Yeşilin Yolu Vesilesiyle… Bir Siyaset Yapma Biçimi Olarak Altyapı

Bize buraları [yaylaları, meraları, ormanları] kullanmayın demeyin, kullanın ama koruyun deyin. Biz buraları koruyacağız ama kullanacağız da! Ha bu arada eskiden katırla çıktığımız yaylalara da otomobille çıkacağız, bu da bizim hakkımız, kimse kusura bakmasın… Bizim buralarda siyasiler, yol yapacağım der ve oy ister. Yol yapmayacağım diye oy alanı, yol yapmayıp da oy alanı hiç duydunuz mu? Böyle bir şey olabilir mi? Bunu sizin hiç aklınız alıyor mu? (Ekim 2014, Rize’de bir ilçe Belediye Başkanı)

Yeşil Yol eylemleri başlamadan, bundan yaklaşık bir yıl önce, soğuk bir sonbahar günü – ismi bizde saklı kalsın – Rize’nin yaylarınından birinde yeşil yol projesini masaya yatıran bir toplantıdaydım. Toplantının amacı bir çok sivil toplum etkinliğinde olduğu gibi devlet yetkililerini, yerel temsilciler, bölge akademisyenleri, en nihayetinde sivil toplum örgütleri ve mümkün olduğunca sade yurttaşı eşit koşullar altında bir araya getirmek, geleneksel olarak sesi az duyulanlara kamuoyu yaratabilme imkanı sunmaktı. Devlet-i Ali bu katılım katakullilerine yalancıktan da olsa gönül indirmekten çoktan vazgeçtiğinden olsa gerek, davete icabet etmemişti. Bir bildiği olacak ki, devletimiz “katılım neoliberal düzenin rıza alma yöntemidir” minvalli eleştirilere, sağ olsun, gerek bile bırakmamış, 30-35 yöre sakinin ve onları bir araya getiren İstanbullu STK’nın önünde çok övündüğü kendi projesini, Ankara’dan gelen iki genç Turizm Bakanlığı uzmanı dışında, sahipsiz bırakmıştı.

Bu sahipsizlik karşısında meydan doğaldır ki, öncelikli olarak yeşil yolu eleştirenlere kalmıştı. Kimisi günler öncesinden konuşmalarına hazırlanmış katılımcılar aradıkları muhatabı bulamadıklarından dolayı  hayal kırıklığına uğramış olsalar da  yeşil yolu ateşli bir biçimde eleştirdiler; bölgeyi iyi bilmenin de verdiği yerel haklılık hissiyatı ile projenin neden hem mantıksız, hem de zararlı olduğunu anlatmaya gayret ettiler. Ancak yerel olmanın sağladığı meşruiyet ve haklılık imkanı sadece Yeşil Yol karşıtlarının tekelinde değildi. Gün boyu süren toplantıyı başından itibaren vakur bir eda ile dinleyen, şiddetli eleştiri ve tartışmalara hiç karşılık vermeyen ilçe belediye başkanı kendi yerel kozlarını toplantının en sonuna saklamıştı. İktidar partisine mensup, çiçeği burnunda başkan eskilerden açtı bahsi. On yıllarca yayla yollarında çekilenlerden başladı, her yeni sezon yayla patikalarının köylüler tarafından yeniden açılmak zorunda kalmasını hatırlattı, lastik pabuçtan, öküz sırtında yaylaya taşınan mallardan dem vurdu, hastaların ulaşım sıkıntısını anlattı. Ama en vurucu kısmı en sona saklamıştı Başkan: İlçeye kayıtlı nüfus 36.000’di ancak bunun sadece 6.000’i ilçede yıl boyu yaşıyordu. Neredeydi bu geri kalan 30.000? Neden ilçede karınlarını doyuramıyorlardı? Yaylaların kurucu amacı hayvancılığın yerinde yeller de esiyorken, kimsenin kalmak istemediği yerde kalma iradesi gösteren aileler bölgeye ilgi duyan turistinden ekmek parası kazanmaya çalışırken, buna destek olacak bir gayretini baltalamaya kimin ne hakkı vardı?

Söylem ve Arzular Altyapı mıydı, Üstyapı mı?

