarda konut üretimi planlanmıştır.

Protokolün imzalanmasını takip eden haftalarda konu Akdeniz Belediye Meclisi’nin gündemine geldiğinde, muhalif partilerden DTP’ye mensup meclis üyeleri, konunun kendilerinde yarattığı rahatsızlığı dışavuran bir muhalefet şerhi verdiler. Belediye Meclisi kentsel dönüşüm gündemiyle toplantı yapar ve yetkileri Başkan’a devretmeyi oylarken, dışarıda protesto eylemleri sürmekte, “Tandıra kalkan eller kırılsın”, “Canımızdan vazgeçeriz, evimizden vazgeçmeyiz” ve “İkinci bir göç yaşamak istemiyoruz” yazılı dövizler dikkat çekmekteydi. DTP’li meclis üyelerinin meclis toplantısındaki muhalefet ifadeleri şöyleydi (Gİ, 06/05/2008):

“Projenin altında başka şeyler olduğunu düşünüyoruz. On binlerce insanın kaygısı giderilmeden böyle bir proje hayata geçirilemez. Encümen kararında Çay-Çilek-Özgürlük mahalleleri için ‘tasfiye’ kelimesi kullanılıyor. Tasfiyenin anlamını hepimiz biliyoruz. Yok etmek, yerinden etmek, temizlemek anlamlarına geliyor. Projede mahalle sakinlerinin haklarının korunup korunmayacağı konusu muğlak.”

“Bu 3 mahalle projenin ilk etabına yer alıyor, ikinci etapta da Güneş, Şevket Sümer, Hal ve diğer Kürt nüfusun ağrılıklı olduğu mahalleler yer alıyor. İmzalanan protokolde adı geçen mahallelerde konut yapılacağı yönünde ifadeler yer almıyor. Bu mahallelerdeki yapılanmayı gecekondu evler, sac tip evler diye düşünüyorlar, oysa buradaki evlerin yüzde 80’i 2-3 katlı ve tapulu evlerdir.”

Bu ilk imzalanan protokolde, proje kapsamındaki Özgürlük mahallesi sınırları içinde yer alan Tırmıl mevkiinde, mülkiyeti Belediye’ye ait olan bir alanın TOKİ’ye verilmesi ve burada stok konutlar yapılması öngörülmekteydi. Sözkonusu toplantıda, CHP’li Başkan oluşan eleştirilere şu şekilde karşılık veriyordu (Gİ, 06/05/2008):

“Bu bir deneme, ön çalışmadır. Kentsel dönüşüm projeleri hazine arazileri üzerinde uygulanır. TOKİ yetkilileri Mersin’e gelecek, bizler de mahalle sakinleri ve muhtarlarla buluşacağız. Bu iş vatandaşa rağmen yapılmayacaktır. Çünkü bu mahallelerdeki araziler hazineye değil, vatandaşlara ait araziler.”

AKP’li bir meclis üyesi ise şöyle diyordu (Gİ, 06/05/2008):

“Proje özünde güzel bir projedir, ancak varsa hatalar birlikte düzeltelim. Buraları hazine arazisi değil, tapulu yerler. Sizlerin, mahalleli insanların rızasıyla yapılabilecektir. Önce Tırmıl’daki araziye 500-1000 adet konut yapılacak. Sonra mahallelere gidilip insanlarla anlaşılacak. İnsanlar kabul ederse, gelir yerleşirler, etmezlerse değil Vali, feriştahı bile gelse, hiç kimse hiçbir şey yapamaz.”

DTP’li üyelerin şerhi de şu şekildeydi (Gİ, 06/05/2008):

“Belediyemiz sınırları içerisinde bulunan Çay, Çilek ve Özgürlük mahallelerinde 6.700.000 metrekarelik alanı kapsayan ve yaklaşık 10 bin konutun bulunduğu alan üzerinde yapılması öngörülen ‘Kentsel Dönüşüm Projesi’ kapsamında Çay, Çilek ve Özgürlük mahallelerini ‘tasfiye’ etmeyi hedefleyen ve tasfiye edilmesi düşünülen mahallelerin yerine ne yapılacağı belirtilmeyen, mahalle sakinlerinin haklarının korunup korunmayacağı konusunun muğlak kaldığı projenin içeriğinin kamuoyunca tartışılmadığı ve projenin arka planında neler olduğunun bilinmemesi, projeye ilişkin kaygılarımızı arttırmaktadır. Bu proje, insanların iradeleri dışında dayatmacı bir mantıkla yapılmak istendiğinden, modern kentleşme adı altında ilgili mahallelerde yine bir ‘göç’ dalgasının gündeme geldiğini görmek gerekiyor. İnsanların yaşama biçimlerini üretimle olan ilişkileri belirler. İnsanlara eğitim, sağlık ve sosyalleşme alanlarında gerekli hizmetleri götürmeden, salt TOKİ konutlarıyla modernleşmeyi yakalamak da mümkün olmayacaktır. Sonuç itibarıyla bu mahallelerde yaşayan yüz binlerce küçük esnaf mağdur olup işsiz kalacak, stok konutlarla ve söz konusu gerçek konutların bitmesi süreci içinde binlerce çocuk okullarından olacak. Dolayısıyla her zorunlu göç, çocuklar üzerinde bir travma etkisi yaratacaktır. Tüm bunları değerlendirdiğimizde halkın yararına bir şey olmadığından, binlerce ailenin ve esnafın mağdur edileceğinden, bu dosyaya şerh koyuyoruz, itiraz ediyoruz.”

