Marx, yayımlanan son yazısı olan Komünist Manifesto’nun Rusça baskısına önsözde Rus okura şöyle seslenmişti: “Ve şimdi Rusya! 1848-49 Devrimi sırasında yalnızca Avrupalı hükümdarlar değil, Avrupalı burjuvalar da proletaryadan tek kurtuluş imkânını Rus müdahalesinde gördüler. Çar Avrupa’da gericilerin reisi ilan edildi. Bugünse devrim savaşının esiri olarak Gatçina’da bulunuyor ve Rusya Avrupa’daki devrimci eylemin öncü kuvveti durumunda. … Eğer Rus Devrimi Batı’daki proleter devrimin işaretini verir ve ikisi birbirini tamamlarsa, şimdiki haliyle Rus ortak toprak mülkiyeti komünist bir gelişme yönünde bir başlangıç olabilir.”
Marx’ınmüthiş öngörüsü, yirminci yüzyılın dünyasını belirleyecek olan dünya tarihsel olayı işaretlemişti. Bolşeviklerin 25 Ekim gecesi iktidara gelmesi, devrim fikrini, insanın insan üzerinde hakimiyetinin sonlandırılmasıyla kurulacak eşit ve özgür bir dünya idesini somut bir deneyime dönüştürdü. Avrupa’da beklenen olmadı, devrimci Sovyetler dramatik dönüşümlerin zorlu sahnesi oldu; ama yirminci yüzyıl, Ekim Devrimi’nin açtığı yolda bütün dünyada proleterlerin, ezilenlerin davasının ve yürüyüşünün yeni bir başlangıcını imledi. 20. yüzyıl emperyalist savaşlara direnerek yeni ve özgür bir ülke kurmak isteyen partizanların, sömürgeleştirilmiş ülkelerini ve halklarını özgürleştirmek isteyen gerillaların, eşit ve özgür bir dünya kurmak isteyen proleterlerin, gençlerin, kadınların, siyahların bugün sadakatten başka bir duygu besleyemeyeceğimiz uzun mücadele yüzyılı oldu. Devrim fikri Avrupa’da değil, dünyanın her yerinde somut bir güce, sömürücülere karşı bir silaha dönüştü, öngörülmez olana dair güçlü arzuyu komünizm fikrini tetikledi.
Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılındayız. Ekim Devrimi’nin eseri olan Sovyetler Birliği, bir çeyrek yüzyıl önce tarihsel varlığını sonlandırdı. Kapitalizm hiç olmadığı kadar ölçüsüzce, bir avuç kapitalistin çıkarına milyarlarca insanı eziyor, doğayı sürdürülemez biçimde katlediyor ve insanlığın geleceğini her geçen dakika yok ediyor. Sınıf, ırk, cinsiyet üzerine kurulan eşitsizlikler üzerine kurulu alçak bir sömürü düzeni, bu düzenin bekçiliğini yapan siyasal yapılarla sürdürülüyor. 1914’te savaşa sürülen proleterlerin ve köylülerin torunları bugün bilmediği coğrafyalarda savaşıyor, ölüyor, öldürüyor. 1915’te gerçekleşen soykırım, aynı coğrafyalarda kendini yeniden üretiyor. Dini insan öldürmenin estetik bir aracına dönüştüren modern öldürme makineleri insanlığın binlerce yıllık değerlerini ve yaratılarını yok ediyor. Bütün bunlar, bir avuç kapitalistin servetini ve ayrıcalıklarını korumak ve sürdürmek için devletlerin siyasal ve ideolojik kurumlarınca destekleniyor. Ve insan, kendi geleceğini yaratma inancıyla; Ekim Devrimi’nin bizzat yarattığı sadakatle direniyor. Dünyanın her yerinde isyanlar, eşitlik arzusu saklanamaz biçimde ortaya çıkıyor. Patlamalarla, toplaşmalarla, gülüşmeler ve dayanışmayla. Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında insanın geleceğini kurma fikrine duyduğu sadakat, dünya tarihinde eşine az rastlanır ölçüde kullanılan zora karşı var kalıyor ve var kalacak.
Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında çıkardığımız bu özel sayının editörlüğünü Yunus Yücel ve Dinçer Demirkent yaptı. Editörlerimiz, olabildiğince farklı perspektif ve alanda yazıya yer vermeye çalıştı. Ütopya’dan sanata, politikaya; tarihe ve geleceğe… Diğer sayılarımızda olduğu gibi bu sayımızda da Türkçeye kazandırılmasını istediğimiz düşüncelere belli bir ağırlık verildi.
Dosyamız, Ekim Devrimi’ne ilişkin bir soruşturmayla başlıyor. Türkiye’de siyasal pozisyonları bakımından çok farklı yerlerde konumlansalar da düşüncelerini devrim fikrinden hiç ayrı tutmamış beş isme, Aydın Çubukçu, Cem Eroğul, Fikret Başkaya, Işık Ergüden ve Masis Kürkçügil’e devrimin tarihsel anlamı ve bugün ifade ettiklerine ilişkin fikirlerini paylaştıkları için ne kadar teşekkür etsek az.