Başkanın Yeşil Yol’a ilişkin argümanın ve yukarıda bir parçasını alıntıladığım etkileyici tiradın kapitalizm, kırsallık ve turizm üçlüsünün kesişim kümesi üzerine azıcık düşünmüş olanların kolaylıkla alt edebileceği tarzda olduğunu düşünenler çıkacaktır, haklılardır da… Kapitalizm koşullarında tek başına turizmin bir bölgeyi sınıf, köy, statü farkı gözetmeksizin kalkındırabileceği peri masalına artık kimseler inanmıyor sanırım. Kalkınma kitapları ve dergileri turizmin küçük yerleşim birimlerinde nasıl büyük toplumsal ayrımlara sebep olduğu, küçük çiftçilerin kendi müessesesinin patronu olma hayali kurarken, nasıl bir çırpıda servis sektörü emekçisine dönüştüğünün, birden “hip” olan şirin beldelerin nasıl da kendi sakinine yabancılaştığının hikayeleri ile doludur. Kitlesel turizmin kaymağı sadece oyunu oynama kapasitesi olan, yeşil yol gibi projeleri projenin kendisinden bile önce öğrenebilme cevvalliğine sahip sermayedarlar tarafından yenir; tortusu ise bölgenin gündelik hayat akışı üzerine boca edilir. Çok mürekkep yalamışlığa, uzun uzun hakemli dergi karıştırmaya da gerek yok aslında! Birazcık Doğu Karadeniz bilgisi, hatta karşılaştırmalı bir-iki Uzungöl görseli plansız, programsız çağırılan kitlesel turizmin bölgeye ne gibi olumsuz etkiler bırakabileceğini rahatlıkla hesap edebilir.

Elbette bir kaç adım daha ileriye gidilip – ki ben gidilmesinde olayın bizatihi kendi vahametini hafife alma dışında hiç bir mana bulmasam da – Yeşil Yol’un olası gizli gündemleri hakkında spekülasyon yapılabilir, ki bol bol yapılıyor da. Yeşil Yol örneklerine onlarca kez gördüğümüz türden bir yandaş kayırma makinası olabilir. Hatta son düzenlemelerle özel statüsü sizlere ömür mera ve yaylaların bölge dışı sermaye gruplarına açılmasının bir yolu olarak kurgulanmış olabilir. Hatta ve hatta, en çok dillendirilen teorinin de iddia ettiği üzere Yeşil Yol bölgede lisansı alınmış ancak toplumsal tepki yüzünden bir türlü işletmeye geçememiş yüzlerce maden projesi için gözlerden ırak alternatif bir arter niteliği görsün diye icat edilmiş de olabilir. Türk sermayesi ile Türk siyasetçisi ve bürokratı arasında adı konulmamış gönüldaşlık her şeye kadir.

Ancak açıkçası Başkan’ın ilk bakışta tipik bir sağ siyasetçi kurnazlığı ile edilmiş gibi görünen argümanlarının cazibesi üzerine düşünmeyi bu spekülasyonların ikna kabiliyetlerine teslim olmaya tercih ederim. Üstelik böylesi bir alıştırmanın da Yeşil Yol ve benzeri projelere karşı yürütülecek mücadeleleri daha zinde tutacağını düşünüyorum. Neden?

Ne kadar eleştirilmeye yeni yeni başlanmış olsa da kalkınma Türkiye (ve ona benzer ülkelerde), kabul edelim  ki, hala çok popüler ve insanları cezbeden bir rüya. İktidarlar bu rüyayı alıp toplumları disipline etmek, onları sayılabilir, ölçülebilir ve yönetilebilir kılmak için kullanıyor olsalar da, kalkınma ile yapısal ve simgesel şiddet sıklıkla kol kola gidiyor olsa da, yurttaşlar gözünde kalkınma hala olumlu şeylere tekabül ediyor. Bunu sadece soyut bir takım milli ülküler ile açıklamak zorunda da değiliz. Hayata dokunan, dokunması umulan bir ihtimal, yürekleri heyecanlandıran geleceğe dair bir umuttan bahsediyorum. En basit kalkınma projesine, personeline, hatta aracına karşı hissedilen bir heyecan.

