Yakın bir geçmişe kadar girdiği her seçimden istediği sonuçla çıkan ve kazandığı sandık zaferlerini tek adam rejimini dayatmanın bir aracı olarak kullanan AKP, artık bu silahını kaybetmiş görünüyor. Yerel seçimlerde uğradığı ağır yenilgi ve derinleşen ekonomik krizin etkisiyle seçmen kitlesinde yaşadığı büyük erozyon, seçimleri AKP açısından ihtiyaç durumunda kullanılacak bir çıkış kapısı olmaktan çıkarttı. Bu durumun farkında olan siyasi iktidar, 2023’e giderken, kendi istediği şartlar altında, kendi istediği rakiplerle yarışabileceği bir seçim düzeneği hazırlamaya çalışıyor.
Bu süreçte AKP, bir yandan HDP’yi seçim dışı bırakmak, CHP’nin seçmen kitlesinde yarılmalar yaratmak, İYİ Parti’yi Millet İttifakı’ndan koparmak, kendisinden ayrılan partilerin etkinliğini sınırlamak gibi siyasal adımlar atarken, diğer yandan da Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirilmesi, ittifak yapılarının yeniden düzenlenmesi, seçim barajının düşürülmesi, % 50+1 zorunluluğunun kaldırılması gibi yasal düzenlemeler için çeşitli çalışmalar yürütüyor.
Toplumsal desteğini iyiden iyiye kaybeden AKP, iktidarını sürdürebilmek, ittifak yapısını muhafaza etmek ve kendi kitlesinde bir dağılmayı önleyebilmek için muhalefeti kriminalize etmeyi ve sokak hareketlerini şiddet yoluyla bastırmayı tek çıkar yol olarak görüyor. Siyasi iktidarın uyguladığı baskı politikalarıyla boy ölçüşebilecek düzeyde güçlü bir toplumsal hareketin olmaması, salgın koşullarının kitlesel bir sokak siyasetinin olanaklarını kısıtlaması, ana muhalefetin sürekli seçimleri adres gösteren stratejisi ve AKP’nin sandıkta yenilebilir olduğu duygusunun güçlenmesi gibi nedenlerle siyasi partilerin görece öne çıktığı bir dönemden geçiyoruz.
İçinden geçtiğimiz dönemin dinamiklerini ve olanaklarını daha iyi anlayabilmek için bu sayımızda Türkiye’deki siyasi partiler üzerine bir dosya ile çıkıyoruz. Dinçer Demirkent ve Onur Yıldız’ın editörlüğünde hazırla nan dosyamızda demokratik katılım ve mücadele biçimi olarak siyasal partilerin politik temsilleri, işlevleri ve işleyişlerini, bizatihi bu pratiklerin içinde yer alan isimlerin deneyimleri ve yorumları ışığında ele almaya çalıştık.
Dosyamızın ilk yazısında Dinçer Demirkent, Türkiye’deki siyasi partileri ve siyasi partiler sistemini rejim bağlamında ele alarak, AKP döneminde yaşanan dönüşümü ve bu dönüşüme karşı sandık siyasetini aşan bir muhalefet stratejisinin olanaklarını tartışıyor. Dosyamızın ikinci yazısında ise Toygar Sinan Baykan, onlarca sene Türkiye’de parti sisteminin kıyılarında kalan bir siyasal hareketin, iktidara yürüyüşünü ve otoriter partiye dönüşümünü AKP’nin 19 yıllık iktidar pratiği üzerinden irdeliyor. Dosyamızda üç önemli röportaja yer veriyoruz. Dinçer Demirkent’in gerçekleştirdiği ilk röportajda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Taşkın, “Devlet Partisi” hüviyetiyle siyasette yer edinen CHP’nin mevcut siyasal konumunu, ideolojisini ve politikalarını hem bir akademik hem parti yöneticisi kimliğiyle değerlendiriyor. Dosyadaki ikinci röportajın konuğu ise, kurulduğu günden itibaren Türkiye siyasetinin şekillenmesinde büyük etki yaratan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Onursal Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü oldu. Mutlu Arslan’ın gerçekleştirdiği röportajda HDP’nin kuruluş dönemleri, kongre-parti ilişkisi, parti içi işleyiş ve güncel siyasal konular karşısındaki politikaları üzerine kapsamlı değerlendirmeler yer alıyor. Son olarak, 1970’li yıllardan itibaren sosyalistlerin yürüttüğü örgüt-hareket-parti tartışmalarının bir biçimde odağında yer alan bir siyasal geleneğin içinden gelen Sol Parti Parti Meclisi üyesi Bülent Forta ile yapılan röportaja yer veriyoruz. Mutlu Arslan’ın yaptığı bu röportajda Forta, 12 Eylül öncesindeki “proletarya partisi” ve “partileşme süreci tartışmalarından başlayarak, 1996 sonrasındaki ÖDP deneyimine ve günümüzde Sol Parti’ye uzanan geniş bir tarihsel dönem içinde sosyalistlerin siyasi partiye bakışını anlatıyor.