Görüldüğü gibi, kentsel dönüşüm kente ilk giriş yaptığı andan itibaren eleştirilerle ve muhalefetle karşılaştı, bunun en önemli nedeni de seçilen bölgeydi. TOKİ, bu bölgeyi seçmelerindeki esas gerekçe olarak kentin doğu girişindeki bu yerleşim alanının “çağdışı kalmışlığını” ve TOKİ eliyle “çağdaş standartlarda konutlar yaratılmasına duyulan ihtiyaç” olarak ifade etmişlerdi. Bunun yanısıra bir diğer gerekçe de, kentin günden güne büyüyen liman ve lojistik faaliyetleri için duyulan yer ihtiyacı olarak belirtiliyordu.

Proje, ilk gündeme geldiği andan itibaren kentte çok çeşitli tepkilere yol açtı.[2] Bunları anlayabilmek için, seçilen bölgeye biraz daha yakından bakmak gerekir. Akdeniz ilçesi Mersin’in tarihi kent merkezini, liman, Serbest Bölge ve irili ufaklı çoğu sanayi tesisini de içine alan, bilhassa 90lardaki zorunlu göç sonrasında hızla doğu istikamete doğru genişlemiş ve güneydeki tarihsel olarak çoğunlukla Arap Alevi nüfusun ikamet ettiği tarımsal bölgeyi de kapsayan bir merkez ilçesidir. Kentsel yenilemeye konu olan üç mahalle, ilçenin (ve şehrin) Adana çıkışının iki tarafında yer alır; ağırlıklı olarak emekçi Kürt nüfusu barındırır, kentin Batı ilçelerindeki site tipi yüksek katlı yapılaşmanın aksine 2-3 katlı müstakil yapılara ve zengin bir sosyal hayata (tandırlar, taziye evleri, sokak düğünleri…) evsahipliği yapar. Protokolün imzalanmasının ardından, bazı kesimler bu gelişmeyi kentin bu “gelişmemiş”, “çarpık”, “göçle gelen ve bir türlü kent hayatına entegre olamayan nüfusu”nun ikamet ettiği bölgesinin nihayet “modern” bir çehreye kavuşmasının işareti olarak selamlarken, iş çevreleri de ekonomik gelişmenin önünün açılması olarak yorumluyordu. Gelişmeden rahatsızlık duyan kesimlerin hissiyatı ise kaynağını iki nedenden alıyordu: kendisini daha çok demokrat, sosyalist ve emekçilerin yanında tanımlayan bir kesim projenin bariz bir rant kaygısı taşıdığını düşünüyor, ekonomik çıkar uğruna insanların yerinden edilmesine karşı çıkarken, Kürt çevrelerinin önemli bir kısmı ise projenin görünüşteki modernleşme ve ekonomik çıkar kaygılarının ardında yatan esas gerekçenin siyasi olduğunu, amacın bölgedeki Kürt nüfus yoğunluğunu dağıtmak olduğunu söylüyordu. Nitekim 1990’lar boyunca zorunlu göçle Mersin’e yerleşmiş Kürt nüfusun sözcüsü konumundaki Akdeniz Göç-Der açıklamalarında, bu yapılanın zorunlu göç sürecini yaşamış bir halkın ikinci bir zorunlu göçe maruz bırakılması olduğunu ve bu ikinci yerinden edilmeye Kürt halkının kesinlikle boyun eğmeyeceğini duyuruyordu. Bu rahatsızlıklar üzerine TOKİ başta olmak üzere bu KD projesini hararetle sarılan kişi ve kurumlar, genel olarak kentsel dönüşüm, özel olarak da Çay-Çilek-Özgürlük projesini kent kamuoyuna daha iyi anlatabilmek için harekete geçtiler. İlk olarak 28 Mayıs 2008 tarihinde, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’nda TOKİ yetkilileri bir bilgilendirme toplantısı yaptı ve burada, Mersin’de büyük bir kentsel yenileme ihtiyacı olduğundan ve TOKİ’nin bu kente gelişinin çok geciktiğinden bahisle, sözkonusu yaşam alanlarının çağdışı olduğunu ve derhal temizlenmeleri gerektiğini ifade ettiler.