Örneğin, bu umudun, bu heyecanın Türkiye (özellikle Doğu Karadeniz) kırsalında somut karşılığı halk arasında kepçe diye bilinen ekskavatördür. Kepçe gelen köy şenlenir, tüm köy – özellikle de genç erkekler – kepçenin peşinden koşar. Kepçeden, güç arazi ve iklim koşullarına inat,  yok yere oraya buraya vurması istenir, kepçe bir kez ortaya çıkınca lüzumlu lüzumsuz ne iş varsa bitirilmek istenir. Kepçe gücü, doğa karşısında hakimiyeti temsil ettiği kadar – özellikle müteahhitliğin anavatanı olan Doğu Karadeniz’de – sınıf atlama ihtimalinin de bir simgesi olur. Belki bir gün kepçe şoförü, hatta kepçe sahibi olunabilir, küçük inşaat işleri altına girilebilir. Kim bilir kepçe ve diğer inşaat araçlarının satıldığı bir galeri işletmek de belki ihtimal dahilindedir? Bölgede Hidroelektrik Santraller (HES) üzerine yürüttüğüm doktora saha araştırmam sırasında bana hatırlatıldığı gibi kepçenin bu kadar sevildiği bir yerde kepçe ile yapılan bir işe karşı çıkmak delilikle eşdeğerdir.

Sosyalistlerin cevap vermekte zorlandıkları işte tam da – kepçenin kendisi olmasa da – kalkınma adı altında sadeleştirdiğimiz söylem ve pratiklerin harekete geçirdiği duygu ve arzular. Sol siyaset farklı renkleri ile ya bu arzuların aynısını daha iyi, daha eşitlikçi bir biçimde harekete geçeceğini vadediyor, ya da tamamen ortadan kaldıracağını, arzuya ihtiyaç duydurmayacağını. Bunun ne ortası ne de bambaşka bir versiyonu henüz dillendirilebilmiş değil. Hal böyle olunca da müteahhitizmin başkentinde doğma cesareti gösteren HES, maden, sahil yolu, yeşil yol vb. karşıtı mücadeleler gerçekçi alternatif bir siyasi tahayyülün yokluğunda çok güçlü bir heyulanın gölgesi ile tek başlarına mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Yeşil Yol ve benzerleri son sürat insansızlığa sürüklenen kırsal coğrafyalar için yalan da olsa bir rüya pazarlıyor. Alternatif siyasi ve toplumsal tahayyüllerin ve pratiklerin yokluğunda adı ne olursa olsun, riski ne kadar yüksek olursa olsun, bu rüyanın tek rakibi mevcut koşullar oluyor. Tüm bileşenleri ile değersizleşen kırsal hayatın mevcut koşulları koskoca Doğu Karadeniz coğrafyasında sadece bir elin parmakları kadar noktada spekülasyona rakip olabiliyor.

Turistler İçin Yeşil Yol’un Kısa Tarihi

Peki bu Yeşil Yol tam olarak nedir, kimin projesidir, neden ibarettir? Konuya yeni giriş yapanları meselenin tarihçesi ve uygulama detaylarından mahrum bırakmayalım. Yeşil Yol’un kısa tarihçesine dair gözden kaçırılan önemli bir detay ana amacının turizmi geliştirmek olan bu projenin garip bir şekilde turizm bürokrasisinin elinden kaçırılıp dönüştürülmüş olmasıdır. Bölgenin küçük ölçekli alternatif turizm ışığında yeni bir kalkınma hamlesi gerçekleştirebileceğine dair öngörü ilgili devlet analiz ve raporlarında çok uzun süredir işleniyor. Yeşil yol da köken itibariyle bu öngörünün somutlaştırılması fikrine dayanıyor. Projenin, Yayla Turizmi Gelişim Koridoru adı altında, ilk kez resmi bir yayında zikredilmesi 2007 tarihli Türkiye Turizm Stratejisi Eylem Planı (2007-2023) adlı rapora dayanıyor.[i] Ancak buraya dikkat!: 2009 yılında başlaması ve 4 yıl sürmesi planlanan raporda projenin ayrıntılarına değinilmediği gibi fiziki bir yoldan da bahsedilmiyor. Ancak, raporunda yer alan kavramsal harita koridorun Samsun Hopa Arasında geniş bir araziyi güneyden birbirine bağladığını gösteriyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkililerinin aktardıkları da göre bahsi geçen Yayla Turzim Gelişim Koridoru sadece kavramsal bir koridora işaret ediyor.