Bu sayımızın ülke gündemine ilişkin ilk yazısında Ebru Işıklı, pandemi döneminde üstlendikleri zor ve ağır yükle tüm ülkenin gündemine gelen sağlık emekçilerinin pandemi öncesinde ve sonrasında gerçekleştirdikleri eylemleri, içerikleri ve nicelikleriyle karşılaştırmalı olarak ele alıyor. Deneyimli gazeteci ve akademisyen Doğan Tılıç’ın, Türkiye için çok önemli bir kavram olan “barış gazeteciliği” üzerine kendi deneyimlerinden ve gözlemlerinden hareketle kaleme aldığı değerlendirme, gündem bölümümüzün bir diğer yazısı.
Politika-Dünya bölümümüz, geçtiğimiz Mart ayı içerisinde İran ve Çin arasında imzalanan 25 yıl süreli İşbirliği Anlaşması’na ilişkin Derya Göçer ve Ceren Ergenç’in analizi ile başlıyor. Erdem Türközü tarafından çevrilen bir sonraki yazıda ise ABD’li gazeteci Paul Manson, geçtiğimiz yıl sonunda yaşanan ABD seçimleri ve sonrasında yaşanan Kongre Binası baskını olayları çerçevesine ABD’deki darbe girişimini ve bunun faşizmle bağlantısını tartışıyor. Bu bölümde son olarak, yaptıkları kitlesel grevler ve eylemlerle dikkat çeken aynı zamanda yaygın intihar vakalarıyla sıkça duyduğumuz Hindistan çiftçileri üzerine, ülkeyi ve bölgeyi yakından takip eden Burak Gürel ile Yunus Yücel’in yaptığı bilgilendirici röportaj yer alıyor.
Politika-Teori bölümünün ilk yazısında Ezgi Duman, ülkemizde zaman zaman farklı biçimlerde gündeme gelen “gömülme hakkı” meselesini tarihsel, hukuki, edebi, siyasi ve psikolojik bağlamlarıyla birlikte tartışıyor. Mert Tutucu ise Covid-19 Salgınıyla beraber gündelik hayatımızın bir parçası haline gelen “maske” kullanımı üzerine, sonu bir hayli ilginç bir noktaya uzanan sorgulayıcı bir politik deneme ile dergimize katkıda bulunuyor. Bu bölümde son olarak, David Harvey’in yakın zamanda yayınlanan Anti-Kapitalist Günlükler kitabının sosyalizm ve özgürlükler sorununa ilişkin kısmını Erdem Türközü’nün çevirisiyle sunuyoruz.
Eleştiri bölümümüz İrem Taşçıoğlu’nun, Nurdan Gürbilek’in geçtiğimiz yıl yayınlanan İkinci Hayat kitabına ilişkin detaylı incelemesiyle başlıyor. Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Yeni Bilim: Bağlantısallık – Yeni Kültür: Yaşamdaşlık kitabıyla dikkat çeken Türker Kılıç ile Soner Sert’in yapmış olduğu röportaj bu bölümün bir diğer yazısı. Bu sayımızın son yazısı ise Jean Genet’nin Balkon oyunundaki mekan-iktidar ilişkisi üzerine Fatma Işık Tuğcu’nun titiz değerlendirmesi.
İyi okumalar…