Mersin’de başlatılan bu ilk KD hamlesini tanımlayacak en iyi terimler, sanırız ki “belirsizlik” ve “sürünceme” olacaktır. İlk tanıtımlar ve toplantılardan sonra, uzunca bir süre herhangi bir gelişme olmadı, ve bu “atak-kontratak-sessizlik” döngüsü 2008’den bu yana bir kaç defa yenilendi. Bunda, Doğu-Güney Doğu bölgeleri dışındaki tek BDP/HDP belediyesinin bu ilçede yer almasını da sağlamış olan Mersin’in kendine özgü sosyal ve siyasi yapısının büyük rolü vardır. Her ne kadar, muhtemelen siyasi nedenlerle KD için ilk düşünülen bölge yoğun Kürt nüfusunun ikamet ettiği bölgedeki üç mahalle olsa da -ve iktisadi gerekçelerin de burası için öne sürülmesi mümkün olmuş olsa da-, burada böyle bir projeyi hayata geçirmek kentin kendisini de aşan iç siyasi dengeleri açısından hiç de kolay değildir. Nitekim, görüştüğümüz kişilerden, 2009 seçimleri sonrası Belediye yönetimini devralan DTP (daha sonra BDP) kadrosunda yer almış bir kişi (bundan böyle A. olarak anılacaktır), kendileri yönetimi ele geçirmeseydi de sözkonusu üç mahallede herhangi bir KD yapılmasının mümkün olmayacağını ifade ediyor: “Yönetim CHP’de kalsaydı da o mahallelere girip KD yapamazlardı, o zaman mahalledekiler ve tüm halkımız buna karşı dururdu. Ama yönetim bizde olunca biz belli bir muhalefet yürüttük ve halk da bize güvendi.” (A. ile görüşme, 07/10/2015)

Bu direniş, bir diğer açıdan da KD mücadeleleri içerisinde özgün bir yer tutmaktadır; zira, diğer KD karşıtı mücadelelerde, TOKİ, ilçe belediyesi üzerinden projesini yürütmekteyken, mücadelenin hedefinde bu belediyeler yer almaktaydı. Bir başka deyişle, TOKİ doğrudan vatandaşla karşı karşıya gelmemekteydi. Mersin vakasında ise, Belediye’nin de bu projeye karşı tavır almasıyla işin seyri değişmiş oldu. Bunu yazımızın ilerleyen bölümlerinde süreci anlatırken detaylandıracağız.

2009’da Belediye yönetiminin DTP’ye (bu partinin kapatılması sonrası BDP) geçmesinden sonra, ilk etapta KD projesine yönelik muhalif bir tavır oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Bunda kent içindeki özellikle inşaat sektöründe faaliyet gösteren kişi ve firmaların bu projeden belli bir rant beklentisi içinde olması ve gerek kent kamuoyunda gerekse de Belediye üzerinde bu yönde baskılar kurmasının etkisi vardı. Bu anlamda, Akdeniz Belediyesi Kent Konseyi’nin 2010 yılı başlarında kurulması ve genel sekreterliğine de KD hakkındaki olumlu görüşlerini saklamayan bir müteahhitin getirilmesi düşündürücüdür. Hemen hemen aynı zamanlarda Belediye 2008 protokolüne tarihi kent merkezinde yıpranmış tarihi yapı stoğunu da büyük ölçüde barındıran mahallelerden Kiremithane’nin de dahil edilmesi yönünde bir ek protokol imzalanmasını sağladı, böylece KD’den etkilenecek mahalle sayısı dörde çıkmış oldu[3].

Görüştüğümüz yetkililer,Belediye’nin KD’ye yönelik tavrındaki kırılmanın 2011 yılının Ekim ayında TOKİ’nin Valilik bünyesinde yapılan bir toplantıyla projenin detaylarını taraflarla paylaşması sonrasında ortaya çıktığı ifade ettiler:

“Başkanımız ilk başta KD’ye tam olarak karşı değildi, mahallelerdeki yapı stoğunun düzenleneceğini ve ortaya çıkan ranttan halkın da faydalanacağını düşünüyordu. Ne zaman ki TOKİ projesini detaylı şekilde anlattı, mahallelerde yaşayan insanların evlerinden çıkarılacağını anladı, o zaman ‘Ben halkımı mağdur ettirmem’ diyerek projeye karşı oldu.” (B. ile görüşme, 10/07/2015)

“En başta kimse de, biz de dahil, pek bilmiyorduk KD nedir, nasıl uygulanır… Belediyeye yakın sermaye sahipleri bunun için ciddi baskılar yapıyordu. Sonra araştırdık gördük ki TOKİ’nin projesi tam bir rant projesi ve halkı da tamamen mağdur eden bir proje. Buna karşı durma kararı aldık kendi içimizde ve Başkanımız da tüm yönetimimiz de bunun gereklerini yerine getirdiler.” (A. ile görüşme, 07/10/2015)

Bundan sonraki mücadele sürecinde, Belediye, başka fazlaca örneğini görmediğimiz, yıllar sürecek bir eylemler dizisine girişti. Kanımızca bu mücadeleyi benzersiz kılan üç unsur bulunmaktadır: (1) uzmanların görüşüne başvurulması, saha çalışmaları, çeşitli kesimlerle farklı nitelikte toplantılar; (2) yargı yolunun etkin kullanılması, (3) siyasi değil sosyal boyuta vurgu yapan bir muhalefet.