Bu kavramsal çerçeve ile Doğu Karadeniz’de yayla ve vadilerde yapılacak olan turistik faaliyetlerin belli bir turizm anlayışına (alternatif, agro, doğa vs.) geliştirilmesi vurgulanıyor. Örneğin bu vurgu Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı (DOKA) tarafından da benzer bir şekilde algılanmış olacak ki kurum bir 2023 Doğu Karadeniz Turizm Stratejisi adlı raporunda yayla koridoru kavramını şu şekilde açıklıyor: “Doğa Karadeniz Bölgesi’nde turizm gelişmesi için yayla koridoru kapsamına turizmin kamp, kayak, mağaracılık, yamaç paraşütü, rafting, binicilik, balon, balık avlama, foto-safari ve bungee jumping gibi macera sporlarının gelişmesine yönelik çalışmaların yapılması…” [ii]

Bugün Yeşil Yol olarak adlandırılan proje ise soyut kavramsal planın ötesine somut bir yol inşası olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu proje, Samsun İli Çarşamba ilçesinden başlayıp, doğu-batı yönünde sahile hiç inmeden, 1500-2000 metre yükseltilerden geçecek olan yaklaşık 2200 km. yol yapımı ve iyileştirilmesini öngörmekte. Projenin kamuoyuna ilk olarak yansıması dönemin Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafız Özak’ın AA’ya 2008 Ağustos’unda verdiği bir demeç vesilesi ile oluyor. Bakan, projenin nasıl bir turizm öngördüğünü şu sözlerle özetliyordu:

Karadeniz yaylalarını birleştirme projesi bana göre çok önemli ve hiç denenmemiş bir projedir. Yaylaların birleştirilmesi projesi Doğu Karadeniz’de hizmet sektörünün önünü açacaktır. Bunu yapmak zorundayız çünkü Karadeniz’de başka sektör yok. Yolların birleştirilmesi ile turistlerin bir yaylayı günübirlik gezmek yerine yöredeki bütün yaylaları gezme, konaklama fırsatı bulabilecekler. Böylece yayla kültürümüzü turistler de tanıma fırsatı bulacaklar. Kısmet olur da proje hayata geçerse buralarda yaylaların doğasına uygun konaklama tesisleri yapılacak. Yaylaların birleştirilmesi yayla turizmini geliştirecektir. Buna bağlı olarak yeni istihdam imkânı doğacaktır.[iii]

Kamuoyunun Yeşil Yol’u ikinci kez duyması 7-8 Ağustos 2010 tarihinde İkizdere Ridos Otel’de 10 Bakan ve bir çok bölge milletvekilinin katılımı ile yapılan ve sadece bu projenin görüşüldüğü bir toplantı vasıtasıyla oluyor.[iv] Basına kapalı olarak yapılan bu toplantıda Yeşil Yol tek gündem olarak iki gün boyunca konuşuluyor ve ayrıntıları karara bağlanıyor. Böylece kavramsal bir turizm çerçevesi olarak ortaya atlan yayla koridoru fikri müteahhit siyasetin elinde inşaatlaşıyor betona ve asfalta bürünmüş oluyor. Yeşil Yol’u aslında tam da bu kapalı kapılar arkasında bir kaç “süper” bölge siyasetçi tarafından dizayn edilme şekliyle özerk bir mega proje. Tıpkı İstanbul’un 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul örneğinde gördüğümüz gibi Yeşil Yol ile ilgili gelişmeler bürokrasi üstü bir aciliyet, özerklik ve gizlilikle yürütülüyor. GAP’ın Doğu Karadeniz versiyonu Doğu Anadolu Kalkınma Projesi (DOKAP) Dairesi Başkanlığı (benzer teşkilat DOKA ile karıştırılmamalı) en önemli gündem maddesi ve neredeyse varlık nedeni Yeşil Yol. Proje Kalkınma Bakanlığı’na bağlı olan DOKAP üzerinden merkezi bir şekilde yürütülse de, inşaat masraflarının DOKAP tarafından önce il özel idarelerine, şimdi de valiliklere aktarılan kaynaklarla yürütülüyor. Yakın zamana kadar oldukça ketum olan, Yeşil Yol ile ilgili ayrıntı vermekten (örneğin yukarıda adı bahsi geçen toplantıya katılmaktan) imtina eden DOKAP’ın özellikle 2015 ilkbaharı ile birlikte Rize Çamlıhemşin’de başlayan Yeşil Yol karşıtı eylemliliğe cevaben daha aktif olmaya başladığını ve örneğin internet sitesini tamamen bu amaçla kullanmaya başladığını görüyoruz.[v]

