2020 yılının ilk çeyreğine Çin’den başlayarak tüm dünyayı dolaşan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen Covid-19 hastalığının yarattığı önü alınması güç endişe ile başladık. Salgın, elli yıldır neoliberal “yapısal reformlarını” yapmış; sağlık, eğitim, barınma, örgütlenme, sendika kurma, sağlıklı gıdaya ulaşma, sağlıklı bir çevrede yaşama hakları gaspedilmiş; kamusal varlıkları özel kişilerce yağmalanmış toplumların pür halini ortaya koydu. Neoliberal evredeki kapitalizmin siyasal ve iktisadi düzeninde yaşama ve geleceğe dair artık hiçbir şey bulunmuyor.
Ayrıntı Dergi’nin elinizdeki sayısını hazırlarken Türkiye’de toplumun 2000’li yıllarda başlayan dönüşümünü ele almayı planlamıştık. Ülkemizde belki de ilk defa görülen yoksunluk ve çaresizlikten kaynaklı toplu intiharların; sonu gelmez bir savaş pratiğinin; savaş koşullarının ve ırkçı politikaların sonucu olarak utanç verici biçimleriyle deneyimlediğimiz ve Türkiye’nin demografik yapısını değiştiren göçün; parti-devlet biçiminin bir sonucu olarak gelen ve liyakat düzenini ortadan kaldırarak gelişen çürümenin, yağmalanan köylerin ve kentlerin; sosyal devletin yerinden edilmesiyle siyasi ve ticari rant odağı haline gelen, sosyal hakların ortadan kaldırılmasıyla yoksulların itildiği tarikat-cemaat ilişkilerinin kuşattığı ve dönüştürdüğü bir “toplum”u elbette onun devrimci gerçekliğini gören bir yerden düşünmek istemiştik. Dosyaya ilişkin tartışmalarımızın ana izleği; öngörmemizin mümkün olduğu ve fakat sosyalistlerin sahip olduğu örgütsel araçların geriliği bağlamında müdahale edici bir perspektiften yapılacak öngörünün mümkün olmadığı bir eşikte mevcut distopik ortamın çevresinde dolaştı hep. Elbette toplum olarak varsayılan birliğin çatışmalı yapısını, var kalmak için gerekli mücadele ve dayanışma ilişkilerini asla kenara itmeden. Geleceksizlik ve çürümeye karşı, aynı toplumsal çatışmaların eşit ve özgür bir gelecek umudunu barındırdığını biliyoruz. Bunun araçlarını ve topluma ilişkin varsayımlarımızı yeniden düşünmek için bugün elimizde çok etkili bir “kaos”un olduğunu bildiğimiz gibi.
Gündem bölümünde ekonomik ve politik etkilerinin orta ve uzun vadede çok büyük olacağı öngörülen pandemi üzerine, Mike Davis ve Alex Demirovic’in değerlendirmelerine yer veriyoruz. Salgının ve salgına karşı alınan tedbirlerin topluma etkileri üzerine siyasal teori üzerinden yürütülen bu değerlendirmeler, önümüzdeki sayılarda daha da derinleştireceğimiz tartışmalara başlangıç olarak görülebilir. Gündem bölümümüzün son yazısı ise salgın öncesi en önemli meselelerimizden biri olan Kanal İstanbul Projesi üzerine TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Cevahir Efe Akçelik ile yaptığımız röportaj.
Duygu Tanış Zaferoğlu ve Bülent Özçelik’in editörlüğünü üstlendiği, Türkiye toplumunun dönüşümüne odaklanan dosyamız Cenk Saraçoğlu’nun “Kriz, Eksilen Cumhuriyet ve Muhalefet” başlıklı yazısıyla başlıyor. Saraçoğlu yazısında, cumhuriyetçi bir perspektifin eşitlik ve özgürlük zeminini yeniden kazanmak bağlamında önemini vurguluyor ve muhalefetin krizine ilişkin de bir perspektif sunuyor. Elçin Aktoprak, savaştan, ırkçılığa, ordunun dönüşümünden parti-devlet anlayışının ve liyakatsizliğin yarattığı çürümeye kadar birçok konuya yayılan söyleşide Türkiye’nin yeni bir barış sürecinin imkanlarını ve zorunluluklarını değerlendiriyor.
Güven Gürkan Öztan’ın yayınevimizden çıkan “Türkiye’de Militarizm” kitabının son bölümünü tamamlayıcı bir katkı olması nedeniyle dosyamıza dahil ettik. Öztan yazısında, 12 Eylül’den günümüze ulaşan süreçte milliyetçilik ideolojisinin kullanımını ve dönüşümünü derinlikli bir biçimde tartışıyor. Hande Gazey ve Çağatay H. Yurtseven psikolojikleştirmeyi eleştiren bir bakış açısıyla “ruh sağlımızın” toplumsal sınıflar arasındaki mücadeleyle ilişkisini ve insan eyleminin dönüştürme gücünü vurguluyor.
Mustafa Şen İslamcılığın Türkiye’de izlediği ana hatları ve bugün Türkiye toplumunun dönüşümündeki rolünü ele alıyor. Dosyamızın son yazısında Öznur Yardımcı, Türkiye’de kentlerin neoliberal mutenalaştırılmasındaki neoliberal işleyişi yaptığı saha çalışması içinden sunuyor.
Politika-Teori bölümünde üç farklı yazımız var. Deniz Gürsoy yazısında sınır kavramının felsefi temellerinden hareket ederek bugün göçmenlerin yaşadığı deneyimlere kısa bir bakış atıyor. Hasan Cem Çal yazısında Hegel’de mutsuz bilinç kavramını dinsel bilinç bağlamında okuyor. Ufuk Ali Kaftanlı ise Thomas Müntzer ve Şah Kalender ayaklanmalarının deneysel bir karşılaştırması bağlamında bugünün toplumsal mücadelelerini kesen sorular soruyor.
Eleştiri bölümünde üç yazı var. Selçuk Candansayar, bir yanıyla devrimci bir yıkıcılık bir yanıyla yönetmenin sanki kendi yaratığından korkarak girdiği psikolojikleştirme eğilimleri içinde Joker filminin güçlü bir eleştirisini sunuyor. Salgın nedeniyle hepimizin evlere kapanıp felaket filmleri izlediğimiz bu dönemde Ertan Tunç 2000 öncesi post-apokaliptik ve distopik filmlerin bir sunumunu ve değerlendirmesini yapıyor. Dergimizin son yazısında ise Belma Fırat, edebiyat içinde konar göçerliğin, tanıklığın, minör anlatının izlerini sürüyor.
Sonraki iki dosyamız devlet ve hukukun dönüşümüne ilişkin olacak. Herkese iyi okumalar, sağlıklı günler diliyoruz. •