TOKİ’yi Püskürtme Repertuarı

Belediye, kendi ifadesiyle “katılımcılık ilkesi çerçevesinde”, TOKİ’nin projeyi teslim etmesini takiben ilk olarak bu projeyi değerlendirmek amacıyla STKlar, Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin Üniversitesi’nden konunun uzmanları, TMMOB temsilcileri(Şehir Plancıları Odası, Mimarlar Odası, Harita Mühendisleri Odası, Çevre Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası)katılımının sağlandığı bir toplantı gerçekleştirmiştir. Katılımcılar tarafından TOKİ projesinin uygulanabilir olmadığı, bu sebeple de Akdeniz Belediyesi bünyesinde bir çalışma grubunun oluşturularak halkın katılımının sağlandığı yeni bir alternatif proje hazırlanması gerektiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Akdeniz belediyesi bünyesinde, mimar, şehir plancısı, istatistikçi, jeoloji mühendisi, inşaat teknikeri, harita mühendisi, sosyolog, peyzaj mimarından oluşan 10 kişilik proje ekibi oluşturulmuş ve proje hazırlığına ilk olarak anket çalışması ile başlanmıştır. Proje ekibi tarafından yapılan anket çalışması, Akdeniz Belediyesi’nin alternatif proje çalışmasına yön vermek, temel oluşturmak, halkın, fiziksel-sosyolojik-psikolojik-kültürel ve ekonomik durumunu ölçmek, TOKİ yapıları, sağlıklaştırma, yeni yapılacak yerleşim alanları ve kentin planlanması gibi konularda belediye ve hükümetin hizmetleriyle ilgili önerilerini ve isteklerini tespit etmek amacıyla “yüz yüze anket yöntemi” kullanılarak Çay Mahallesinde 202 vatandaşla görüşülerek yapılmıştır. Anketten çıkan önemli bulgular şunlardır (Özel ve Eker, 2012): görüşülen kişilerin % 87’si göç sonucu gelmiş olup, % 13’ü burada doğmuşlardır; göç edenlerin % 94’ü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan, % 6’sı diğer illerden göç etmiştir ve göç edenler ortalama 25 yıl önce buraya yerleşmiştir; okuma-yazma bilmeyenlerin oranı % 33, ilkokul mezunlarının %39, lise mezunlarının oranı ise % 6’dır; kadınlar ağırlıklı bir oranda ev hanımıdır, erkekler ise % 61 oranında serbest olarak çalışmakta olup işsiz veya yaşlılık vb. durumlardan dolayı çalışamayanların oranları yaklaşık % 23 civarındadır; ortalama aile büyüklüğü 6’dır; % 99’unun arsa tapusu bulunmaktadır; mahalleden ayrılma isteği % 7 olarak tespit edilmiştir; % 94’ü TOKİ yapıları hakkında, yaşam tarzlarına uygun olmaması ve apartman hayatını istememeleri gerekçeleriyle, bir kısmı kalabalık ailelere uygun olmaması, göçe zorlayacağı, küçük olması, gelir durumuna uygun olmaması, komşuluk ilişkilerinin bozulacağı gibi nedenlerle olumsuz düşündüğünü belirtmişlerdir; % 6’sı ise bir kısmı TOKİ yapıları hakkında, hakkının verilmesi durumunda düşünebileceğini, bir kısmı da TOKİ evlerini beğendikleri gerekçesiyle olumlu yanıt vermiştir.

Ankette görüşülen kişiler Belediye’ye de belli bir görev atfetmektedir, zira anket sonuçları mahallelerde çeşitli iyileştirme çalışmaları yapılmasının halk nezdinde gerekli görüldüğü sonucuna ulaşmıştır. % 97’si konutlarında ve çevrede iyileştirme çalışmalarına; yıkım olmaması, park ve yeşil alan sağlanması, düzenlerinin bozulmaması koşullarında olumlu baktıklarını belirtmişlerdir. Belediye’den bu anlamda beklentiler şöyle sıralanmaktadır (Özel ve Eker, 2012):

  • Halkın yanında olmalı, halkı bilgilendirmeli, halkın çıkarlarını korumalı, halkın isteklerine göre hareket etmeli,
  • TOKİ projesine karşı çıkmalı, evlerin yıkılmasına engel olmalı,
  • Yeni sosyal ve kültürel alanlar yapmalı, mahallenin eksiklerini gidermeli,
  • Yıkım yapmadan yapıların fiziki şartlarını düzenlemeli, iyileştirme yapmalı,
  • TOKİ’den önce davranmalı, dönüşümü belediye gerçekleştirmeli.

