Türkiye’de polis gücünün özellikle şiddet, işkence ve öldürme eylemleriyle yeniden sıkça kendini gösterdiği bir dönemdeyiz. Dünyada da bu eğilimin arttığına tanıklık ediyoruz. Neoliberal kapitalist kurumlar sıkıştıkça ve kurumsal yapılar çatırdamaya başladıkça siyasal zor, daha yaygın ve yoğun biçimde egemenlik ilişkileri içinde yeniden kuruluyor. İşkence vakalarındaki artış, zırhlı araçların çarpmasıyla ya da polisin dur ihtarına uymadığı için öldürülen insanlar uzun süredir istisna olmaktan çıktı.
Türkiye’de Tekel ve Gezi Direnişleri’nin ardından meydanlar ve sokaklar halka kapatıldı. Olağanüstü Hal’in ilanından önce başlayan sokağa çıkma yasakları, toplantı ve gösteri yasakları ile neredeyse her toplumsal talebin polisin orantısız şiddetiyle bastırıldığını, birçok demokratik protestonun açık hava işkencehanesine çevrildiğini deneyimliyoruz. Pandemi koşullarında geliştirilen olağanüstü tedbir araçları zaten kanun ve kararlarla olağanüstü hali sürdüren iktidara yeni olanaklar sağladı. Polis erki geniş anlamıyla hayatın her alanında daha görünür biçimde iktidarın zor ile yönetmesini sağlıyor. Türkiye’de kamu görevlisi olmayan kişilerin çete ilişkileri içinde devlet yetkilerini kullanması, polis örgütünün bunlarla ilişkisinin yeniden ortaya çıkması, polislik mesleğinin Türk-İslamcı ideoloji içinde neredeyse konsolide edilmesi devlet, sermaye ve halk sınıfları arasındaki ilişkide polis gücünü merkezi bir konumda değerlendirmeyi gerektiriyor.
***
Ayrıntı Dergi’nin bu sayısında polis erki dosyası ile çıkıyoruz. Dinçer Demirkent’in editörlüğünü üstlendiği, Deniz Türker’in büyük katkı verdiği dosya kapsamında ilk olarak, bundan 20 yıl önce “Polis Erkinin Eleştirel Teorisi” alt başlığıyla yayınlanan Toplumsal Düzenin İnşası adlı kitabının yeni baskısı vesilesiyle yeniden gözden geçirme fırsatı bulduğu fikirler ışığında, kapitalist toplumsal ilişkilerin kurulmasında ve korunmasında polis erkinin rolü ve önemini Mark Neocleous’un kaleminden okuyacağız. Metnin çevirisini Onur Yıldız yaptı. İkinci yazı, dosyanın ortaya çıkmasında önemli katkısı olan Deniz Türker’in Neocleous ile geniş bir sahada yaptığı söyleşi. Söyleşide, polisin askerileştirilmesine ilişkin mevcut tezlerin, kriz kavramının devrimci konumunu yerinden etmek için geliştirilen tezlerin eleştirisini; pandemi ve polis erki arasındaki ilişkiyi Marksist bir perspektif düşünmenin zeminleri tartışılıyor. Çeviri için Cankız Çevik’e teşekkür ediyoruz. Takip eden yazıda ise Boran Mercan polisin kamusal görünürlüğünün artması ile egemenlik imtiyazının konsolide edilmesi arasındaki ilişkiyi gösteriyor.
Türkiye’de polis örgütünün ortaya çıktığı andan itibaren siyasal iktidarla olan ilişkisini ve dönüşümünü Hakkı Özdal ele alıyor. Dönüşüm fikrini biraz daha ileri taşıyan Funda Hülagü ise Maddeci-Feminist Bir Manifesto alt başlığı taşıyan metninde olası bir iktidar değişikliğinde gündeme gelecek polisin yeniden yapılandırılmasına hazırlıksız yakalanmamak için düşünülmesi ve çalışılması gerektiğini dile getiriyor ve tezlerini sunuyor. Ardından gelen yazıda, Ceren Akçabay polisin şiddet eylemlerine dahlinde itaat ilişkileri içinde hareket ettiği tezine karşı itaatin yanında her zaman bir katılımın olduğu tezini meşhur Milgram Deneyi’nin sonuçları üzerinden etkili biçimde ele alıyor.
Türkiye’de son yıllarda yaygın biçimde yaşanmaya başlayan polisin zırhlı araçlarının yarattığı yaşam hakkı ihlali davalarında bulunan Şırnak Barosu Başkanı Rojhat Dilsiz ile özellikle çocukların ve yaşlıların karşılaştığı zırhlı araçların yol açtığı ölümler meselesini Cankız Çevik ve Dinçer Demirkent konuştu. Dosyanın son yazısı, Hamlet’ten yola çıkarak bilmeye ilişkin kriz, kurucu şiddet ve mitik şiddet bağlamında devletin şiddetini çarpıcı biçimde ele alan Abdurrahman Aydın’a ait.
Bu sayımızın gündem bölümünün ilk metni, 2021 yılının sonunda bir buhrana dönüşeceği açıkça ortaya çıkan iktisadi krizin yapısal bir değerlendirmesini sunan Ahmet Haşim Köse ile yapılan söyleşi. Dinçer Demirkent ve Aydın Ördek’in gerçekleştirdiği söyleşide, krizin analizinde özellikle kimi liberal tezlerin evrensel doğrularmış gibi sunulmasının Marksist açıklamasını ve itirazını sunan Köse, yapısal kriz içinde iktidarın hiçbir uzun dönem aracının kalmadığını vurguluyor. Dünya gündemine ilişkin ilk yazı uzun süren Merkel döneminin ardından Almanya’da yeni kurulan Sosyal Demokrat-Yeşil-Liberal ittifakına ilişkin Çağrı Kahveci’nin değerlendirmeleri. Dünya gündemine ilişkin ikinci yazımızda Esra Akgemci, neoliberalizmin ilk deney yeri olan Şili’de solun uzun zaman sonra yeniden iktidara gelmesinin anlamını ve önemini ele alıyor. Şili seçimlerinde solun gösterdiği başarıyı, tarihsel deneyimlere oturtan tarihçi Joshua Frens-String ile yapılan ilham verici söyleşiyi de S. Erdem Türközü’nün çevirisiyle yayınlıyoruz.
Eleştiri bölümümüzde ilk olarak postkolonyal literatüre katkılarıyla tanınan Gayatri Spivak ile Francis Wade’in yaptığı, Abdulhalim Karaosmanoğlu’nun çevirerek dergimize katkı sunduğu söyleşiye yer veriyoruz. Bu bölümün diğer yazısında ise Fecri Şengür Spinoza’nın “bilmek” ve “mutluluk” üzerine fikirleri ile Negri/Hardt’ın İmparatorluk kitabında yer alan siyasal temaları bir arada ele alıyor. Edebiyat eleştiri bölümünde Belma Fırat, Ahmet Tulgar’ın geçtiğimiz aylarda yayınlanan öykü kitabı “Arzunun Serbest Dolaşımı” şizoanalitik bir perspektiften inceliyor. Sayımızın son yazısında ise Bartu Şanlı, Murat Uyurkulak’ın eserlerindeki şiddet anlatılarını ele alıyor.
Bir sonraki sayımızda dosya konumuz “Sokak Siyaseti” olacak. Katkı ve eleştirilerinizi esirgemeyin. İyi okumalar… ■