Hans Heinz Holz’un Devrimin 90. yılı için yazdığı “Devrimin Yeni Biçimi” adlı makaleyi Bülent Özçelik çevirdi. Holz, Lenin’in belki de proletarya açısından sinizme kayılmaya en meyyal anda, sosyal demokrat partilerin burjuvaziyle uzlaştığı dönemde, devrimci eylemini temellendirmek için geliştirdiği yoğun çabayı bizzat devrimci süreç ile ilişkili olarak anlatıyor. Çokluğun içinde bulunduğu sinizme karşı bizzat Lenin’in cevabını ortaya koyuyor.
Erel Tellal, Ekim Devrimi’nin tarihine ilişkin detayları, özenli bir çalışmayla yazdı. Devrim sırasında faklı partilerin siyasal pozisyonlarını kaymalarını ve yer değiştirmelerini; Bolşeviklerin karşısında konumlarını ele alan makale 1917 devriminin zorluğu ve zorunluğu meselesi üzerine yeniden düşünmemize zemin sağlıyor.
İsmet Konak, Türkiye sosyalist hareketi içindeki en önemli tarihsel figürlerden birinin Mustafa Suphi’nin Ekim Devrimi sırasındaki faaliyetlerini ele alıyor. Slovaj Žižek’in her zamanki polemiksel ve çekici uslübuyla yazdığı “Lenin’in Mirası” başlıklı yazıyı Onur Yıldız çevirdi. Komünist iddianın, kapitalist vaadin gerçekleşmediği anda güçlü bir biçimde önümüzde olduğunu ortaya koyan bu yazıda Lenin’in mirası özgün bir bağlama oturtuluyor.
Duygu Türk, siyaset felsefesinde devrim sorununun yerini ve güncelliğini Devrim Üzerine eserinin müellifi Hannah Arendt ile diyaloğa girerek tartışıyor: “Sorunları ve Katkıları”yla. Abdurrahman Aydın’ın çevirdiği Susan Buck-Morss’un “Anti Stalinist Sanat” başlıklı metni bizzat çevirmenini çarpan cümle ile tanıtmak gerek: “Benjamin’in kendisi de bir ölçüt olarak, sunduğu kavramların, ‘faşizmin amaçları açısından bütünüyle kullanılamaz nitelikte’ olduklarını belirtmiyor muydu? İçimizden biri, kendi çalışmalarının, sınıf sömürüsünün ayan beyan ortada olduğu fakat bunu tanımlaması gereken dilin yıkıntılar içerisinde kaldığı yeni dünya düzeninin amaçları bakımından bütünüyle kullanılamaz nitelikte olduğunu söyleyebilir mi?”
Ali İpek ve Onur Acaroğlu tarafından çevrilen Leo Panitch ve Sam Gindin, “Sosyalist Tahayyülü Yeniden Alevlendirmek” başlıklı yazılarında işçi sınıfının kapasitesi ve ütopya ilişkisi bağlamında mevcut hareketin eleştirisini ve kapasiteyi artıracak bir programı ortaya koyuyorlar. Bora Erdağı, deneyim, tarih, teori ve pratik bağlamında Ekim Devrimi’nden bize kalanı anlatıyor: “İçine düştüğümüz rüya âlemi ve felaketten, devrimci hayallerin yarattığı deneysel yaşam arayışlarından geçmeden düşüncemiz nasıl bir kendilik yolu bulacaktır. İşte tam da bu yüzden 100. yılında Ekim Devrimi halen anlaşılmayı beklemektedir.”
Doğuş Sarpkaya, Rus edebiyatının altın çağından başlayarak, devrim öncesi ve devrim sırasındaki büyük sanatsal devrim sürecini, sürecin 1934’te sosyalist gerçekliğin resmileştirilmesi ile sona ermesinin hikayesini aktarıyor. Zeynep Baykal’ın çevirdiği, Marcel Mečiar’nin metni Rus müzik evreninin evrimi içinde Ekim Devrimi’ni ve özellikle de Şostakoviç’in eseri ve biyografisi üzerinden Sovyetler Birliği’nin müzik evrenini ortaya koyuyor.
Alper Şen, Ekim Devrimi’nin yarattığı iki devrimci olayı-eseri, “Odessa Kaldırımları” sahnesinin sinematografik açıdan devrimci niteliğini ve sine-göz manifestosunun sinema içindeki anlamını analiz ediyor. Dosyanın son yazısında ise Süreyya Karacabey, Devrim sonrasında farklı sanat dallarında kendini gösteren arayışların ülkenin politik hedefleriyle bütünleşmesi sürecini ele alıyor.
O güzel şarkının sözlerini tekrarlayarak, “ne geçmiş tükendi, ne yarınlar…”
İyi okumalar…