Altyapıyı Açmak

Son bir kaç yıl içerisinde Yeşil Yol gibi bir çok altyapı projesinin kitlesel protestolarla karşı karşıya kaldığına şahit olduk. Bunun önemli bir nedeninin siyasi iktidar için büyük altyapı projelerinin artan önemi olduğu kuşkusuz. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı için – konut piyasa ile birlikte – altyapı yatırımlarını canlı tutmanın bir ekonomik tercih olmanın ötesinde geçerek hızla bir zorunluluk haline geldiğine hep beraber tanık olduk. Bu zorunluluğun iktisadi sebepleri kadar siyasi hatta parti bekasını doğrudan sebepleri olduğunu biliyoruz.

Ancak altyapı projelerine olan bu ‘çılgın’ ilgi sadece Türkiye’ye özgü değil. Geçtiğimiz on yıl içerisinde kentleri ve kırsal bölgeleri kökünden değiştireceğini iddia eden projeler küresel Güney’in tamamını sarmalamış durumda.  Altyapıya olan bu yoğun ilgi küresel ilgi belli altyapı yetersizliğinden mustarip coğrafyalarda, tıpkı bizde olduğu gibi hayatın iyileşmesine dair duygu ve arzuları çevresel bozulma, kırsal çözülme, yaşam alanlarının yok edilmesi gibi süreçlerle eş zamanlı yaşanıyor. İşte tam da bu yüzden sosyal bilimlerin hemen her branşında bir altyapı çalışmaları heyecanı yaşanıyor, akademisyenler altyapının bu yeni yükselişinin ekonomik, toplumsal ve duygulanımsal boyutları ile anlatabilecek kavramları üretmenin telaşı içindeler. Altyapı adaletsizliği, altyapı olarak insanlar, altyapı şiddeti bunlardan sadece bazıları.[vi]

Altyapı yatırımlarına, coğrafyalarına ve ihtilaflarına olan yoğun akademik merak aslında tam da bu yazının başından beri anlatmaya çalıştığım kuramsal ve siyasi kaygılarla örtüşüyor aslında. Altyapı yatırımlarının yarattığı eşitsizlikleri nasıl belgeleyebilir ama bunun ötesine geçerek bu yatırımların siyasi potansiyelini ve toplumsal ağırlığını nasıl anlamlandırabilir ve onunla baş edebiliriz?  Bu sorulara cevap vermek için altyapının ilk akla gelen bildik anlamlarının (gerek kapitalizmi var eden ağ anlamıyla, gerekse toplumsal yapıların temeli ve belirleyicisi olan altyapı anlamıyla) üstüne yenilerini koymak altyapıların söylemsel ve duygusal alanda yaptıkları etkiye ve özellikle de maddeselliklerine (asfaltın, kepçenin, köprünün bizatihi kendi faillikleri) merakla bakmamız gerekiyor.

Yukarının Havası Belli Olmaz!

Yeşil Yol toplantısına geri dönecek olursak…. Toplantı boyunca hafif hafif yağan yılın ilk karı toplantı bittikten sonra da şiddetini arttırarak devam etti, çok geçmeden önce elektrikler kesildi sonra da cep telefonu şebeke sinyalleri kesildi, hemen ardından da kaldığımız küçük otelin jeneratörü bozuldu, onu takiben de çok geçmeden kalorifer söndü. Bir kaç saat öncesine kadar Yeşil Yol ile kitlesel turizme, oradan da Rize’de denizi doldurarak yapılacak havaalanı ile de dünyaya açılmayı planlayan ilçenin turizm merkezi bir iki saat içinde, daha henüz sonbaharın tam ortasında, karanlık, iletişimsizlik ve soğukla baş başa kalmıştı. Üstelik bulunduğumuz yer Yeşil Yol’un  geçeceği rakımdan yüz metrelerce aşağıdaydı.