Görüldüğü gibi, anket kapsamında görüşülen kişiler açısından Belediye’nin bu mücadele içerisinde oynaması gereken rol bir yandan halkın taleplerine uygun düzenlemeler yapmak, diğer yandan da TOKİ projesine direnmektir. Bir başka deyişle halk Belediye’den mücadele sürecinde öncü bir rol üstlenmesini beklediğini ifade etmiştir. Belediye de, vatandaş tarafından kendisine yönelik beklentilere cevap vermek adına çeşitli faaliyetler gerçekleştirmiştir. Bu yazı kapsamında detaylandırmanın mümkün olmadığı bu faaliyetler şöyledir: mahallelerde bilgilendirme toplantıları, broşür dağıtımı, kentsel sağlıklaştırma çalıştayı, kentsel dönüşüme alternatif yaklaşımlar paneli, TOKİ’nin projesine alternatif “kentsel iyileştirme/yerinde dönüşüm” projesinin hazırlanması ve kent kamuoyuna sunumu, bir sokağın bu alternatif kentsel yenileme doğrultusunda düzenlenmeye tabi tutulması… Bu faaliyetler, yarattıkları somut çıktıların ötesinde, bir bölgenin sakinlerinin kendi yaşam alanlarını ilgilendiren bir konuda bilgilendirilmesi ve fikir beyan edebilmesinin sağlanması, konunun geniş bir uzmanlar ve ilgililer grubunun görüşlerine açılması, yerinde dönüşümü öne çıkaran bir alternatifi tüm teknik detaylarıyla dile getirmesi nedenleriyle, çok büyük önem taşımaktadır. Gerek Mersin’den gerekse diğer illerden bir uzman ekibinin her faaliyet içerisinde yer alması, hem Belediye’nin yaptığı işi ciddiyetle yapma iradesinin bir göstergesi olmuş, hem de ortaya çıkan ürünlerin kamuoyu tarafından daha fazla ciddiye alınmasını sağlamıştır. Bir anlamda Belediye’ye ciddi bir meşruiyet kazandırmıştır.

Tüm bu faaliyetler, karşı tarafta da yansımasını bulmuştur. Örneğin 2012’de TOKİ, Emlak Konut GYO, Stratejik Düşünce Enstitüsü ve çeşitli kurumların işbirliğinde “Kentsel Dönüşüm Çalıştayı” düzenlemiş ve bir kitapçık hazırlayarak dağıtmıştır. Akdeniz Belediyesi’nin boykot ettiği bu çalıştayda dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan, “Bizim Mersin’de TOKİ’den en büyük beklentimiz hak sahiplerini mağdur etmeyecek teklif hazırlamalıdır. Mersin gerek aldığı göç gerekse kozmopolit yapısı itibariyle farklı bir kent. O nedenle bugüne kadar yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarından ayrı tutulması gereken bir bölge olduğuna inanıyoruz. TOKİ burada para kazanmaya ve kâr marjına yönelik değil halkın kazanmasına yönelik bir politika gerçekleştirmek zorundadır” demiştir (Gİ, 12/07/2012).

Bu dönemde TOKİ, daha önceki projesini revize ederek yepyeni bir yüzle kamuoyunun karşısına çıkma girişimde bulunmuştur. Bu yeni projede dikkati çeken iki önemli husus vardı. İlk olarak, karşılaştığı muhalefet ve getirilen eleştiriler doğrultusunda TOKİ projesinde önemli değişiklikler yapmıştı: kat sayısını yarı yarıya düşürmüş (Z+12’den Z+6’ya) bina aralarına da “tandır” yerleştirmişti (bazı çatılara asma sardırılmasının öngörüldüğü de ayrıca dikkat çekmekteydi); aslında bir anlamda bükemediği bileği öpmeye çalışmaktaydı. İkinci olarak da, daha önceki projede stok konutların yapılacağı bölge olarak belirlenen ve mülkiyeti büyük ölçüde Belediye’ye ait olan Tırmıl mevki yerine, mülkiyetini ele geçirmekte çok sıkıntı yaşamayacağını öngördüğü bir başka bölgeyi aynı amaç için kullanacağını ilan etmekteydi: ATAŞ Rafinerisi lojman sahası.

Nitekim, Temmuz 2012 tarihini taşıyan bu projenin hemen öncesinde, 2011 yılının sonlarında, TOKİ’nin -muhtemelen gördüğü muhalefet nedeniyle- hızlı hareket etmemesi nedeniyle sürecin sürüncemeye girdiğini gören Valilik TOKİ’ye bir dilekçeyle başvurarak “gerçekleşen yoğun göçün oluşturduğu sanayi, konut, turizm ve tarım alanlarının düzensiz bir şekilde iç içe geçtiği, mülkiyet sorunlarının bulunduğu, sahadaki mühendislik hizmetleri ile desteklenmemiş çarpık, niteliksiz, depreme dayanıksız ve çoğu ruhsatsız olan yapıların yanı sıra otopark alanlarının bulunmaması nedeniyle olası yangın, acil hastalık, kaza, deprem gibi durumlarda ilk yardım araçlarının giremeyeceği dar sokaklardan oluşan yapılaşmanın giderilerek, sağlıklı kentleşmenin sağlanmasına yönelik çalışmaların ivedilikle yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır” demiş ve TOKİ’yi 775 Sayılı Gecekondu Kanunu kapsamında hareket etmeye davet etmiştir. TOKİ de, kelimenin tam anlamıyla ivedilikle hareket ederek, “projenin devamının sağlanması amacıyla 5609 sayılı Kanun ile değişik 775 sayılı Gecekondu Kanunu kapsamında 111.2 hektarlık 3 adet bölgenin Gecekondu Önleme Bölgesi olarak ilanına karar verdi. Hemen ardından da, 29 Aralık 2011 tarihinde Bakanlar Kurulu Çay-Çilek-Özgürlük mahallelerine dair 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesine göre “acele kamulaştırma” kararı alındı. Bu yeni durumda TOKİ yeni bir kartı oyuna sokmuş oluyordu: Büyükşehir ve Akdeniz Belediyelerine bir yazı göndererek acele kamulaştırmanın mahalleleri değil, eski ATAŞ rafinerisinin arazisini kapsadığı açıkladı. Buna göre TOKİ, acele kamulaştırma sürecinde mülkiyetini devraldığı ATAŞ’ın kuzey kesiminde yer alan lojmanlar bölgesinde rezerv niteliğinde konut üretecek, konutlar tamamlandıktan sonra söz konusu üç mahallenin boşaltılması için çalışmalara başlayacaktı; yani ürettiği konutlara yıkılacak bölgedeki hak sahiplerini naklettikten sonra eski yapıları yıkarak yeni konut üretimine geçecekti. 1950lerin özgün mimarisiyle yapılmış olan ATAŞ lojmanlar bölgesi, 2000’li yılların ortalarından bu yana atıl durumda ve kentin doğusunda dev bir yeşil alanın duvarlar arkasına çürümeye terk edilmesi vaziyetindeydi. Nazım İmar Planı’nda sosyal ve kültürel tesis olarak işaretlenmiş olmasına karşın alanın TOKİ’ye devrinin ardından bu kurum alandaki yapıların tehlike arz ettiği gerekçesiyle yıkımlarının elzem olduğunu ileri sürmüş ve projesinde burayı rezerv alanı olarak belirlemiştir.

Belediye’nin mücadele repertuarı içerisinde başarısını sağlayan ikinci önemli unsur olan yargı yolunun daimi olarak kullanılması, bu aşamada daha büyük önem kazandı. Belediye, 2012 yılı içerisinde bir yandan gecekondu önleme bölgesi ilanına ve acele kamulaştırma kararına karşı hızla yürütmeyi durdurma ve iptal davaları açtı; diğer yandan da ATAŞ’ın kültürel miras olarak tescillenmesi için başvuruda bulundu. Bu arada da TOKİ ile yapılmış olan protokolleri “aradan geçen uzun süreye rağmen, TOKİ tarafından, hazırlanan öneri ve projelere ilişkin olarak olumlu ya da olumsuz herhangi bir dönüş ve değerlendirme yapılmaması … sürecin, mahalle sakinleri, belediye yetkilileri ve meslek odalarının katılım ve görüşleri alınmadan, söz hakkı olmadan sürdürülmesi… uyarılara rağmen yanlışta ısrar edilmesi, toptan yıkım yerine geliştirilen ‘yerinde iyileştirme’ projesinin dikkate alınmaması, amacına uygun gelişme ve sonuç kaydetmemesi ve özellikle kamu yararı gözetilmediğinden dolayı” 2013 yılının Şubat ayında tek taraflı olarak feshettiğini duyurdu.

Gecekondu Önleme Bölgesi ilanına açmış olduğu iptal davasında yerel mahkemenin aleyhte kararı üzerine Belediye davayı Danıştay’a taşımıştı; Danıştay, mahkemenin kararını bozdu ve TOKİ’nin dayatmacı edimlerine karşı verilen mücadele açısından örnek oluşturacak bir kararla, Çay-Çilek-Özgürlük mahallelerinde gecekondu önleme bölgesi olarak ilan edilen kısımların gecekondu olmadığına, buraların planlı alanlardan oluştuğuna hükmetti ve “Bu alanlardaki yapıların bir kısmının ruhsatlı olduğu, büyük bir kısmının ise kişilerin kendilerine ait arsalar üzerinde yaptıkları ruhsatsız yapılar olduğu dikkate alındığında, söz konusu alanın gecekondu önleme bölgesi olarak nitelendirilmesine olanak yoktur” dedi. Daha da önemlisi, Danıştay gerekçeli kararında, Gecekondu Kanunu’nun belediye sınırları ile mücavir alanlardaki tatbikatı için TOKİ Başkanlığı’na verilen hak, yetki ve görevlerin ilgili belediyelere devredildiğini, belediyelerin de bu hak, yetki ve görevleri yetkili organları eliyle kullandıklarını belirterek, Büyükşehirlerde bu kanunun tatbikinin, Büyükşehir belediyelerinin koordinatörlüğünde ilçe belediyelerince yapılacağı yönündeki hükme dikkat çekti, bir başka deyişle TOKİ’nin bir bölgeyi gecekondu dönüşüm alanı olarak ilan etmeye yetkisi bulunmadığını gösterdi. Bu netice, KD karşıtı mücadele içerisinde bir mihenk taşı vasfını taşımaktadır; zira, TOKİ hem kendi manevra alanını neredeyse sınırsız genişletecek yasal zemini hazırlayan kanunlardan yararlanmakta, hem de yetkisinin sınırsız olduğu algısına dayanarak zaman zaman yetkisini aşan edimlerde de bulunmaktadır. Mücadeleye girişen yerel aktörler, titizlikle meseleyi yargı düzleminde takip ettikleri ölçüde, esasen bu kurumun yetkilerinin sınırsız olmadığını da kamuoyuna duyurmuş olmakta ve mücadele hattını kuvvetlendirmektedirler.