Hayaller Yeşil Yol, gerçekler stabilize ironisi ertesi gün çok daha çarpıcı hikayelerle devam edecekti. Sabah olduğunda kar etkisini yitirmiş ama yerde en az 40 cm kalınlığında izini bırakmıştı. Bir gün öncesine kadar vızır vızır işleyen minibüslere binip ilçe merkezine inmek için en az 5 km yürümek gerekiyordu keza kimse bu kadar karı Ekim sonunda beklemiyordu. Buna hayvancılıkla hala uğraşan az sayıda aile de dahildi. İlçe merkezine inen minibüse titreyerek bindim. Araç zikzaklar yaparak bir süre ilerledikten sonra önünü kesen bir koyun sürüsü yüzünden duraklamak zorunda kaldı. Bir dağ patikasından ana yola çıkan çoban ve yaklaşık 350 adet koyun sabah saat 07.00 civarında o noktada olabilmek için saatle önce en üst rakımdaki yaylaların birinden yola çıkmış olmalıydılar. Lapa lapa yağan kar, sıfıra yaklaşan sıcaklık altında gece boyu ilerlemiş kervan, yorgun ama kendinden emin bir şekilde minibüsün zar zor ilerlediği anayolu dikey kesti ve diğer banketin yanından başka bir patikaya girerek gözden kayboldu. Çoban ve sürüsünün başına kötü bir şeyler gelmeyeceğine hepimiz emindik.

İlçe merkezine indiğimizde ise yerel AKUT üyeleri hummalı bir çalışma içindelerdi. Gece boyunca sayısız yardım çağrısı almış, yaylalarda mahsur kalmış insanları kurtarma için sabahı beklemişlerdi. Merakla mahsur kalanların yaylacılar olup olmadığını sordum. AKUT gönüllerinden biri gülümseyerek “yok ya… bildiğin turist bunlar” cevabını verdi: “’her sene böyle! Her kış ilk yağan karla birlikte macera yaşamak isteyen bir kaç gerizekalıyı yaylalardan toplamak için seferber oluyoruz maalesef”. Ertesi gün Rize gazeteleri yaylada mahsur kalıp kurtarılan gençlerin hikayeleri ile dolmuştu. Gerçekten de donmaktan kıl payı kurtulanlar kar yağacağını bile bile keyif için yaylaya çıkmışlardı. Turistlerdi ama en yerlisinden… Gençlerin çoğu Rize merkezden gelmiş, ama anlaşılan büyüklerinden yayla adabı ve temkini ile ilgili aldıkları dersler, pratik eksikliğinden olsa gerek, çok da etkili olmamıştı. Rize’nin ünlü esnaf lokantalarından birinde konuyu açmaya çalıştım. Aldığım cevap bir Doğu Karadeniz klasiğiydi: “Valla biz hep diyoruz: aşağının havasuna aldanmamak lazım gelir: yukarida boran da olabilur; kar da yağabilur. Yukarısinu bilmek, anlamak mümkün değil zaten!…”

 

DİPNOTLAR

[i] T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Turizm Stratejisi Eylem Planı, Ankara, 2007.

[ii] DOKA, 2023 Doğu Karadeniz Turizm Stratejisi, Trabzon, 2012: 9.

[iii] Hürriyet, “Karadeniz’in Yaylalarını Birleştirecekler” 29 Ağustos 2008.  Çevrim içi erişim: http://www.hurriyet.com.tr/index/ArsivNews.aspx?id=9774834

[iv] Yusuf Yavuz, “10 Bakan 50 Milletvekili Neden Toplanıyor?” Odatv.com, 04 Ağustos 2010. Çevrim içi erişim: http://odatv.com/10-bakan-50-milletvekili-neden-toplaniyor-0408101200.html

[v] Yeşil Yol üzerine resmi görüşler bu siteden takip edilebilir: http://www.dokap.gov.tr/

[vi] Altyapı üzerine gelişen bu yeni külliyata hızlı bir giriş yapmak için Ethography dergisinin 13(4), ve Cultural Antropology dergisinin 11 numaralı çevrim içi özel sayılarına bakılabilir.