Buna ilaveten, Belediye ATAŞ yerleşkesinin Kentsel Sit olarak tescillenmesi yönündeki mücadelesinden de kazanımla çıktı: rezerv alanı ilanını takiben -ve hemen akabinde Belediye’nin yürütmeyi durdurma kararı almasına rağmen– yıkım işlemlerine başlayan TOKİ’ye Belediye itiraz ederek alanın tescili için Adana Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna müracaat etmiş, ancak Kurul bu itirazı reddederek sözkonusu yerleşkenin kültür varlığı ya da sit alanı olamayacağı yönünde bir karar vermiş ve yıkıma cevaz vermişti. Belediye de 2013 yılında Adana Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu aleyhine İdare Mahkemesinde dava açmıştı. Akdeniz Belediyesi tarafından İdare Mahkemesi nezdinde açılan dava çerçevesinde alanı inceleyen bilirkişiler, ATAŞ Yerleşkesinin “Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı” bakımından kentsel sit özelliği taşıdığına ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında tescil edilmesi gerektiği görüşüne vardı ve Mersin 2. İdare Mahkemesi de aldığı kararla yerleşkenin yıkılmasına olanak tanıyan kurul kararını iptal etti.

Son olarak, gelelim Belediye’nin mücadelesindeki üçüncü unsur olan, siyasi değil sosyal boyutun vurgulanmasına. Yazımızın başında TOKİ’nin projesinin Mersin’deki Kürt çevreler tarafından siyasi bir örtük amaç taşıdığı düşüncesiyle eleştirildiğini söylemiştik. Gerçekten de o dönemde gerek söz konusu mahalle sakinleri, gerekse Kürt halkının kentteki kanaat önderleri ve siyasi temsilcileri konuyu bu boyutuyla ele alan pek çok açıklama yapmışlardır. Ancak ilerleyen süreçte, özellikle de Belediye içerisinde KD konusunda titiz bir çalışma yürüten ekibin konuya daha fazla vakıf olmasıyla birlikte, meselenin siyasi boyutuna vurgu yapan bir mücadelenin uzun vadede kazanım getirmeyeceğinin anlaşıldığı bu ekipte yer alan kişilerce tarafımıza aktarılmıştır:

“Eğer siyasi boyutta kalınsaydı, bunların tek amacı siyaset, halkın iyiliğini önemsemiyorlar, daha iyi konutlarda oturmalarını istemiyorlar gibi bir söylem meşruiyet kazanacaktı; onlar bizden protestolar, eylemler, yürüyüşler, sloganlar beklediler, biz ise onların bu beklentilerini boşa çıkardık. Uzmanlarla çalıştık, onların önerilerini hayata geçirdik, halkın taleplerini dinledik, farklı bir kentsel dönüşümün mümkün olabileceğini gösteren örnek çalışmalar yaptık, sürekli bilgilendirme ve saha çalışmaları yaptık. Bizim açımızdan halkımızın iyiliğinin en önde geldiğini herkese gösterdik. Ve bu nedenle de halkı kendimize inandırdık. Zamanla biz de kentteki tüm kesimler de KD hakkında daha fazla bilgilendi ve TOKİ’nin projesinin halkı mağdur edecek bir proje olduğu iyice anlaşıldı. Yargı yoluyla da karşı tarafı sürekli olarak sıkıştırdık. Sonunda kazandık, artık o bölgede TOKİ mantığıyla bir KD yapılması mümkün değildir[4].” (A. ile görüşme, 07/10/2015)

TOKİ için yıkılıp bir stok konut bölgesi olarak yoğun bir inşaya sahne olacak şekilde projeye dahil edilen, ancak Akdeniz Belediyesi’nin mücadelesi neticesinde tescillenen ATAŞ lojman alanını bu yazının sınırları içerisinde ele almak mümkün değil; ancak, yapıldığı dönemde özel bir işletmenin lojman yerleşkesini düzenleme mantığını yansıtan önemli bir mimari/kentsel bellek unsuru olmasının yanı sıra bu bölge bugün kentin en yoğun yerleşim dokusu içerisinde kalmış benzersiz bir yeşil alan olarak nice hayalleri beslemektedir. Akdeniz Belediyesi üretmiş olduğu alternatif projede, yıllardır yüksek duvarların ardına gizlenmiş bu vahayı yanıbaşındaki mahallelerin kullanımına açarak bu bölgedeki sosyal donatı, yeşil alan, kültürel-sosyal-sportif tesisler ve özellikle kadınlar için istihdam yaratıcı kursların yapılacağı bir eğitim alanı olarak kullanacağını duyurdu. Bu alanın akıbetine ilişkin yargı süreci halen devam ediyor, yine de, Belediye’nin mezkûr üç mahallede TOKİ eliyle kentsel dönüşüm yaptırmamak yönündeki mücadelesi ve ATAŞ’a dair ortaya koyduğu tahayyül, Cihan Uzunçarşılı Baysal’ın (2012) şu sözlerini fazlasıyla haklı çıkarıyor:

“Akdeniz Belediyesi, markalaşma yarışından başını kaldırıp, insana baktığı için bir alternatif yaratabilmiştir; yaşama geçirilmesi başka bir kentin mümkünatı olacaktır. Rastgele!”

 

 

DİPNOTLAR

[1] Daha ileri tarihte yapılan idari sınır değişiklikleri sonrası o bölge artık en doğuda yer almamaktadır.

[2]wowturkey.com adlı internet forum sitesindeki “Mersin Kentsel Dönüşüm Projeleri” başlığında, konunun gündeme geldiği 2008’den bu yana geçen tüm süreç boyunca aralıklarla yapılan yorumlar, kentteki siyasal iklimi ve çeşitliliği çok net bir şekilde göstermektedir (bu kaynağa dikkatimizi çeken Uzunçarşılı Baysal’ın (2012) Express dergisindeki makalesidir):

“Son 5-6 senedir neredeyse bütün illerde TOKİ ortaklığı ile kentsel dönüşüm projeleri son hızıyla uygulanırken Mersin merkezde bir tek TOKİ yatırımının bile olmaması düşündürücüydü. En sonunda valiliğin önderliği mi oldu yoksa belediyenin bir çabası mı oldu bilemiyoruz ama TOKİ ile kentsel dönüşüm projesi anlaşması imzalandı. Mersin’in tamamen Doğu’dan göç alarak oluşmuş ve inanılmaz pis ve sağlıksız bir ortamda yaşayan insanların bulunduğu Çay, Çilek ve Özgürlük mahalleleri ile kentsel dönüşüme başlanacak, ileriki aşamalarda proje kentin diğer mahallelerine de yayılacak.” (18/03/2008)

“Çok güzel bir gelişme. Artık Mersinimizin harabe yapılardan kurtulması lazım.Umarım jet hızıyla yapılır kentsel dönüşüm projeleri.” (18/03/2008)

[3] İlerleyen yıllarda, 2015’in yaz aylarında yeni bir KD hamlesi, bu bölgeden başlatılacaktır.

[4] 2015 yılının Temmuz ayında Akdeniz ilçesinin bir başka bölgesinde KD hamlesi yapılacağı karara bağlanmış ve kamuoyuna duyurulmuştur, ancak bu, bu yazının kapsamını aşan, ilerleyen dönemlerde değerlendirilmesi gereken yeni  bir gelişmedir. http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/mersin-haberleri/es-baskanlar-baris-ve-bahce-mahallesi-halkina_159716

 

KAYNAKÇA

DEMİRDİZEN, E. (2015) “Kentsel Dönüşümde TOKİ’nin Rolü”, Neden Nasıl ve Kim İçin Kentsel Dönüşüm, DUMAN, B. ve COŞKUN, İ. (der.) içinde, İstanbul: Litera, 453-470.

Güneyde İmece (06/05/2008) “Tandırıma Dokunma”, Zahir Ecer.

Güneyde İmece (12/07/2012) “TOKİ Değil Halk Kazansın”, Abidin Yağmur.

ÖZEL, L. ve EKER, R. (2012), “Kentsel Dönüşüme Alternatif Olarak İyileştirme Projesi”, Akdeniz Belediyesi Planlama Müdürlüğü için hazırlanan yayınlanmamış çalışma.

PENPECİOĞLU, M. (2011) “Kapitalist Kentleşme Dinamiklerinin Türkiye’deki Son 10 yılı: Yapılı çevre üretimi, devlet ve büyük ölçekli kentsel projeler”, Birikim, Sayı: 270, “İnşaat Ya Resulullah”, 62-73.

PEROUSE, J.F. (2013) “Kentsel Dönüşüm uygulamalarında belirleyici bir rol üstlenen Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) belirsiz kimliği üzerine birkaç saptama”, Müstesna Şehrin İstisna Hali, İstanbul: Sel, 81-95.

ŞENGÜL, T. (2013)”Kentsel Dönüşümün Güncel Tarihi, Distopya ve Ütopya”, Bir+Bir dergisi, Nisan.

UZUNÇARŞILI BAYSAL, C. (2012) “Bir Yerinde Kalma Mücadelesi: Çay, Çilek, Özgürlük”, Express, Haziran.